Öykü

Beden Arayan Ruh

Çalar saatin verdiği huzursuzlukla açtım gözlerimi güne. Yataktan her zamanki sersemliğimle yere düştüm. Yerde uzanırken kapadım gözlerimi bir süre. Sonra omzumun üzerinde bir el hissettim. Gözlerimi açıp baktığımda yatağından aşağıya sarkmış kadınımı gördüm.”Napıyorsun burda? Şapşal.” dedi. Yüzünde oluşan sahici bir gülümsemeyle. Cevap vermeden yattığım sert zeminden kaldırdım kendimi ve doğrulup bir buse kondurdum yanağına. “Günaydın,” diye sözsüzlüğüm üzerine söz aldı tekrar. Bu sefer “Günaydın güneşim.” diye karşılık verdim ona.

Gardırobun kapağını açıp üstüme bir şeyler geçirdim. Sonrasında lavaboya gidip yüzümü temizledim ve dişlerimi fırçaladım. Kahvaltı için kendime tost koydum ve yanında konsantre meyve sularından açtım. Yedikten ve içtikten sonra kapıya doğru yönelip dışarı çıktım.

Serin bir hava vardı dışarıda. Dosdoğru aracıma yönelip girdim içine ve kapımı kapadım. Motoru çalıştırmayı denedim ama tekledi. Havanın serinliği motoru soğutmuş olmalıydı. Tekrar denedim çalıştırmayı marşa uzun bir süre basarak. Motorun ısındığını hissedene kadar devam ettim işleme. Sövgüler, küfürler eşliğinde söylendim motora. Çabalarım yanıt vermemeyi sürdürdü. Birkaç denemeden sonra geri dönüş alabildim. Klasik müzik istasyonu olan bir fm açıp yol boyunca ofisime doğru sürdüm aracımı.

Uzun zamandır İstanbul halkını endişelendiren ve ülke gündemini iştigal eden bir olay vardı. Sonu kesilmeyen cinayetler ardı ardına geliyordu ve kesilmek bilmiyordu. Biri veya birileri bu cinayetleri işliyordu. Maktullerin vücutlarından deri parçaları alınıyor, otopsi sonuçlarına göre öldürüldükten sonra tecavüz edildikleri ortaya çıkıyordu. Sonları benzerdi ama hayatları farklıydı.

Aralarında öğretmenler, hemşireler, çoğunluk olarak fahişeler yer alıyordu. İstanbul emniyeti bu vahşi seri katilin bulunması adına özel dedektifleri de devreye sokan bir talimat verdi. En iyi dedektifler arandı ve işe koyulmaları için emir aldılar. Bendeniz bu dedektiflerin içerisindeydim.

Ofise vardığımda deri koltuğuma oturup alt çekmecelerden birini açtım. Türlü ıvır zıvır evrak ve dosyalar arasından şarap şişemi çıkardım. Bir fırt çektim, bir fırt daha. Bu seferki sağlamdı. Bir sigara çıkardım gömleğimin cebinden ve ateşledim. İşe koyulmaya hazırdım. Fotoğrafları incelemek adına ofiste bulunan başka bir odaya girdim. Göğüslerinden, bacaklarından, kalçalarından, vücudunun çeşitli yerlerinden deri parçaları alınmış maktuller karşımda duruyordu. İnceledim onları bir süre. Bir tanesinin gözleri oyulmuştu. Bana bakıyordu olmayan gözleri ve ölü bedeniyle. Masama tekrar geri döndüm.

Kapının çalındığını duydum. “Girin!” diye seslendim.

Sürekli şikayetlerde bulunan kadınlar geliyordu ofisime. Şüphelendiği şahıslar hakkında incelemede bulunmamı isteyen kadınlar. Onlardan bir tanesi daha kapımdaydı şüphesiz. Yanılmamıştım. İçeri girdi usulca. Harikulade bir fiziğe ve yüze sahipti. Gözleri muhteşem bakıyordu. Hafif çekik ve parıltılı. Diğerlerinden farklı kılan bir havası vardı.

“Takip ediliyorum,” diyerek söze girdi.

“Bu doğru olabilir.” dedim.

“Peşimde olduğunu sürekli hissediyorum,” dedi endişeli bir tavırla.

“Doğrudur.” diye karşılık verdim ona.

“Sizin yardımınızı istiyorum. İyi bir dedektif olduğunuzu duydum.”

“İsminiz?” diye sordum.

“Emel” diye yanıtladı.

“Burdan bana ulaşabilirsiniz.” diyerek kartvizitimi uzattım.

“Tamam,” dedi tedirgin bir tavırla. Sonra ofisten ayrıldı.

Gün boyu başka girip çıkan olmadı ofise. Çıkmak için hazırlanmaya başladım. O sırada telefona bir mesaj geldiğini duydum. Açıp okudum. Şöyle yazıyordu:

“Merhaba ben Emel. Şu anda takip ediyor.”

Sonrasında bir konum gönderdi telefonuma. Geri dönüp aradım onu. Kalabalık mekanlardan birine girmesini söyledim.

Girdap Kafe adında bir mekan bulduğunu ve peşindeki kişinin de onunla beraber aynı kafeye oturduğunu söyledi. Kapattık telefonları.

Paltomu alıp yola koyuldum. Bu sefer araç sorun çıkarmamıştı. Bulunduğu mekana ulaştım.

Bir mesaj gönderdim. “Yürümeye devam et.” diye.

Masadan ayrıldı. Ara sokaklardan birine doğru yöneldi. Aynı sürede masadan biri daha ayrılmıştı. İri kıyım bir herifti.

Fotoğraf makinemi çıkarıp bir kaç kez net bir biçimde fotoğrafladım onu.

Peşlerine takıldım. Issız sokaklardan birine daha girmişti ve o da takibe devam ediyordu. Mesafesini azaltmaya başlamıştı. “Emel!” diye bağırdım arkasından. Şüpheli şahış koşmaya başladı. Silahıma davranıp bacağına isabet ettiren bir kurşun sıktım. Yere düştü. Peşinden gidip başına çöktüm. Birkaç yumruk salladıktan sonra polisi aradım. Ambulansla birlikte polis araçları geldi. Kurşun sıyırmıştı. Ufak müdahalelerden sonra yaka paça karakola götürdüler. İfadesini dinlemek adına Başkomiser Ferhat Bey’den ricada bulundum. İçeri girdim. Cam arkasından izledim. Her şeyi açıklamıştı.

İfadesi şöyleydi:

“Bir karım vardı. Rüyalarımda tekrardan beden bulabilmesi için kadın parçalarından bir beden inşa etmemi söylüyordu. Tecavüzü de bu yüzden ediyordum. Her kadından birer parça kestim ve bir iskeletin üzerine bunları yapıştırdım. Kasaplık mesleğiyle uğraştığımdan zor olmuyordu benim için. Bedeni oluşturmama bir parça kalmıştı. İhtiyacım olan sırtındaki deri parçasıydı. Orospu çocuğu Dedektif olmasaydı karımın bedenine kavuşacaktım.”