Öykü

Ateşe Güzelleme

Yanan her şey kurtarılmak mı ister? Huzur içinde kendini suya bırakmak gibi gözlerini kapatarak alevlerin arasına atlayamaz mısın? Her zaman su söndüren, ateş yok eden midir? Aslında bunların hiçbiri umursamıyorum. Zaten bu düşünceler bana ait değil. Bu tuhaf soruları aklıma sokan kişiyi tanıdıkça önceden hiç düşünmediğim şeyler hakkında kafa yorduğumu fark ettim. Yastığa başımı koyup uykuya daldığımda rüyalarımda bile bir şeylerin yandığını görmeye başladım. O adam beni delirtti mi yoksa gözlerimi mi açtı bilemiyorum. İlginç olan şeyse rüyalarımın hiçbirinde bir şeylerin yok olmamasıydı. Tezatlık içerdiğini düşünebilirsiniz. Yanan hiçbir şey küle dönüşmüyor, aksine eskisinden daha da sağlam hale geliyordu. Bu rüyaları, o adamın şu sözü duyduktan sonra görmeye başladım: “Yok ettiğini sandıklarımız, bir şeyleri geri getirecek şefkate sahip olabilir.” Evet, hepsi o “deli” adamın suçu.

Bu şehirde yaşayanların en şanslıları arasında olduğumu yaşadığımız yerden daha bu yaşımda anlamıştım. Biz binaların sıkış tepiş dikildiği yerlerde değil, diğerlerine huzuru ancak parayla satın alabileceğinize inandıran bölgede yaşıyorduk. Haliyle burada yaşayan insanların dertleri de başka oluyordu. Bunu ne zaman mı anladım? Okuldan dönerken yan komşumuzun bahçesinde bir zürafa gördüğümde. Boynundaki iple bahçedeki çam fıstığı ağacına bağlanmış hayvanı gördüğümde önce umursamadım. Zihnim, böylesine ilginç bir şeyi işleyememişti muhtemelen. Çantamdan anahtarımı çıkardım ve tam kapıyı açacakken “bilgi işlem” gerçekleşti. Hayatımda ilk defa gördüğüm türden bu hayvan, yüzünden anlaşılan umutsuzlukla öylece bahçede bekliyordu. Suretini kaybettirmeye yaklaşan güneş, son ışıklarını hayvanın yüzüne vuruyordu. Kimsenin dikkatini çekmemeye çalışarak çitlerden usulca Adil Amca’nın bahçesine geçtim. Yerde bulduğum küçük dal parçasını aldım ve kılıç misali tutarak zürafaya yaklaştım. Ne kadar sevimli de olsa nasıl tepki vereceğini kestirmem mümkün değildi. Ne hikmetse zürafa beni umursamıyor, uzaklara bakmaya devam ediyordu. Belki de boyu, liseli bir kız çocuğunu göremeyecek kadar uzun olduğu içindi. Bahçeye ne amaçla girdiğimin de farkında değildim. Zürafayı kurtarmak mı istiyordum? Pek sayılmaz. Niçin orada olduğunu bile bilmiyordum daha. Bir süre hiçbir şey yapmadan şaşkın şaşkın baktım ona. Yüzüne, biz insanlara musallat olan melankoli vurmuş olsa da bir prenses misali asil görünüyordu. Belki de zürafalar gerçekten de asil hayvanlardı. Hayvanlar âleminde hükümdarlıkta aslanlara ortak olmaları bile gerekiyor olabilirdi. Hatta belki de bulutların ardına rahatça ulaşabilsinler diye bu kadar uzunlardı.

Zürafanın beni fark etmemiş olmasının verdiği rahatlıkla ona iyice yaklaştım. Elimdeki dalla yavaşça sol ön ayağına dokunarak onu dürttüm. O an başımın büyük belaya girdiğini düşünmeme neden olan bir şey gerçekleşti. Zürafa aniden başını çevirdi ve bana baktı. Bacaklarını dans ediyormuşçasına rastgele bir düzende hızlıca oynatmaya başladı. Kaçmaya çalışırken takılıp düştüm. Zürafa ağaca bağlı olduğu için şanslıydım. Bu sefer Adil Amca’ya çarpmıştım. Kısacık saçı, ağarmaya başlamış ve iyice uzamış sakallarıyla bu adam zürafadan daha ürkütücüydü.

