Bir masalla affedilir, bir masalla silinir ve her şey yeri geldiğinde bir masalla düzelir.
Bir masalla yaratılır ve bir başka masalla yok edilir.
Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Develer tellal iken, pireler berber iken,
Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken
Ormanın en derinlerinde küçük bir kız yaşarmış. Beyaz bir elbisesi varmış, ayakları çıplakmış ve göğsünde, elleriyle siper ederek korumaya çalıştığı bir parça ateş taşırmış. Küçük kız ilginç birisiymiş, kendi kelimeleriyle inşa ettiği binbir farklı dünyası varmış, hepsinin ateşten geldiğine inanırmış ve içinde yaşadığı dünyadansa kendi kelimelerini hep tercih edermiş. Bu yüzden kulakları yalnızca ateşin çıtırtısını duyar, gözleri de sadece ateşin ışığını görürmüş. Dışardıdaki uyaranlara karşı oldukça kapalıymış, hatta kendi adını bile bilmezmiş doğru düzgün. Sabahtan akşama kadar çıplak ayakları toprak üzerinde heyecanla dans ederken küçük kızda hayaller kurarmış.
Fakat bazen, bakışları gökyüzüne dolanırmış; ağaçlara, toprağa, denize. Küçük kız etrafında gördüğü bu şeylere aşıkmış ilk gördüğünden beri. Eninde sonunda gözleri ateşe döner, aşk duyduğu bütün görüntülerle hayallerini, böylece de ateşi beslermiş.
Ateş gün geçtikçe büyümüş, küçük kız onu kendi haline bırakıp özgürce dolaşabilmeye başladığı bir yaşa gelmiş.
Bir gün ormanda gezerken, daha önce hiç görmediği bir gölün kıyısına gelmiş. Yavaşça göle yaklaşmış, ve göl yüzeyine doğru eğilmiş. Suda yansımasını görmüş, ateşini görmüş. Sanki gölün derinlerinde, cayır cayır yanıyormuş gibi berrak bir yansımaymış bu. Ve su yüzeyinde hafif bir dalgalanma olmuş. Küçük kızın su yüzündeki resmi yavaşça yarılmış ve kıza çok benzeyen bir oğlanın yüzü ortaya çıkmış. Hemen hemen kızla aynı yaştaymış.
Küçük kız, çocuğun gölün ruhu olduğunu sanmış ilk başta. Uzaktan görüp hayaller kurmuş ve merak etmeye başlamış. Çocuğu çok merak etmiş ve onunla konuşmuş.
“Senin adın ne?” Çocuk cevap vermemiş bir süre. Ona bir hikâye anlatmış; ilk isim olarak küçük kız bu hikâyeyi duymuş. Sonra hiçbir şey demeden, çocuk suyun içine dalmış.
Küçük kız gölün ruhuna aşık olmuşmuş.
Her gün, gün doğumuyla beraber göl kıyısına gelmiş, çocuğun ortaya çıkmasını bekleyerek.
Fakat çocuk bazı günler gelmiş, bazı günler gelmemiş.
Küçük kız, ateşinin içinde yanan yeni bir ateşi keşfetmiş o zamanlarda; özlemi.
Bazı günleri beraber geçiriyolarlar, bazense oldukça uzun bir süre görüşmüyoarlarmış. küçük kız ateşi harlayan ateşe zamanla alışmış ve eskisi kadar yakıcı hissetmez olmuş. Göl kenarına gelme sıklığı azalmış.
Birbirlerini uzun bir süre görmemişler. Bu sırada küçük kızın etrafına fırtına bulutları toplanmış, ateş iyice büyümüş; küçük kızı yakıp kavuracak kadar.
Ateşten bir fırtınaya dönüşmüş olan kız, bir gün yeniden göl kenarına gelmiş. Suya yaklaşmış, ve çocuğun adını seslenmiş.
Çocuk yeniden suyun içinden çıkmış. Onun yüzünü gördüğünde küçük kız anlamış, burayı hiç unutmamışmış. Çocuğun ismi hep içindeymiş, göğsündeki ateşte hep yanmış.
