İki adam dağ evinde oturmuş muhabbet ediyorlardı. Ellerinde şarap dolu bardaklarla kahkahalara boğuluyorlar, birbirlerine olur olmaz şakalar yapıyorlardı.
“Amma da iş be,” dedi beriki ötekine “bahtın böylesi… Bunca zamandır böyle keyifli iş çevirmemiştim.”
“Öyle,” dedi öteki geğirerek. “Çok tatlı oldu. Bütün köy karıştı, birbirine girdi. Herkes unuttu altınları, kafası kesilmiş tavuk gibi, boş boş koşturdular oraya buraya.” Sırıtarak “Çok sağlam kaldırdık bu sefer,” dedi.
Beriki gülmekten kısılmış sesiyle “Hele senin o yardımsever koşturmaların, tasalı tasalı ne yapsak ne yapsak deyişlerin, az kaldı kahkahayı koyverecektim de baldırımı burdum öyle tutabildim kendimi.”
Kahkahalarla karşılık verdi öteki. Gülerken ağzındaki şarabın bir kısmı çenesinden aşağı sızdı. Kıllı, kocaman elinin tersiyle çenesini silerken birden ciddileşti. Arkadaki odaya açılan kapıya kenetledi gözlerini. O anda birden sinsi bir parıltı oluştu gözlerinde. Beriki doğruldu,
“Ben bi su döküp geleyim,” dedi, kapıya yöneldi. Çıkarken de “Ben gelene kadar işini göreceksen gör. Sonra gürültü patırtı çekemem,” deyip dışarı çıktı.
İçeride kalan öteki pis pis sırıttı avucunun içiyle sulanan ağzını sildi. Gözlerinde aynı parıltıyla odaya gitmek için ayağa kalktı. İki adım attı sonra ardındaki kapı gıcırtıyla tekrar açıldı. Kapıya doğru döndü, birden gözleri buğulandı, kendine doğru gelen karaltıyı fark etti ama sarhoşluğun etkisiyle (o an öyle sanmıştı) yere yığıldı.
-B-
B dışarının serinliği ile ürperdi. Gözleriyle etrafı taradı. Zifiri karanlığa gözlerini alıştırdıktan sonra karşıdaki ağaçlık alana yöneldi. Hafif yalpaladığını fark edince gülümsedi. Temiz havanın iyi geldiğini hissetti, ağaçlığın biraz daha içerisine girmeye karar verdi (bu bölgede korkmasını gerektirecek hiç yırtıcı hayvan yoktu). Güvenle ağaçların arasında gezindi, feneriyle rastgele seçtiği bir ağaca yaklaştı. Tam kemerini çözmüştü ki bir ses geldi kulağına, tiz bir uğultuyu andıran ses onu korkuttu. Hemen toparlandı, ceketinin cebinden tabancasını çıkardı. Her şeye hazırlıklı olmalıydı.
“Yoksa buldular mı bizi? Yok yok mümkün değil… Şüphelendiler mi? Bir açık mı verdik. Anladılar mı acaba?”
Yutkundu, sesin geldiği yöne sessizce ilerledi. Silahının namlusu ileride, ağır ve temkinli adımlarla yürümeye başladı. Parmağını tetiğe yerleştirdi. Peki ne yapacaktı? Gelenler bir iki kişi olamazdı eğer onların peşindelerse başa çıkmaya elindeki silahta yetmezdi. “Kaçmalı mı acaba? Evet evet kaçmalı ormanın tersi yönde gerisin geri koşmalı, hatta bu diyarı terk etmeli yakalarlarsa… Peki ya bir şey yoksa, kuruntulanıyorsam, onca altını parayı bırakıp… Hem de cebimde 5 kuruş olmadan…” kafasını sağa sola sallayarak karar verdi, adımlarını sıklaştırdı. İyice yakınlaşınca duyduğunun bir ağlama sesi olduğunu anladı. Yine de indirmedi silahını.
“Kim var orda kıpırdama yakarım.”