“Meraklı olmanı anlıyorum ama başına bir şey gelirse annenlerle ben uğraşmak zorunda kalacağım.” dedi şefkat dolu olduğuna şükrettiğim ses tonuyla. Tebessüm etti fakat bunu zorla yaptığı belli oluyordu. Hızlıca doğruldum ve mahcup olduğumu abartılı bir şekilde belirterek özür diledim.

“Hayatımda hiç zürafa görmemiştim. Buralarda yaşadıklarını bile bilmiyordum. İlgimi çekti.” Lafımı bitirir bitirmez beni utancımdan yerin dibine sokacak bir kahkaha attı.

“Tabii ki buralarda yaşamıyor. Onu özel olarak getirttim.” dedi.

“Beslemek için mi?” Belki de bu soruyu hiç sormamam gerekiyordu. Tüm ailesine sövmüşüm gibi ciddileşti. Sesindeki şefkat kayboldu ve eve gitmem gerektiğini söyledi. Ciddiyeti beni korkuttuğu için ikiletmeden evime döndüm. Fakat merakımı tatmin etmeyi başaramamıştım. O zürafanın neden oraya getirildiğini öğrenecektim. Üstelik bunu yapmak için ertesi günü bekleyemezdim. Gece yarısı bahçeye çıktığımda Adil Amca’nın da iş üstünde olduğunu gördüm. Yanına beyaz boya kutusunu almış, fırçayla zürafanın etrafına bir şeyler çiziyordu. İşini bitirdikten sonra yine suikastçı misali gizlilikle bahçesine geçtim. Amacım, çizilen şekillerin fotoğrafını çekmekti. Zifiri karanlık olduğu için bunu flaş patlatmadan yapmam mümkün değildi. Adil Amca bahçede bir şeyler olduğunu mutlaka fark edecekti, bu yüzden hızlıca kaçmam gerekiyordu. Telefonumu cebimden çıkarıp kamerasını açtım ve olabildiğince geniş açıdan zürafanın etrafına çizilen şekilleri çektim. Düzgünce çektiğimden emin olduğumda eve koştum. Adil Amca arkamdan gelmiş miydi? Bilmiyorum. O anki heyecanımla ayak seslerini duymam bile mümkün değildi. Görevi başarıyla tamamladığıma göre geriye bu şekillerin anlamını araştırmak kalıyordu. Şekli hiçbir şeye benzetememiştim. Koca bir çember ve etrafında çivi yazısını andıran harfler… Ne kadar derin olduğu tartışmaya açık araştırmam sonucunda da bir şeye ulaşamadım. Bulabildiğim hiçbir ansiklopedi ya da internet sitesi bu şeklin anlamını söylemiyordu. Bu durum, merakımın iyice körüklenmesine neden oldu. Okuldan dönerken adet haline getirdiğim üzere zürafaya el salladım ve yine yanına gittim. Defalarca baktığım şekiller benim için bir anlam ifade etmemeyi sürdürüyordu. İçime tuhaf bir umutsuzluk oturmuştu. Muhtemelen benim yaşımda başka kimsenin yaşayamayacağı bu deneyim, burada son mu bulacaktı? Zürafanın karşısına oturdum ve öylece beklemeye başladım. Beklerken mayıştım da mayıştım. Zar zor kendime gelip gözlerimi açtığımda yanımda Adil Amca’yı gördüm. Bezmiş bir suratla bana bakıyordu.

“Evine dön, burada olman tehlikeli.” diyerek uyardı beni.

