Kızıl dumanların bulutlarıyla dolu, anlamsız bir gökyüzü. Burnu dolduran yanmış deri ve saç kokuları. Değersizlerin hak ettikleri sıradan yaşamı.
Kuru, cansız ve nefret kusan toprağın üzerinde sayısız yerde önemi kalmamış çöplerin oluşturduğu dağlar. Etrafta ceset gibi yalpalayarak yürüyen, insan olmakta başarısız olanlar.
Gözün görebileceği en uzak noktada, kızıl dumanların durmaksızın tüttüğü, gökyüzüne kadar yükselen uzun ince bacasıyla yuvarlak, şişman bir Fırın. 12 saatte bir, Fırının önünde kurtuluşun kapısı açılana kadar bekleyen 6.000 başarısızlık. Tek bir çatı altında toplanmış bir dünya; değişmeyen tanımıyla tek kabul edilen kusursuz toplum kavramına girememiş sayısız önceden insan.
7 yaşından itibaren günde 12.000’den az kelime kullananlar, günün en az 3 saatini dışarıda geçirmeyenler, kayda geçirilmiş en az 14 arkadaşı olmayanlar, haftada en az 2 kez sosyal etkinliklere katılmayanlar. Eğitimin son yılı da dahil not ortalaması 90’dan düşük olanlar, 18 yaşında eğitimini tamamlamayanlar. 20 yaşına kadar iş bulmayanlar, 22 yaşına kadar evlenmeyenler; evliliğin ilk 2 yılında 2 çocuk yapmamış olanlar, kısır olanlar, boşanmanın sebebi olanlar, boşandıktan sonra 1 yıl içinde yeniden evlenmeyenler. Haftada 2 kez düzenlenen Cinsel Etkileşim Programı’na katılmayanlar, her ay değişen yemek listesine uymayanlar; kendi zevkine göre hareket edenler, bağımsız hayalleri ve arzuları olanlar. Üzgün hissedenler, ağlayanlar, sinirlenenler, bağıranlar, hasta olanlar, kötü genetiğe sahip olanlar ve çirkinler… Kusursuz toplum, mutluluğa; sayısız vücuttaki değişmeyen tek bakış açısına bağlı bir zihin ise, barışa giden tek yol.
* * *
“Bir cehennem olduğu söyleniyor, üzerinde yaşadığımız. Bir de sır olarak saklanan cennet; hak etmediğimiz.”
Fırını gören her bir gözün sahibi biliyor bunu. Cehennem, yaşadıkları yer. Ilk gelenlere göre ise, burası cennet. Artık kimse karar verebilecek veya umursayacak durumda değil. Güneş’in aydınlattığı sabahın, Ay’ın yıldızlarla birlikte izlediği gecenin efsanesi basit bir hikaye. Ama yine de, bir kez olsun gökyüzünü görmek isterdi herkes; bu istek çoktan unutulmuş olsa bile.
Çöp yığınlarının üzerinde zaman geçirebileceği, belki de yiyebileceği bir şeyler ararken bir kez daha gökyüzüne bakıyor. Bu yerin efendisi, sayısız yaşamın kaybolurken sebep olduğu kızıl dumanlar; ve sonunda oluşan bulutlar. Hiçbir şeye izin vermiyor, boğuyor herkesi. Düşünüyor; yıldızları ve gecenin karanlığını merak eden başka kimse kalmamış olabilir. Herkesin beklediği tek şey ölüm, merak ettikleri tek şey ise daha ne kadar acı çekecekleri.
Bir an için yükselen tiz bir ses dikkatini dağıtıyor ve yorgun gözlerini köşeye çevirip, çöp yığınlarının üzerinden olanları izliyor. Iki adamın insanlıktan yoksun elleri, burada yıllarca geçirdikleri zamanın sonunda acılarına ve yalnızlıklarına çare olarak bağımlı hale geldikleri anlamsız, değersiz zevk ile; kadının vücudunu ihtiyaçları için bir eşyadan fazlasını görmeyen gözleri, kendilerinden başka hiçbir şey düşünmeyen beyinleri ve çürümüş kalpleriyle vahşice kavramaya, üzerindeki tek parça eskimiş elbiseyi yırtmaya başlıyor.
