Öykü

Hurdacı

“Otuz sekiz yaşındayım. Karım yok, çocuğum yok, annem babam yok. Liseyi ite kaka bitirmiştim dayım sayesinde. Artık dayım da yok. Her konuda kendimi yetersiz hissederdim. Onunla tanışıncaya kadar da en iyisini ben bilirim dediğim hiçbir konu yoktu. Kısaca sizin anlayacağınız boşuna geçen koca yıllar… Bir yaşam nasıl harcanır dersi için konu mankeni olabilecekken tanıştım onunla.

Dayımı toprağa verdiğim günün ertesiydi çok iyi hatırlıyorum. Deli gibi yağmur yağıyor, boş boş pencereden dışarı bakıyorum. Tahta el arabasıyla koşturmaya çalışan hurdacının arabası nasıl olduysa yana devrildi. İçindeki üç beş parça sağa sola saçıldı. Hurdacı bir yandan eşyaları topluyor, bir yandan da arabaya, küfürler sıralıyor. Çok düşünmeden seslendim ona.

“Hurdacı gel içeri çayım var, ısınırsın.”

Şöyle bir baktı bana. Düzelttiği arabasında birkaç parça şey. Kararsız kaldı herhalde. İkinci seslenmemle onları da kucaklayıp daldı apartmana. Eski bir apartmandı benimkisi, ucuza oturuyordum, başımı sokacak bir yer işte. Bu girdi içeri sırılsıklam. Elindekileri koyacak yer arıyor.

“Bırak şöyle kapı dibine,” dedim.

Bıraktı. Eski bir havlu verdim kurulansın diye. Daracık mutfağa attığım iki tabureye oturduk. Sehpa olarak kullandığım pencere pervazına koydum bardağını.

“Sağ olasın bu iyi oldu,” dedi çayı yudumlarken.

“Ee”

“E ne?” dedim ben de.

“Beni çağırdığına göre elinde hurdaya çıkan bir şeyler vardır herhalde,” dedi. Gülümsedim.

“Bir ben varım hurdalık. Olur mu?” dedim.

Gülmedi.

“Ya kusura bakma, seni sokakta öyle görünce ısınırsın, dinlenirsin diye çağırmıştım. Hata mı ettim?”

“Yok, hata etmedin. Bizim külüstürde çıktı hurdaya galiba.”

Bu kez sarı dişlerini ortaya çıkararak. O zaman onun yaşlı olduğunu fark ettim. İçeri girdiğinden beri yüzüne ilk kez dikkat ediyordum.

“Bir çay daha… Nasıl gidiyor hurdacılık işi. Var mı para bu işte?”

Niyetim birbirimize boş boş bakmayı engellemekti. Nedense gergin hissetmiştim kendimi.

“Ne yapacaksın?”dedi. “Hurdacı mı olacaksın?”

“Olabilir,” dedim. “Neden olmasın.” “İşim gücüm yok. Orada burada ne iş bulsam yapıyorum.”

“Dur bakalım,” dedi. “Bunu herkes yapamaz. Bak, ben geldim altmış yaşıma, işin püf noktalarını yeni anlıyorum. Kolay mı eskicilik, hurdacılık?”

“Ya amca yani kusura bakma, nesi zor bunun Allah Aşkına?”

Ters ters baktı bana. Bir şey demedi. Sigarasının dumanını içine çekti.

“Gücendirdim mi seni? İş benim için karın doyurmaktır. Her ne olursa yaparım. Zaten karnım doysa bana yeter,” dedim yüzüne bakmadan.

“Yağmur durdu ben gideyim. Sağ ol çay için. Yarın beni saat kulesinin önünde bekle, dokuzda.”

Şaşırdım.

“Dediğimi yap, bakalım görelim boyunun ölçüsünü”

Kızdırdığımı anladım ama bir hurdacının nazını çekecek hâlim de yoktu açıkçası. Ertesi gün yapacak bir şeyim olmadığından gittim saat kulesinin altına. Oradaydı ama bir gün öncesinden çok farklıydı. Hurda arabası yoktu. Gayet temiz ve güzel giyinmişti.

“Önce seni bir yere götüreceğim,” dedi. “Yalnız hiç soru sormayacaksın. Sadece izleyeceksin.” Günüm ilginçleşmeye başlamıştı. O yaşıma kadar öyle monoton yaşamıştım ki. Başımı olur anlamında salladım. Bir yarım saat yürüdük hiç konuşmadan. Eski bir binanın önüne geldik. Fabrikadan bozma bir yerdi. Demir kapının önünde cep telefonundan bir konuşma yaptı Hurdacı. Kapı açıldı. İçeride belki elli kişi vardı hummalı bir şekilde çalışan. Dağ gibi bir hurda yığınından bir şeyler ayıklıyorlardı. Soru soracak oldum, durdurdu beni. Hurdacıyı gören saygıyla eğiliyor, ona tebessümle bakıyordu. Ofise benzer bir odaya geçtik. Masanın üzerinde eski bir saat duruyordu.

“Bu ne?” dedi.

Saçma bir soruydu. Omuz silkip, “Saat,” dedim.

Dişlerinin arasından “Salak!” diye tısladı. “Saat olduğu malum, ne görüyorsun?”

Sinirlenmeye başlamıştım.

“Sinirlenme,” dedi bana. “İyi bak. Bak şuraya gördün mü yazıyı? Bak altında da bir tarih. Kayışına bak. Camındaki çatladığı fark ettin mi? Bir de markaya bak şimdi. Birleştir hepsini.”

Hurdacı birden bilim adamı gibi görünmeye başladı gözüme. Sanki bir kimya formülü üzerinde çalışıyordu ve ben kimyadan hiç çakmayan zavallı bir öğrenciydim.

“Dur, önce sana şu çay borcunu ödeyeyim.”

Bir düğmeye bastı, bir şey demeden iki çay geldi. Sessizce içtik. Ben Hurdacı’nın elindeki saate dikmiştim gözlerimi. O da bir bana bir saate bakıyordu.

“Anlamadın mı?”

“Anlamadım.”

“Bu gördüğün saat bir yaşam,” dedi bana. “Ben öyle sandığın gibi üçe beşe hurda toplamıyorum, yaşam topluyorum.”

İyice şaşırmıştım.

“Kolay değil derken bunu dedim. Burada yaşamlar topluyor, onları sahiplerine iade ediyoruz. Gel benimle”

Peşine takıldım. Oradan çıkarken hurdaların gruplara ayrıldığını, herkesin notlar aldığını, birilerinin de bu notları bilgisayara geçtiğini fark ettim. Garip bir his vardı içimde. Sanki uzay istasyonuna girmiştim ve anlamadığım bir şeyler dönüyordu etrafta. Bir yarım saat daha yürüdük. Şık bir apartmana geldik. İkinci kata çıktık. Hurdacı kapıyı çaldı. Ellili yaşlarda bir kadın açtı kapıyı, bizi içeriye buyur etti. Salonda çok yaşlı bir adam yatıyordu. Yanında oksijen tüpü.

Kadın “Tam zamanında geldiniz, ölmek üzere,” dedi.

Hurdacı adamın yanına gitti, avucunu açıp saati bıraktı. Adamın gözlerinden iki damla yaş süzüldü, avucunun içindekini son gücüyle dudaklarına götürdü ve öptü. Ardından birkaç dakika sonra son nefesini verdi. Avucu açıldı, saat yere düştü. Ellili yaşlardaki kadın metanetle saati aldı. Okşadı. Sonra masanın üzerinde duran zarfı Hurdacı’ya verdi. Sessizce dışarı çıktık.

“İşte,” dedi.“Benim için hurdacılık budur. Biz hurdalardan yaşamların izini sürer ve onları bir bulmacanın son parçası gibi buluştururuz insanlarla. Her hurda kıymetli değildir. Bunu iyi ayıklaman gerekir. Sonra sıkı bir takipçi olmalısın. Tüm bunlar bizim sanatımız.”

Etkilenmiştim.

“İstersen öğretirim sana en temelinden başlayarak,” dedi.

“Benim bütün hikâyem bu. Rahmetli ustam on yıl uğraştı benimle. Bir hurda gibi beni toparladı, yaşam kovalayıcısı yaptı. Şimdi bu kol düğmelerini nereden, nasıl bulduğumu sormayın artık. Sizin için kıymeti neyse sadece onu ödeyin, fazlasını istemem.”

Nurdan Atay

Endüstri mühendisiyim. Mesleğimi çok uzun süre yaptıktan sonra rotamı edebiyat çalışmalarına çevirmeye karar verdim. O tarihten beri de yazıyorum. İkinci üniversite Edebiyat okuyorum. Bir grup yazan/yazar arkadaşımla birlikte her ay Kil-Tablet adında öykü fanzini çıkarıyoruz. Ağırlıklı olarak öykü ve tiyatro oyun metinleri yazıyorum. Okumayı, seyahat etmeyi, film izlemeyi, yogayı, el sanatlarından becerebildiklerimi yapmayı, doğayı, öğrenmeyi, araştırmayı seviyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba, öncelikle yazınızda kullandığınız betimlemeleri ve bazı derin cümleleri beğendiğimi itiraf etmeliyim. Genel olarak konusu da hoşuma gitti fakat tam düşündüğünüzü aktaramamışsınız gibi hissettim. Kopukluklar vardı, bu yüzden hoşuma gitse de parçayı tam anladığımı söyleyemem. Yine de elinize sağlık, iyi günler dilerim. :slight_smile:

  2. Merhaba,anlaşılmayan yerleri öğrenme şansım olsa daha detaylı açıklayabilirim belki ya da belirttiğiniz alanları yeniden gözden geçiririm. Yazarken bazı boşlukları özellikle okurun doldurması için bırakmıştım. Daha detaylı yazarsanız çok sevinirim. İlginize teşekkürler

  3. Merhabalar,
    Öykünün atmosferini çok beğendim. İnsanı içine çeken gizemli ve etkileyici bir yanı var. Vuslat dizisindeki samimiyeti ve antikaların içinde barındırdığı gerçeklerin etkisini bu hikayede de buldum. Emeğinize sağlık. :slight_smile:

  4. Merhaba,

    Elinize, emeğinize sağlık. Yaşam toplayan hurdacı konusunu çok beğendim. Ve bu hurdacının 38 yaşında halk diliyle pek bir baltaya sap olamamış biriyle karşılaşması da çok güzel bir detay. Öykünüzde dikkatimi çeken bir kaç nokta var. İzninizle onları aktarmak istiyorum:

    “Dayım” ile başayan ikinci paragrafta zaman ile ilgili bir atlama olduğunu düşünüyorum. Karakter geçmiş bir zamanı hatırlayıp, geri dönüş yapmış ama şimdiki zaman kullanımınız buna uyum sağlamamış. Belki şöyle olabilirdi “Deli gibi yağmur yağıyordu, boş boş pencereden dışarı bakıyordum. Tahta el arabasıyla koşturmaya çalışan hurdacının arabası nasıl olduysa yana devrildi. İçindeki üç beş parça sağa sola saçıldı. Hurdacı bir yandan eşyaları topluyor, bir yandan da arabaya, küfürler sıralıyordu. Çok düşünmeden seslendim ona.”

    Hurda’cıyı saygın ve bilge olarak aktarırken, ağzından çıkan “salak” kelimesi karakterle çelişki yaratmış diye düşünüyorum.

    Son olarak, yukarıda da belirttiğim gibi hurdacının “yaşam” toplama fikrini çok beğendim ama sahiplerine iade etme aşaması kafamı karıştırdı. Masa üzerindeki saat için hurdacı “bu saat bir yaşam” diyor daha sonra bu saati avucunda, ölmek üzere olan yaşlı adama verirken görüyoruz. Adam ölüyor, yanındaki kadın bu saati alıyor hurdacıya bir zarf veriyor. Burada sanki anlam yitimi oldu. Yaşamı ölenlerden mi topluyor, ya da ölenlere mi iade ediyor? Belki ben doğru okuyamıyorum ya da bir şeyleri kaçırıyorum.

    Tekrar kaleminize sağlık
    Görüşmek üzere

  5. Merhaba; yorumunuz için teşekkür ederim. Vuslat dizisini bilmiyordum ama sizin yazınızdan sonra izlemeye karar verdim. Tekrar teşekkürler

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

2 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for Muge_Kocak Avatar for tubapacci Avatar for guzgezgini Avatar for Nurdan_Atay

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *