Öykü

Ösym, Kafdağı ve Nur Yerlitaş

Beyninizin en çok şaşırdığı zamanı hatırlıyor musunuz? (Bu da biraz deneme metinlerin ilk cümlesi gibi oldu. Metin mi? Çok kibarım. Deneme desene ona sen ya.)

Ben hatırlıyorum. Hatta beni şaşırtan kurumun ve turun ismini bile hatırlıyorum. Çünkü yıllar önce değil, bir ay önceydi. Neden yıllar önce denilen şeyin beynimin damarlarına hatırlamak çok zor diye bir manifesto (Vay canına! Manifesto! Evet, Sezen Aksu’nun şarkısı. Değil mi sevgili ZDP? Senin için gidip Google’dan bu kelimenin anlamına bakacaklarını mı zannediyorsun? Burnun biraz sürtsün o zaman. Azıcık fos ol. Bildiri demek sevgili dostlar. Vay canına! Sevgili dostlar! Vay canına! Vay canına! Bugün Zilan’ın kafasına kesinlikle büyük çaplarda bir taş düşmüş olmalı. İnsanlara ne zamandan beri sevgili dostlar demeye başladın? Ve ne zamandan beri diline vay canınayı yapıştırdın? Şaşırtıyorsun.) yolladığını bilmiyorum. Ya da neden şu an da yıllar önce kavramını araya sızdırdığımı bilmiyorum.

Kurumun ismi ÖSYM. Turun ismi de KAFDAĞI. Ve ikisinin de birbiriyle kendimi inanılmaz derece tuhaf hissetmemi sağlayacak kadar bağlantıları var. Tamam, tuhaf hissetmek kötü bir şey değil. Ama inanılmaz derece tuhaf hissetmek inanılmaz. İnanılmayan bir şeyin kötü hissettirmesi de şizofrence. Yani deli olduğumun farkına varıp kendimi kötü hissediyorum. Neyse bunları okumanız için gözlerinize çıkma teklifi etmedim.

Ben bir ay önce ismi KAFDAĞI olan bir şirkette çalışıyordum. Öyle yıllarca çalıştığım bir şirket değildi. Zaten üç dört hafta çalışabildim sadece. Nur Yerlitaş’ın apar topar gerçekleşen beyin ameliyatı yüzünden kapattılar. İşsizlik yüzünden çalışıyordum. Yani çalışabileceğim başka bir iş yoktu.

İşte bir gün tesadüfen babamın yaptığı bulmacalara bakarken bir iş ilanı gördüm. Fırsat bu fırsat dedim ve adamlarla görüşmeye gittim

Bana öyle alnımdan ter akıttıracak sorular sormadılar. Sekreter olarak çalışacaktım. İşte bütün her şeyin bir planını oluşturacakmışım. Telefonlara bakacakmışım… falan filan. Ertesi gün gel başla dediler. Ama şirketine başka bir şubesinde. Ardesi de verdiler. Sabah 8.30 akşam 19.00. Tamam dedim. En azından para kazanırım. Zaten üniversite için harçlık lazım. Babam emekli memur. Ne kadar yardım edebilir ki? Verdikleri maaş üç kuruş. Bir de her şey ateş pahası. Okul açılana kadar üç beş kuruş biriktiririm, açılınca rahat ederim dedim.

Ertesi sabah gittim işe. Bir masa gösterdiler. Sonra da önüme bir yığın üniversite sorusu koydular. Bunları alıp KAFDAĞI‘nagötür sonra da ÖSYM’yepostala dediler.

Şaşırdım. Bana soruları veren kıza:

KAFDAĞI mı? O ne ki?”

“Gerçekten mi? Protesto falan… hiçbir şey bilmiyor musun? O zaman senin burada ne işin var?

“Para kazanmak için. “

“Peki sana ne anlattılar tam olarak? Buradaki işinle alakalı?”

“Sekreterlik yapacağımı söylediler.”

