Öykü

Kurşun Düşler

Göl kenarında, çamurlu yolda bir ışık belirdi. Sönük, titrek bir ışık… Ardından gıcırdayan dingilin ve tıkırdayan bir tekerin sesi duyuldu. Hurdacı son 4 yıldır, aynı yoldan, sabah ve akşam geçmişti. Çamurlu yolda, her defasında farklı yükler taşıdığından, düzensiz izler bırakmıştı. Birkaç ay önce, hurda diye aldığı bisikletin ön tekerini kendi arabasının ön tekeri yapmıştı. Teker döndükçe tıkırdıyordu. Araba hurdacı arkadan ittikçe ilerliyor, sırasıyla bir sol bir sağ tarafı izlerin oluşturduğu tümsek ve çukurlardan geçerek arabayı sarsıyordu. Her tümsek çıkışında, arabanın eski bir evin kirişinden yontma dingili ahşaba mahsus bir gıcırtı çıkardı. Bir aşağı bir yukarı ilerleyen arabanın sağ ucunda adice takılmış bir kanca, kancada asılı ise, uzun süre yanmaktan tükenmiş bir gaz lambası. Arabanın önünde sarkan lamba, titreyen aleviyle, karanlıkta görmekte zorlanan hurdacıya yolu az da olsa aydınlatıyordu. Hurdacı, arabayı devirmemek için gözü ön tekerde, arabayı itmeye devam etti.

Hurdacı, çıtırdayan ateşin önünde bir taburede oturuyordu. Önüne eğilmiş, tuğlalarla çevrelediği ateşten erittiği kurşunu çıkartıyordu. Kurşunu önceden hazırladığı kalıba döktü ve soğuması için camı olmayan pencereye koydu. Ve aynı pencereden soğuması için önceden koyduğu ikinci kalıbı eline aldı. Ağaçtan kendi yontuğu kalıbı ikiye ayırdı ve içindeki kurşun figürü eline aldı. Hurdacı figürün etraflıca inceledikten sonra zımparalamaya başladı. Daha sonra ise farklı boylarda tenekelerde tuttuğu boyalarla figürü boyamaya başladı. Boyamayı bitirdikten sonra figürü kurusun diye pencereye koydu. Taburesine geri oturan hurdacı uzun bir iç çekti. Duvara dayadığı masaya baktı. Masanın üstünde beyaz bir şato ve şatonun etrafında kurşundan figürler vardı. Şatonun balkonunda ise baş parmağı büyüklüğünde bir tahta oturmuş görkemli bir figür vardı. Bu figür üzerinde diğerlerinden fazla uğraşıldığı belliydi. Şatonun lordu…

Ertesi akşam, hurdacı şehirdeki turunu bitirmiş çamurlu yoldan kulübesine geri dönüyordu. Sabah erken saatlerde yağan yağmurdan dolayı yoldaki çamur yumuşamıştı. Hurdacının takma ayağı her adımında çamura batıyor, yürümesini zorlaştırıyordu. Bugün gaz lambası için balina yağı alacak parası kalmamıştı. Batmak olan güneşin aydınlattığı kadarıyla yolunda ilerliyordu.

Güneş batmadan kulübesine varmak için var gücüyle itiyordu. Hurdacı yolun birden aydınlandığı fark etti. Batıdan parlak beyaz bir ışık gökyüzünü aydınlatıyordu. Aydınlığın merkezinden dört bir yana ışık huzmeleri saçılmaya başladı. Sanki binlerce yıldız gökyüzüne tutunamayıp düşüyorlardı. Yıldızlardan biri yönünü değiştirerek hurdacıya doğru geldi. Hurdacının önünde duran yıldız parlaktı ama ona bakmak hurdacıyı rahatsız etmiyordu. Yıldız hurdacıya seslendi:

“Düşlerini gerçekleştirebilirim.”

Hurdacının ağzından bir kelime dahi çıkmadı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Karşısında duran şeyi aklı almıyordu. Yıldız:

“Düşlerini gerçekleştireceğim. Ama bir şartım var. Güneş batmadan balıkçı kulübende ol.”

Hurdacı arabasını bırakıp koşmaya başladı. Neden koştuğunu bilmiyordu. Yıldızın söylediklerinin doğru olduğuna inanıyordu. Nedenini düşünmedi. Tökezleyerek koşmaya

Nefes nefese kalmış hurdacı yolda “Fare” adıyla bilinen tefeciyi gördü. Yaşadığı kulübeyi satın almak i.in tefeciden para almıştı ve 4 yıldır her 2 ay da bir ona olan borcunu ödemek için hurda topluyordu. Parasını almak için kulübeye giden Fare hurdacıyı bulamamış, geri dönüyordu. Kendisine doğru gelen hurdacıyı kucaklayarak durdurdu ve;

“Hop! Hop! Bu acele ne? Ucube figürlerini mi özledin yoksa? Dur bakalım efendi! Söyle bakalım param nerde?”

Hurdacı cevap vermeye tenezzül bile etmedi. Fare’nin kendisi kucaklaması dengesini bozmuştu. Kollarından kurtulduktan sonra yere düştü. Yerden eline geçen ilk şeyi kavradı ve ayağa kalkar kalmaz Fare’nin kafasına geçirdi. Fare’ye ne olduğunu bakmadan balıkçı kulübesine doğru yol aldı.

Hurdacı kulübesine ulaşmıştı. Kapıyı var gücüyle açtı ve kendini içeri attı. Etraf karanlıktı. Pencereden güneşin hâlâ batmadığını görüyordu. Etrafına bakındı, yıldızı aradı. Kurşun eritmek için kullandığı ateşin yandığını fark etti. Ancak alevler beyazdı. Alevler yükseldi ve insan şeklini aldı. Yıldız konuşmaya başladı:

“Düşlerini gördüm. Varlıklıydın. Mutluydun. Ama o yangın senden her şeyini aldı… bacağın dahil. Eski günleri özlüyorsun. Daha da iyisini düşlüyorsun ama elindeki sadece düşlerini yansıttığı bu kurşun figürler. Vaktinde burada oldun. Kurşundan düşlerini gerçekleştireceğim. Şatonun balkonundaki tahtta oturacak olan sensin. Düşlerindeki gibi bir şatonun lordu sensin. Beni bedenine kabul et ve düşlerin gerçekleşsin.”

Hurdacı tereddüt etmeden kollarını açtı ve yıldızı kabul etti. Yıldız ona yaklaşırken gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Sonra bir nefes daha. Ama üçüncü nefesi içine çekemedi. Gözlerinin artık kapalı olmadığını fark etti. Karşısında yıldız vardı. Yıldız dağ gibi dikilmiş parlıyordu. Hurdacı aşağıdaki kurşun figürleri fark etti. Kurşun figürler büyüktü, kendisi kadardı. Hurdacı maket şatonun balkonunda olduğunu anladı. Özenle işlediği şatonun lordunun oturduğu tahtta oturuyordu. Yıldızın ışığı parçalara ayrılmaya başladı. Sanki kabuk değiştiriyordu. Dökülen her parçada yıldızın neye benzediği daha da belirginleşti. Yıldız Şatonun lordunun şeklini almıştı ancak kurşun değildi. Hurdacının karşısında canlı bir şekilde duruyordu. Bir insan…

Yıldız hurdacıya bakarak gülümsedi ve;

“Teşekkür ederim,” dedi. Kapıyı açtı. Arkasını döndü ve kulübeyi terk etti. Beyaz şatonun balkonunda, tahtta oturan ise tek bacağı olmayan kurşundan bir figürdü.