Fenerin ışığında bir kadının yere çökmüş, hıçkıra hıçkıra ağladığını gördü. “Kimsin?” dedi kadına silahını doğrultarak. Kadın korkuyla adama döndü boğuk bir çığlık attı. Sol elindeki feneri önce kadının yüzüne doğrulttu. Yuvarlak hatlı çok güzel kadınsı bembeyaz bir yüzle karşılaştı. Kadın aralarında yaprak ve talaş parçaları olan, yer yer toza bulanmış, karmakarışık siyah saçlarına rağmen, dolgun dudakları ve iri kara gözleriyle etrafına cazibe saçıyordu. İster istemez elindeki feneri kadının vücudunda gezdirdi. Upuzun bir boynun altında kolları kısa, kir ve kan lekelerinin kapladığı beyaz bir elbise bileklere kadar uzanıyordu. Çıplak ayaklarından yukarı baktığında elbisenin bilekten kalçasına kadar yırtılmış olduğunu gördü. Pürüzsüz, upuzun, ipince bacakları görünce iştahı kabardı. Kadının pembe tenindeki küçük bir takım çizikleri, bacaklarında, boynunda ve kollarındaki morlukları görünce büsbütün iştahı kabaran adam silahını indirip kadına doğru iki adım attı.
“Lütfen yalvarırım, yalvarırım kurtar beni”
“Ne oldu anlat, kimsin ne işin var bu dağ başında?”
Kadın ağlayarak anlatmaya başladı. ”Ben Pürçene Köyünden demirci Vanik’in kızıyım. Koparan’dan 2 soysuz kaçırdı beni. Bir mağaraya götürdüler ırzıma geçtiler, aç bıraktılar, dövdüler.” Kadın bir yandan ağlıyor bir yandan derdini anlatıyordu ama adam bir yerden sonra dinlemeyi bırakmış kadının pürüzsüz narin tenini izliyordu. Erkekliğinin iyiden iyiye uyandığını hissetti.
“Nerde şimdi seni kovalayanlar?”
“İkisini de uykusunda öldürdüm, kaçtım. Yalvarırım bana yardım et.”
B sırıttı “Korkma seni burada kimse bulamaz.” Elini kadının çıplak olan bacağına attı, hafifçe sıktı. Kadının gözleri büyüdü kekelemeye başladı. Kadın yalvardıkça adam sabırsızlanıyor, heyecanlanıyordu. Kadın B’nin bacaklarına yapıştı, ağlıyordu. Adam kadını omuzlarından tutarak yere fırlattı. Kadıncağız, beceriksizce elbisesini toplamaya çalışırken titriyordu. Tekrar bir şeyler söyleyecekken, adam eğilip kadına bir tokat attı. Yüzü toprağa çarpan kadın bir süre hareketsiz kaldı. Kemerini çözmeye başlayan B bir adım daha atınca, yerde yatan kadın gülmeye başladı, şaşıran B kafayı yedi sonunda diye düşündü. Yerdeki kadın şimdi kahkahalar atıyordu. Kadına doğru yürümeye devam etti. Çığlıkların yerini kahkahaların alması keyfini kaçırdı. Ama yine de ona çığlık attırmanın bir iki yolunu biliyordu. Tüm vücudu yere bakan kadının omzuna dokundu. Tam o anda kadının kafası 180 derece döndü. Yüzü çarpılmış, gözleri kızıl kara bir renk almıştı. B birden kendini geri attı, sırtüstü yere yapıştı. Panikle doğrulmaya çalıştı ama bir şey onu tutuyordu, kaskatı kesilen bedenini oynatamıyordu. Ayağa kalkan kadının bileklerinin de kafası gibi ters dönmüş olduğunu gördü. Kadın sırtı, kafası ve ayakları dönük bir şekilde ona doğru yaklaşıyordu. Sona birden durdu, çarpılmış kafa yana eğildi ve öylece bekledi. Ardından, kadının gırtlağından bir yırtıcınınkini andıran pes bir kükreme çıktı. Birden bedeninin çözüldüğünü hissetti B, ne olduğunu anlamasa da koşmaya başladı. Kaçarken pantalonu düşüp bileklerine takıldı ve yere yuvarlandı. Yüzü yara bere içinde ayağa kalktı koşmaya başladı. Koştu koştu…
Epeydir koşturuyor, bir türlü ormandan çıkamıyordu. Sonra birden ayağı bir şeye takıldı ve düştü. Toparlanmaya çalışırken eli metal bir şeye çarpınca heyecanlandı, az önce düşürdüğü silahını buldu. Hem sevindi, hem panikledi. Demek ki o kadar zamandır daire çizmişti, tüm uğraş boşunaydı. Bir yandan da sevindi, heyecanla gülümsedi, silahı elinde olduğuna göre artık savunmasız değildi. Yine de kaçmalıydı. Bu şey her neyse tehlikeliydi. Ansızın bir kükreme daha duydu. Tüm bedeni şokla sarsıldı. Demek böyle oluyordu, av avcıyı duyunca böyle irkiliyordu. Şimdiye kadar hep avlarının kaçışını, titreyişini, ölmeden hemen önce gözlerinin içine bakışını ve bundan aldığı zevki düşündü. Birden öfkelendi bağırmaya başladı,
“Nerdesin?”