“O zaman iş başa düştü. Bak biz üniversite sınav sorularını çalıyoruz. Daha sonra cevaplayıp öğrencilere yolluyoruz. Başarılı olsunlar diye. Senin yapacağın iş de benim sana verdiğim soruları bilgisayarındaki hocalara sorarak cevaplarını bulmak ve postanda ÖSYM adlı kayıtlı olan kişilere yani öğrencilere göndermek. Bu arada hocalarla alakalı belgeler de ismi KAFDAĞI olan dosyada kayıtlı.“

“Peki bunun protestoyla ne alakası var ve bunların hepsinin tur şirketi olmakla alakası ne? Ayrıca KAFDAĞI bu işin neresinde?”

“Gerçekten masallardan falan hiç KAFDAĞI’yla alakalı bir şeyler duymadın mı?”

“Yani duydum da protestoyla nasıl bir bağlantısı var? Anlamadım.”

“Bak KAFDAĞI öteki dünyayla bu dünya arasındaki bir sınır. Ve bu sınırın arkasında Tanrı, melekler ve ahiret görevlileri var. ÖSYM’yle bağlantısı şu; Tanrı bu dünyadaki olmuş ve olacak her şeyi bilir değil mi? Yani sınav sorularının cevaplarını da bilir. Bu durumda öğretmenler KAFDAĞI’nın arkasındaki Tanrı konumunda. Peki ya protesto diyeceksin. Prostatımız, prostat ne ya? Protestomuz şu “Devlet halkın bir parçasıdır. Çünkü devlet halktır.” anlayışı. Yani devletin halktan yüksek olmadığını göstermek. Devletle halk arasındaki bütün sınırları yani KAFDAĞI’nı ortadan kaldırmak. Devletin aslında halkın bir parçası olduğunu ve sınav sorularını gizleyerek kendini bu sınırın arkasına koyduğunu söylemek ve bu durumu yok etmek, protesto yapmak. Tabii aynı zamanda senin dediğin gibi para kazanmak.”

“Ama bu yasadışı. Suç. Çok yanlış. Ayrıca neden tur şirketi? Hâlâ anlamadım.”

“Sınav ne kadar doğru? İnsanların bilgilerini test etmek bilginin var olma amacına hakaret değil mi? Ayrıca sen para kazanmak için buradasın. Sorgulama. İşini yap. İstemiyorsan gidebilirsin. Turla alakasını boşver. Sen burada çalışansın. Sorgulama.”

“Peki devlet neden bu tur şirketini ortadan kaldırmıyor?”

“Haberi yok da ondan.”

“O zaman nasıl bir protesto bu?”

“Sen sorgulama işini yap. Kendini kötü hissediyorsan gidebilirsin,” dedi. Kadına tamam ya ben de zaten evde boş boş oturduğum için çalışıyorum diyemedim. Ama ben bir şeyleri protesto etmek istemiyordum ki. Ekmek parası işte. Yoksa ben anlarım protestodan?

İlk bir hafta sesimi çıkarmadım. İkinci haftanın üçüncü günü Nur Yerlitaş’ı odaların kapısının birinden geçerken gördüm. Yine bir anlam veremedim. Para kazanmak için çalışmaya devam ettim.

Soruları sordum. Cevapları aldım ve ÖSYM’ ye postaladım. Bir gün de en az yüz soruyu sorup postalayordum. Gerçekten baya çalıştım.

Derken üçüncü haftanın ortalarına doğru bir dedikodu çıktı. Şirket küçülecekmiş. Kötü durumdaymış. Bu yüzden çıkaracaklarmış bizi işten.

İşte neyse o gitti, bu gitti. Sıra bana geldi. Müdür yardımcısı İbrahim Bey beni odasına çağırdı. Ben de gittim mecburen.

Ama odasında küçük masanın tek yakasında olan sandalyede kimi görsem dersiniz? Nur Yerlitaş. Şaşırdım kaldım. Bana gülümsedi. Sonra o bayıcı (Bunu da Google’dan bakmayacaklar ama sen kendini altın gibi görmek istiyorsun. Ben bir şey demiyorum ZDP.) şakasını yaparak:

“Otursana, kuşlar uçmasın,” dedi. İbrahim Bey de:

“Kuşlar uçsun. Özgürlük güzeldir.”

