Gün bir kez daha aydınlandı. Olan ve olacak onca şeye rağmen… Güneş bir kez daha cesaret etti; o lanetli gezegenin karşısına çıkmaya. Güneş, kendini feda etti şu meşhur ölümlüler için ama faniler hiçbir şeyin farkında değildi. Ta ki küçük çocuk bir eli şapkasında diğer elinde gazeteler ile sokakta bağırana dek.
“Yazıyoorr yazıyorrr… Binlerce kişinin beklediği haber yazıyor. Ölümün bir elveda diyebilmek olduğunu yazıyor.”
Çocuğun sesini duyan hanelerdeki her birey gazeteci çocuğun peşinden gidiyordu, haberin devamını öğrenebilmek için. Gazetenin tam ortasında büyük puntolarla bir şiir yer alıyordu:
Son söz önemliymiş,
Giderken gittiğine bıraktığın söz
Neden bilinmez ama hayat,
Bir elveda diyebilmekmiş.
Ardında bıraktıkların,
Bir söz ile avunabilirmiş.
Ölüm bir elveda diyebilmek içinmiş.
O zaman, şimdi elveda deme zamanı…
Bir kara toprak
Bir beyaz kefen
Soğuk bir beden için yeterliymiş
Sonsuzluk denen karanlığa uğurlanmak için.
Gazeteyi eline alan her birey yaşadığı şokun içersinde iken, sadece haberi okuyanların duyabileceği bir ses yankılandı. “Zaman daralıyor .” Bu ses ile birlikte herkesi ölüm korkusu saracağı halde aksine herkesin yüzünde buruk bir gülümseme yer aldı. Sanırım şimdi şaşırma sırası küçük gazeteci çocuktaydı? Yok hayır o da şaşırmadı. Kendi içinde “Şu garip büyükler ve onların içinden çıkılmaz ruh halleri,” diye düşündü sanırım ya da parasını alıp kurduğu hayalleri gerçekleştirmek için büyümeyi bekliyordu… Kim bilir?
Gazeteyi okuyan topluluk tek tek evlerine dağıldı. Bir hazırlık başladı. Her hanede bir mektup oluşturuldu. Herkes şiiri ezberlemiş gibi mektubuna o şiiri yazarak başladı. Ölüm bir elveda diyebilmekmiş… ELVEDA. Çocuğu olanlar çocuklarını son kez kokladı, öptü. Belki de üzülme bile dediler. O küçücük çocuklar olacaklardan habersiz ağlamaya başladı.
Topluluk son hazırlıklarını yaptı ve o koca dağın zirvesine doğru yol aldı. Çocuklarını evde bırakmak yerine onları da yanlarına aldılar. Sanki yapacakları şeyde bir mesaj varmış ve o çocukların bunu anlaması gerekiyormuş gibiydi.
Dağın başında toplanan toplulukta bir sessizlik hakimdi. Bu sessizlik bir şeyin tereddüt müydü? Yapmak ya da yapmamak arası köprünün ortası mıydı bu sessizlik? Ya da ölmek ya da ölmemek? Her neyse sessizlik kısa sürdü. Bir kişi ortaya çıkıp gücü yettiği kadar güçlü bir sesle şiiri tekrarladı ve kendini kavurucu boşluğa attı. Beraberinde yüzlerce kişi kendini o boşluğa attı. Atlayan kişi sayısı arttıkça o boşluk bir yıldız gibi etrafa ışık saçtı. Evet yanardağ kurbanlarını alabilmişti sonunda.
Senelerdir orada olduğundan habersiz olan halkın atladığı bu yanardağ istediği miktar kurbana ev sahipliği ettikten sonra ortadan büyük gürültüyle kayboldu.
Gazete mensupları bu olaya anlam veremedi. Küçük çocukların anlattıkları hep havada kalıyordu zira ortada bir yanardağ yoktu. Ardına bakmadan atlayan fanilerin ardından; sadece şu satırlara sahip bir gazete haberi yayınlandı…
“Yüzlerce çocuk ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde tedaviye alındı. Bu çocukların ailelerinin yeri henüz belirlenemedi. Tarihin en gizemli olayı ne zaman çözümlenecek?”
Öykünüzde “Neden?” sorusuna herhangi bir cevap yok. Gerçeküstü olsun ya da olmasın tüm olay kurguları bir nedensellik ilkesi üzerine kurulmak zorundadır. Gazeteyi okuyan herkes okuduklarına ivedilikle inandıkları yetmiyormuş gibi bir de atlamaya gidiyorlar. Tüm bu hazırlık süresince onca kişinin tanıdığı kimse bu durumu sorgulamıyor? Hikayeniz boşlukta yer alıyor gibi. Kat etmeniz gereken çok yol olduğunu düşünüyorum. Diğer seçkilerde görüşmek dileğiyle.
Elbetteki daha çok uzun bir yolum var. Ama şuna inanıyorum dediğiniz gibi bir nedenin olması gerekir lakin bu seçkide o nedeni okuyucunun bulmasını istedim. Büyük bir açık olmuş olabilir okuyucuların anlaması için ama sizinde atladığınız küçük bir nokta var hazırlıkların olduğu her hanede yanardağ başına gidenler var onun dışında çocuklar. Çocukların bu gibi sorgulama yapmasını bekleyemeyiz. Bu güzel yönlendirici yorumunuz için size çok teşekkür ederim. Dikkate alıp kendimi geliştireceğimden emin olabilirsiniz.