Sınıf giriş katındaydı. Geniş kapıdan içeri girdiğinizde karşınızda uzanan geniş ve aydınlık koridorda değil de hemen onun solundaki koridorda. Gün ışında bile loş bir havası olan koridorun son sınıfıydı. Sınıfa girdiğinizde tekli verzalit sıralar karşılıyordu sizi. Bu sıralarda önce inek tabir edilen çalışkan öğrenciler arkalarında kendilerini ortalama olmanın rahatlığında saklayanlar ve arkalarda rahatına düşkün olan ve muhtemelen ailesinin zoruyla okula gelen öğrenciler oturuyordu. 1245 Memduh da bu arkada oturan öğrencilerden biriydi. Memduh, arkada oturuyordu ama aptal değildi. İyice zayıf ve ufak tefek olmak, bakımsız ve kötü giyinmek ve ağır ter kokmak burada pencerenin ters tarafında en dipte oturmasının ana nedeniydi. İlk birkaç gün ufak tefek olduğu için önde oturtulmuştu ama gelen şikâyetler üzerine en arkadaki boş sırada yerini kendi almıştı.
1245 Memduh kalabalık bir ailenin çocuğuydu. Ziraatçı baba ve okuma yazması olmayan bir annenin altı çocuğundan beşincisiydi. Zayıftı, ufak tefekti ve pısırık denilebilecek kadar çekingendi. Despot bir babası vardı. Evde babası ve ağabeyleri, okulda öğretmenleri ve arkadaşları kendisini zorluyorlardı. İtilip kakılmaya alışmıştı ama her durum gibi bu durumunda bir kırılma noktası vardı. İşte o kırılma noktası anında kişinin içinden ağır kokulu bir kokarca çıkabilirdi. Ve çıktı da…
Genelde ortalamanın altında bir başarı sergileyen 9/H sınıfı o gün heyecanlıydı. Okulun en aksi öğretmenlerinden olan Mürvet öğretmen İngilizce dersinden tüm sınıfı sözlü yapacaktı. Aslında ön sıralar rahattı. Çat pat sorulara cevap verebilirlerdi. Orta sıralar duruma göre vaziyet almasını bilenler olduğu için birkaç gün önceden ders çalışmaya başlamışlardı ve ağızları laf yapmasını biliyorlardı. Günü zorlamayla da olsa kurtarabilirlerdi. Ana sorun diptekilerdeydi.
İyi bir öğretmenin sağlam donanımları olmalıydı. Hele bu öğretmen Meslek Lisesinde görev yapıyorsa kendisini daha bir hazır hissetmeliydi. Meslek liselerinde öyle derin mesleki bilgelere ihtiyaç yoktu. Okuldaki öğrencilere bu bilgileri aktarmanıza gerek de duyulmazdı. Yes, no, ok. Düzeyi veya biraz ilerisi belli kalıplar yeterliydi. Üstelik Orta Anadolu’nun bozkırındaki bu ilçede gerek de yoktu. Ne işi vardı Turistin burada. O zaman bu kerataları susturmak için başka gereksinimleriniz olacaktı. Güçlü bir ses tonu, öfkeli tavırlar yeterli olurdu. Yine de bunlar yetmezse bol argolu ve gerekirse küfürlü hakaretler istenmese de kullanılabilirdi. İşte Mürvet öğretmen bu yolları en iyi bilen öğretmenlerden biriydi.
Okulun emekliliği yaklaşmış öğretmenlerinden biriydi Mürvet Yıldız. Her sene, “Tamam bu yaz emekli oluyorum,” diyen ve yaz geldiğinde emeklilik tarihini gelecek yaza erteleyen tiplerdendi. Boyu kısaydı ama heybetli bir yürüyüşü vardı, ayak seslerini taa merdivenlerden duyardınız. Uzun deneyimlerle zirveye çıkarttığı enstrümanı olan ses tonunu tüm okul tanırdı. Öğretmenler odasından çıktığı andan itibaren hiçbir öğrenci yolunun üzerinde olmak istemezdi. Öğretmenlerine şirin olmaya çalışan tipler bile uzak dururlardı Mürvet Hoca’dan. Kucağında her zaman bir sürü kitap olurdu. En önemlisi de yanından hiç ayırmadığı kalın ciltli Gramer kitabıydı. Okulun yaramaz öğrencileri o kitabın arasında kalın ahşap bir cetvel olduğunu bilirlerdi ve muhtemelen o cetvelin acısını avuçlarında ve sırtlarında hissetmişlerdir.