“Haklısın güzeldir İboş. Ama çalışanımızın böyle bir suç işlerkenki hissettiği duygular aklından kaçmasın ki ben de ilham alıp çizim yapabileyim,” dedi ve ben sonunda ilk olarak bacaklarımı ikna edip oturdum sonra da şöyle dedim:

“Çizim mi? İlham mı? Anlayamıyorum.”

Benim böyle dememle beraber ikisi de aynı an da konuşmak istediler. Sonrasında da İbrahim Bey sustu. Nur Yerlitaş konuşmaya başladı:

“Tatlım. Senin hiçbir şeyden haberin yok değil mi? Bu arada kusura bakma ama bedenin odun gibi. Bacakların ağaç dallarından farksız. Memişlerin de küçücük. Küçük çocuk gibisin.”

“Anlamadım.”

“Kusura bakma. Meslek alışkanlığı. Neyse dur Yeter’e haber verelim de bana bi’ Kapi yapsın.”

“Kapi mi? O ne ya?”

“Ay tatlım! Çok komiksin valla. Neyse dur ben hemen her şeyi anlatayım sonra da sen bir şey anlat ve tazminatını al evine git,” dedi ve masanın üzerinde ki telefonu alıp Yeter’den (Bu arada Yeter bu şirketin çaycısı.) bir tane Kapi istedi. Kapisi gelince de konuşmaya devam etti:

“Bak, tatlım bilirsin biz sanatçılar ilhamla çalışırız. Yani çizmek için ilhama ihtiyacımız vardır. Geçen yıl hani ÖSYM’nin soruları çalındı ya işte o olay beni çok etkiledi. Bir de üzerine sevdiceğim beni bırakıp KAFDAĞI’nı bulacağım diye keşfe çıktı. Ben o kadar depresyona girdim ki hemen ilhamın gelmesini ve bir şeyler çizmem gerektiğini düşündüm. KAFDAĞI’nın ne olduğu hakkında az çok internetten araştırma yaptım. Ama ÖSYM sorularının çalınmasıyla alakalı kime başvurduysam bir türlü istediğim şeyi alamadım. Yani bahsedilen şeylerde hiç duygu yoktu. Daha doğrusu en fazla hakkı yenilmiş öğrencilerle konuşabildim. Oysa suçlu olan insanların duyguları lazımdı bana ilham için. Ben de bu yüzden böyle bir plan kurdum. KAFDAĞI’yla ÖSYM’yi birleştirdim. Böylece sizlerin sınav sorularını paylaşırkenki psikolojinizi anlayabilecektim. Tabii sonunda siz de gelip bana anlatacaktınız hissettiklerinizi. Aslında bir ay daha çalışmanız gerekiyordu. Ama hepinizin maaşını ben ödüyorum. Biraz sıkıntıya girdim desem yalan olmaz. Bu arada sorun yok. Sınav sorularını falan paylaşıp iki dünya arasındaki sınırları aşmıyorsunuz. Yani hiçbir şeyi protesto etmiyoruz. O soruların cevapları bana geliyor. Yani korkma. Ha bu arada bunları kimseye söyleme ve hadi bahset bir şeylerden,” dedi.

Ben de anlattım bir şeyler. Kendimi çok kötü hissettim falan dedim. O da bu arada not defterine bir şeyler karaladı. Sonra İbrahim bey:

Tazminatını muhasebeden alabilirsin. Bunları kimseye söyleme ve bizimle çalıştığın için teşekkür ederiz,” dedi ve ben de mecburen çıktım. Gidip muhasebeden tazminatımı aldım.

Aradan birkaç gün geçti. Nur Yerlitaş beyninden ameliyat olunca her şey açıklandı ve bu tur şirketi de kapatıldı.

Aslında ben anlamıştım. Yani işin içinde bir tuhaflık olduğunu. Yani bana soruları veren kız kendini rolüne çok kaptırmış olmalı. Yoksa bir sanatçının Akbil’inin otobüs durağından geçmesi için bu kadar bilgili konuşulmaz.

Ayrıca dünya çapındaki hangi protesto sadece mırıltı ve fısıltılardan ibaret? Nasıl kimsenin haberi yok?

