Öykü

Boş Sandık

Kazmayı toprağa her sallayışında, odanın ortasındaki boş sandık gözünün önüne geliyordu.

Bu, beşinci senesi olacaktı. Geçen güzün açtıkları da başkalarına nasip olmuştu. Sevindi, sonra sevindiği için utandı ama utancını kendinden gizleyemedi. Elleriyle yüzünü ovuşturup kazmaya devam etti. . Bu işi yaparken başka şeyler düşünülmez, azabı artırır derler ama buraya her gelişinde ne yapsa bu düşüncelerden kurtulamıyordu. Aklına yine çocukluğunda babasıyla gittiği orman, ormanda yaptıkları konuşma geldi. Rüzgârda ormanın uğultusu artınca babasına dönüp, baba orman neden ağlıyor, diye sormuştu. Babası, burası yaslı ağaçlar ormanıdır. Her birinin kökünde kimsesiz, isimsiz ölüler yatar. Kökler ölüleri sarmaladıkça yalnızlıklarına, unutulmuşluklarına ağlarlar, bu ağaçlar da onların mezar taşlarıdır demişti. Çocuk aklıyla, o zaman neden kırıyoruz bu mezar taşlarını? Hiç mezar taşı kırılır mı, deyince babası önce bir şey diyememiş, ağzında bir şeyler geveleyip geçiştirmiş, sadece hayatta kalabilmek için diyebilmişti.

Bir gece öncesine kadar neşeyle dolu odanın ortasında şimdi ağzı acıdan açık kalmış bir sandık, haykırır gibi tavana bakıyordu. Kireç badanalı ak tavanlardan süzülen ışık huzmeleri, yerde unutulmuş ipek püsküllü bir kemerin üzerinde anlamsızca parıldadı.

Kavurucu güz güneşi altında kuraktan iyice sıkışmış toprak, bir parçasını koparmak için inen kazmaya direniyordu. Kızdı, kazmayı birkaç defa daha hınçla toprağa sapladı. Her geçen yıl biraz daha güçsüz düştüğüne hayıflandı. Düşünceleri kazmaya dolanan köklere takıldı. Şu otun kavgasına bak hele, toprak sıktıkça tohum çatlamış, filizlenip yeryüzüne çıkmış. Toprağa tutunmuş. Oysa insan yüreğinin sıkışması öyle mi?

Odadakilerin fısıltılarına uyanmıştı. Bayramdan bayrama indirilen sandığı yerde görünce bir şeylerin ters gittiğini anladı. Evdeki herkes birkaç kat giyitini üzerine geçirip, geri kalanını bohça yapıp kapının önüne çıkardılar. Arabalar koşulmuş, atlar eyerlenmişti. Çuvala konan bohçayı semerli katıra yükleyip içeri döndüklerinde onu ayakta buldular. Neden, der gibi baktı. Ev sahibi, bu zamanda buralara bir bahar gelir bir de acı haber. Bahar gecikince biz payımıza düşeni aldık gidiyoruz dedi. Hiçbir şey diyemedi, sandığa baktı. Klasın, dedi ev sahibi. Belki içinde bir şey kalmıştır. Belki, dedi. Sarılıp ayrıldılar Öylece kalakaldı. Elleri yanında bir o yana bir bu yana sallandı durdu. Kapana kısılmış gibiydi, binlerce kapan…

Kazmayı sıkıştığı yerden çıkarmak için ayağıyla diğer ucuna bastırıp ileri geri oynattı. Epeyce kazmıştı, ayakla ölçtü. Eni üç, boyu sekiz ayak. Diz boyuna kadar gelmiş, daha işimiz çok deyip kazdığı toprağı kürekle kenara düzgünce istifledi. Alttan çıkan toprak yumuşaktı. Dizlerinin üzerine çöktü, toprağın serinliği içini ürpertti.

Gecenin karanlığında ilerleyen katar ormanın eteklerine ulaşmıştı. Geride bıraktıkları evlerinin kapıları kalanların yüreğini kavuracak bir ateş kusuyordu geceye. Acının dumanı toprak damların bacalarından son kez yükseliyordu. Uzun süre çöktüğü yerden kalkamadı. Gözlerinden süzülen yaşlar gecenin ayazında yanaklarında donmuştu. Elinde tuttuğu ipek püsküllü kemeri avuçlarının içinde sıkıştırıp göğsüne bastırdı. Göğsü sıkıştı. Gidenlerin acısının ağırlığı gelip göğsünün üstün yığılmıştı. Orman, ayazda çatırdadıkça çatırdadı. Duyulan, kimsesizlerin umutlarının sesiydi.

Toprağı elleriyle yokladı, iyi, dedi burada kök yok. Kenarda birikmiş toprağın üzerinde ki kazmaya uzandı. Bu sefer dizlerinin üzerinde kazmaya başladı. Kazdığı toprağı arakasına alarak boydan boya bir kaç defa geçti. Kazmayı bırakıp küreği alarak çıkan toprakları öncekilerin üzerine aynı titizlikle bıraktı. Ölçtü omuz hizasına yaklaşmıştı. Durdu. Güneşe bakarak çukurun içinde yönünü kestirdi. İkindi ezanı okunmuştu. Güneşi arkasına alarak çukurun sağ alt köşesini boydan boya iyice oydu. Sonra oyuğa uzandı, tamam, deyip doğrulmaya çalıştı. Bitkinlikten sırt üstü olduğu yede kaldı. Gökyüzü çukurun ağzı kadardı. Sandık gibi…

Ev sahibi giderken, “Belki de içinde bir şey kalmıştır,” demişti. Onlar gittikten sonra günlerce boş sandığa baktı. Boştu. Sadece yerde bulduğu ipek püsküllü kemer vardı, o da sandığın dışında. Ceviz sandığı elleriyle okşadı, yanını yöresini dolandı, bildiği bütün duaları okudu, bir şey olmayınca en son dayanamayıp kaldırdı. Yıllarca da bir daha yüzüne bakan olmadı. Çoluk çocuk evlenip evden ayrılınca ‘bir köroğlu bir ayvaz’ baş başa kaldılar. Bir gece karısına sandığı anlattı. Sonra babasıyla ormanda geçen konuşmayı, sonra ipek püsküllü kemeri. Karısı başını kaldırmadan dinledi. Ertesi gün erkenden kalkıp sandığı çıkarıp güzelce ovalayıp yıkadı. Getirip evin başköşesine koydu. O günden bu yana her güz iki kişilik mezar kazması için onu mezarlığa gönderiyordu. Olur ki bahar gecikir kötü haber gelirse orman bir daha yas tutmasın diye.

Yattığı yerden kalktı. Mezarlığın duvarına dayadığı dokuz tahtayı boş mezarın üzerine sırayla dizip eve doğru yola koyuldu.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar,

    Kısa ve karanlık bir öykü yazmışsınız. Süslü birkaç cümlenizde göze çarpmıyor değil doğrusu. :slight_smile:

    Bu tür yazılarda bulunan karanlık metafor ve motifleri oldukça seviyorum. Sizin yazınızda da gözüme çarpan birkaç tane vardı bu bağlamda.

    Elinize sağlık, görüşmek üzere.

  2. Avatar for nkurucu nkurucu says:

    Merhabalar. Açık konuşmak gerekirse öyküden alınması gereken derin bir anlam var mı yok mu pek anlamadım. Daha doğrusu ben o derinliklere giremedim. Ama bana göre kendini okutan öykü iyidir. Elinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

4 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Erdogdu Avatar for Ercan1 Avatar for nkurucu Avatar for UlianaHippogrief