Öykü

Rüya Yumurtaları

Bebeklerin yumurtalarından çıkmasına az kaldı. Onları koyduğumuz kapsüllere böyle diyoruz. Dokuz aya yakın süren uzay yolculuğu boyunca, yeni evleri olacak koloni gezegendeki yaşamlarına yumurtaların içinde hazırlanıyorlar. Rüya simülasyon arayüzü onlar uykudayken gereken bütün eğitimi beyinlerine yüklüyor. Uyandıklarında, daha doğrusu doğduklarında, yedi yaşındaki bir çocuğun zihinsel kapasitesine sahip olacaklar.

“Piçleri mi izliyorsun yine, Charles?”

Cauchemére, yine her zamanki gibi birden arkamda beliriyor. Şirketin, bu görev için ikimizi nasıl eşleştirmiş olabileceğini halen aklım almıyor. Fakat psikolojik uygunluk testlerinde makinenin yanılması imkânsız.

“Işınlama cihazını geminin içinde oyuncak gibi kullanmayı bırak. Umarım bir gün kendini uzay boşluğunda maddeleşmiş bulursun!”

Cauchemére, kalın dudakları hiç kımıldamadan kahkahayı basıyor ve yanağımdan bir makas almaya çalışıyor:

“Onlara piç dememe kızıyorsun ama yalan mı? Hepsi de yumurta piçleri. Bir yapay zekânın kontrol ettiği sperm ve yumurta havuzundan fabrikasyon dölleniyorlar. Sadece babaları değil, anaları da belirsiz. Çifte piçler!”

Cauchemére’in avucunu tutup ittiriyorum: “Benimle fiziksel temas kurmaman konusunda tekrar uyarmayacağım.”

“Merak etme Charles, zaten tipim değilsin.”

Odadan kaybolurken tekrar attığı kahkahası yavaşça sönümleniyor. Bir ay daha bu adama nasıl katlanacağım?

Ekranın başına geçiyorum. Merkeze günlük raporu yollamam lazım. Birkaç saniyelik beklemenin ardından “Bağlantı kuruldu” uyarısı altyazı olarak akıyor. Geminin son 24 saatlik sistem olay kayıtlarını, bebeklerin sağlık durumlarının güncel durum bilgilerini yüklüyorum ve gönder tuşuna basıyorum.

“İşlem başarısız!”

Her şeyi baştan kontrol ediyorum, herhangi bir hata gözükmüyor. Tekrar deniyorum, yine aynı ses: “İşlem başarısız!”

Neyin yanlış gitmiş olabileceğini düşünürken Cauchemére’in sesi hoparlörden yankılanıyor:

“Üzgünüm Charles. Korkarım bunu yapmana izin veremeyeceğim.”

Ayağa kalkıp etrafıma bakıyorum. Bu da ne demek şimdi? Kendi sesimi gemi hoparlörüne veriyorum:

“Neler oluyor Cauchemére? Oyunun sırası değil. Neredesin?”

Sessizlik.

“Cauchemére, benim canımı sıkma, yeter artık! Derhal buraya gel!”

Bu sefer hoparlörden bir bebek ağlaması sesi geliyor. Nasıl olabilir? Bebek odasında mı yoksa? Ama yolculuk tamamlanmadan bir bebeğin uyanması imkânsız.

Kontrol odasının kapısından geçip koridora sapıyorum. Bebek odasının kapısı açık. Yavaş adımlarla ilerliyorum. İçeri girdiğimde… Hayır. Yerdeki kırıklar. Yumurtaların hepsi dağılmış vaziyette. Bebekler, yok!

Cauchemére’in ışınlanarak arkamda belirdiğini ensemdeki nefesinden fark ediyorum. Dönmeye korkuyorum. Gözlerimi kapıyorum. Makine, bu göreve bir manyağı atamış olamaz. Sakinleşmeye çalışıyorum, boşuna. Gözlerimi açtığımda Cauchemére tam önümde, kucağında henüz plasenta suyu temizlenmemiş ıslak bir bebeği taşıyor. Kalın dudaklarına bulaşmış kan lekelerini gördüğümde bağırmamak için iki elimi ağzıma bastırıyorum.

