Sevgili Günlük;
Bu sabah saat 06.57 de uyandım. Yatakta çıkmam 07.56’yı buldu. Kahvaltımı sudan biraz farksız bir kahve, yeşil bir peynir ve gece gibi siyah bir zeytin ile yaptım. Elbiselerimi giydim ve kapıdan çıktım kapıyı kaptığımda saat 08.57’yi bulmuştu. Bu gün içimde her zamankinden daha büyük bir sevinç var. Çünkü yarın saat 13:05 te 200. yaş günümü kutlayacağım. Hava mı? Bu gün hava çok güzel. Havadaki berraklık ve güneşin o ışıltıları sayesinde sanki İlk defa bir kuşun sesini bu kadar net duymamı sağladı. Unutmadan evden çıkmadan önce beyaz saçlı zayıf esmer tenli doktorumun beni daha zinde tutacağını söylemiş olduğu ilaçlarımı ilaçmatiğime basıp aldım. Hepsini büyük bir bardak su ile tek tek yuttum. İşe giderken yol boyunca yeşilin tüm tonlarını havanın tüm ışıltısını içimde hissetim. Gerçekten bu beni çok mutlu etti sevgili günlük. Daha yazacak çok şey var ama uyumalıyım saat 11.08 oldu. Sabah erken uyanıp çalışama alanımdaki işlerimi bitirmem gerekiyor.
Merzal oturduğu sandalyeden doğruldu masasını öne itti. İlaçmatiğe bastı ve çıkan 2 doz kırmızı, 3 doz mavi ve 5 doz beyaz ilacı büyük bir bardak su ile tek tek yuttu. Gözlerine çöken ağırlık onu hangi yöne götürdü ise o yöne gitti. Ta ki o ağırlık karanlık ile birleşene kadar.
* * *
“Tüm malzemeleri iki sıra halinde dizin, çabuk, çabuk. Merzal, sen hala ne sallanıyorsun, çabuk yardım et, arkadaşlarına!”
“Peki efendim.”
“Mola! Mola! Hadi herkes elindeki işi bıraksın.”
Merzal, mavi renkle boyanmış dar koridordan ilerlerken, gözü duvarda çiziktirilmiş şekillere takıldı. Boş boş şekillere baktı. Sadece baktı. Anlamını bilmeden yada düşünmeden. Arkadaki arkadaşının iteklemesi ile kendine gelir gibi oldu ama yine daldı. Kendisi bile neye niçin daldığını bilmeden. Son hissettiği ensesine yediği sert bir darbe oldu. Olduğu yere yıkıldı. Gözleri yavaş yavaş kapanırken tek gördüğü arkadaşlarının ona sert sert baktığı ve kendilerine engel olduğu için havada uçuşan küfürler oldu.
Bir evin içinde kar yağar mı? Kar nedir?
Merzal, kendine geldiğinde odanın içine kar yağıyordu. İlk defa görüyordu. Eliyle tutmak istedi ama elleri bağlıydı. Gri bir önlük giymiş hasta bakıcı kılıklı adam yanına yaklaştı. Merzal’in yüzüne dökülen kireç döküntülerini sildi.
“Doktor Bey bunun gözleri grileşmiş ve yanakları beyazlamaya başlamış.”
“Neydi onun adı?”
“Merzal.”
Doktor yerinden kalktı ve ekranı Merzal’a tuttu.
“Evet Merzal, bakalım. Biraz astım, birazda sol ayağında kireçlenme var onlarda o kadar önemli değil, hastalık yok diye not al hemşire. Göz ve ten renkleri değişmeye başlamış fazla ilaç kullanmış olmalı. Doz miktarı ne bunun hemşire?”
“2 doz kırmızı, 3 doz mavi ve 2 doz beyaz. Ama analizde 5 doz beyaz hap kullandığı görülüyor.”
“Evet evet, bu algılarının güçlenmesine neden olmuş. Anti doz verip durumu rapor edin.”
Doktor gri elbiseli adama döndü;
“Bunu karanlık odada bekletin, ilaçların etkisi gidene kadar.”
“Tamam efendim.”
Uzun sıska bedenini gri elbisesi içine saklamış, gözaltı torbaları şişmiş, saçları doğuştan yokuş gibi duran ruhsuz, asık suratlı hastabakıcı kılıklı adam, Merza’lı bağlı bulunduğu yatak ile birlikte geniş ve aydınlık bir holden geçerek, karanlık bir odaya kapattı. Tek bir kelime bile söyleyemeyen Merzal, kapının kapanması ile birlikte, karanlığın içinde kayboldu.
“Merzal, Merzal uyan hadi.”
“Sen kimsin.”
“Benim annen. Hadi kalk.”
“Neden seni göremiyorum?”
“Hadi kalk.”
“Anne ne demek?”
“Merzal, bak kızıyorum.”
“Anne, anne. Anne ne demek.”
Duyduğu bu sesler mi yoksa kalbinin derinliklerindeki burukluklu mu onu kısa boylu göbekli sevimli patronun karşısın da belirmesine neden olmuştu. Oda bilmiyordu. Merzal çevresine bakındı. Patronun odasındaydı ve koltukta oturuyordu. Alnına düşmüş olan beyaz saçlarını elleri ile arkaya doğru topladı. Patronuna baktı. Her zamanki gibi yüzünde bir tebessüm vardı. Patronun yanında gri bir takım elbise giymiş, saçları dökük patronu gibi sevecen ancak daha uzun ve zayıf bir adam duruyordu. Onunda yüzünde bir tebessüm vardı. Merzal derin bir iç çekti.
