Bir edebiyatçı olarak bu sempozyuma davet edildiğime çok şaşırdım doğrusu. Dünyanın dört bir yanında tertip edilen bu sempozyumun ülkemde yapılan etkinliğinde benim de yer almam şüphesiz hem kariyerim hem de kendi şahsım adına büyük bir başarıydı. Ne var ki bu etkinlikte fark yaratabilmek için çok ama çok farklı, ezberbozan, ilk defa konuşulan bir şey söylemek gerekir. Bu yüzden benim gibi alanı edebiyat olan veya sosyolojik gözlem yapan, siyasetten bahseden, felsefe kasan tipler belirli bir seviyenin üzerinde olan izleyici kitlesi tarafından pek de hayretle izlenmez.
İşte bu sebeptendir ki ben de konuşmamı gözlemlerim üzerine veya kafa açan edebiyatçı söylemlerim üzerine inşa etmeyeceğim. Biliyorum ki böyle konuşmalardan ziyade bilimsel içerikli konuşmalar daha çok alkış topluyor. Evet, benim acilen bilimsel bir araştırma yapıp onu hazır hale getirerek sunmam lazım. Yoksa bu konuşma hayal kırıklığı olarak uzun yıllar boyunca hatırlarda kalabilir.
Beni arayıp davet ettiklerinde, hemen bilimsel bir konu bulmam gerektiği kararına varmıştım. Dolayısıyla telefonu kapatır kapatmaz aile dostumuz fizikçi Profesör Numan Bey’i aradım. Kendisine filanca konuşmalara davet edildiğimi, kendisinden yardım istediğimi söyledim. Filanca konuşmaları bildiğini ve kıskanç bir ses tonuyla; neden kendisinin davet edilmeyip bilimsel konuşma yapmak adına benim davet edildiğimi anlayamadığını söyledi. Numan hocadan hayır yoktu. Bu sefer mezun olduğum üniversitenin eski dekanlarından Zeki hocamı aradım. Kendisi elinde kalan son bir konuyu da yine aynı benim gibi sempozyumda bilimsel konuşma yapması gereken bir edebiyatçıya verdiğini söyledi. Benimle alay ettiğini çok sonralar anlayacaktım.
O gece stres içinde yatağıma girdim. Hep iyi fikirler uykuya dalmadan gelir derler. Bana da hep öyle olur. Bu nedenle baş ucumda hep bir not defteri ve kalem vardır. O kadar yorgundum ki; baş ucumda duran not defterim aslında çok uzaklardaymış gibi geliyordu. Ama fikir cidden çok iyiydi. Bunu yazmam gerekiyordu.
Kendimi halının üzerinde buldum. Belli ki yere düşmüştüm. O esnada da kafamı yere vurmuştum. Çok ağrıyordu. Kucağımda not defteri ve kalem de vardı. Hemen deftere baktım. Eski notlarımdan başka hiç bir şey yazmıyordu. Kalkıp yürümeye başladım. Yeni kalkmış biri olarak ya tuvalete ya da mutfağa gidebilirdim. Ama nereye gittiğim belli değildi. Gidiyor da gidiyordum. Bir vahada ya da otobanda gider gibi, bom boş, düm düz gidiyordum. Bitmiyordu bu yürüyüş…
Uyandım. Ama bu sefer gerçekten uyandım. Normal bir şekilde yatağımın üstündeydim. Not defteri baş ucumdaki küçük dolabın üzerindeydi. Yere falan düşmemiştim. Kalktım, önce tuvalete gittim daha sonra kahve yapmak için mutfağa gittim. O esnada kafamda hafif bir ağrı hissettim. Elimi attığım yerde bir şişlik vardı. Aynaya baktığımda şişliği çok net görebilmiştim.
Hemen odama koştum. Not defterine baktım. Bir şeyler not almışım, inanamıyorum.
Şöyle yazıyordu.
‘’Dün gece yine fena sapıttın. Önce bilimsel konuşma yapmam lazım diyip sağı solu aradın. Sonra sinirlendin bana salça oldun. Sonra birden bire dışarı çıkıp arabana bindin. Sonra neler yaptın kim bilir? Bizim tek bildiğimiz; arabayı ağaca vurmuşsun. Allahtan sadece kafan kapıya vurmuş. Sende bir şey yok ama araba neredeyse pert. Alkollü olduğun için de ehliyetine el koydular. Hiç bir şeyi hatırlamaman doğal. Çünkü beynin hasar almış. Belki bir süre bizi bile hatırlayamayacakmışsın. Oh ne güzel valla. Sağı solu dağıt ondan sonra hiç bir şey hatırlama. Ne yaptığını bil diye yazdım bunları. Olur da kafan yerine gelirse beni ararsın. Ben çocukları alıp yazlığa geçtim. ‘’
Bunları yazan karım olmalıydı. Hiç bir şey hatırlamıyordum ama bilimsel bir konuşma yapmam gerektiğini biliyordum. Şimdi artık hiç bir şeyi hatırlamadığıma göre bu konuşmayı yapmam daha da zorlaşmıştı.
Kütüphaneme girdim (büyük ihtimalle benimdi). Acaba hangi kitaplar benim diye düşündüm. Ya da kitap yazmış mıydım. Yazdıysam da kütüphanemde bulunur muydu. Tüm bunları düşünürken telefon çaldı. Açtım. Falanca Sempozyumdan arıyoruz dediler.
– Ahmet bey, merhaba.(adım Ahmetmiş) Konuşmanızın konusunu belirlediniz mi acaba?
– Aaa merhaba, evet, şeyy. Bilimsel bir konu hakkında konuşacağım.
– Peki konu başlığınızı öğrenebilir miyiz?
O sırada gözüm kütüphanedeki Ahmet Olgaç kitabına takıldı. ‘’ Uzayda Kamikaze’’
– Gayet tabi. Uzaydaki olası hayatın içerisinde gerçekleştirilebilecek intihar çeşitlerini anlatacağım.
– Kitabınızı anlatacaksınız yani?
– Yani aslında öyle de denilebilir.
– Peki teşekkür ediyorum.
İsmim Ahmet Olgaçtı. Ve kitaplarımdan birini keşfetmiştim. Hemen okumaya başladım. Ön sözde şunlar yazıyordu;
‘’Bu kitapta yazan her şey hayal ürünüdür. Ve eğer bir gün gelir de birisi size bunları olacakmış gibi anlatırsa, suratına tükürün!’’
Güldürdü. Hikayeyi okurken aklım hep ted konuşmalarına gitti, yazar acaba isim vermeden ted konuşmalarını mı kast etmiş?
Merhabalar.
Eğlenceli, farklı bir öyküydü. Finali ayrıca güzeldi.
Gelecek seçkilerde de görüşebilme umuduyla.
Merhaba,
Keyifli bir öyküydü. TED konuşmaları geldi benim de aklıma. Güzel düşünmüşsünüz, farklıydı.
Kaleminize sağlık.
Merhaba Enes 🙂
Keyifli bir öykü kaleme almışsın. Son cümle ayrıca güldürdü.
Eline sağlık 🙂
Merhaba;
Ben biraz eleştirel yaklaşacağım öyküye. Geçişler konusunda boşluklar beni rahatsız etti. Akışı da çok hızlı buldum. Bunlar bir okur olarak benim düşüncelerim tabii ki. Gelecek seçkilerde görüşebilmek dileğiyle…