Öykü

Yatır

Öykümüz, kesin tarihi bilinmeyen bir dönemde ve küçük bir kazada geçiyor. Bahse konu olan Gayretli Kasabası, kırık dökük asfaltla ana yoldan başlayıp, yılan kavi bir edayla dağ köylerine doğru şose olarak uzayıp giden yolun üzerinde kurulmuştu. Kıvrıla kıvrıla akan bir ırmağın beslediği ovanın kuzeyindeydi. Yağış mevsimindeki sellerden korunmak için yakınlardaki tepenin yamacına yaslanmıştı. Halkının çalışkanlığının, cumhuriyetin ilk yıllarında devrin valisinin gözüne batması ile şimdiki adını almıştı.

Ana yolun çevresine kurulmuş dükkânları ve balık kılçığı gibi ana caddenin iki yanına sıralanmış dar sokakları vardı kazamızın. Birbirine yaslanmış evleri, hemen her köşe başına dikilmiş ağaçlarıyla tipik bir kasabaydı. Benzerini arasanız on tane yüz tane bulurdunuz. Gayretli Kasabasını diğer benzerlerinden ayıran temel neden sahiplendikleri “Gökçe Baba” ları. Kasabaya ilahi bir hava veren ve saygınlık kazandıran Gökçe Baba için yapılmış “Yatır”dı. Daha kasabaya girmeden yolun içerisine yapılmış dört beş metre yüksekliğinde taş binaydı. Kimilerine göre özgün mimari, kimilerine göre de ucubeydi. En belirgin özelliği ise dedenin ayakucundaki çinili plakaya desenlerin arasına ustaca işlenmiş ancak dikkatli bakılınca görülebilen yazıydı. Bina, yeni sayılırdı ama öyküsünün zamanını tam olarak çıkaran yoktu. Harbi umumi zamanı diyenlerde vardı İstiklal Harbinden hemen sonra diyenlerde. İşte size “Yatır”ın hâlâ anlatılan öyküsü…

“Güneş batalı çok zaman olmamıştı. Kasabanın tek lokantası ve meyhanesinin havası yenice dumanlanmaya başlamıştı. Ahşap binanın birinci katı gündüz lokanta olarak gece ise meyhane olarak iş yapıyordu. İkinci katta ise Meyhaneci İsmetin evi vardı. Kapıdan içeri girdiğinizde basık bir salon sizi karşılardı. Ortadaki iki kalın ahşap direk, salona dar bir hava verse de bu durum müşterileri fazla etkilemiyordu. Biraz ilerleyince tam karşınızda bir tezgâh bulurdunuz. Uzun, tamamen masif meşe ağacından yapılma bir tezgâhtı bu. Garsonların siparişleri götürmesi için sık sık uğradıkları bir yerdi. Mutfakla salon arasında bir set gibiydi. Bu setin arkasında da hiç yıkanmamış gibi duran kirli beyaz önlüğüyle meyhaneci İsmet dururdu. Müşteriler kesinlikle tezgah başında durmazdı. Tüm müşteriler salonda masalarda otururlardı. Biri hariç.

Bu her zaman barda, sırtı salona dönük oturan orta yaşlı biriydi. Hava karardıktan bir süre sonra ova yönünden çıkar gelir kendisi için ayrılmış taburesine otururdu. Ne kadar erken gelirseniz gelin o kişiyi orada bulurdunuz. Sırtı kapıya dönük olarak konuşmadan oturur sürekli içerdi.

İlk ne zaman geldiği kimse anımsamasa da günlerdir hatta haftalardır orada oturduğuna tanıktı meyhanenin çalışanları ve meyhanenin müdavimleri. İyi sayılabilecek bir giyimi vardı. Belki ara sıra değiştiriyordu ama sanki üzerinde hep aynı takım elbise varmış gibiydi. Tertipli, lekesiz, tertemiz ve her zaman ütülüydü. İlk zamanlar yadırganmıştı sürekli içmesi. Her akşam hiç aksatmadan ücretini ödemesi onu sevilen ve aranan müşteri haline getirmişti. Dahası bahşişin hesabını yapmıyor, bol bol bahşiş bırakıyordu. Bu nedenlerden dolayı önceleri fısıltıyla sorulan, “Kimdir? Kimlerdendir? Nerelidir?” türünden sorular sorulmaz olmuştu.