İlk defa, çaresiz bir sızı hissetmiş, ateşinin ilk defa titrediğini görmüş.
Hayatı boyunca ilk defa, ateşinin sönebileceğini o an fark etmiş. İçi korkuyla titrese de, çocuğa doğru bir adım atmış ve yavaşça suya girmiş. Senin adın ne diye sormuş bir kez daha ve çocuk ona bir hikâye daha anlatmış. İkinci ismini de böyle öğrenmiş küçük kız onun.
Bu sefer uzun uzun oturup konuşmuşlar, küçük kızı kendi dünyasından bahsetmiş. Zaman zaman tartışmışlar, zaman zaman küçük kız ağlayıp uzaklamış. Fakat her seferinde göle geri dönmüş.
Her seferinde gölün ruhuna geri dönmüş.
Bir gece vakti, küçük kız göle gelmiş tekrar. Hiçbir şey demeden suyun içine girmiş. Çocuk şaşırmış, küçük kız suya dokunmuş ve çocuk ilk defa kızı hissetmiş.
Senin adın ne diye fısılmış çocuğa.
Çocuk tek bir kelime söylemiş. Ve üçüncü ismini öğrenmiş böylece.
Sabah olmadan, çocuk da kıza aşık olmuş. Yeniden yaşadığını hissetmiş. Ve kızın göğsünde yanan ateşi ilk defa fark etmiş.
Küçük kızın gördüğünden daha fazlasını gömüş. Küçük kızın görmediklerinden korkmuş ve onun görmedikleriyle umutlanmış.
Böyle ilerleyen günlerden birinde kız göğsünde yanan ateşe çevirmiş gözlerini yeniden, ateşe baktığında, eskisi gibi parlak yanmadığını görmüş, eskisi gibi canlı değilmiş.
Kızın içinde karanlık bir korku dallanıp budaklanmış. Ateşin sonsuza kadar solmasından korkmuş ve avuçları arasına ateşi alarak ağlamaya başlamış.
Tanrı çocuk ona ne olduğunu sorduğunda anlatamamış. Kendisi de bilmiyormuş çünkü. Işığını zamanla kaybedince, hiçbir şeyi göremez olmuş ve anlayamaz olmuş. Bu yüzden tanrı çocuğun sorularına cevap verememiş, çünkü istese de cevabı göremezmiş.
Bu yüzden sessiz kalmış. Gözlerini ellerine dikip kıpırdamamış günlerce. Tanrı çocuksa eskiden sahip olduğu yalnızlığın ilk dikenlerinin yeşerdiğini görmüş kendi derisinde.
Eskiden sorun yokmuş, çünkü kimsenin olmadığı bir su olmaya alışıkmış zaten.
Fakat ateşi bir kez tadınca, bunun geri dönüşü yokmuş.
Küçük kız ateşi söndükçe kararmış, fırtına rengi bulutlar toplamaya başlamış bir kez daha. Tanrı çocuk bunu görmek istemediğinden, bir kez daha göle akmış ve oradan izlememiş kızı. Kız ise sık sık rüzgara dönüşüp gölün suyuna dalga üstüne dalga katmış. Göl her seferinde direnmiş ve çaresizce boğuşmuşlar köpükler içinde. İkisinin amacı da bir diğerine zarar vermek değilmiş. İkisi de korkuyormuş yalnızca.
Bir gece küçük kız fırtınaya dönüşmüş. Ve tanrı çocuk okyanusa. Gün doğana kadar köpükler içine savaşmışlar, boğulmuşlar. Tanrı çocuk titreyerek kendisi suya bırakmış.
Kız ise karanlıkta yapayalnız kalmış.Kendi yağmurları ateşi söndürmüş ve yıllardır orada duran kocaman boşluk, bir anda gözleri önüne serilmiş. Göğsünde taşıdığı biricik ateşinin ışığı yüzünden şimdiye kadar hiç görmediği bu boşluk, içindeki bütün hislerini bütün kelimeleri yutmuş.
