Öykü

Başka Bir Dünya

Sadece yorgundum, sadece yorgun. Ne en yakınımdaki sağır sultanları anlayabilecek ne de çok uzaklardaki savaşlara dayanabilecek gücüm vardı.

Uzandım küçük odamdaki tek kişilik yatağıma. Ne yapacağımı bilmez hâlde, elimde bir ilaç şişesiyle. Kapağını açtım, döktüm avucuma hepsini, saydım teker teker, tam yirmi tane ve pembeydiler.

Tam o sırada süzüldü içeri mor, yeşil, evrenin bütün parlak ışıklarıyla. Tüm bedeni şeffaftı, damarlarını görüyordum, damarlarının içindeki kanın akışını, kalbinin bir emme basma tulumba gibi çalıştığını görebiliyordum. Kafatasının içinde cevize benzeyen iki yarım küreyi, beynini, beyninin binlerce kıvrımını görebiliyordum. Donup kalmış bir vaziyette, elimde 20 tane hap seyrediyordum, bir film sahnesinden fırlayıp gelmiş varlığı.

Uzattı ışıklar saçan elini bana,

Korktum büzüldüm yatağımın içinde. Kalbi parçalara ayrılır gibi oldu, kalbi kırıldı galiba ben ondan korkunca, göz pınarlarında yaşların biriktiğini gördüm.

“Korkma,” diyordu bana, hissediyordum. “Korkma, zarar vermem ben sana,” deyince,

“Bu dünyada yaşamak istemiyorum, insanlar duymuyor artık birbirini, duymak istemiyorlar birbirlerinin derdini, acısını. Duymuyor kimse yakınındakinin yardım çığlıklarını. Benzemek istemiyorum onlara,” dedim ben de ona.

Biliyordu yaşadıklarımı, bu yüzden buradaydı, anlamıştım.

İki gün önce okulumda bir grup öğrenci ile ülkemde patlayan bombaları, madenlerde göçük altında kalan işçileri, depremde kimse yok mu diye bağıran insanları, işsiz kalan gençleri, Afrika’daki aç çocukları, çevre katliamlarını, kesilen zeytin ağaçlarını, buzulun üzerindeki kutup ayısını nerede haksızlığa uğrayan canlı varsa hepsinin sesini duyurmaya çalışmıştık. Ama kimse duymadı bizi. Arkadaşlarım yanıma yaklaşmadı. En sevdiğim öğretmenim bile kötü kötü bakıp, sırtını dönüp gitti. Okula siyaset sokmuşuz, siyaset miydi aç kalan çocuğa üzülmek, zeytin ağaçlarını kesmeyelim demek, savaşlar olmasın demek siyaset miydi, bilemedik. Okuldan atılma belgem elimde, iki gözüm iki çeşme.

Eve koşarken ağlamam sokaklara taşmıştı. Kimse dönüp bakmıyordu bile, ne derdi var acaba, diye. Duymuyorlardı beni.

Eve geldiğimde benden daha çok ağlayıp bağıran biri vardı. Susuverdim, ablamın hıçkırıklarını duyunca. Annem ablamın odasının kapısında, aç kapıyı kızım ne olur, diye yalvarıyordu. Babam da evdeydi. Koltuğuna oturmuş, elinde bulmacası, yakın gözlüğü burnunun ucunda, bu bağırış çağırışlar ise sanki dünyanın öbür ucunda, kutuplarda.

Bir ara sesler kesildi, tam oh, derken ben, annem daha çok korktu içerideki sessizlikten. Beraberce yüklendik kapıya. Ablam bir melek gibi uzanmış, sanki biraz önce acıyla bağıran o değil gibi. Huzurla uyuyor, diye düşünüyordum ki, bu sefer annem başladı haykırmaya. Ambulans, ambulans, diye. Komedinin üzerinde boş bir ilaç şişesi, kapağı yere yuvarlanmış, halının üzerinde.

Ambulans gelip ablamı alıp gittiğinde, babam koltuğunda oturuyordu hâlâ. Kesin kulakları duymuyor, dedim. Kocaman yeşil kristal cam vazoyu alıp tam arkasında taşa bıraktım. Vazo milyonlarca moleküle ayrıldı, molekülleri bir arada tutan tüm bağlar kopuverdi. Ses açık kapıdan tüm mahallede yankılandı, babam zıpladı yerinden, koltuğun altına sığınmaya çalıştı. Hımm, Duyuyormuş, dedim.

“Öhööö, öhööö,” dedi öfkeyle, o kadar, banyoya girdi, saatlerce çıkmadı dışarıya, sadece su sesi duyuyordum dışarıda. Şırrr, şırrr…

Eve döndü ablam, karnında yeni bir can ile. O züppe sevgilisi terk etmiş hamile olduğunu duyunca. Ev sessiz sedasız yaşamaya devam ediyordu, annem ile ablam mutfakta, ben odamda… Bizim sağır sultan dünyanın bütün bulmacalarını çözmeye karar vermiş gibi, koltuğunda. Sanki bulmacalar çözülünce sorunlarda çözülecekti. Ablam babamın sağır sultan halini üstüne alınıyordu. Gitti bir gün yanına, babacığım üzgünüm, başını önüne eğdim, dedi, elini öpmek istedi. Babam duymamış gibi yine, kalktı koltuğundan öhöö ö öhö diyerek banyoya gitti. Saatlerce çıkmadı banyodan, su sesi geldi hiç kesilmeden… Şırrr, şırrr…

Ertesi sabah ablamı odasında, bilekleri jiletle kesilmiş halde bulduk, yerdeki taşa uzanmış, kırmızı en sevdiği renkti, kırmızı bir gölün içinde yatıyordu, elleri karnının üzerinde.

Dediler ki evden yükselen çığlıkları Mısırdaki sağır Sultan bile duydu, ama yanı başımızdaki Sultan duymamıştı,

Dediler ki ablamın hikâyesini tüm İstanbul duydu ama en yakınımızdaki duymamıştı…

Babam bulmacasını çözmeye devam ediyordu…

Dayanamazdım artık çevremdeki sağır sultanlara,

Yaşayamazdım onların nefes aldığı ortamlarda,

Ne oluyordu, salgın bir hastalık gibi yayılıyor muydu sağırlık,

Neden kimse duymuyordu birbirini, bütün insanlık çığlık atıyordu da kimse umursamıyordu.

Benzemek istemiyordum onlara…

Elimde bir şişe ilaç kutusu, uzanmıştım yatağıma.

O ise bekliyordu beni, ışıklar saçan eline uzattım elimi.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,

    Hikayenizi hüzünle okudum, anlatımınız ve seçtiğiniz konu beni derinden etkiledi.

    Devrik cümleleriniz hikayenin geneline şiirsellik katsa da bir süre sonra hikayeyi takip etmemi engelledi.(bu durum bana mahsus da olabilir)

    Gelecek aylarda da yürek burkan öykülerinizi okumak isterim ! :slight_smile:

  2. Merhaba.
    En yakınımızdakinin sağır sultanlığı en acısıdır. Kısa ve sert bir öyküydü. Ataerkilliğin ağır ve korkunç yanını onu sağır sultan kılıfına bürüyerek çok güzel anlatmışssınız. Dilerim bu öykülere sebep olacak gerçek hikayeler dünya üzerinden silinir ve anlatılanlar sadece hikaye olarak kalır.

    İlhamınız daim olsun.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for merveriii Avatar for osmannkeceli