Devletlü Sultan Murat Han ağabeyi Osman’ın başıbozuk yeniçeri güruhu ve ayak takımı tarafından hakaretler eşliğinde hal’ edilmesi ve öldürülmesi neticesinde 17. Osmanlı Padişahı olarak tahta geçti. Gün oldu devran döndü. Çocuk padişah koca padişah olup, bir elinde gürz bir elinde yalın kılıç Bağdat’ı alıp gelivermişti payitahtı İstanbul’a.
Zorba yeniçeri, avanta vurmak isteyen başıbozuk ne kadar ip kaçkını varsa Sultan Murat’ı gördü mü tabanları yağlardı. Yine de tebdil— i kıyafetle İstanbul’un karanlık sokaklarına karışan padişah, düzeni bozan çoğu adamı kılıcı ile biçer atardı. Günlerden bir gün Sultan’ın kulağına casusları bir haber fısıldadı. Frenk diyarından gelen ve adı Alfonsa namı Ölüm meleği olan bir suikastçı Sultana suikast yapacak diye. Elinde de Atina ve Sparta’nın en cesur askerlerine öncülük eden ve Maraton adı verilen savaşta Persleri yenilgiye uğratan Strategos Miltiades’ın mızrağı vardı. Bu mızrağın bizzat Papanın baskısı ile Venedik’te gizli bir manastırdan çıkarılıp suikastçiye verildiği söyleniyordu.
Ne kadar aransa da suikastçi bulunamaz. Onun özelliği budur. Her hafta Ölüm meleği Alfonso’nun mızrağı ile bir Osmanlı paşası, beyi can verir İstanbul’da. Öyle ki halk arasında bu hafta suikastçinin kimi öldüreceğine dair bahisler bile yapılır. Mızrak da mızraktır hani. Bir anda boyu 10 metre uzayabilmekte, 10 kilometre öteden hedefinin gözüne girip o hızla sahibine geri dönmekte, kıvılcımlar ateşler saçmaktadır. Mızrağı tutan sahip karanlık bir siluete bürünüp gözlerden ırak olmaktadır. Sultan Murat bu duruma bir çare bulamamakta, hırsından kudurmaktadır.
Günler günleri kovalarken Sultanın kulağına bir rivayet çalınır. Rivayet odur ki, Sultan Ahmet meydanındaki üç yılanbaşlı zafer sütununun içinde bir mızrak vardır. Bu yılanlı sütun Kral Leonidas ve 300 Spartalı askerin Termopylai Geçidinde Perslere karşı cesurca direnmeleri ve ölmeleri hatırasına yapılmıştır. Sütunun içerisine Tanrılardan Apollon’un Olimpos’ta dövdüğü, tunçtan yapılma Kral Leonidas’ın uzun mızrağı konulmuştur. Aradan yıllar geçmiş ve Persler de bu savaş anısına yapılan üç yılan başlı zafer sütunu da unutulup gitmiştir.
İstanbul mülkünün eski sahibi ve Konstantinopoli’nin kurucusu büyük Roma imparatoru Konstantin böyle bir kahramanlık nişanesi İstanbul’a yakışır diyerek yılanlı sütunu alıp da şimdinin Sultan Ahmet, o zamanın Hipodrom meydanına dikivermiş. Tabi ki ustalar yılanlı sütunu sökerken bir mızrak bulmuşlar, kıvrılarak yılanların başına dolanan sütunun içinde. Eski Yunanca bilen imparator mızrağın üstündeki paslı yazıyı okuyuvermiş. “Ölümsüz kahraman için. Tanrılar katı Olimpos’ta dövüldü.” Savaşta ölen bir kralın mızrağını almanın uğursuzluk getireceğine hem de Tanrıları kızdıracağına inanan İmparator, bulduğunuz yere koyun ve unutun diye hüküm verir. Ustalarına da sıkı sıkı tembih eder. Bu işten kimsenin haberi olmayacak diye. Yine de ustalarına güvenemeyip ya mızrağı çalarlarsa ya birine söylerlerse vehimleri ile bir gece hepsini öldürtür. Ama son hükmü her zaman tarih verir. Yaşlıca bir usta, torununa Pers Kralı Darius’u yenen Efsanevi Kral Leonidas’ın mızrağı ve 300 Spartalı masalını anlatıverir. Şimdi Apollon’un o sihirli mızrağı yılanların içinde diyerek de masalı bitirir.
Aradan asırlar geçer. Nic’e savaşlar yaşanır yeryüzünde. Konstantinopol bile asırlarca sığındığı surların aşılması ile düşer ve Osmanlının başkenti İstanbul olur. Masala gelince torun masalı çocuğuna anlatır, çocuk masalı torununa anlatır. Masalcı soyunun 7 göbekten bir altsoyu hatıratına Latin lisanıyla, Konstantin’in ustasından kalma masalı yazıverir. Latin lisanına meraklı ve seyahatleri ve de seyahatnamesi ile ünlü bir Çelebi de bu zatın yazdığı masalı bir manastırın kütüphanesinde tesadüfen okuyuverir. Sultan’ın sevdiği kuluyum. Varayım kulluğumu göstereyim, böyle efsanevi bir mızrak cihan Sultanı Murat’a yakışır diye huzura çıkıverir. İşte Sultan’ın kulağına çalınan rivayet bu rivayettir. Yılanların içinde bir mızrak vardır. Tanrılar katı Olimpos’ta dövülmüştür. Kral Leonidas o mızrak ile Pers ordusunun canını okumuştur. Şu hayalet suikastçının mızrağı ile boy ölçüşebilecek tek mızrak budur.
Sultan Murat, tez açın yılanların göğsünü, çıkarıp getirin bana 300 Spartalı’nın kahramanlığını taşıyan o mızrağı diye hüküm ferman eder. Koşmuşlar meydanın ortasında bin yıldır dikilen üç başlı yılan heykeline. Maharetli bir usta kıyamamış sütunu kurmaya da sökmüş temelinden, çekip alıvermiş mızrağı eliyle. Mızrağa yapıştırılmış bir mektup yanında Konstantin’den. Tutma bırakamazsın, şarap gibidir.
Mızrağı şöyle bir kavrar Sultan Murat. Üstünde eski bir yazı olduğunu görür. Dönüp Evliya Çelebi’ye, “Ne ola ki bu Çelebi?” diye sual eder. Çelebi şöyle bir göz gezdirip pas tutmuş Yunan yazısını okuyuverir. Ölümsüz kahraman için. Tanrılar katı Olimpos’ta dövüldü.”
Sultan Murat’ın gözlerine bir kaplan gülüşü yerleşir. O sıralar sultanın saltanat— ı devriyesi yaklaşmakta, elçilik heyetinin biri Payitahtın batı kapısından girerken diğeri doğu kapısından çıkmaktadır. En güzel İran halıları, Venedik mücevherleri, Macar atları, Çin atlasları, Babür altınları hep 3 kıta 7 iklime hükmeden bu adam ile iyi ilişkiler kurmak için ayaklarına serilmektedir. Bu elçilik heyetlerinden birisi de Babür imparatorluğunun büyük Şahı Ekber’indir. Osmanlı Sultanına en sağlam çelikten yapılan, timsah derisi ile kaplanan 3 kalkan hediye etmiştir bu heyet. Bu kalkanları mızrak ile delecek yiğit yoktur yeryüzünde diye de Sultanı gaza getirmekten imtina etmemişlerdir elçiler.
Bu lafı duyan Sultan Murat biner küplere. Dizilin diye haykırır Babür elçilerine, Osmanlı vezirlerine ve savaşta can yoldaşı barışta can düşmanı Yeniçeri ağalarına. Elbette dizilir saflar iki yana. Timsah derisinden kaplama, en sert Hint madenlerinde işlenmiş 3 kalkan konur ark arkaya. Sultan’ın elinde Kral Leonidas’ın mızrağı, sanki önünde Pers ordusunun en iyi bin adamı. Şöyle bir gerilir arkaya, Ya Allah der, fırlatır mızrağı tüm gücü ile kalkana. Arka arkaya deler geçer mızrak üç kalkanı. Zaman durur. Herkes şaşar kalır bu işe. Bir sonsuzluk anı nakşeder Sultan gök kubbeye. Rahvana kalkmış bir at gibi, namludan çıkmış bir mermi gibi Sultanın gazabı ile süzülüp havada üç kalkanı da delen mızrak duvara saplanır tüm şiddetiyle.
Sultan elini havaya kaldırır, mızrak bir anda geldiği hızla gerisin geri Sultanın parmaklarına yerleşir. Herkesin dehşet içinde açılırken gözleri, Sultan gülümseyerek terk eder meydanı. Evliya Çelebi der, yaz kalemim bu bir IV. Murat menkıbesidir, anlatılmazsa büyük vebaldir.
Aylardan Kasım, günlerden Perşembe. Sene 1638. Tebdil— i kıyafet karanlık sokaklara karışır Murat. Elinde hiç bırakmadığı mızrağı, tek başına arşınlar en tehlikeli muhitleri. Önce bir yer altı kahvesine oturur. Sultan yasakladığından beridir kahveler gizli gizli kurulur. Bir kahve içer, yanda Yeniçeri şarap içmekte, gelen geçene sülün etmekte. Tam kaldırıp mızrağını saplayacakken hadsiz yeniçeri ağasına, kapının eşiğinden geçen bir gölge çeker dikkatini. Seğirtip ardından koşar sokağa. Köşeyi dönmüştür gölge. Acep bu gölge o gölge mi der içinden bir kuşkuyla Murat. Halk Ölüm meleği Alfonso’ya bu seferde Gölge lakabını takmıştır. En son kurbanı da kendi sarayının avlusunda mızrakladığı Sadrazam Kara Halil Paşa’dır. Zaten Halil Paşa’dan sıkılmaya başlayan Sultan çok da durmaz bu işin üstünde ve hemen yeni bir atama yapıverir. Ama artık İstanbul kimse için tekin değildir. Padişahın vekili mutlakını bile öldüren bir Gölge ev ev, sokak sokak gezmektedir. Koşar Murat ama gölge yine bir köşeden dönüp kaybolur. Bir süre sonra o kadar çok dönüp dururlar ki Sultan Murat kendini Yedikule’de surların dibinde bulur. Kan ter içinde kalan Sultan, elinde hırsla sıktığı Spartalı mızrağı ile sağa sola bakarak haykırır.
— Bre neredesin mel’un gölge?
Bir kahkaha sesi duyulur surların üstünden. Keşiş kıyafeti içindeki orta boyda bir adam, elinde bir mızrakla karanlıklar içinden çıkıverir. Kapkara bir suratı vardır.
— Buradayım Sultan Murat, nihayet seni tuzağıma çektim. Sen sanıyor musun ki bugün o kapının önünden tesadüfen geçtim. Sokaklar boyu seni ardımca bir düello için sürükledim.
Çekip kılıcını Sultan bir elinde mızrak olduğu halde gel bre melûn hazırım diye haykırır. Birden kulağının ucundan bir mızrak geçer, bir damla kan düşer toprağa. Ben mızrağımı bırakamam, at kılıcını diye cevap gelir Gölge’den. Kılıcını yere çalıp kıran Sultan, bir zıplayışta çıkar surlara. Şimdi Gölge ile Sultan mızraklar savaşı için karşı karşıya. Bir anda iki sihirli mızrak uzanır birbirine. Belki boyları 10 metre. Hamle üstüne hamle yapar iki taraf. Bir Sultan bir Gölge. Yoksa her şey bir gölge oyunu mu Sultan’ın gözlerinde. Talih kime yar olacak bu düelloyu kim kazanacak derken birden mızrağıyla atlayıverir Gölge bir çatı üstüne. Bunu gören Sultan Murat durur mu, o da atlar bir konağın çatısına. Mızraklar uzadıkça uzar. Belki 1 kilometre öteden mızraklar birbirine hamle yapar.
Bütün İstanbul çatılara, pencerelere, sokaklara dökülür. Tellallar bağırır. Heyy uyanın seyreyleyin bire. Sultan ile Gölge’nin oyunu. Bir daha gelmez cihana. Bütün şehir baştan başa meşaleler ile aydınlanır.
Kan ter içinde kalan Gölge bir kuğu gibi süzülüp Boğazın üstünden geçer karşı kıyıya. Sultan uçar konar sarayı Topkapı’nın çatısına. Mızraklar uzayıp devleşir. Boğazın üstünde iki dev mızrak çarpışır. İki kıta arasında bir boğazın üstünde iki mızraklı vuruşur, çarpıştıkça mızraklardan çıkan kıvılcımlardan boğazdan geçen gemiler yanar kül olur. İki yakanın iki yanında bir yangın başlar. İstanbul yanar, alem seyrana dalar. Gölge hücum edip Sarayın çatısına konar. O an anlaşılır ki bu sihirli mızraklar insan oğlunu kuş gibi uçurur, sade uzayıp kısalmaz. Sultan Murat, heyy, uzun ettin gayri diyerek bir hamle yapar. Gölge’nin bir kiremite takılır ayağı. Çatıdan sırt üstü düşer. Hem de Cellat Kara Ali’nin tam önüne.
Göklerden bir kartal gibi atlayan Sultan Murat bütün gücüyle Tanrılar katında dövülme mızrağı Gölge’nin kalbine saplar. Cellat Kara Ali kaldırır baltasını, uçurur Gölge’nin kafasını. Gök gürler, kapkara bulutlardan bir yağmur boca eder akan kanın üstüne.
Sultan ve Cellad bakar birbirine. Sultan Murat bir türlü mızrağı elinden bırakamaz. Onu tuttukça gücü hissetmektedir. O an İmparator Konstantin’in sözü gelir aklına. Tutma bırakamazsın, şarap gibidir.
M.S 2000. Bir Ulusal Gazete haberi: IV. Murat’ın 400 yıldan uzun süredir Topkapı Sarayı’nda bir duvarda asılı duran ve üç kalkanı deldiği rivayet olunan mızrağı, stajyer Murat isimli bir kişi tarafından çalındı. Satmak için çaldığı mızrağı çaldırdığını söyleyen ve kısa sürede yakalanan Murat, evde uyurken aniden mızrağın ortadan kaybolduğunu iddia etti.
Bir Twitter haberi: Bu hırsızlığın akabinde İstanbul’da gizemli cinayetler işlenir. Herkes bir Gölge’den bahsederken mızrak Yedikule’de bir sura saplanmış halde bulunur. Üstünde, Sultan Murat’ın parmak izlerini tespit eder meraklı bir tarihçi. Biraz ötede bir keşiş cesedi bulur polis.
- Ankara Semalarında Uçan Daire ve Bir Ajan - 1 Ocak 2020
- Sultanın Mızrağı - 1 Aralık 2019
Sevgili Gökhan,
Keyifli ve güzel düşünülmüş bir hikaye okudum. Biraz masalsı, çokça bizden öğelerin yeraldığı ve neden-sonuç ilişkisinin güzel oturtulduğu bir hikayeydi.
Çok kısa bir notum var: k ilk paragrafta abisi Osman’ın yeniçeri tarafından tahttan indirilmesi ile tahta çıkışını bağladığından, yeniçerilerden bağımsız ve onların üzerinde gücü olan bir padişah hissiyatını alamıyoruz. Ancak, hikayenin genelinde Sultan Murat’ı güçlü bir figür olarak gösteriyorsun. İlk paragrafı hikayeye bağlamak için isyanı bastırması ya da kaharamanlığı ile yeniçerinin saygsını kazanması gibi bir psikolojik yükseltme yapabilirsen karakter daha sağlam temellere oturur diye düşünüyorum.
Mutlu bir yeni yıl dilerim
Eline ve düş gücüne sağlık
Sevgiler
Dipsiz