Savaştan yıllar sonra. Bir radyo programı.
– Evet, profesör. Eskiye dair birçok şey anlattınız ancak bize o günlerden, savaş zamanlarından biraz daha bahsedebilir misiniz?
Profesör bir an duraksadı. Eski günleri hatırladı. Zor zamanlardı. Çok zor… Dalgın ve düşünceli bir halde iken programda olduğunun hatırlatılması ile irkildi ve kendine geldi.
– Savaş her geçen gün şiddetini artırıyordu. Düşman kuvvetleri güçlüydü ve bizim neredeyse kendimizi savunacak hiç gücümüz kalmamıştı. Zaman tamamıyla aleyhimize akıyordu. Her bir saniye keskin bir kılıç gibi işliyordu yüreklerimize. Ancak umutlarımızı henüz kaybetmemiştik. Var gücümüzle savaşmaya, Dünya’mızı uzaylılardan korumaya devam ettik. Ta ki o sabaha kadar…
Profesörün gözleri doldu. Hatırladıklarının ağırlığı altında eziliyordu. Savaş zamanına dair her saniye, her hatıra daha da şiddetli aksediyordu profesörün dimağına. Spiker tekrar müdahale etmek zorunda kaldı:
– Sayın Profesör, o sabah ne oldu?
– Gece boyunca hiç uyumamıştım. Sabaha kadar planlar kurdum, çeşitli stratejiler geliştirmeye çalıştım. Ancak günün ilk ışıklarıyla belirmeye başlayan ve öncesinde benzerine rastlanmamış o şeyleri görünce bir müddet kendime gelemedim. Sonrasında adına ‘uçan daire’ denilen araçlar tam bir ölüm makinesi gibi çalışıyordu. O vakte kadar uzaylılarla savaştığımızı hissetmemiş olmalıyız ki bu tüm orduda büyük bir moral kırıklığına yol açtı. Ne devasa, ne güçlü aletlerdi onlar!
– Bu kadar güçlü aletlere karşı nasıl direnebildiniz peki? Savaşı kazanan tarafın bizler olduğunu biliyoruz?
Bu soru karşısında hafifçe gülümsedi. Belki de onu gülümseten ilk soruydu bu.
– Dünyamızın bekçileri… Yıllarca masallarıyla büyüdüğüm, asla inanamadığım o muhteşem koruyucular geldi.
– Dünyamızın bekçileri mi? Kimlerden bahsediyorsunuz profesör?
– Martılardan elbette.
Tam o sırada belki konuşulanlardan haberdar belki de yalnızca işine odaklanmış kısa boylu omzunda havlusu olan bir adam elinde çay ve simitle içeri girdi. Spiker, programın aniden kesilmesinden rahatsız olsa simide olan zafiyetinden olacak ki sesini çıkarmadı. Adamın stüdyodan çıkmasıyla profesör sözlerine devam etti. Bir yandan da çayını yudumluyordu.
– Daha önce de bahsettiğim gibi bu aletler adeta bir ölüm makinesi gibi çalışıyorlardı ve bizim direnecek gücümüz kalmamıştı. Tüm barınaklarımızın ve mühimmat depolarımızın da o insanüstü cihazlar tarafından bombalanması üzerine artık teslim olmaya çok yakındık. Ordu komutanı ile uzaylıların bir antlaşma yapmasına karar verilmişti ki martılar imdadımıza yetişti. O küçücük kuşlar öylesine hızlı uçuyor ve ölümcül darbeler vuruyorlardı ki uçan dairelerin sayısı gitgide azalıyordu. Gagaları ile önce uçan daireleri delik deşik ediyor ardından da teker teker etkisiz hale getiriyorlardı. Bu eşsiz gücün karşısında uzaylıların yapabileceği pek bir şey yoktu. Elleri kolları bağlı halde ölüm makinelerinin ölümünü izlediler. Yıkılan umutlarımız yeşermiş, adeta kurtulmuştuk.
Spiker, profesörün zafer anılarını anlatırken ne kadar da heyecanlı olduğunu fark edebiliyordu. Bu yüzden sözlerini bölmek istemedi ve sorusunu sormak için biraz daha bekledi.
– Peki, profesör. Aslında benim kafama takılan bir soru var.
– Buyrun, nedir?
– Bu uçan daireler tam olarak neye benziyordu?
Eliyle simiti işaret ederek “İşte tam olarak buna benziyordu.” dedi. “Uçan daireler ya da uçan devasa simitler. Birinin ölümcül olması dışında pek farkları yok.”
– Ayrıca, martılar demiştiniz. Kadıköy-Eminönü vapuru etrafında uçuşanlardan bahsetmiyorsunuz sanıyorum. Nasıl martılardı bunlar?
– Aksine tam olarak onlardan bahsediyorum.
Önündeki simitten bir parça aldı profesör.
– Etçil bir hayvan olan martıların niçin simit yediğini hiç düşündünüz mü?
– Yoksa… Simitler de…
– Hayır hayır. Yalnızca onları da uçan daire sanıyorlar.
Profosörün savaş anıların daha kapsamlı anlatılabilirdi… uzaylıları gerçekten martı durduysa bunun açıklaması daha iyi olmayıydı bence; bir mi on mu ypksa beşbin taneme uzaylı gemisi olmasına göre hikayenin gerçekli değişiyor. Birazdaha betimleme olsaydı daha iyi olurdu sanırım… yazmaya devam.
Selam.
Simit-uçan daire benzetmesi akıllıca olmuş. Dünyayı savunan martılar da. Bazen üstün teknolojilere karşı basit önlemler işe yarayabiliyor. Mesela TOMAları durdurmak için egzoz borularına havlu ya da başka materyaller tıkmak gibi
Kaleminize sağlık…