Bir diğerinin hemen yuttuğu hapı, diğeri kadına yutarcasına öperken veriyor, ardından kendisi de yutuyor. Ve sonrasında duyulan tek şey, insana ait olmayan mide bulandırıcı sesler; görülen tek şey ise insanlığını kaybetmiş, zevk ve iğrençliğin içinde boğulan kederli yaratıklar.
Dakikalar sonra, gözlerini yeniden açıyor ve artık sesin gelmediği aynı yöne başını çeviriyor. Adamlardan teki bir köşeye çekilmiş, kendi başına durmadan kıkırdıyor. Diğeriyse olduğu yerde oturmuş, salyası akarken boş gözlerle ölü toprağı izliyor. Ve kadın, çöplerin üzerinde oturmuş, onları izleyen kendisine bakarak mutluluktan erimiş gözleriyle gülümsüyor.
Değersizlerin sıradan, günlük yaşamı.
Uzak, çok uzak bir yerlerde yere uzanmış, bulutların dalgalanışını izliyor. Haftada bir olduğu gibi, kimsenin görmemiş olduğu devasa kapılar açılıyor, sanılan cennetten yeni başarısızlıklar ekleniyor aralarına. Kutlama amacıyla Fırın gururla uluyor, kapının heybetle açılırkenki heyecanlı sesi tüyleri diken diken ediyor. 6.000 başarısızlık dünyadan silinmek üzere; aniden, kalplerini saran kızıl bulutlar, bir başka ulumuyla dalgalanarak hızla, buram buram gelen yeni yaşamların özgür bulutlarına yer açıyor; dalga geçilir gibi zevkle, ahenk bozulmadan dans ediliyor. Var olmayanların alıştığı yanık kokusu, kimseyi rahatsız etmiyor.
Düşünüyor; neden buradalar? Neden Fırına giriyorlar? Neden ölmeleri gerekiyor? Kendisine gülümseyen kadını hala hatırlıyor; aklından çıkartamıyor. Katılmayıp, sadece izlediği için pişmanlıktan içi içini yerken, daha tenha bir köşede kendisine yetmeye çalışıyor.
Siyah, küçük bir hap, boğazından aşağı kayıyor; her şey kararıyor ve bir anda göz alıcı şekilde aydınlanıyor, ardından bütün dünya acımasızca içe doğru büzülüyor ve geriye kalan tek şey hiçlikten başka bir şey olmuyor. Tam o anda, hiçliğin ortasında öylece dikilirken, tepeden her yeri aydınlatan soğuk, silik ışığın yavaşça etrafa yayılmasını izliyor, ve sadece o zaman hissediyor durgunluk denen şeyi.
Pürüzsüz zemin sayısız yerden çatlıyor, kalbinde kendisinin de bilmediği arzuların yankılanan çiçekleri, bütün gariplikleriyle filizleniyor. Çiçeklerin ince, siyah gövdelerinin üzerinde taşıdıkları duygusuz gözler, kendisine dönüyor. Gözlerin etrafını kaplayan, iğneden farkı olmayan sayısız ince, siyah yaprak, saç taneleri gibi olmayan rüzgarla birlikte hafif, çok hafif, göz alıcı bir güzellikle, denizin altındaymışçasına dalgalanıyor. Çiçekler, donmuş kalbinde hala fark edemediği duygular gibi hızla büyüyor. Oturuyor yere ve kendisini izleyen gözlere bakıyor; zihni ise çok derinlerde.