Okulun gayri resmi tarihine giren o gün 5. derse girmeden önceki teneffüste öğrenciler her zamanki gibi okul kantininde vakit geçiriyorlardı. Mehmet amcaları karnı acıkmaya başlayanlara tost yapıyordu. Bisküviler, gofretler, sabahtan kalma simitler ve poğaçalar rağbet görmeye devam ediyordu. Kimi öğrenciler ayakta atıştırıyorlar kimileri de yağlı masalarda oturuyorlardı. Ve bizim arkadaşımız Memduh, yine arka sırada oturmuş evden getirdiği yemeğini atıştırıyordu. Daha yanına yaklaşmadan yediği yoğurtlamanın kokusunu alıyordunuz.
“Oğlum çabuk bitir şunu,” dedi kır saçlı, kır bıyıklı ve mavi önlüklü kantinci. Yalnız kendi duyacağı bir şekilde devam etti “Sana verdiğim izni burnumdan getirme” Daha kantine ilk geldiği günlerde tanımıştı yoksulu. Aslında evden ya da dışarıdan yiyecek getirilmesine izin vermezdi ama bu zayıf çocuğa nedense izin vermişti. O ara zil çaldı ve öğrenciler sınıflara girmeye başladılar. Aslında haklı olduğu yerde vardı. Yoğurdun içindeki ağır sarımsak kokusu tüm kantine yayılmaya başlamıştı. Çocuklar içeri girdikten sonra iyice havalandırması gerekiyordu mekânını.
Kat nöbetçisi Ali Hoca meslekte yirminci yılını bitirmişti. Uzun boylu sert tutumlu görünmeye çalışan biriydi ama güler yüzünü saklaması zor oluyordu. Bahçedeki kantinden tüm öğrencilerin çıktığına emin olunca içeri asıl görev yerine doğru ağır adımlarla yol almaya başladı. Bu dersten sonra öğle yemeği olacaktı. İçeri girdiğinde öğretmenler odasından çıkan Mürvet hanıma rastladı. Hangi sınıfa derse gireceğini bilmesine rağmen, “Hangi sınıftasınız Hocaanım?” dedi.
“9/H yani dokuzuncu sınıfın Hurdaları,” dedi hafif peltek konuşmasıyla. Kendince sınıflara ad bulurdu. 9/A Avanaklar sınıfı 9/B Berbatlar gurubu 9/C Cahiller sınıfı, derdi. Sanki büyük bir buluş yapmış gibi gülümsedi alaycı bir şekilde
“Öyle demeyin Hocam, aralarında iyilerde var,” dese de
“Sanki malının ne olduğunu bilmeyen tüccarlar gibi davranmayın. O sınıfın bir kısmının 2. yılları olduğunu biliyorsunuz. İkinci ne demek daha önce denemiş başaramamış yani arızalı demek o zaman Hurda olmayı hak etmiyorlar mı sizce?” dedi. Ali Öğretmen hiçbir şey demedi diyemedi. “İyi dersler hocanım,” demekle yetindi.
Yaşlı öğretmen Mürvet Hoca koridora yöneldi ve kapılar birer birer kapanmaya başladı. Hareketli ve gürültülü koridor yavaşça suskunluğa büründü. İşte son anına kadar tadını almayı bildiği bu yürüyüşü seviyordu. Dipteki sınıfın kapısında duran çocuk sınıfa dönerek, “Mürvet Hocamız geliyor,” dedi öğretmenine yaranmak isteyen ses tonuyla. Çocuk kenara çekildi. Mürvet Hoca içeri girdi. O zaman istekli isteksiz tüm öğrenciler ayağa kalktı ve zor bir kırk dakika başladı.