Hem kendisini hem de tanrı çocuğu yutan şey, en başından beri bu boşlukmuş.
Küçük kız özür dilemek için göl kenarına gittiğinde, tanrı çocuğu orada bulamamış. Suya yavaşça dokunmuş, su geri çekilip ıslak toprağı açıktı bırakmış.
Küçük kız bir ağaca yaslanmış. Gözlerini boşluğuna dikmiş.
Göğsünün tam ortasında, kocaman, kapkara bir boşluk.
Küçük kız boşluğa bakmış. Ve tanrı çocuğa seslenmiş.
“Her şeyi düzeltirim. Eskisinden daha da iyi.”
Ve boşluğa doğru bir adım atmış. Tanrı çocuk gölün içinden çıkmış ve küçük kızın elini tutmuş.
Attıkları her adımda boşluk yeşermiş.
Ateş yeniden yanmış, bu sefer gökyüzünde.
Ve gölün yüzeyindeki yansıması da bulutların ardına tırmanmış geceleri.
Böylece küçük kız ve tanrı çocuk, bir olup toprağa karışmışlar.
Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Develer tellal iken, pireler berber iken,
Ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken
Işığın içinden gölge, ateşin içinden yağmur
Ve gecenin içinden güneş düşmüş.
Hikayenin odak noktası biraz sağa sola savrulmuş. Cümlelerin sonuna eklenen kelime ya da söz öbekleri, hikayenin akışkanlığının önündeki en büyük engeller bana göre.
Bence ilk günahı burada işlemişsiniz. İlginç etiketini kıza hemen yapıştırmak, anlatıcıyı fazla aceleci, her şeyi bilen ve kestirme anlatımları tercih eden biri olarak gösterebilir. Devam eden üç cümlede kızla ilgili bir şeylerin pek de sıradan olmadığı göze çarptığı için bunun baştan, yüksek sesle okuyucuya fısıldamak, tercih ettiğimiz bir anlatım olmamalı. Bırakalım, okuyucu kendi sonuçlarını kendi çıkarsın. Diğer yandan illa, böyle bir girizgah yapmak istiyorsak da cümlenin ucuna bir şeyler eklemek, okuyucunun metinle yaptığı flörtü güçlendirir. “Daha önce rastlamadığınız türden … varmış.” gibi bir metin olabilir.
Burada, teknik bir terimi andıran “uyaran” yerine, masal yapısına uyan daha farklı bir kelime seçilebilir. Doğru düzgün ifadesi; kusursuz, yanlışsız gibi anlamlara geldiği için eylemleri nitelemek için daha uygundur. Adını bilmemek gibi bir duruma pek uygun bir niteleme değil. Adını bilmemeyi, hatırlamamak fiiliyle yer değiştirebilirsiniz.
Görmek fiilini yinelemek yerine bir defa kullanmak bu cümle için yeterli olacaktır. “Küçük kız, bu şeylere gördüğünden beri aşıkmış.” benzeri bir cümle olabilir.
Olaylar hızlı değişiyor ve baş karakterimizin yaptığı eylemlerin köken aldığı kaynaklar bize tam olarak yansıtılmamış. Bazı şeyler bir anda ve neredeyse sebepsiz yere meydana geliyor. Bu da okuyucuyu, ortaklıktan, dış kapının mandalı statüsüne indirme tehlikesi taşıdığından, kaçınılması gereken bir yöntem. Okuyucu, bir kere metne ortak edilmişse, bu ortaklık her koşulda sürmeli.
Masalınıza yorum yapacakken yorumunuza takıldım. Değer verdiğim birini kazanmak için derken tek bir kişiye ithafen yazılmış bir metin sanrım. O yüzden bana geçmedi demek ki. Yani fazla özel, fazla kapalı bir anlatım benimsemişsiniz. Sırlarınız sizde kalmış. O sebeple ne içine girebildim ne beğenebildim.
Daha iyilerinde ve özenlilerinde -ve tabi bizim okumamız için de yazılmış olanlarında- görüşmek üzere…