İlk geldiği günlerde meyhaneci yabancıya kim veya kimlerden olduğunu sorma cesaretini göstermişti. Ama almış olduğu ters yanıt önceleri moralini bozsa da adamın ciroya olan katkısı göz önüne alındığında sesini çıkarmamaya karar vermişti. Üstelik bu yabancı sayesinde meyhanesinin reklamı ummadığı kadar yapılıyordu. Değil kendi kasabası komşu köylerden ve kasabalardan onu görmeye gelenler oluyordu.

Günler geçtikçe meyhane daha kalabalıklaşıyordu. Yabancıyı merak edenler görebilmek için İsmetin mekânına uğruyorlardı. Gelenler bir daha bir daha geliyordu. Yılların Meyhaneci İsmeti, para verip bir adam tutsa bu kadar reklamını yaptıramazdı. Hayatı boyunca içkili yere ayak basmamış çevre kasaba ahalisi bile bin bir desturla içeri adamı görmeye geliyorlardı. Öylesine laflamaya gelenler olduğu gibi oturduğu yerden gözlerini dikip adamı ciddi ciddi izleyenler de vardı. Zamanla kasabanın erkekleri işlerini güçlerini bırakmışlar hep Yabancıyı konuşur olmuşlardı. Tabi kadınlarında muhabbetlerinin içinde vardı.

Yabancının ilk fark edilen özelliği hiç tuvalete gitmeyişiydi. Saatlerce oturup bira falan içtiği halde bir kere olsun tuvalete gittiğini gören olmamıştı. Bir keresinde bir gurup genç iddialaşmıştı. Ve gece geç saatlere kadar bekledikten sonra “Tuvalete gitmeyecek,” diyenler kazanmıştı iddiayı.

Yabancıyla ilgili dikkat çeken bir başka özellikte kendisini kimsenin dışarı da aydınlıkta görmemiş olduğuydu. Ne kasabayı boydan boya geçip, kel tepeye uzanan tek ana caddede gören vardı ne de bu caddeye bağlanan ara sokaklarda. Bir evliya bir ermiş gibi meyhanenin yanında belirirdi akşam alacasında. Bu arada Kasaba’da, sırtını yasladığı Aladağlar nedeniyle ikindiden bir zaman sonra güneşin kaybolduğunu da söylemek gerekir.

Yine ilk günlerde dedikodular üzerine basit polis memurundan yörenin yaşlı komiserine kadar pek çok polis memuru gelip gitmişti meyhaneye. Adamın üzerinde taşıdığı kimliklerinde ve diğer kâğıtlarında görünürde bir olumsuzluk yoktu. İstanbullu görünüyordu. Ticaret yaptığı bu nedenle sürekli gezdiğini söylemişti. Türk Filmlerinden etkilendiği her halinden belli olan Komiser adama bir şey diyememişti. Üstelik adamın hiç kimseye zerre kadar zararı da olmamıştı. O nedenle herhangi bir şey dememişler diyememişlerdi. Yine de üzerinde hissettiği baskı sonucu Babacan komiser adamın kimliğinin bir örneğini kâğıda yazdı. Ankara’ya soracaktı ne olur ne olmaz diye.

Zamanla müdavimler iyice alışmıştı yabancıya. İçeri girince adama, yılların meyhanecisinden bile önce selam vermeye başlamışlardı. Hoş adam selam falan almıyordu ama bu onun kabahatiydi kasabalıya göre. Müşterilerin adama alışmaya başladığı günlerde ufak bir yakınlaşma başlar gibi olmuştu. Birahanenin devamlısı olmasa da sık sayılabilecek şekilde gidip gelen ziraatçı Memet adamın yakınına oturma cesaretini göstermişti. Günlerden beri ilk defa adam “tazele”den başka bir kelime sarf etmişti. Zıraatçi Memet’in selamını tok bir sesle almış bir kaç cümlede olsa konuşmuşlardı. Zaten o konuşmadan sonra adam hakkındaki dedikodular iyice artmıştı.