Yılların kurdu Mürvet Hanım nasıl davranacağını iyi biliyordu. Ağır hareketlerle masasına oturdu, sınıf defterini açtı ve yoklamayı aldı. Çantasından not defterini çıkardı ve önce çalışkanlardan olmak üzere öğrencileri tek tek tahtaya çıkarmaya başladı. Öğrenciler tahtaya her çıkan kişi okuna numaranın kendisi olmadığında derin bir oh çekse de sonraki ismin kendisi olabileceği endişesini taşımaya devam ediyorlardı. Dakikalar geçti, isimler ortalama puan aldıklarında mutlu mesut sıralarına geçiyorlardı. Ama en çok duyulan cümle, “Geç yerine sıfır,” oluyordu. Kaç kişi tahtaya kalksa da zil çalmıyor kendilerinin kurtuluşunu ilan edecek o güzel sesi duyamıyorlardı.
“1245 Memduh” uğultudan ses arkaya kadar gitmemiş olmalıydı ki ayağa kalkan ve tahtaya yaklaşan biri olmadı. “Memduh Yılmaz, what are you waiting to come to the blackboar?”dediğinde öğretmenlerinin ne dediğini anlamasalar da sınıfta gülüşmeler oldu. Kapının duvarının dibinde oturan zayıf ufak tefek delikanlı yerinden doğruldu. Ağır adımlarla tahtaya yaklaşmaya başladı.
“Akşamdan mı kaldın sen?” daha delikanlı tahtaya yaklaşmadan ağır sarımsak kokusu yayılmıştı. “Bizim evde içki içilmez,” dedi sert bir tonda, “Dilde pabuç gibi maşallah.” Ön sıradaki bir öğrenciden kıkırdama duyuldu.
“Hocam beni bu ders sözlü yapmayın. Hastayım, karnım ağrıyor, midem bulanıyor,” dedi yine zayıf bir sesle. “Hastaymış, aslında hepiniz hastasınız.” Yok… Yok, sizler hasta değilsiniz olsa olsa birer hurdasınız.” Birden aklına gelmiş gibi, “Burası 9/H değil mi? Hurdalar sınıfı,” Arkalardan iri yarı bir genç geldi. Mustafa. Okul Aile Birliği’nin yöneticilerinin birinin oğluydu. İri bedeni kaslı vücudu sporcu olduğunun kanıtıydı.
“Memduh arkadaşımız hasta hocam üstelik kendisi okulu bırakacak. Onu sanayiye verecekler,” dedi.
“Bu mazeret değil Mustafa. Bu Hırdavat sözlüsünü olacak,” O an zilde çaldı. Otuz kişinin özlemle beklediği o güzel müzik duyuldu. “Bakın hocam zil de çaldı”
“Memduh arkadaşınız sözlüsünü olacak isteyenler çıkabilir,” dedi. Gerginlikten iyice bunalan öğrenciler kapıya hücum etti. Birkaç öğrenci durumun nereye varacağını merak edenler kaldılar sadece. “Mustafa, evladım Kapıyı kapat,” dedi. Delikanlı kapıyı kapattı ve dikilmeye başladı kapının önünde. Aslında aile durumunu bildiği için üzülüyordu tahtanın önünde dikilen arkadaşına.
“Hiçbir soruya cevap veremeyeceğim öğretmenim. Üstelik bize İngilizce lazım değil.”
“Bak hele hem hastayım diyor hem de dersle ilgili yorum da yapıyor.”
“Where are you from?” dedi gülümseyerek “Bu soruya sokaktaki adam bile cevap verebilir,” dedi. Ama delikanlıdan çıt çıkmadı.
“Where do you live?” dedi ardından Gene bir cevap yoktu. Yerinden doğruldu.
“What do you like?” dedi. Tabii yine cevap yoktu. Arkasına dolandı ve poposuna doğru hafifçe eğildi.
“is there anyone?” dedi. İşte ne olduysa o zaman oldu. Önce hafif bir ses duyuldu. Ardından koku geldi. Bir iki saniye sessizlik oldu. Öğrencisinin ardında duran öğretmen hanım sendeledi.
“Bu ne?” dedi, “hastayım dedim inanmadınız.”