“Anne.”
“Anne ne demek.”
“Bilmiyorum efendim.”
“Bende ilk defa duydum Merzal, bu kelimeyi.”
“Sen duydun mu? dedi patronu ve gri takım elbiseli adama döndü.”
“Bende duymadım. dedi gri takım elbiseli adam.”
“Hadi seni evine bıraksınlar. İyice dinlen, çok yorulmuş olmalısın, bunu da hak ettin zaten.”
“Teşekkürler efendim.”
Güneş karanlığa selam verirken, karanlık ise siyahın tüm tonlarını bir örtü gibi dünyanın üzerine örterken Merzal çalışma alanından evine doğru gece gibi siyah bir araba geldi. Sokaklarda kimse yoktu. Zaten olması düşünülemezdi. Gece dışarı çıkmak karanlığa hakaret, geceye küfürdü. Evinin solgun ışıklarını yaktı. Bir odadan diğerine geçerken bir odanın ışığını yaktı diğerini kapadı. Evinin tüm odalarını dolaşmalı ve bildiği tek duayı okumalı ve kutsamalıydı evini. Yaptı da, bunu sevinç dolu bir kalp ile.
* * *
Sevgili Günlük;
Bu sabah saat 06.57 de uyandım. Yatakta çıkmam 07.56’yı buldu. Kahvaltımı sudan biraz farksız bir kahve, yeşil bir peynir ve gece gibi siyah bir zeytin ile yaptım. Elbiselerimi giydim ve kapıdan çıktım kapıyı kaptığımda saat 08.57’yi bulmuştu. Bu gün içimde her zamankinden daha büyük bir sevinç var. Çünkü yarın saat 13:05 te 200. yaş günümü kutlayacağım. Hava mı? Bu gün hava çok güzel. Havadaki berraklık ve güneşin o ışıltıları sayesinde sanki İlk defa bir kuşun sesini bu kadar net duymamı sağladı. Unutmadan evden çıkmadan önce beyaz saçlı zayıf esmer tenli doktorumun beni daha zinde tutacağını söylemiş olduğu ilaçlarımı ilaçmatiğime basıp aldım. Hepsini büyük bir bardak su ile tek tek yuttum. İşe giderken yol boyunca yeşilin tüm tonlarını havanın tüm ışıltısını içimde hissetim. Gerçekten bu beni çok mutlu etti sevgili günlük. Ama bizim o güzelim orman içindeki çalışma alanıma yaklaştıkça yaz ortasında olmamamıza rağmen birden ağaçların yapraklarının önce solduğunu, kuşların tek tek ölüp ağaçtan düştüğünü ve son olarak ağaçların kuruyup çürüdüğünü gördüm. Sonuçta ortada kalan kül rengi bir çölde ruhsuz bir bina ve ruhsuz çalışanlar. İçeri girdikten sonra hiçbir şey hatırlamıyorum. Kısa boylu göbeli sevimli patronum hastalandığımı ve revire kaldırıldığı söyledi. Ama şuanda daha iyi daha mutlu ve sağlıklıyım. Daha yazacak çok şey var ama uyumalıyım saat 11.08 oldu. Sabah erken uyanıp çalışama alanımda bugünden kalan işlerimi bitirmem gerekiyor. Son olarak sevgili günlük, bugün anne dedim. Anlamını bilmiyorum. Ama söyleyince garip oldum.
Merzal oturduğu sandalyeden doğruldu masasını öne itti. İlaçmatiğe bastı ve çıkan 2 doz kırmızı, 3 doz mavi ve 2 doz beyaz ilacı büyük bir bardak su ile tek tek yuttu. Gözlerine çöken ağırlık onu hangi yöne götürdü ise o yöne gitti. Ta ki o ağırlık karanlık ile birleşene kadar.
Merhaba, öykü üzerine biraz daha titizlikle çalışmalısınız fikrimce. Yanlış anlamayacağınızı umarak birkaç şey söylemek isterim.
Evvela, öykü biçim itibariyle epey dağınık. Bir bütünlük yok. Kurgu karışık. Öykünün ne anlatmak istediği pek anlaşılmıyor -en azından benim için. Çok kapalı. Çok fazla yazım yanlışı var, sanırım göndermeden önce kontrol etmediniz.
“… beyaz saçlı zayıf esmer tenli doktorum…” biraz uzun bir tamlama değil mi sizce de? Karakteri gözümüzde canlandırırken öykü sekteye uğruyor.
Emeğinize sağlık.
Değerli Yorumlarınız ve Eleştirileriniz İçin Teşekkür Ederim.
Merhabalar. Öncelikle anlamadım öyküyü. Özür dileyerek, anlamadığım bu öykünün sayın Öznur’un da dediği gibi kusuru boldu. Ayrıca bağlaç olan ‘de’ ile hal ekini karıştırıyorsunuz sanırım; baksanız iyi olur. Çalışmaya, denemeye devam. Elinize sağlık.
Değerli Yorumlarınız ve Eleştirileriniz İçin Teşekkür Ederim.
Merhaba, konu güzel fakat karışık olmuş. İlk paragrafın günlükle başlaması ve öykünün günlükle aynı kelimelerle bitmesi karışıklığa neden olmuş. Tahminimce, ilk paragraftan sonra kahramanın o gün ne yaşadığına dair olaya ani geçiş yapmışsınız. İlk iki paragrafı kaldırıp, öyküye direkt konuşmayla dalmış olsaydık, öykü daha derli toplu olacaktı. Ellerinize sağlık. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Değerli Yorumlarınız ve Eleştirileriniz İçin Teşekkür Ederim.