Kendisi gibi sonsuz kızıllığın içinde doğanları, sebepsizce acı çekenleri, ama buna çoktan alıştığından fark edemeyenleri, ve kafesten farkı olmayan gerçekliklerinden kendilerine dağıtılan haplar ile kaçanları düşünüyor. Annesinin günahları yüzünden burada olduğuna inandıkça, nefret sarıyor beynini. Ama aynı şekilde, belki annesinin de burada doğmuş olabileceğini düşündükçe, kalbi acıyla sızlıyor. Belki şuan bile, annesi bir yerlerde yürüyor, hapın ve zevkin beyin sersemleten güzelliğine gömülüyor, kaçmaya çalışıyor kabul edilemeyen gerçeklikten. Belki de çoktan bulutlara karışmış, onu veya herhangi bir yerde anlamsızca nefes alan kardeşlerini izliyor.
Çiçekler hızla büyüyor, kendisine yukarıdan bakıyor, izliyor. Tek tek, sanki birbirlerini tetikliyormuş gibi, sarsılıyorlar. Yavaş, çok yavaş; donmuş kalbi eriyor sanki. Herkesin, her şeyin ölümü geliyor gözlerinin önüne. Dünya yanarken çığlıklar kulakları ve yaşamların kokusu burunları dolduruyor, kendisi sadece izliyor. Sır olan cennet, kızıla boyanıyor; kimse cehennemi ayırt edemiyor. Acıyı kalplerinde hisseden herkes yıkım sona erirken ilk kez ağlıyor; zaman geçiyor ve acı, sıradanlaşıyor. Bilinen kavramlar siliniyor ve karanlık herkesin tek gerçeği oluyor. Bir zamanlar var olan geçmiş, kafese tıkılan gelecekleriyle birlikte unutuluyor.
Ve yine, hep olduğu gibi, karanlıkta yetişen arzuların çiçekleri, kendi üzerine geliyor. Son evreler. Ama bu sefer, hep olduğundan daha şiddetle sarsılıyorlar; yenileri filizleniyor, deniz gibi kendisini boğacaklarını hissediyor ama kaçmak istemiyor. Aynadan farkı olmayan gözlerdeki arzular ve kabullenmek istemediği gerçekler sonunda kendisini pes ettiriyor. Işığa değil, duygulara ihtiyacı olan karanlığın çiçekleri, yıllar sonra gözlerini açmasına sebep oluyor. Ve böylece, tahmin edebileceğinden de çok, alışkın olmadığı türde bir acı çekmeye başlıyor.
Uyandığında, olabilecek en donuk gözlerle etrafına bakınıyor. Çöpleri karıştırıyor ve bulabileceği en keskin şeyi arıyor. Pas kokan elleri ağır hareket ediyor, titriyor ve üşüyor. Aradığını bulduğunda gözlerini kapatıyor; kurtuluşundaki huzuru kucaklıyor.
Değersizlerin sıradan, günlük duyguları.
Güzellik yaşamdan çok, ölümde yatıyor.
Merhaba; öykünüzde biraz fazla bulduğum şiirsel bir tat var, bir türlü öykü atmosferine giremedim okurken. Aslında kelimelerle işçiliğiniz güzel fikrimce ama ortaya çıkan eser, kapılarını okurdan ziyade yazarına açan muğlak bir öykü. Diğer öykülerinizden de anladığım kadarıyla üslubunuz bu yine de ben bu güzel kelimelerin, ifadelerin biraz daha şiirsellikten arındırılıp biraz daha öykü atmosferine katılmasını umuyorum.
Emeğinize sağlık.
Merhaba, Sayın Öznur’a katılıyorum. Şiirsel bir tat var hoş duruyor fakat öyküyü okumayı zorlaştırıyor. Zaman zaman acaba yazar burada ne demek istedi deyip tekrar okuduğum yerler oldu. Haliyle bu durum öyküden kopmam neden oldu. Kelime seçiminiz ve onları kullanma biçiminiz güzel. Şiirselliği ve muğlaklığı biraz azaltıp, canlılık katarsanız daha güzel olacak diye düşünüyorum. Ellerinize sağlık. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Merhabalar. Sayın Öznur ve Servet değinilmesi gereken yerlere değinmişler. Tamamen katıldığımı söyleyerek, öykünüzü beğendim. Özellikle sonunu çok başarılı buldum. Ellerinize sağlık. Sevgiler.