Uzun, derinden gelen ses sınıfı tanımlanamayacak berbatlıktaki sesle doldurdu. Önde duran ve tembel arkadaşının durumuna gülmeye hazırlanan öğrencilerden biri kustu. Ardında diğerleri. Mürvet Hoca masasına varmaya çalışıyordu ama Memduh’un poposunda gelen ses de durmuyordu yayılan iğrenç kokuda. Sonradan olaya tanıklık edenlerin ifadelerine göre kapı açıldıktan sonra bile durmamıştı Memduh. Uzun bir süre girilemedi 9/H sınıfına. Mürvet Öğretmen’i acil servise kaldırdılar. Çok sonralarıysa delikanlının bu duruma günler öncesinden hazırlandığı sürekli gaz yapıcı şeyler yediğini içtiği dedikodusu yayıldı okulda hatta küçük ilçede.
Son durumun ne olduğunu merak ediyorsanız Memduh o gün okuldan tasdiknamesini aldı. Babasından iyi bir dayak yedi ama bugün sanayide iyi bir motor ustası. Mürvet Hoca emeklilik dilekçesi verdi. Dilekçenin itirazsız kabul edildiğini söylemeye gerek yok.
- Mürşit - 1 Eylül 2024
- Sarm’ın Sonu - 1 Temmuz 2024
- Maratondan Kopmamak - 23 Mayıs 2024
- Küpe Bağları - 1 Şubat 2024
- Garip Bir Rüya - 1 Kasım 2023
Merhaba,
Elinize, emeğinize sağlık. Evet gerçekten kötü kokulu bir öykü olmuş, gülmek isteyip de aynı zamanda yazık dediğim bir durumu anlatmışsınız. Öykünüz baştan sona tutarlılığı olan bir metin ve hatta gerçekte yaşanabilecek/yaşanmış olan bir örgüsü var. Eminim bu ve benzeri bir çok deneyimi hepimiz okul zamanlarında yaşamışızdır. Hababam Sınıfı’nı düşününce hiç uzak bir ihtimal gelmiyor.
Benim naçizane bir okuyucu olarak eleştirim, bazı cümlelerdeki yinelemeler, ya da fazladan kullanılmış kelimeler olacak. Aşağıda bunlardan bazılarını örnek olarak vermek istiyorum.
“…ağır ter kokmak burada pencerenin…”
“…boş sırada yerini kendi almıştı.”
“İyice zayıf ve ufak tefek olmak” ve sonraki paragrafta “Zayıftı, ufak tefekti”
“her durum gibi bu durumunda”
"…kırılma noktası vardı. İşte o kırılma noktası anında…
“…Kapının duvarının dibinde…”
ve sonra bana biraz fazla gelen “öğretmen / Mürvet öğretmen” kullanımı.
Metninizin, buralarda biraz daha sadeleşmeye gittiğinde de ya da bazı kelimeleri çıkarttığınızda da aynı bütünlüğü koruyacağını düşünüyorum. Ama bu benim kendi düşüncem ve hayır böyle kalsın da diyebilirsiniz.
Son olarak bir yeri sormak istiyorum
Arkasına dolandı ve poposuna doğru hafifçe eğildi. “is there anyone?” dedi. Burada hocanın muhatap aldığı bölgeden mi bahsediyoruz? Bu yüzden mi eğiliyor Mürvet?
Kolay gelsin
İyi Akşamlar Önce son soruya cevap vereyim. “Evet” Öğrencisini -öğrencilerini- tahkir etmeye çalışan bir öğretmenden söz etmeye çalıştım. Muhtemelen böyle öğretmenler, öğrenciler tanımışsınızdır. Hatta biraz daha genelleştirip pek çok meslek guruplarında da benzer tipleri görebilirsiniz. Bir başka nokta yaşanmış en azından benim yaşadığım veya duyduğum bir olay değil. Ama bu bir yerlerde olmamış olacağı anlamına gelmez. Yinelemeler konusunda yerden göğe haklısınız. Nasılda atlamışım bu konuyu. Eleştirilerinizi dikkate alacağımı söylemek istiyorum.
Okuduğunuz ve değerlendirdiğiniz için teşekkür ederim. Tekrar iyi akşamlar
Teşekkür ederim eleştirikeriniz için. Noktalama işaretlerinden çok çekiyorum… Birde silinen metni merak etmedim desem yalan olur. Özelden gönderir misiniz