“Biliyor musun Charles, boyunları çok kırılgan. Görmek ister misin?”

Bunu der demez, başım döner gibi oluyor. Belli belirsiz bir görüntüler silsilesi kesikler halinde beynimin içinde akmaya başlıyor. Elimde bir oyuncak bebek var. Kız kardeşimin sesini işitiyorum:

“Ne olur yapma abi…”

Onu dinlemiyorum. Elimdeki oyuncak bebeğin kafasını ağzıma götürüp koparıyorum, yere tükürüyorum. Attığım kahkaha tıpkı Cauchemére’inkilere benziyor. Henüz yedi yaşındaki kız kardeşim odasında duvarın dibine çömelmiş, gözleri kapalı. Yanağından yaşlar süzülüyor. Birden kulağımda sert bir dokunuş hissediyorum ve suratımda şiddetli bir tokat patlıyor:

“Charles! Seni manyağın dölü! Kardeşini korkutma diye kaç kez söyleyeceğim!

Yüzümdeki tokatın yangını ağzımdan kelimeleri nefes nefese çıkarıyor:

“Anne… Ben… Oyun bu… Sadece…”

Suratımda tekrar bir tokat patlayacakken gözlerimi açıyorum. Görüntü akışı kesiliyor. Karşımda bu sefer saçları beline kadar uzanmış Cauchemére, az önce kucağında tuttuğu bebeği havaya kaldırmış. Kocaman açılmış ağzından sivri dişleri parıldıyor. “Dur, yapma!” diye bağırmama fırsat tanımadan onları yavrunun nazik kafasına geçiriyor. Fışkıran kan suratıma yapışıyor. Yere çömeliyorum, ağlayarak:

“Ne olur yapma, Cauchemére. Tamam, bir daha korkutmayacağım seni…”

Ağlayarak uyanıyorum. Kafama bağlı kablolar, küveze benzer cam bir kapsülün içindeyim. Ufacık ellerimi çeperlere vuruyorum. Biri yaklaşıyor. Beyaz önlüklü, uzun kızıl saçlı bir kadın. Camekânın ardından bana gülümsüyor. Ağlamam kesiliyor. Sonra arkasını dönüp göremediğim birilerine sesleniyor:

“Yumurtalara okunan kitabı değiştirin. Kontrolsüz kâbusları tetikliyor.”

“Ama Profesör Hébé bütün bebeklere kendi hikâye kitabının okunmasını emretmişti, Bayan Cauchemére.”

“Ağabeyimle ben konuşurum. Hormonların gelişigüzel salgılanması bebeklerin tatlarını ekşitiyor. Kolonideki müşterilerimizin malları geri çevirmesini istemeyiz, değil mi? Siz, dediğimi yapın.”

“Peki, efendim.”

Kadın beni bir kundak gibi saran yumurtaya iyice yanaşıp burnunu değdiriyor, kokluyor. Gözlerindeki parıltıyı görebiliyorum. Kalın dudaklarının kenarından sızan salyası yumurtamın camında akıyor. Tekrar ağlamaya başlıyorum…

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Özellikle son kısmı başarılı bir öykü olmuş. Ellerinize sağlık.

  2. Avatar for ozbabur ozbabur says:

    merhaba,
    adınızı görünce haliyle bilimkurgu öyküsü okuyacağımı anladım ve yanılmadım sayılır :slight_smile: akıcı ve yaratıcı bir öyküydü. temayı oldukça farklı kullanmışsınız, güzeldi.
    kaleminize kuvvet.

  3. Avatar for Pardus Pardus says:

    Çok güzeldi. Sonunda kaskımı çıkarıp Bayan Cauchemére’ e tıslayasım geldi. :smiley: :smiley:

  4. Avatar for RedStar RedStar says:

    Beğenilerini dile getiren arkadaşlara teşekkür ediyorum.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for Pardus Avatar for RedStar Avatar for ozbabur Avatar for mumincan