Korkuyorum. Evet, ölümüne korkuyorum. Bu sefer başaramayacağım galiba. Sesler birbirine karışıyor. Ayırt edemiyorum. Zihnimin bir ucundan diğerine geçiyorum. Düşünmekten ve hissetmekten korkuyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor. Bağırışlar duyuyorum. Nihayet biri beni oyundan alıyor.
Yarı baygın olanları anlamaya çalışıyorum. Karşımdaki koltukta Sezgi kanlar içinde yatıyor. Bir anlam veremeden, hissizce, çalışanların koşuşturmalarını izliyorum. Yavaş yavaş baygınlığım geçerken bizimkilerin de benim gibi boş boş etrafa baktıklarını görüyorum. Üzerime kamyon dolusu ağırlık koyulmuş gibiyim. Nefes almayı önceden hiç bu kadar zor bulduğumu hatırlamıyorum. Sonra hemşiremizi bana doğru panikle yürürken buluyorum. Elinde de ilk defa gördüğüm bir iğne. Omzuma batırır batırmaz soğukluğu tüm vücuduma yayılıyor. Kollarım, bacaklarım ve yüz kaslarımın uyuştuğunu hissediyorum. Gözlerim üzerindeki ağırlığa daha fazla dayanamıyor. Tekrar bayılıyorum.
Gözlerimi açtığımda sığınağın hastane bölümünde kendimi buluyorum. Bu sefer daha sağlıklı hissediyorum ama kendimi. Düşüncelerim berraklaşıyor. Kollarımı ve bacaklarımı hareket ettirebildiğimi görüyorum. Mutlu oluyorum. İstediği oyuncak alınmış bir çocuk gibi. Sonra gözlerimin önüne Sezgi geliyor. İyi olduğuna inanmak istiyorum. Kurtarıldığına ve yan odada dinlendiğine inanmak. Birinden açıklama almak istiyorum ama oda boş. Başucumdaki kırmızı düğmeye basıyorum. Doktorum odaya gelene kadar kafamda türlü senaryolar üretiyorum. Hepsi de kötü sonla bitenlerden.
Ve nihayet geliyor doktor, yanında da iki korumayla.
“Uyanmışsın demek. Ne güzel. Kendini nasıl hissediyorsun bakalım?” Yüzündeki gülümseme birazdan başıma gelecekleri hissetmeme engel olmuyor. Cevap vermeden önce iki yanındaki korumalarla göz göze geliyorum. İkisi de görev adamı edasıyla ifadesiz gözlerini benden ayırmıyorlar.
“İyiyim, daha iyi hissediyorum. Ama az önce olanlar… Sezgi’ye ne oldu, şimdi nasıl? Her zamanki çalışmaya gireceğimizi söylemişti Profesör. Neden böyle oldu?”
Son cümleyi kendi kendime konuşuyormuş gibi mırıldanarak söylemiştim
“Aslında arkadaşlarla gelme sebebim de o Yağmur. Konsey başkanı sizlerle görüşmek istiyor. Sezgi hakkında…”
“Ne oldu ona?”
“Onu maalesef kaybettik… Son simülâtörünüzde bizim de anlamadığımız olaylar gerçekleşti. Hepiniz de makinelere karşı büyük bir direnç gösterdiniz. Her şey olağan akışındayken değerleriniz büyük bir hızla yükseldi. Biz sizi kurtarmaya çalıştıkça siz daha da düşüncelerinize gömülüyordunuz. Bir kara delikteymişsiniz gibi. Onun çekimine kapılmıştınız. Sizi çoktan içine almıştı. Ve sizi içine çektikçe daha da güçleniyordu sanki.”
“Hepimizi değil sadece Sezgi’yi almış anlaşılan,” dedim sesim titreyerek. Onu kaybetmeyi hiç istememiştim. Saçmalık bu söylediğim, kimse sevdiği insanı kaybetmek istemez. Ama onu böyle ne yaptığımızı çoğu zaman bizim bile bilmediğimiz, sık sık tartıştığımız bir araştırma için kaybetmek istemiyordum.
“Şimdi izin ver seni toplantı salonuna götürsünler. Biliyorsun ne kadar titiz olduklarını bu konularda.”
Doktor son cümlesinde onlar adına özür dilermişçesine göz kırpmıştı. Yaşadıklarımız yetmezmiş gibi bir de bizi suçlu gibi sorguya çekeceklerdi yani?
Kafamı olur anlamında sallayarak yattığım yerde doğruldum. Geldiklerinden beri odanın köşesinde dikilen korumalar koluma girmiş beni toplantı salonuna götürüyorlardı. Üzerimde hasta önlüğüm, ayaklarımda bez terliklerimle sığınağın koridorlarında yürümek iyice sinirlerimi bozuyordu. Aklıma Doktorun söyledikleri geldi. Kara delikteymişsiniz gibi demişti. Evet, bizim hayatımız çocukluğumuzdan bu yana bir kara delikte geçiyordu. Kendi düşüncelerimizde ve kendi sesimizde. Kimse duymuyor, kimse el uzatmıyor.
Toplantı salonuna en son gelen bendim. Arkadaşlarım üniformalarıyla, yüzleri bembeyaz, korkuyla yerlerinde oturuyorlardı. Beni gördüklerinde biraz daha rahatlamışlardı. “Ne haltlar dönüyor burada?” bakışı vardı yüzlerinde.
“Güzel, herkes geldiğine göre artık başlayabiliriz.” Konsey başkanımız bir elinde kahvesi diğer elinde sigarasıyla aramızdan birinin ölümünü konuşacağa hiç benzemiyordu. Ve evet elinde sigarası vardı ki bu hiç iyi değildi. Daha yeni bırakmıştım. Bırakmaya çalışıyordum desem daha doğru olur. Karşımda onu görünce ve aklımda Sezgi olunca daha bir kötü oluyordum. Bir de düşünce gücümü kullanabilmek için yıllardır eğitim alıyordum. Şimdiyse kendi olumsuz düşüncelerimi değiştiremiyordum. Yok, bu son olayda ne olmuşsa tüm dengemi alt üst etmişti.
“Sizin de bildiğiniz gibi sabah yapmış olduğumuz son düşünce simülasyonunda Sezgi’yi kaybettik. Anormaliler gerçekleşti ve sistemimiz kontrolden çıktı. Açıkçası benim fikrim, böyle karmaşık bir sorunu çıkartabilecek birinin zihninin de bu kadar karmaşık ve iyi kontrol altında olduğu yönünde.” durdu. Donuk mavi gözlerini hepimizin üzerinde cevap ararmışçasına gezdirdi.
“Nasıl yani? Bunu bizim yaptığımızı mı ima ediyorsunuz, biz mi Sezgi’yi öldürdük?” Başkanın saçma suçlamasına nihayet aramızdan biri tepki verebilmişti. Belki de kendi suçlarını bizim üzerimize yıkmaya çalışıyorlardı. Hepimiz donup kalmıştık.
“İma etmiyorum. Sizi buraya bu sebeple çağırdım. 20 senedir beraber çalışıyoruz. Çocukluğunuzdan beri buradasınız. Aldığınız zorlu eğitimleriniz zihninizi demirden bile daha güçlü kıldı.”
Son söylediğine istemsizce gülünce salondakilerin bakışlarını üzerimde buldum.
“Sinirden,” dedim, “özür dilerim.”
“Sizleri ne için yetiştirdiğimizi çok iyi biliyorsunuz.”
“Tabii, insanlığın iyiliği için. Tehlike baş gösterdiğinde bizi öne sürüp olacakların değiştirilmesini sağlamak. Bilimsel adı biyo silah. Ama bence sizin oluşturduğunuz bu grubun aptal bir süper kahraman ordusundan farkı yok. Biz sadece insanız. Senelerdir hissetmekten ve düşünmekten korkan, kontrolü başkalarının elinde olan zavallı denekleriz.” Şimdi konuşan ise her zaman yönetimle başı belada olan Bade idi. Beynim şu sigara dumanıyla boğulmamış olsaydı ben de destek çıkacaktım. Zar zor konuşmaya odaklanabiliyordum.
“Tek taraflı bir iyilikten bahsetseydik evet, haklı olabilirdin. Ama sizin de hayatınız çok değişti. Kimsenin sahip olmadığı ve bir ömür çalışsa olamayacağı imkânlarla donatıldınız. Şikâyet etmek için biraz geç kaldın.” Oturduğu yerden kalktı ve odanın diğer bir ucuna geçti. İlk sigarasını bitirmişti, ikincisini yakıyordu. Delirecektim!
“Her neyse, konumuzdan çok saptık. Konuyu açtığımda karşı çıkacağınızı biliyordum. Bu yüzden ben de en adil seçeneği düşündüm. Aranızdan bir gönüllünün sabahki Sezgi’nin zihniyle iletişime geçmesini isteyeceğim. Son dakikalarında neler olmuş ve kiminle karşılaşmış. Öğrendiğimizde tüm sorunlar da ortadan kalkmış olur, mantıklı değil mi?”
“Sezgi ile iletişime geçmek mi? Gerçekten ne dediğinizi bilmiyorsunuz. Başımıza ne geleceği belli bile değil, böyle bir travma üzerine bunu yapmamızı bekleyemezsiniz.” Sağ çaprazımda oturan Caner konuşmaya başlamıştı bu sefer.
“Aranızdan biri dünyanın ilk zihin katili olabilir. Arkadaşınızı öldüren o kişiyle her gün yüz yüze bakmayı mı tercih edersiniz?”
“Zihin katili mi? Epey yaratıcı gerçekten.” Caner gibi diğerleri de ikna olmamıştı bu mevzuya. Konuşmalar başlamıştı. Toplantının başından beri nihayet ağzımı açabilmiş ve arkadaşlarımın konuşmalarını bölmüştüm:
“Ben yaparım.”
“Ne dedin sen?” Bade, inanamayan gözlerini sonuna kadar açmış, duyduğunun yanlış olduğuna inanmak istiyordu muhtemelen.
“Neler olduğunu öğrenmek istiyorum. Burada saatlerce oturup tartışarak bir noktaya varamayız. Daha kötü görevler de yaşadık. Biliyorsun Bade.”
“Saçmalama, daha kendini toparlayamadan böyle bir tehlikeye atılamazsın. Sadece sen değil, kimse atılamaz. Üstümüzdeki kıyafetlere bir bak. Sence hazır olabilme ihtimalin var mı?”
“Hiçbir zaman hazır olmadık bu işi yaparken. Hep eksiktik. Ama bir şekilde başardık. Bunu yapmak zorundayım.”
“Gerçekten delirmişsiniz,” dedi Caner sinirle. Haklıydı, delirmiştim belki de. Akıllı olmak pek işe yaramıyordu, ne yapayım?
“İsteseniz de istemeseniz de bir gönüllümüz var artık. Yağmur şimdi hazırsan yukarıdaki simülasyon odasına götürsünler seni.”
“Ben giderim,” dedim ayağa kalktığımda dengemi kaybettiğimi hissettim. Odadakilere belli ettirmeden masadan yardım aldım. Arkamda anlamlı bir sessizlik bırakarak dışarı çıktım. Neden istemediklerini biliyordum. Ama başka bir yolu yoktu.
Dışarı çıkar çıkmaz temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Aynı korumalarla gri koridorları bir kez daha geçtim. Bu sefer biraz daha hafiflemiş ve birazdan öğreneceklerimin heyecanıyla yürüyordum.
Simülasyon odasında tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Doktorlar ve hemşireler de hazırdı. Sistemi başlatmalarına kısa bir süre kala Konsey başkanı da geldi. Tüm kafalardan evet anlamında bir onay gelince de düşüncelerimin kara deliğine gömüldüm bir kez daha.
O ilk anda her zamanki gibi kötü olmuştum. Kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum. Karanlığımda sakinleşmeye çalıştım sonra tüm gücümle Sezgi’nin yüzünü gözümün önüne getirdim. Siyah kıvırcık saçları ve açık kahve gözleriyle en iyi arkadaşımı son kez görmek istedim. O sabahı hatırlamaya çalıştım. Kahvaltıda yanıma nasıl mutlu gelip oturduğunu, her zamanki neşesiyle bana nasıl takıldığını gördüm. Gitgide belleğim de berraklaşıyordu.
“Sezgi, beni duyuyor musun? Benim Yağmur. Sana ulaşmama izin ver lütfen.”
Ve evet, bu anı da sevmiyordum. Karşı tarafın zihniyle temas kurduğum ilk anı. Kusacak gibi oluyordum. Göz kapaklarım üzerindeki ağırlığı taşıyamıyordu sanki. Çevremdeki karanlıkla bulandığımı hissediyordum. Şu an tek ihtiyacım olan şey Sezgi’nin sesiydi. 20 yıldır duyduğum o sesi son kez daha duymak istedim ve nihayet duydum da.
“Yağmur! Burada ne işin var?”
“Nihayet seni buldum. Sana neler olduğunu öğrenmeliyim. Kim yaptı sana bunu, kim öldürdü seni?” Son cümleyi söylerken zorlanmıştım.
Bir süre Sezgi’den ses çıkmayınca onunla olan bağlantımı kaybettiğimi düşündüm. Kendimi daha fazla odaklanmaya zorluyordum. O sırada güçsüz bir ses duydum.
“Kimse. Ben yaptım. Burada kaybolmayı ben tercih ettim.”
“Ne? Ne diyorsun sen, söylediğinin farkında mısın? Niye böyle bir şeyi yaptın?”
“Bilmiyormuş gibi davranma. Artık dayanamadığımı biliyordunuz.”
“Biliyorduk. Hepimiz gibi nefret ediyordun oradan. Ölümün çözüm olmadığını bilmen gerekirdi, ne yaptın sen? Şu makinelerin başındaki adamların ciddiye alacağını mı düşündün? Onlar kendilerinden başka hiçbir şeyi düşünmüyorlar. Seni kaybederek en büyük yarayı biz aldık.”
“Sizi seviyorum, benim ailem oldunuz. Ama artık daha fazla yapamazdım. Yaşıyormuş ve mutluymuş gibi davranamazdım. Başkası için yaşama süremin sonuna gelmiştim. Artık kendim için bir şeyler yapmam gerektiğini anladığımda elimde hiçbir şeyin kalmadığını gördüm. Ben her şeyi, burada bu binada tüketmiştim. Kafamdaki seslerin susmasını istiyordum. Biz senelerce kendi zihinlerimize kara delik dedik ama asıl kara delik burası. Senin olduğun yerde hep kara deliğin çevresinde geziniyorduk Yağmur ve o ne kadar can sıkıcıysa içinde olmak bir o kadar huzur verici biliyor musun? Burası olmam gereken yer. Belki bir gün sen de gelirsin yanıma?” Durdu. Acı bir gülümsemeyle son cümlesini söyledi ve karanlığına bu sefer yalnız gömülmedi.
“Gelmek ister misin?”
Söz hakkım kalmamıştı. Derinlerden bir yerden Başkanın ve doktorların bağırışlarını duyuyordum. Ama artık geçti, çok geçti…
Merhabalar;
Öykünüzü sıkılmadan, beğenerek okudum. Merak unsuru öyküyü sürüklüyor. Diyalogları da sevdiğimi söylemeliyim ancak diyaloglarda vücut dillerine ait ayrıntılara daha çok yer verilebilirmiş. Tabi bu benim fikrim.
Kaleminize sağlık, görüşmek üzere…
Merhaba.
Öncelikle yorumunuz için çok teşekkür ederim. Forumdan aldığım ilk yorum ve benim için çok değerli. Öykümü beğenmenize sevindim ve detaylar konusunda haklısınız. O konuda biraz daha kendimi geliştirmeliyim. Görüşmek üzere…
Merhaba,
Distopik yazıları oldum olası sevmişimdir. Öykünüzün beni en başından itibaren içine almasının sebebi belki de budur. Aksiyon dolu hikayenizi okurken keyif aldım.
Kaleminize sağlık.
Merhaba.
Beğenmenize çok sevindim. Ben de distopik yazıları okumayı ve yazmayı çok sevmişimdir. Bu yazımda başarabildiysem ne mutlu bana. Okuduğunuz ve yorumladığınız için çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere…
Selam
Kanal değiştirirken bir bilim kurgu filminin sonlarına denk geldiğimin hissiyatına eriştim öykünüzü okurken. Sonu da devam filmini müjdeler gibi bitmiş. Artık kendi düşünce gücümle ikincisini çekeceğim sanırım
Emeğinize sağlık. Edebiyatla kalın…