“Birilerini bekliyorum,” demişti. Ziraatçi Kavruk Memet’e verdiği yanıt, Komisere söylediği yanıtla aynıydı. “Beni buradan alacaklar,” demişti. Bu dağ başına kim gelirdi. Niçin onca yer varken dağ başında randevu verilirdi kimse bir şey anlamamıştı.”Ne zaman?” dediklerinde de

“Yakında,” yanıtını vermişti. O kısa konuşmanın sonunda sorulan, “Kimler?” ve “Nereden gelecekler?” sorularına da hiç yanıt alamamışlardı. Adam tezgahın üzerindeki rakısına dalmıştı çoktan. Memet kendisinin hiçe sayılmasına içerlemişti. Adam bir an cevap verdikten sonra dönüp içkisini içmeye devam etmişti. Yabancı kendisine öfkeyle savrulan yumruğu bir anda yakalamış tek eliyle önünde diz çöktürecek kadar sıkmıştı. Araya girenler Kavruk Memet’i uzaklaştırmışlardı. Emniyet müdürü işte bu olayın duyulmasından hemen sonra Meyhaneye tekrar gelmişti. Önce yumuşak tonda sonra sert tonda sorular sormuştu. Önceki duyduklarından, Ziraatçi Memet’in duyduklarından başka bir söz işitememişti. Üstelik Yabancı bunları Komiserin gözlerinin içine bakarak söylüyordu. Aranan biri olup olmadığını anlayabilmek için kimliğinin örneğini bir kere daha almış Ankara’ya bir kere daha yazmıştı.

İnsanoğlu, tanımadıklarını düşman bellermiş. Kasabanın ileri gelenlerinden birinin oğlu olan Memet babasının sayesinde oldukça rahat davranmaya alışmış biriydi. Bir dediği iki edilmez, kimse kendisine itiraz etmezdi. Ertesi akşam Kavruk, avanesiyle yine içmeye gelmişti. Bir gece önce kendisine yapılan davranıştan memnun olmadığı her halinden belliydi. Belliydi çünkü bu kere daha kalabalık gelmişti. Maraza çıkacak gibiydi. Biraz içki içip kafaları demlenmeye başlayınca sözlü sataşmalara başlamışlardı. Belki kendisine ve babasına olan aşırı güveninden dolayı, belki de çevresindekilere güvendiğinden dolayı tacizlerinin dozunu arttırmıştı. Yabancı yine de olgun davranmış, bir kere olsun dönüp bakmamıştı bile. Bu tavır, ağa oğlunun iyice küplere binmesine neden olmuştu. Tam ayağa kalkmak üzereyken Komiser Baba içeri girince toparlanıp dışarı çıkmışlardı. O gece Yaşlı komiser niçin hâlâ emekliliğinin gelmediğinin isyanıyla bir kere daha yanaştı yabancıya. Sorunun şımarık ağa oğlunda olduğunu biliyordu ama yine de adamla bir kere daha konuştu. Yabancı ise yalnızca kır saçlı adamın çakır gözlerine baktı.

Bir sonraki gece bir kaç arkadaşını daha bulup geldi Ağa oğlu Memet. O gece kesin kavga çıkarmaktı amacı. Şehir züppesinden intikam alacaklardı kanını akıtacaklardı. Önceden anlaşmışlardı. Bir ya da bir kaçı araya girmek isteyen meyhaneciyi tutacaklardı. Diğer bir ikisi de adamın kollarından kavrayacaktı mengene gibi. Kasabalılar ise oldum olası böyle işlerden korkarlar, karışmazlardı. Ağa oğlu da, ağız burun dümdüz girecek adamı bir güzel benzetecekti.