“Nerdesin?”
“Duyuyorum sesini nerdesin ne istiyorsun benden”. (İki el ateş sesi…) karşılığında dört bir yandan yayılan bir kahkaha yankılandı.
“Allah’ım Allah’ım yardım et. Allah’ım Allah’ım sana sığınıyorum. Tövbe, tövbe ne olur affet kurtar beni…”
Kahkaların peşinden tekrar bir kükreme duyuldu. Zifiri karanlıkta her şey üzerine üzerine geliyordu. Sanki etrafındaki her şey düşmanıydı. Her şeyden kaçarak nasıl ulaşabilirdi ki dağ evine. Kapkaranlık ormanın içinde nereye koşsa yönünü değiştirmek zorunda kalıyordu. Tüm vücudu yorgunluktan cayır cayır yanıyor ama bir an bile dinlenmiyor, bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Nefes alışı o kadar hızlıydı ki ağzında biriken tükürüğünü yutmaya bile fırsatı olmuyordu. Dudağının kenarından akan salyası göğsünü ıslatmış, esen rüzgarda ürpertisini arttırmıştı. Artık koşmuyor, koşamıyordu. Ayaklarını sürüyerek attığı kısa adımlarin onu bir yere götürmeyeceğini biliyordu. Yaşama güdüsü çaresizce tüm bedenini esir almıştı. Birden ayağı takıldı, düştü. Üst çenesi sert toprağa çarptı, köpek dişi kırıldı. Ağzında biriken kan boğazından aşağıya kaydı. Doğrulmaya çalıştı olmadı. Yorgunluktan kollarını kullanamıyor, bacakları onu taşımıyordu. Sonra hızla arkasını döndü yıldızsız, aysız gecenin karanlığında hiçbir şey göremedi. Peşini bırakmış olabilir miydi? Nefes alışı yavaşladı, kendini sırt üstü nemli toprağa bıraktı.
Neydi o? Artık kaslarına pompalanan kanın bir kısmı da beynine ulaşıyordu, düşünmeye başladı. Anlamaya çalıştı, anlayamadı… Başka bir şey düşünmeye çalıştı, acaba kurtulmuş muydu? Hâlâ hayattaydı, nefes alıyordu yanaklarından akan gözyaşlarını hissediyordu, yutkundu eğer hâlâ peşinde olsaydı ölmüştü. Birden sevindi, vücudu gevşedi. Tam bu esnada kadın çırılçıplak bir şekilde tepesinde belirdi. Pürüzsüz, parlak teni birden kararmaya başladı. Güzel yüz, ağır ağır uzadı, genişleyen çenesindeki dümdüz dişler büyüdü, sivri sivri oldu. Yüzü aşağı doğru sarkarken, boyu koca bir çınar gibi yukarı yukarı uzadı. Gözler büyüdü, fincan kadar oldu. Ağız açıldı, koskoca bir mağara oldu. Ters dönmüş ayaklarıyla adama doğru iki adım attı. B çığlık atmak için ciğerlerini zorlasa da nefesi kesildi bağıramadı, tek ses çıkaramadan bir lokmada yutuldu.
-Ö-
Çıplak kadının sırt üstü yatırdığı Ö dişlerini sıktı. Kadın göğsünü öpüyor, tırnaklarıyla omuzlarını kazıyordu. Göğsünden ve omuzlarından yayılan dalgalanmalar tüm bedenini sarsıyordu. Ömer öylesine zevk alıyordu ki ne nerede olduğunu umursuyordu, ne nasıl buraya geldiğini, ne de kadının kim olduğunu. Hiçbir şey anlamıyordu ama umursamıyordu da, beyninin çok küçük bir bölümü bu soruları sormak istese de kalan kısmın tamamı bunu düşünmemesi gerektiğini söylüyor, hatta emrediyordu. Ö bu emre riayet ediyor, olan hiçbir şeyi anlamak istemiyordu. Sadece anın sonsuzluğunu hissediyor ona odaklanıyordu. Vücudu yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı. Zevkin verdiği keyifle halsizleşmişti. Vücudunun damla damla eridiğini hissediyordu, dudakları ve boğazı kurumuş ve susuzlaşmıştı. Şimdiye kadar hiç bu kadar susamamıştı ne garip aldığı zevk bu sonsuz susuzluğu bile bastırıyordu, birden bir üşüme hissetti, titredi… Her şey bulanıklaşmaya başladı tavan, duvarlar dönüyordu. Doğrulmaya çalıştı, doğrulamadı. Sonra birden uyandı, nerede olduğunu hatırladı B’yi, ganimeti, dağ evini, şarabın sarhoşluğuyla sızışını sonra kapının gıcırtısını, yerde yatarken ona yaklaşan karaltıyı…
Etrafına bakındı bir ses duyuyordu ses bir şapırtıyı andırıyordu sanki bir hayvan yalaktan su içiyor gibiydi. Susuzluğunun daha da arttığını hissetti doğrulmadan gözlerini şapırtının geldiği yere yöneltti. Küçük bir kız çocuğunun saçları yüzünü örtmüş ayak ucunda bir şeyler yaptığını fark etti. Hayır, yaptığı şey ayak ucunda değildi, ayaklarındaydı. Neden sonra boynunu biraz daha yana eğdiğinde çocuğun ayaklarını yaladığını gördü. Ayakları kanla kaplıydı, çocuk iştahla ayaklarını yalıyordu o anki korkusu her şeyin üstündeydi, çığlık atmak istedi, sesi çıkmadı. Panikledi çocuğu üzerinden atmak istedi ama bedenini oynatamadı boynundan başka hiçbir yerini kıpırdatamıyordu. Uzunca süre hiçbir şey yapamadan, sessiz çığlıklarla, iştahla ayaklarını yalayan çocuğu izledi. Tam bilincini yitirmek üzereyken çocuk bir an başını kaldırdı. Siyah saçlarının ucundan kanlar damlıyordu. Yüzü tamamen kanla kaplı kızın çenesi normal bir çocuğunkine göre çok daha uzundu. Ağzı kocaman dişleri ise sivriltilmiş gibiydi. İri çok iri gözleri hiç ışık yansıtmıyordu. İnsanda dehşet uyandıran, baktığında karanlığa sürükleyen, bu zifir karası gözler ona ilgiyle bakıyordu şimdi. Sonra ağzını açtı dışarı çıkan dil en az iki karış uzunluğundaydı. Daha sonra dil tüm yüzü ve saçlardaki kanı temizleyip tekrar yuvasına geri döndü. Çocuğun yüzü artık daha iyi seçiliyordu. Hayır bu bir çocuk değildi çocukken ninesinin yaramazlık yapmasın diye anlattığı gulyabanilere benziyordu bu yaratık. Tek fark o hikayelerdeki gulyabaniler daha büyük, dev gibiydi. Korkuyla sarsıldı, gözleri neredeyse yuvalarından çıkacaktı. Başı dönüyor, korkuyla içten içe haykırıyordu şimdi. Hiçbir şey yapamadan, dehşet içinde öylece yaratığa bakıyordu. Yaratık daha sonra başladığı işe geri döndü. Boğuk hırıltılar çıkararak, yaratığın ayaklarını yalaya yalaya tüm kanını içişini gördü. Gözleri kapanıyor uyuklamaya başlıyordu. Sonra gözlerini kapatmasıyla karanlıktaki bir yarıktan kendine gelen suretleri gördü ve anladı, gördüğü aslında hiçbir şey değildi asıl dehşet şimdi başlıyordu.
-Küçük Kız-
Zavallı kızcağız duvara zincirlenmiş bir halde aç ve susuz günlerdir yatıyordu. Evini, annesini, babasını nasıl da özlemişti. Kapının açılmasıyla dehşete düştü. Yine canını yakacaklardı. Kendine gelen karaltıyı görünce gözlerini sımsıkı yumdu ve kendinden geçti.
Annesine söz verdiği gibi yaramazlık yapmıyordu. Babası her sabah fidanlığı kontrol etmeye giderdi. Bu sabah annesi de onunla gitmişti. Yağmur yağacak gibi olmasa o da giderdi ama daha yeni iyileşmişti. Annesi kıyamamış onu evde bırakmıştı gitmeden de güzelce tembihlemişti. “Biz gelene kadar sakın dışarı çıkma ateşle, bıçakla oynama, eğer uslu durursan baban haftaya şehre giderken senide götürecek.” Evin sofasında oynuyor annesinin dönmesini bekliyordu. Sertçe açılan kapının gümbürtüsüyle irkildi. İçeri iki adam girdi ne olduğunu anlayamadan evi talan etmeye başladılar. Köşeye pusmuş sessizce olan biteni izliyordu. Ortalığı dağıtırken şişman olanı onu fark etti. Yaklaşıp tuttu, havaya kaldırdı
“Söyle nerde paralar, altınlarınız nerde?” Küçük kız tir tir titriyordu. Korkudan dili tutulmuştu. Ne söylesindi, nerden bilsindi. Konuşmayınca adam kızı karşısındaki duvara fırlattı. Duvara çarpan kızcağız oracığa yığılıverdi. “Buldum” dedi Ö “bırak onu şimdi işte hepsi burada.” Sandığın dibinden bir kutu çıkardı. İçi altın ve para kaynıyordu. “Hadi gidelim” dedi.
“Çocuğu burada bırakamayız ikimizi de gördü” dedi B.
“Öldür o halde, belki de ölmüştür” (Tam bu sırada kızın göğsünün inip kalktığını fark ettiler.)
“Olmaz vakit yok sen kızı şu çuvalın içine koy, götür bizim ahıra elini ağzını da bir güzel bağla. Sonra akşam gizlice dağ evine götürürüz.” dedi B.
Sırıtan Ö hevesle “Tamam” dedi. Olay köye bir çırpıda yayıldı. Herkes çalınan altınları, hırsızlığı unutmuş küçük kızı arıyordu. Jandarmaya haber verildi. Bütün köy ellerinde tüfekler kaçırılan kızı arıyordu. B ve Ö de bütün köyle birlikte etrafta kızın adını haykırıyorlardı. 1 gün bekledikten sonra bir bahane uydurmuş, kasabaya gideceklerini söylemiş ve küçük kızıda alıp dağ evine çekilmişlerdi. Küçücük kıza insan aklının hayalinin almayacağı şeyleri yaparken çıkardığı çığlıkları hiçbir yere ulaşmayacağını bildiklerinden engellemiyor. Tam tersi daha çok çığlık atması için canını daha çok yakmaya özen gösteriyorlardı.
Fakat çığlıklar duyulmuştu… Kilometrelerce uzaktan yavrusuyla geçmekte olan geylabani çocuğun sesini duyar duymaz her şeyi hissetti. Çocuğun acısını, adamların keyfini, iğrençliğini… Birden nefretle doldu, yavrusuyla sese yöneldi. Yavrusu konuşmadan anlamıştı atasını, o da aynı nefreti hissetti yüreğinde. İyice yaklaşınca ikisini de taradılar, bunca yıldır verdikleri ziyanı gördüler. Artık ikisi de verdiklerini geri almalıydı. Acı seslerin yerini kahkahaların aldığı dağ evine sessizce ilerlediler…
“Uyan” dedi yavru küçük kıza, “korkma iyisin bir şeyin yok.” Çocuk uyandı, ne olduğunu anlayamadı. Bir rüya mıydı gördüğü. Karşısında ağzı yüzü boyalı kıyafetleri rengarenk, sevimli iki kişi duruyordu. Ona gülümsüyorlar neşeyle bakıyorlardı. Kız morluk ve yaralarla dolu kollarına baktı. Hiçbir iz, hiçbir yara yoktu. Bacaklarına yüzüne dokundu tertemiz, sapasağlamdı. Bedeninde izler olduğunu hatırlıyordu ama bu izlerin nasıl olduğuna dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Hoş yara berelerinin olduğuna da emin olamıyordu şimdi. Merakla sordu siz kimsiniz. Taklalar atarak cevap verdi uzun olan, “biz” dedi “Cambazız, eğlentilere gider eğleniriz, eğlendiririz(bir kahkaha patlattı). Bu da benim kızım.”
“O da mı cambaz?” dedi kız.
“O da cambaz ya.”