“Ne yapacaksın ki? Bu şekiller de ne?” diye sorduğumda cevap vermekle uğraşmadan cebinden büyük bir çakmak çıkardı ve bana doğru tuttu. Sahiden de bana saldırır mıydı bilmiyorum fakat hiçbir şey söylemeden bahçemize kaçtım. Yine de vazgeçmeye niyetim yoktu. Eve girmişim gibi yapıp kapıyı aralık tutarak Adil Amca’yı izlemeye koyuldum. Adam, donuk bakışlarını bizim evden zürafaya çevirdi. Çakmağını ustaca bir hareketle yaktı ve hayvanın etrafında yürümeye başladı. O adım attıkça çakmağın alevi büyüyor gibiydi. Beş altı tur attıktan sonra gözlerinin dolduğunu fark ettim. Koca adam, olduğu yere çömelip ağlamaya başlamıştı. Hem de inleyerek. Zürafa da şaşkın bakışlarıyla adamı izliyordu. Yanlarına koşmak istedim fakat onu nasıl teselli edeceğimi bilmiyordum. Liseli bir kız, ağlamakta olan koca bir adamı nasıl rahatlatabilirdi ki? Ne yapacağımı bilmememe rağmen kendimi adım atarken buldum. Nasıl olduğunu anlamadan bir anda yeniden karşı bahçeye geçmiştim.

“Adil Amca, ne oldu? İyi misin? Kıyma kendi canına!” Karşılık vermedi. Çakmağı cebine koydu ve gözyaşlarını silmeye çalıştı. O an aklıma ilk gelen şey, Adil Amca’nın intihar etmeye çalıştığıydı. Fakat bunun zürafayla ne alakası olabilirdi? İşte o noktada bir bağlantı kuramıyordum.

“Ölmeye değil, öldürmeye çalışıyorum.” dedi aniden buz gibi bir ses tonuyla. Lafının ağırlığından olsa gerek, gözyaşları da durmuştu.

“Zürafayı mı?” Sesim titredi. İşte o an, tam da o an hayvanın ipini kesmek istedim. Beni durduran şey korku değildi. Adil Amca, yıllardır da tanıdığım üzere gayet sakin ve iyi bir adamdı. Hiçbir komşuyla sorun yaşadığını da görmemiştim. Hatta onunla sık sık köpeğini gezdirdiği zamanlarda karşılaşırdım.

“Ateş, bizim bildiğimiz gibi yok edici değildir. Birçok şeyi geri getirme gücü vardır.” Bu sözler, Adil Amca olarak tanıdığım adamdan çıkıyor olamazdı. “Ben de ateşle bir şeyi geri getirmeye çalışıyorum.” O esnada tüm taşların yerine oturmasını sağlayan bir şey hatırladım. Yalnız yaşayan ve sadece köpeğiyle ilgilenen Adil Amca… Onu bir süredir köpeğiyle görmemiştim!

Şaşkınlıktan yüz ifademi saklama konusunda o kadar başarısız olmuştum ki Adil Amca ipin ucunu yakaladığımı fark etti ve anlatmaya başladı. Adil Amca’nın sadık dostu Saye… Kahverengi tüylü, minicik bir köpekti. Yalnız yaşayan Adil Amca’ya umut olmuştu. Fakat bir süre önce tuhaf bir hastalığa yakalanmış. Adil Amca hiçbir masraftan kaçınmayıp onu büyük şehirlerdeki veterinerlere bile götürmüş. Hastalığı yüzünden sürekli kusan hayvancık, Adil Amca’nın elleri arasında can vermiş. Ailesinden birinin ölümünü daha kaldıramayan adam, normalde “Batıl bunlar!” diyerek yüz çevireceği birçok yöntem denemiş. Sonunda şehrin en tehlikeli mahallelerinden birinin, en karanlık yerinde yaşayan falcının kapısını çalmış. Falcı ona, zamanında bu topraklara uğrayan dinlerin tümünün yasakladığı bir ayinden bahsetmiş. Ayine göre doğru sembollerin üzerinde bir zürafa yakılırsa, istenen hayvan hayata geri dönermiş. Adil Amca’nın, ateş hakkında söylediği güzel sözlerin sebebi de buymuş.