Haberler Komisere ulaşmıştı tabi ama yapabileceği hiçbir şey yoktu, yalnızca uzun zamandır Ankara’dan gelmeyen postayı bekliyordu. Telefon etmeye çalışmıştı. Kazada bulunan birkaç telefondan biri karakolda olsa bile santrala ulaşmak Ankara’ya Bakanlığa bağlanmak zaman alıyordu. Çoğu zaman işlemlerin arasında hat kesiliyor tüm aşamaları tekrar denemek zorunda kalıyorlardı. Bir yandan mevzuatı unutmamış olayı ve kuşkulu kişiyi yazı ile olayı tekrar Ankara’ya bildirmişti. Yazalı; üstelik acele diye işaretleyerek yazalı bir hafta olduğu halde bir yanıt gelmemişti. Gündüzden kulağına gelen olayın tekrarlanmaması için hazırlandı. Gidip meyhaneyi dolaşması gerekiyordu.

Ağa oğlu Memet ve arkadaşları içeri girdikten sonra sözlü sataşmalara başladılar yine. Meyhaneci de anlamıştı bir şeyler olacağını. Uzun zamandır bekliyordu da bu marazayı. Önceden haber gönderdiği, araya ricacılar kattığı halde Ağa oğlu gelmişti. Ve yabancıyı da kapatırken uyardığı halde, “Yarın içeceğini kaldığın yere, yaylaya, ovaya nereye istersen oraya göndereceğim, üstelik en iyi garsonumu bu işle vazifelendireceğim,” demişti. Yabancı ise

“Zaman iyice yaklaştı. Gelip beni buradan alacaklar,” demişti. İşte adam yine gelmişti. Artık meyhane kurdu olmuş Meyhaneci İsmetin bir işaretiyle garsonlar kıymetli içkileri içeri götürdüler. Kesme kadehler, nadide şişeler, duvarlardaki güzel çerçeveli resimler kaldırılmıştı orta yerden

Tüm arsızlığıyla bir önceki gece olduğu gibi önce sözlü sataşmalar başlamıştı. Yabancı zararsız sayılabilecek sözlere dönüp bakmayınca doğrudan doğruya alaya ve hakaretlere vardırmışlardı. Yabancı yinede aldırış etmeyince yanına gelmişler el kol hareketlerine başlamışlardı. İşte o anda komiser içeri girmişti.

Her şey bir kaç saniye içerisinde olup bitmişti. Hengameyi bekleyen meraklılar gözlerini dört açmışlardı. Gördüklerini tanık olduklarını sonraki günlerde kahvelerde ballandıra ballandıra anlatacaklardı ama pek bir şey göremediler. Izbandut gibi gördükleri ve bulaşmaya çekindikleri iki adamın yabancıya elini atmasıyla kendini yerde bulması bir olmuştu. Yabancı bir bilek hareketiyle yüz kiloluk herifleri yere yapıştırmıştı. Ne arkadaşlarının adamı tutmasına nede diğerlerinin meyhaneciye engel olmasına gerek kalmamıştı. Ne olduğunu anlamadan kendini yere yapışmış bulan adamlar hışımla doğruldu. Fakat oda ne Yabancı o iri cüsseleri bir kere daha hem de fiske ile yere yıkmıştı. Üstelik bu defa koca cüsse havada bir parende de atmıştı. Tabii yenilen pehlivan güreşe doymazmış hesabı Ağa oğlu gururuna yediremeyip diğerleriyle birlikte Yabancının üzerine yürüdüler. Onları da aynı son bekliyordu. Kavruk döndü meyhaneyi dolduran köylülere dönüp, “Ümmeti Muhammet bizleri yalnız mı bırakacaksınız bu elin herifine karşı.” dediğinde diğerleri de harekete geçtiler. Sonrada sıkıntı yaratmasın diye herkes harekete geçti, uzun boylu yabancının çevresini sardılar. Artık hep beraber tekme tokat yumruk Allah ne verdiyse girişeceklerdi.

O dakikalarda adam sanki bir sesle uyarılmış gibi kulak kesilmişti. Yalnız o değil kenarda oturanlardan biri de havadaki garipliği fark etmişti. Yabancı kendisine yaklaşmaya çalışanları sinek kovalar gibi itti. Kapıya doğru yürümeye başladı. Meyhane kapanasıya kadar ayrılmayan yabancı ilk defa daha yatsı bile okunmadan dışarı çıkıyordu.

Adamın dışarı çıkması ile birlikte oturdukları yerden kıpırdamayan kasabalı ürkek adımlarla dışarı çıktılar. Vakit akşam olmasına hatta yavaşça geceye dönmesine rağmen hava aydınlık sayılırdı. Ama pek öyle gün ya da ay ışığının verdiği bir ışığa benzemiyordu. Üstelik Kasabanın altını bir ıslık sesi doldurmuştu. Yabancı ağır ama emin adımlarla kasabanın dışına doğru yürüdü. Zaten beş on evden sonra kasaba bitiyordu Çabuk ama telaşsız adımlarla yürüdüler bir zaman, tıpkı usta bir çobanın sürüsünü yönlendirmesi gibi arkasından ahaliyi sürüklüyordu yabancı.

Asfalt yoldan çıkmışlar tarlalarda yürümeye başlamışlardı. Karanlık önce laciverde dönüştü ardından da koyu yeşil bir hal aldı. Yukarıdan gökyüzünün derinliklerinden bir ışık peydahlandı. Soluk yeşil tondaki ışık ile birlikte yuvarlak gümüş bir tepsi aşağıya inmeye başladı. Yere yirmi santim kala durdu. Yabancı her zaman yaptığı işmiş gibi tepsiye yaklaştı. Üzerine bindi. Tepsi ağır ağır yükseldi. Bütün başlar sessizce olanları izliyordu. Tepsi yükseldi yükseldi. Bir minare boyu yükseldikten sonra kendisinden kat kat büyük karanlık bir nesnenin içerisinde kayboldu. Kalabalıktan kimi şehadet kimi de salavat getiriyordu. Karanlığın içerisinde kara bir gölge gibi duran ve çok sonra olaya şahit olan Kasaba halkının taktığı adla Uçan Değre, Parlak bir iz bırakarak yatay bir şekilde ilerledi. Geniş bir daire çizerek üzerilerinden geçti ve dik bir şekilde yükselmeye başladı. Ardından bir ışık patlamasıyla kocaman Uçan Değre semanın derinliklerinde kayboldu. Peşinden de ıslık sesi yankılanmaz oldu ovada

Bir daha yabancıyı ne gören oldu ne de duyan, ama onun göğe yükseldiği yerde bir mezar yapıldı. Gökçe Baba adı verildi kendisine yıllar sonra Belediye başkanlarından biride girişteki Yatırı yaptırdı. Bazı geceler oraya nur indiğini gördüğünü söyleyenler bile vardır.”

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba

    Bu ay, temaya benzer şekilde yaklaşmışız sanırım. Sizin öyküdeki yabancıya az çok denk gelen bir karakter kurmuşum. Ayrıca sizde Meyhane ve Meyhaneci, bende de kahve ve Kahveci var :slight_smile: Sizin öyküde yabancıyı gelip alıyorlar benimkisi kaçırılıyor :slight_smile:

    Öykünüz ve anlatımı sanki gerçekmiş gibi. Yani böyle bir hikaye anlatılıyorsa hiç şaşırmam.

    Elinize sağlık ben beğendim öykünüzü, sonunu tahmin etsem de merakla okudum.

    Kolay gelsin

  2. Teşekkür ederim okuduğunuz ve değerlendirdiğiniz için. Ne derler bilirsiniz “Güneşin altında yeni bir şey yoktur.” Benzerliği görmek için öykünüzü okuyacağım emin olunuz… İyi Geceler

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for azizhayri Avatar for Muge_Kocak

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *