“Dayanamıyorum artık.” diye bağırdı genç kadın. “Buna daha fazla katlanamıyorum. Bunu yapmak zorunda mıyız gerçekten? Daha ne kadar bu şekilde devam edebiliriz?”
Laboratuvara ölüm sessizliği çökmüştü. Bu haykırışa kimse cevap veremedi. O an, orada bulunan Allah’ın her kulu, bunu yapmak zorunda olduğunun bilincindeydi. Aksini düşünemezlerdi bile. Laboratuvarda bulunan bilim insanları, birkaç saniye boyunca genç kadına bomboş bakışlarla baktıktan sonra işlerinin başına döndüler. Bir hedefleri ya da bilimle uğraşanlarda sıklıkla görülen o şevk hiçbirinde yoktu. Onlar, tıpkı birer robot gibi onlara verilen emri yerine getirmekle meşgullerdi.
Laboratuvardaki hummalı çalışma sürerken, izbe hastanenin uzak bir köşesindeki koridordan acı haykırışlar yükseliyordu. “Bana zarar veremezsiniz. Yapamazsınız bunu. Benim de herkes kadar yaşamaya hakkım var.” Kendini yere atarak boğazını yırtarcasına çığlıklar koparan, ruhsuz görevlilerin zorlukla kontrol altında tutabildikleri bir klondu bu adam. Organ nakli için yaratılan bir insan. Aslında var olmayan bir can. Kimliği yoktu, kimsesi yoktu. İçinde nefes alıp verdiği, uyuduğu, karabasanlarla boğuştuğu dünyada yeri yurdu yoktu onun. Kalabalık ve tozlu metropolün çoktan unutulmuş, kaderine terk edilmiş bir yerinde bulunan bu ölüm hastanesinde onun gibi onlarca klon yaşamını sürdürmekteydi. Bu klonlar amaçsızca uyuyor, uyanıyor, yemek yiyor. Sonra bıkıp usanmadan, sayısız günlerce, aynı, hep aynı, tıpkı birbirinin kopyası olan günler yaşıyorlardı. Ta ki varlıklı müşterilerin onları bir organ için satın aldıkları vakte kadar… O zamana kadar, işte o vakte kadar, isimsiz ve kimliksiz ama bir şekilde yaşamlarını sürdürüyorlardı bu gök kubbenin altında.
Az önce kırk numaralı koridoru acı feryatlarıyla dolduran on iki numaralı klon, acımasız bir ölüm kalesi olan bu hastanede yaratılan en bahtsız klondu belki de. Kuytu köşelerinde hem Tanrı hem de Azrail olabilen doktorları barındıran bu kimsesizler mezarlığında, organı için seçilen ve yalnızca var olduğu aslında yaşamadığı hayatına veda edecekti birazdan.
Bir tabut kadar dar ve karanlık koridorda çığlıklar daha da yükselmişti. Artık elleri önünde kenetlenmiş şekilde bağlanan on iki numaralı klonun ağzına kirli bir bez parçası bağlanmıştı. İnsan olanın içine işleyen çığlıkları koridorda yankılanmıyordu şimdi. Bir daha da asla yankılanmayacaktı. Birkaç saniye önce korkuyla, nefretle kımıldayan kurumuş dudaklar sadece birkaç dakika sonra hiç konuşamayacaktı. İstisnasız her gece kabuslar gösteren zihin, bir daha hiç korkunç anıları gün görmeyen, cevizden kutusunda kilit altında tutamayacaktı. İnce, kemikli eller bir daha hiçbir somun ekmeği ikiye bölemeyecekti.
Kırk numaralı koridorda, on iki numaralı klon son çırpınışlarındaydı şimdi. Biraz sonra bayıltılacak. Kalbi bir daha hiç atmayacaktı.
- Talihsiz Mürekkep Bey’in Muhteşem Ataları - 1 Ocak 2022
- 12 Numaralı Klon - 1 Eylül 2021
- Cezayir Çölünde Bir Gece Vakti - 1 Ağustos 2021
Sade, temiz ve acıklı bir öyküydü. Öte yandan konu itibariyle tahmin edilebilir bir öyküydü. Bu yüzden sonda şok edicilik anlamında bir şey bekledim ama olmadı. Eline sağlık.
Kaleminize sağlık, güzel bir öyküydü.
Öykü güzeldi, sanki biraz daha uzun olabilirmiş
Bununla ilgili bir film vardı ama duygusal olarak bu kadar vurucu değildi. Elinize sağlık.