Öykü

Zapt

Karga çığlıklarıyla uyandığım bir günün sabahında görmüştüm onu. Bulutlu bir göğü yararak ilerliyor, geçtiği yerleri maviye boyuyordu. Gözlerimle takip ettim onu. Bir süre sonra kayboldu. Maviler oluk oluk akmaya başlamıştı griliklerin arasından. Uğraşıyordu gök; birleştirmeye çalışıyordu kendini bulutlarla. Kesiklerini kapamaya çalışıyordu gayretli çabalarıyla. Ne yapsa olmuyordu. Nafileydi.Ardında bıraktığı izler, göğün dikemeyeceği kadar derin kesiklerden oluşmaktaydı. Derin bir gürleme izledi bu çaresizliği. Bulutlar dört bir yandan gözyaşlarını bırakıyordu. Kesikten akan maviliklere değmiyordu bu yaşlar. Gökkuşağı hakkındaki rivayetleri bildiğim için geçmeye çalışmıştım o gün ALTINdan. İlk defa o gün ahmak saymıyordum kendimi, ıslanmadığım için. İzlerin peşinden gidiyordum önüme bile bakmadan, onu bulmak için. Kafam hep tepede, gözlerim hep gökteydi. Dereleri tepeleri geçtiğimi hissedebiliyordum. Ardımda bıraktığım o kadar çok şey vardı ki, hepsinin farkındaydım. Sanırım. Hava kararıyor, ben hala onu yakalayamıyordum. Peşinden gelenleri düşünmeyen birisi gibiydi. Sanırım. Ayaklarımın birbirine dolanmasından anladım, yolun sonuna geldiğimi. Büsbütün çökmüştüm yere. Ay’sız bir akşamın sonunda.

Gözlerimi açtığımda, Ay hala yoktu. Üstelik ondan da en ufak bir iz bile yoktu. Kanayan gök, yas elbisesini üzerine geçirmişti. Üstümden vızıldayıp geçen uçakların aydınlattığı bir gecede, hem onu hem de Ay’ı yitirmiştim gözlerimden. Kapandım çimlerin üstüne. Teselliyi yeşilliklerde aradım. Kimin gözyaşı döktüğü karışmıştı şimdi. Bu topraktan çıkacak bitkiler, hangi dünyaya yararlı olacaktı ki şimdi? Ceset gibi uzanmıştım yeşilliğe, gerçek olmasını dilerken ki ana dek. Kafamı kaldırdığımda, geldim göz göze onunla. Devasa gövdesi, gecenin karanlığını kaplamaya yetiyordu. Gölgem geceye muhbir olup, sırtımdan tutmuştu beni sanki. Kımıldayamıyordum. Yaklaşıyordu yaklaşmakta olan. Çenesinin altı, kestiği bulutların izleriyle kaplıydı. Aniden o çizik dolu çene gerilmeye başladı. Açılan ağızla birlikte, o görkem dolu sivri dişler ortaya çıkıverdi.Gittikçe yaklaşan ağzıyla arasındaki mesafem daralmaktaydı. Ben, onun tarafından yutulmayı çaresizce beklerken; o, açık ağzıyla ve koca dişleriyle bana bakıyordu. Başımı eğerken, o dişlere kaydı gözlerim ister istemez. Dişlerinin arasında gördüm kendimi, kendime bakarken. İplerim dolanmıştı, sivriliklerinin arasına. Sonra birden her şey gözden kayboldu. Etraf karardı. Tekrar aydınlandığında, karga çığlıklarıyla uyandığım bir sabahın ortasında, kafamdaki sorularla ve cevaplarla buldum kendimi. Göktü o gün o yüzdüğü alem. Ay’dı o gün o ağzı aydınlatan. Peki ya kimdim ben? Dişlerinin arasındaki kukla mı? Yoksa o göğü talan eden, Ay’ı zapt eden balinanın ta kendisi mi?