“Bak” dedi küçük kıza, kısa boylu olan eline 5 top aldı çevirmeye başladı. Kız şimdi neşeyle ellerini çırpıyordu. Her şeyi unutmuş gözleri yine kahkahalar atıyordu. Sabaha kadar iki cambaz kızı eğlendirdi. Sihirbazlık, hokkabazlık gösteriler yaptılar, birlikte oyunlar oynadılar. Bir ara arka taraftaki atların kuyruklarını ördüler iki çocuk. Küçük kız kahkahalar attı, cambazlara alkışlarla, neşeyle karşılık verdi her seferinde. Sonra yoruldu, uyuyakaldı. Uyurken cambazlar onu kucaklarında taşıdılar. Sonra güneş doğdu, çocuğun gözüne vurdu. Sımsıcak güneş ışığıyla uyanan çocuk kendini evlerinin bahçesinde buldu. Koşarak girdi içeri perişan olmuş annesini gördü önce, sonra babasını. Bir sürü insan vardı evde hepsi hayretler içinde ona bakıyordu. Annesi koştu, sarıldı, öptü. Babası o kadar ağlıyordu ki gözyaşlarıyla küçük kızı ıslatmıştı. Kıza bunca gündür nerede olduğunu sordular. “Cambazlarla gezdim” dedi. “Onlar beni güldürdü oyunlar oynadık. Şehre gideceklerdi baba, beni şehre götüreceksin değil mi?” Babası konuşamıyordu, sadece başını sallayabildi.
O günden sonra ne annesi ne babası gözlerinin bebeği küçücük kızlarını bir an bile gözlerinin önünden ayırmadılar. Küçük kız o zamana ait hiçbir şeyi hatırlayamadı. Çok mutlu çok güzel bir hayat sürdü. Ama iki cambazı da hiç unutmadı. Yüzünde hep bir tebessümle sık sık onları andı.
Selam,
Bu ay son derece akıcı, yer yer sert, baştan sona iyi düşünülmüş bir kurgu ortaya koymuşsunuz. Ayrıca ana fikri açısından da olumlu bir mesaj vermişsiniz. Gerçi biraz sert olmuş ama en azından iyiler kazanmış.
Faydası olması açısından belki bir son okuma faydalı olabilir diye düşünüyorum, işin sanatına dair ciddi ümit veriyorsunuz zanaatini de son okumalarla daha iyi kotarabilirsiniz diye düşünüyorum. Zamanla bu da olacak sizde o potansiyel var.
Parantez kullanımını ben çok tavsiye etmiyorum, Ö’nün ismini bir yerde vermişsiniz bence vermeseniz daha iyi olurmuş. Gulyabaniler bana daha çok vampiri hatırlattı ki bu bir eleştiri değil.
Küçük şeyler anlayacağınız. Büyük resim gayet başarılı.
Gelecek seçkilerde de görüşmek dileğiyle…
Ciddi anlamda gerilim, nefret ettim gene bazı insanlardan sonu beni çok mutlu etti. Keşke o cambazlar hayatımızın bir yerlerinde hep olsalarda masumların küçük çocukların bazı şeyleri bilinç altından silebilseler. Çok etkileyiciydi kaleminize saglik.
Hani bazı şeyleri okumaya yürek dayanmaz… Bu da öyleydi işte
Çok güzel bir bakış açısı yakalamışsınız canbazlarla. Anlatımınız da gayet keyifliydi. Parantez eleştirisi yapılmış ama katıldığımı belirtmeden geçemeyeceğim.
Ellerinize sağlık
Üzücü bir öykü, en azından finali yüreklere su serpiyor. Anlatımınız güzel ve akıcı. Günümüzde insanlığa sığmayacak şeyler arttıkça seçkide olmak üzere bu tür öyküler de artıyor. Demek ki geçmişten beri insanlar yazdıklarıyla kendi döneminin vahşi, acımasız yönlerine ışık tutuyor.
Öncelikle güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Maalesef bu ay ki seçkiye çok vakit ayıramadım hatta son günün gecesinde bitirdim yazımı. Dolayısıyla bir son okuma yapamadım hatta acaba bu ay göndermesem mi acaba diye çok düşündüm ve sürekliliği sağlamak açısından göndermeye karar verdim. Zanaat açısından çok yeterli bir ürün ortaya koyamadığımın farkındayım. Ayrıca bariz hatalarda yapmışım Ö nün adını taslakta Ömer koymuştum daha sonra Beriki Öteki sıralamasında B ve Ö demek daha uygun geldi ama işte o ismi bir yerde kaçırmışım. Anlayacağınız hiç içime sinmedi yazdıklarım.Tüm kusurlarıma rağmen gözlemleriniz ve bende bir potansiyel sezmeniz beni çok mutlu etti. Bir sonraki seçki için şevklendim doğrusu İnşallah bir dahaki seçkide daha dişe dokunur bir ürün ortaya koyabilirim. Parantez konusunda tekrar baktığımda haklı olduğunuzu görüyorum daha iyiye gitmek adına eleştirilerinizi her zaman bekliyorum. Görüşmek dileğiyle…