Hikâyesini anlattıktan sonra adamın gözlerinin vahşetle parladığını fark ettim. Onun, ateşten bahsetme şekli kesinlikle normal değildi. Bir canlıyı geri getirmek için başkasını feda etmek ne kadar iyi bir davranış olabilirdi ki? Ayrıca, köpeğin ölümünde zavallı zürafanın hiçbir suçu yoktu! Adil Amca’yı çok seviyordum fakat ne yapıp edip onu durdurmam gerekiyordu. Tabii ki bu görevi gizlice yürütecektim.

“Ben eve gideyim.” dedim uslanmış bir çocuk gibi davranarak.

Adil Amca beni ikna ettiğine sevinerek başını salladı ve “Kabul ediyorum, ölüyü geri getirmeye çalışmak korkakların işidir. Yine de onun yanına gitmeye cesaret edemiyorum.” dedi. Karşılık vermeden başımı öne eğdim ve “lanetli” bahçeden çıktım. Artık tüm işim gücüm, zürafayı kurtarmak olacaktı. Bunu başarmak için okulu asmayı bile göze almıştım. Önce harçlıklarımdan kenara ayırdığım paranın bir kısmıyla yangın söndürme tüpü alıp gizlice odama soktum. Sık sık karşı bahçeyi gözetliyor, gizli görevimi gerçekleştirmek için doğru zamanı kolluyordum. Adil Amca’nın geceleri de bahçeyi izliyor olma ihtimalinin yüksekliği sebebiyle işim hayli zordu. Neredeyse bir ay boyunca adamın tüm çabalarının boşa çıkmasını sağladım. Bir keresinde kıl payı yetişebildim.

Dinlenebileceğimi düşünerek rehavete kapıldığım bir pazar sabahıydı. Kahvaltımı bile bir “bekçi” olduğumu unutarak zevkle yapmıştım. Çarşıya inip biraz hava almak için hazırlanıp dışarı çıkacaktım ki Adil Amca’yı, zürafanın tam altında uzanırken gördüm. Gece orada öylece uyumuş. Bunu garip bir fırsat olarak görüp bahçeye geçtim ve zürafanın ipini kesmeye çalıştım. O esnada Adil Amca uyandı ve beklemediğim derecede saldırgan bir tavırla beni kolumdan tutup kendi evine soktu. Bir sandalyeye oturttu ve nereden getirdiğini bile anlayamadım iple beni bağladı. Bahçeye çıktı ve kapıyı dışarıdan kilitledi. Bana bu zorbalığı yapan başka biri olsaydı, emin olun avazım çıktığı kadar bağırır ya da onun en hassas yerlerine tekmeler savururdum. Fakat karşımdaki Adil Amca gibi her daim nazik olmayı başarabilen bir adam olunca afallayıp hiçbir şey yapamadım. Kendi esaretime göz yumuyordum resmen. Olayın farkına varışım, bahçeden gelen yanık kokusuyla oldu. Geç kalıp kalmadığımı bile düşünmeden Adil Amca’nın aceleden düzgünce bağlayamadığı ipi çözdüm. Bizim eve bakan pencerelerden birin açıp kaçtım ve var gücümle odama koştum. Amacım yangın söndürme tüpünü almaktı. Ejderhaya saldırmak üzere olan bir savaşçı misali haykırarak tüpü açtım ve karşı bahçeye koşmaya başladım. Henüz zürafaya ulaşamamış olan yangın, küçük yangın tüpüm ve çığlığımla etrafa toplanan komşular tarafından söndürüldü. Olay sona erdiğinde Adil Amca’yla oldukça benzer duruma düşmüştük. O, insanlara yangının neden çıktığı hakkında bir şeyler uydururken ben de annemlere yangın tüpünü nereden bulduğumu açıklamaya çalışıyordum. Tabii aramızda bir fark vardı. O komşuları ikna edebilmiş olsa da ben ailemi inandıramamıştım. Benim gibi bir lise öğrencisinin yapmaktan zevk alacağı çoğu şeyi yapmam bir süreliğine yasaklandı. Adil Amca’nın bahçesine geçersem daha kötüleri olacağı konusundan bahsetmiyorum bile. Artık yapabileceğim tek şey, odamda ağlarken Adil Amca’nın zürafaya acıması ve onu yakmaması için dua etmekti. Yine de kaçınılmaz sonun farkındaydım. Onu gizlice ikna etme çabalarımdan birinde bana şöyle demişti: “Güzel olan her şey yanar. Sadece güzel olarak kalmayı hak edenler küllerinden doğar.”

Benim “kahramanlık” olayımdan tam üç hafta sonra korktuğum başıma geldi. Bu şehrin yalnızca akşamüstü alabileceğiniz büyülü bir kokusu vardır. Bu kokuyu, ferahlık ve heyecan verici bir parfüme benzetirdim hep. İşte o koku, acı dolu bir yanık kokusuyla birleşmişti o gün. Güneş bile öyle bir batmıştı ki orta yaşlı bir adamın bahçesinde ateşi görünce emekliye ayrılmak ister gibiydi. Tek yapabildiğim, gözyaşlarımı silerek odamın camından olan biteni izlemek oldu. Adil Amca’nın gözlerine en ufak bir parıltı kalmamıştı. Donuk bakışlarla zürafaya baktı ve çakmağı çakıp hayvanın bacaklarının arasına attı. O an, yalnızca o an Adil Amca’dan bir hıçkırık sesi duymuştum. Başka da bir şey duymadım. Alevler büyüdükçe büyüdü ve dev bir dalga misali tüm bahçeyi kucakladı. Zürafa çığlıklar içinde kaçmaya çalışsa da her çabasında boynuna bağlı ip tarafından engellendi. En sonunda ateş, bağlı oldu ağaca da sıçradı. Ağacın yapraklarının cıvıl cıvıl olan yeşilliği, birer birer solup yok oluyordu. En sonunda zürafanın yelesi yangından nasibini aldı ve Adil Amca’nın vicdansız bakışları arasında hayvan yok oldu. Komşular yine yardım etmek amacıyla toplandı. Gerçi Adil Amca, “ayin” sonrası için de hazırlanmıştı. Planı, yangının tabii ki yalnızca bahçeyi yakması üzerine kuruluydu. Zürafanın canına kıyan alevler, eve ulaşmadan söndürüldü. Havada uçuşan küller, dayanamayıp açtığım penceremden içeri girdi ve odamın bir köşesinde kendilerine yer buldu. İlginç olan şeyse, Adil Amca’nın çizdiği o kadim şekillerin zarar görmemiş halde duruyor olmasıydı. Belki de ikimizden başkası fark etmemişti ancak o şekillerin, bir an için de olsa etrafa mavi ışık saçtığına yardım edebilirdim. Kurban verilmiş, olay yeri temizlenmiş, dolayısıyla ayin için gerekli olan her şey yerine getirilmişti. Fakat bir sorun vardı. Bu sorunu benden önce Adil Amca anlamıştı. Ortalıkta Saye yoktu! Masum bir hayvanın kurban edilmesini şart koşan bu kadim ayin, vadettiği şeyi yerine getirememişti. Adil Amca dizlerinin üstüne çökerek feryat figan ağlarken aklımdan o şüphe dolu düşünce geçti. Ayin, tamamen uydurmaca olabilir miydi? Aslında başından beri işe yarayacağına inanmak saçmalıktı. O an yapabilsem, Adil Amca’nın yanına koşup ona sarılırdım. Evet, o vicdansızca hareketine rağmen sarılırdım. Evimden çıkamayacağımı bildiğim için penceremi kapatıp yatağıma oturmakla yetindim.

Bu işe giriştiğim günden itibaren başarısızlık ihtimalini de değerlendiriyordum ve ne olursa olsun güçlü kalacağımı düşünüyordum. Hesabım tutmadı. Bahçedeki adam gibi ben de ağlamaya başlamıştım. Ağzımı kapatmaya çalıştığım elime bulaşan damlalar kısa süre içinde yanaklarımı iyice ıslattı. Hangisine üzülmem gerekiyordu? Zürafanın yanmasına mı yoksa Saye’nin geri gelmemesine mi? Adil Amca’nın söylediği kadar güzel bir şey olsaydı bu ateş, vadettiği şeyi yerine getirmez miydi? Yoksa ateşin farklı planları mı vardı? Başımı kaldırdığımda gerçekten de farklı planları olduğunu anlamıştım. Karşımda, Adil Amca’nın uğruna bir zürafaya kıydığı köpeği Saye duruyordu. Ayin başarıyla tamamlanmıştı! Yemin ederim, köpeğin neden benim odamda belirdiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Bunu sonra da öğrenemeyecektim. O an başka hiçbir şey düşünmeden Saye’yi kucağıma aldım ve ona sımsıkı sarıldım. Küçücük köpek, neler olduğunu kavrayamadığını belli eden gözleriyle hırlayarak etrafa bakınıyordu. Hüzünle karışık bir heyecanla ayağa kalktım ve pencere kenarına gidip hâlâ ağlamakta olan Adil Amca’ya baktım. Yaptıklarının boşa çıkmadığını öğrense ne yapardı? Muhtemelen sevinirdi. Köpeğini kucaklar, kendine yeni bir hayat kurardı. Artık onu tekrar gülümserken görebilirdim. Fakat… Bunu hak ediyor muydu? Bir kere ölüyü geri getirmek uğruna zürafaya kıyan bir adam, köpeği yine öldüğünde aynı şeyi yapmaz mıydı? Başka zürafaları harcamayacağının garantisi var mıydı? Bunu kabul etmesi zor olsa da Adil Amca’nın asıl derdinin köpeğinin gitmesiyle değil, ölümün kendisiyle olduğunu görmek gerekiyordu. Bu dertten kurtulması içinse yapabileceği tek şey ölümsüzlüğü bulmaktı. Mümkün müydü? Hiç sanmıyordum. İşte o an, Saye’yi Adil Amca’ya vermeme kararı aldım. Artık o köpeğin yeni sahibi bendim. İkimizden biri bu hayattan gidene kadar gizlice besleyecektim onu. İçimde aniden doğup büyüyen kararlılıkla Saye’ye gülümsedim ve ona, eski sahibinin bana söylediği son sözü söyledim.

“Yakmak, yeniden inşa etmek için bir fırsattır. Ateşin cazibesi de buradan gelir.”

Peren Ercan

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for SJack SJack says:

    İlk başlarda bir deneme havası sezdim ama ilerleyen kısımlarda bu hava yok oldu ve yerini günlük bir olaya bıraktı. Güzel ve anlamlı bir öykü olmuş. Kaleminize sağlık.

  2. Çok teşekkür ederim :slight_smile:

  3. Merhabalar,

    Öykünüzü okurken aklımda iki şey belirdi. Biri, küllerinden doğan ağaçlar; diğeri de Zürafalı Köşk :slight_smile: Bazı ağaçlar yeniden canlanabilmek için kontrollü yangınlara ihtiyaç duyuyor, ilk duyduğumda çok ilginç gelmişti. Zürafalı Köşk ise İstanbul Erenköy’de, zamanında bahçesinde bulunan zürafa heykeli nedeniyle böyle anılıyormuş. Bir an konu oraya mı bağlanacak dedim ama sizin zürafa canlı çıktı :slight_smile:

    Konuyu daha fazla dağıtmayayım, pek güzel bir öykü olmuş. Özellikle sonu beklenmedik, hoş bir sondu. Kaleminize sağlık.

    Sevgiler,

  4. Yorumlarınız için teşekkür ederim :slight_smile:

    Bahsettiğiniz iki şeyden de haberim yoktu. Öyküyü, bunları bilmeden yazdım ancak gerçekten ilginçmiş. Özellikle ilk bahsettiğiniz konu, “ateşle hayata dönme” kısmına çok uyuyor. Bana o kadar ilham verdiler ki bu anlattıklarınızdan bile ayrı bir öykü çıkabilir. Kim bilir, belki de öyküyü yazmadan bunları biliyor olsaydım çok daha farklı bir çalışma çıkardı ortaya :smiley:

  5. Beğeniyle okudum, kaleminize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

3 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for per.ercan Avatar for MuratBarisSari Avatar for SJack Avatar for Arqonquin Avatar for SoundOfSilence

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *