Tenekeden bir kutunun içinde oturmuş, sonsuz gibi görünen boşluğa yol alırken hissettiklerini tarif etmek mümkün değildi. Seyahate çıkmak istediğini söylediğinde, kesinlikle böyle bir şeyi kastetmemişti. Doktorun tavsiyesine uyup kendini iyi hissetmesini, rutin hayatın baskılarından sıyrılmasını sağlayacak yollar düşünüyordu. Belki de küçük bir yolculuğun, olağanın dışına çıkmasını sağlayacak ufak bir maceranın faydası olurdu.
Altı ay önce baş gösterdi ilk belirtiler. İlkin vücudunda döküntüler filizlendi. Kızarıklıkları, dayanılmaz kaşıntılar takip etti. Geceleri uyuyamaz, gündüzleri iş göremez hale geldi. Medet umduğu doktorların hiçbiri derdine deva olamadı. Ailesinden, arkadaşlarından soyutladı kendini. Hayattan zevk almayı bıraktı. Etrafında tükenmek nedir bilmeyen bir enerjiyle devam eden yaşamı ve akıntıya kapılmış yaprak misali sürüklenenleri kabullenemez hale geldi. Gözlerinin feri söndü. Kemikleri, solmuş parşömene benzeyen derisinin altından sayılır hale geldi. Avurtları çöktü. Eskiden yüzünü yakışıklı gösteren elmacık kemikleri sivrildikçe sivrildi.
Son günlerdeyse, üzerine çöreklenen bunaltıcı ruh haliyle sırtında dağları taşırmış gibi görünür oldu. Zihninin kuytusundan, gölgelerinden fırlayıp fısıldayan sesler, “Zaman doldu!” diye haykırdı. “Farklısın artık, değiştin, istenmiyorsun” dediler. “Buraya ait değilsin, kimsin sen? Eski sana ne oldu?” diye sordular. Hiç susmadılar. Ağladılar, yakındılar. Yerin yüzünü dövdüler zihninden fırlayıp. Dövdüler de cevap alamadılar. Soruyu anlamazken ne cevap verilirdi ki. Deli oldu, divane döndü evin içinde. Kendinden geçti. Düşündü, durdu. Düşündükçe daha da farklılaştı, değişti.
Sanrılara telim olmuş, sayıklar halde geçirdi son zamanlarını. Derinlerde yitip gitmekte olan bilinci yerine geldiğinde, havalı bir koltuğa oturtulmuş, kolları ve bacakları bağlanmış halde buldu kendini. Üzerindeki nefes alışını zorlaştıran kıyafetlerse cabasıydı. Son kalan kuvvetiyle bağlarını zorladıysa da sonuç alamadı. Ancak açıldığında varlığını fark ettiği kapıdan giren doktorunu gördüğünde, sadece irkilmekle kalmadı, türlü habis düşünce uğradı aklına kısacık zamanda. “Ah! Demek kendinize geldiniz. Ama bakmayın öyle korkarak. Yakında bir şeyiniz kalmayacak. Belirtilerinize uyan bir hastalık bulduk sonunda.” dedi doktor yüzünde ince bir gülümsemeyle. “Daha önce de bu kadar korkutucu muydu bu adam? Dudakları bile yok oluyor gülme numarası yaparken.” diye içinden geçirmeden edemedi.
“Komik gelebilir ama genel olarak her şeye alerjiniz var. Dünya’ya, insanlara ve yaşam tarzlarına, sabit fikirliliğe, sorgulamamaya, ömür çürütmeye, geçmişe, belirsizliğiyle sizi korkutan geleceğe kısacası yaşamın tamamına alerjiniz var.” Bir yandan konuşuyor diğer yandan da odanın içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa gidip geliyordu. Aklındakileri tekrarlarken çabuk olmazsa unutmaktan korkarcasına giderek daha hızlı anlatıyor, anlattıkça coşuyordu. Nefes nefese kan ter içinde sözlerini bitirirken, “İşte bu yüzden bir seyahate çıkmanız gerektiğine karar verdik. Sizin de söylediğiniz gibi küçük bir yolculuk, ufak bir macera bizi bu durumdan kurtaracaktır.” dedi sevinçli bir ses tonuyla. “Seyahatinizin tek yönlü olması gerektiğini söylemekten her ne kadar hüzün duysam da, tahmin edersiniz ki durumunuzun başkalarına bulaşması riskini göze alamayız.” Konuşmak istiyordu da, ağzından bir nefeslik ses çıkmıyordu. Sanki kelimeler unutulmuş, silinip gitmişti. Doktor göz ucuyla gördüğü haline acıdı da ekledi konuştuklarının arkasına, “Sizi kolay yoldan Dünya’nın dışına gönderiyoruz. Öldürmek tarzımız olsaydı belki bu kadarıyla bile uğraşmazdık. Biraz daha rahat hissederim derseniz kendinizi ilk görevine çıkmak üzere olan bir astronot olarak düşünebilirsiniz. Belki bir parça teselli olur” dedikten sonra arkasına bile bakmadan çıkıp gitti.
Yörüngeden çıkar çıkmaz eski haline hızlı bir geri dönüş başladı. Derisi sağlıklı, pembe bir renkle parlıyor, gözlerinin içi ışıldıyor, uzun zamandır hissetmediği kadar keyifli hissediyordu. Bağlarını, nafile bir çabayla bir kez daha zorladı. Kocaman bir konserve kutusunun içinde, yeryüzünden binlerce metre yukarıda oturuyor olmak ve yerinden kımıldayamamak. Gülse mi, ağlasa mı bilemedi. Cam fanusa benzeyen kasktan bakan ve olduğundan daha zayıf görünen yüzü acizlik hissiyle karardı. Omuzlarına binen çaresizlik dağı belini büktü. Umutsuzluğun pençesinde kıvranırken bir anda bağları kendiliğinden çözüldü. En azından son saatlerinde lanet olası sandalyeye oturmaya ve beklemeye mahkûm değildi. Arkasını döndüğünde önüne serilen görüntüyü sessizce, uzun uzun seyretti.
Pencerenin çıkıntısına oturmuş giderek küçülen gezegeni izlerken bir yandan da alabileceği nefes sayısını kafasında hesaplıyor, ona göre kendini hazırlıyordu. Sonunu bilmek kadar sıkıcı ve aynı zamanda bir o kadar da korkutucu pek az durum vardır. Ellerinin hastalıktan kurtulmuş, lekesiz ve izsiz haline bakarken gülmesine engel olamadı. Doğduğu, yaşadığı dünya onu reddedip kovarken, ucu bucağı belirsiz, koca karanlığın bağrına basmasına hala hayret ediyordu. Ellerini cama dayayıp dışarının karanlığına bakarken her ne kadar kısa sürecek olsa da sonsuzlukla tanışmak muhteşem olmuştu.
Sadece Åunun için bir öneri vereceÄim filizlendi demek yerine peyda olmuÅtu denilebilir.
Onun haricinde hastamız yaÅayacak mı? yoksa sonda denildiÄi gibi kısacık mı sürecek. Dünyaya ve içinde barındırdıÄı herÅeye alerji olmasını sevdim. Sıkıcı olmayan bir anlatımdı.
Temayı değişik bir açıdan ele almışsınız. Karakterin hastalığı ve doktorun buna yaklaşımı ilgi çekiciydi. Kısa ve verilmek istenen mesaj konusundan etkili bir öyküydü.
Merhaba Sinan.
Güzel bir kaçış öyküsüydü. Eline sağlık. Zaman zaman hepimiz bu adam gibi sıyrılmak istiyoruz hayattan insanlardan.
Ellerine sağlık. Görüşmek üzere
Merhaba. Temayı ele almanız güzel, kullanma şekliniz ondan da güzel.
Merhaba,
Fikir güzel, yaklaşım enteresan, anlatım hoş ve kurgu ilgi çekici. Daha ne olsun! Elinize sağlık.
Gelecek seçkilerde görüşmek üzere.