Bir de Türkiye de böyle bir şirket kurulacak ve kimse sınav sorularını çalmak istemeyecek. Bu yüzden işler kötü gidecek ve şirket çalışanlarını işten çıkartacaklar. Hadi canım. Evet, belki çok zeki bir insan değilim ama bu gayet de anlaşılır bir şey. İşin içinde bir bit yeniği olduğuna dair.

Tabii sizinde anlayamadığınız kısımlar var. Mesela geziyle alakalı hiçbir şey olmamasını karşın neden bir tur şirketi? Çünkü sevgili Nurella’ya yardım edebilecek tek dostu bir tur şirketi zinciri sahibi. (Tabi dostunun tur şirketinin adı KAFDAĞI değil. Nurella koymuş bu ismi. Sevdiceği yüzünden.) Birini vermiş işte.

Diğeri de ya sen ilk başta sekreterdin sonra neden hısız oldun? Bu da şundan kaynaklı; zaten bu tur şirketi bir sekreter arıyormuş, ki Nurella için de çalışan lazım. İşte başvuran herkesi şirketin merkez şubesine sekreter olarak çalışacaksınız diye çağırmışlar. Ki kimseye söylemesinler. Sonra da arayıp her şeyi anlatmışlar. Yani her şeyden haberiniz olsun hiçbir şeyden biz sorumlu değiliz mantığı. Klasik, Türkiye’de bir şeyleri protesto etmenin korkusunun etkisi. Numaradan bile olsa. Tabii beni ve birkaç kişiyi unutmuşlar aramayı. Araya kaynamışız yani. (Bu arada bunları bir haber programına röportaj veren muhasebeci kızdan öğrendim.)

Neyse en azından tazminat verdiler.

Zilan Damla Polat

2008 yılında televizyonda başlayan bir tiyatro programını, ailesinin kendisini küçükken götürdüğü bir tiyatro oyunu yüzünden izlemek zorunda kalır. Çünkü ailesi onu masanın altından dev bir kızın şak diye kelebek olarak çıktığı bir oyuna götürür. O andan itibaren beyni ilk saçmalama virüsünü kapar ama o bunun farkına varamaz. 2008 yılında BKM’nin başlamasıyla beraber biraz daha mutluluk için 4 yıl tedavi görür. Ama o tedavi istemez. Tam tersine hastalığa sahip olmak ister ve seçkiye öykü gönderir.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar

    Konuyu samimi ve gerçekçi buldum. Değişik bir yaklaşım denemişsiniz. Hem eğlenceli, hem düşündürücü olmuş. Ösym kelimesinin nahoş çağrışımını (yani bende uyanan çağrışım) güzel bir şekilde yansıtmışsınız. Karakteri de çok sevdim, öykünün doğallığını güçlendiriyor. Diğer seçkilerde görüşmek üzere.

  2. Avatar for Zilan Zilan says:

    Merhaba :blush:

    Ösym’nin sizde nahoş bir çağrışımı olmasına sevindim. Çünkü bende de nahoş bir çağrışımı var. Hatta bir kaç tane.

    Onun dışında samimi, düşündürücü ve eğlenceli bulmanız beni çok mutlu etti. Sağolun. :blush::blush:

    Parmak uçlarınızın bu güzel dili için teşekkür ederim. Tabi öykümü okuduğunuz içinde.

  3. Avatar for Calypso Calypso says:

    Merhaba :slightly_smiling_face:

    Okuması oldukça keyifli bir öyküydü. Çok akıcı bir anlatımınız var ve değişik bir tarzda kaleme almış olmanız daha da ilgi çekici kılıyor öykünüzü.

    Çok eğlendim ve güldüm okurken, yan yana asla gelemeyecek kavram ve kişileri bir araya getirerek samimi bir eser çıkarmışsınız ortaya. Kaleminize sağlık.

  4. Avatar for Zilan Zilan says:

    Merhaba :blush::blush:

    Teşekkür ederim. Sizi gülderebilsiysem ne mutlu bana. Sağolun. :blush::blush:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for Calypso Avatar for maviadige Avatar for Zilan

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *