“Binlerce yıldır ikinci cins olarak sömürülen bütün dünya kadınları adına gerçekleştirdiğimiz bu eylemle tüm insanlığa Kibele’nin yeniden doğuşunu müjdeliyor ve yeni bir dünyanın kurulduğunu bildiriyoruz. Artık tarihin nesnesi değil bizzat onu yaratan tanrıçalar olacağız. Etnisite, din, coğrafya tanımadan kadınların bilinçlerini ve bedenlerini sömüren erkek emperyalizmi, tarihin lağımında hak ettiği yere süpürülecektir. Güç, artık biz kadınlarındır!”
Dünya, “Kibele’nin Kızları” örgütünü ilk kez o gün, Tahran Özgürlük Meydanı’nda rejimin yüzüncü yıl kutlamaları için toplanmış milyonlarca kişinin üstüne gökten canavar gibi çöken kara bir toz bulutuyla tanıdı. Önce herşeyin, kutlamalar kapsamında yapılan gösterilerin bir parçası olduğu zannedilmişti. Fakat birkaç dakika içinde kalabalıktan boğulurcasına yükselen öksürükler ve erkeklerin yere yığılıp ağızlarından çıkan kanlı köpüklerle beraber çırpınmaya başlaması ile bir terslik olduğu anlaşıldı. Bütün dünya holovizyon kanallarında ve hipernet medya sitelerinde, eylemi Kibele’nin Kızları adına üstlenen farklı ülkelerden kadınların Kibele kabartması önündeki açıklamaları yayımlandıkça, kara tozun sadece Tahran’da havaya püskürtülmediği anlaşılacaktı.
Biyolojik bombaların etkisi son derece şiddetliydi. Havada kendi kendini kopyalayarak hızla yayılan nanobot virüsler, insan DNA’sında Y cinsiyet kromozomu içindeki genleri bozup sonu ölümle biten katastrofik hücre tepkimelerini gerçekleştirmeye programlanmıştı. Kibele’nin Kızları’nın açıklamalarının devamında, yaptıkları şeyin sadece insan evriminin doğal akışını hızlandırmaktan ibaret olduğu söyleniyordu:
“Yapılan bilimsel araştırmaların sonuçları, insanlarda Y kromozomunun gittikçe küçüldüğünü ve birkaç milyon yıl içinde X kromozomuyla bütünleşerek ortadan kaybolacağını göstermektedir. Yani doğa, yarım milyar yıl önce yaptığı hatayı, kendi eliyle düzeltmektedir. Bu da erkek türünün evrimsel süreçte mükemmel insana giden yolda genetik bir sapma olduğunun ispatıdır. Biz, Kibele’nin Kızları, insanlığın biyolojik saatini en az on milyon yıl ileri aldık!”
Küresel çaptaki bu terörist eylemin ardından birkaç ay içinde, dünya genelinde 10 milyarın üstünde erkek yok oldu. Kibele’nin Kızlarının, “Erkekliğin içimize sızmak için icat ettiği Truva Atları,” dediği trans kadınlar da biyolojik bombaların kurbanı olmuştu. Çöken küresel ekonomi ile birlikte hükümetlerin ve uluslar arası teşkilatların almaya çalıştığı bütün önlemler, sıkıyönetim ilanları, hiçbiri ama hiçbiri tarihin bu en büyük krizini aşmaya yetmedi. Dünyada askerî, ekonomik ve idarî kademedeki egemenlerin büyük çoğunluğunun erkeklerden oluşması, gezegen sathındaki keşmekeşi ivmelendiren en belirgin etkendi.
10 yıl sonra
Saatin kaç olduğunu öğrenmek için gözlerini kapattı. Sokağa çıkma yasağının başlamasına daha yarım saat vardı. Ayasofya ile Hürrem Sultan Müzesi (eski adıyla Sultanahmet Camii) arasındaki meydanda havada asılı devasa holovizyonda, Büyük Kızkardeş’in görüntüsü dönüyordu.
Gelen bir mesaj var mı diye gözlerini tekrar kapattı. Teşkilat onunla halen irtibat kurmamıştı. Üç gün önce hücre evini basan Kibele devrim muhafızlarının elinden kimlik dönüştürücü sayesinde nasıl kıl payı kurtulduğunu hatırladığında içinden bir ürperti geçti. Zamanı dolmak üzereydi, dönüştürücünün etkisinin geçmesine bir gün kalmıştı.
2035 İstanbul depreminde yıkılan Obeliskin ardında bıraktığı boşluğun üzerine Devrim’den sonra –aslında düpedüz bir darbeydi, şüphesiz- dikilen Kibele Heykelini geçerek, kaldığı Sığınma Evine doğru adımlarını hızlandırdı. Yeni rejim, eski kadın sığınma evlerine erkeklerin zulmünden kaçarak yerleşmek zorunda kalan kızkardeşlerin anısına toplu konutlara her yerde bu ismi vermişti.
“Kibele Cumhuriyeti’nin özgür kızkardeşleri, sokağa çıkma yasağının başlamasına 15 dakika kalmıştır. Güvenliğiniz için lütfen sığınma evlerinden ayrılmayınız.”
Bu heybetli ses, havada dolaşan mobil holovizyonlardan birinden geliyordu. Elbette ki Büyük Kızkardeşe aitti. Meydanda devriye gezen muhafızları gördüğünde açığa çıkma endişesiyle heyecanlandı. Ama serinkanlılığını muhafaza etmeliydi. Çünkü vücudundaki adrenalin seviyesindeki oynamalar, kanında dolaşan nanobotların işlevselliğini bozabilir ve bedeni enjeksiyon öncesindeki haline dönebilirdi.
Sığınma evinin kapısından içeri girdiğinde resepsiyon görevlisinin yanında duran gözleri kapalı uzun boylu, sarışın bir muhafızı fark etti. Muhakkak, son üç gün içinde eve giriş yapanların kimlik bilgilerini bilgisayardan kontrol ediyordu. Önünden geçerken nefesi hızlandı –bazı muhafızların koku duyularının son derece gelişmiş olduğunu biliyordu-, asansöre kendisini attığında aynada duruşunu kontrol etti. Geçmişte kendisi gibi bazılarının, kimlik dönüştürücü ses telleri ve göğüsler dâhil kaslarda gerekli kadınsı değişimi sağladığı halde, yürüyüşleri farklı olduğundan şüphe çektiklerini ve tutuklandıklarını biliyordu. Yeni rejimin uyguladığı ıslah programının bir parçası olarak, genomlarındaki bir mutasyon nedeniyle biyolojik bombaların etki etmediği ve bu yüzden hayatta kalabilmiş az sayıda erkek adeta avlanarak yakalanmakta, onların üzerinde de etkili olabilecek biyolojik silahlar denenmekteydi. Yeni rejime muhalif Gökkuşağı Çocukları Teşkilatının kuruluş amacı da zaten kendisi gibi hayatta kalan erkekleri deneylerin yapıldığı bu tesislerden kurtarmak, onları korumaya almaktı.
Asansör, odasının bulunduğu katta durdu. Topuklu ayakkabılarını çıkarıp –bunları giymeye bir türlü alışamamıştı- yatağa uzandı. Az sonra muhafız kimlik kontrolü için muhtemelen kapısına gelecekti.
Aradan birkaç dakika geçmişti ki tıpkı düşündüğü gibi diyafonun zili çaldı. Daha önce simülasyon programında sayısız kez benzeri senaryoları çalışmasına rağmen yine de kalp atışları hızlanmıştı. Olası bir aksi durum için cebindeki mavi renkli intihar hapını kontrol etti. Yuttuğunda, geriye elbisesinden başka hiçbir kanıt bırakmamak üzere hücre yıkımını başlatıyordu. Kapıyı açtı. Aşağıda gördüğü muhafız, önce selam verdi –rahmi simgeleyen bir el hareketiydi-, tok bir sesle konuşmaya başladı:
“İyi geceler, sevgili kızkardeş. Bir ihbar kapsamında bu sığınma evindeki bütün kızkardeşlerin kimliklerinin kontrol edilmesi gerekiyor. Lütfen gözlerimin içine bakar mısınız?”
Denileni yaptı. Muhafızın gözlerine entegre çip iris taramasını başlatacaktı.
“Teşekkürler, kızkardeş Ebru Hanım. Şimdi de DNA eşleşmesi için kan örneği alınması gerekmekte. Lütfen parmağınızı uzatır mısınız?”
Lütfen, lütfen. Bu kelime ilk kez ne zaman ona bıkkıntı vermeye başlamıştı?
Muhafızın uzattığı şırınga şeklindeki kapsüle işaret parmağını yerleştirdi. Cihazın, damarından çektiği bir damla kanı analiz edip merkez karakoldaki veritabanıyla karşılaştırma işlemi sadece saniyeler alıyordu.
Muhafız, merkezden gelen sonucu kontrol etmek için gözlerini kapattı. Tekrar açtığında ise kendisine karşısında bir böcek varmış gibi nefretle bakıyordu.
“Çabuk, ellerini havaya kaldır!”
Karşı koymaya çalışması boşunaydı, muhafız ondan kat be kat güçlü görünüyordu. Yine de denedi, ama karnına gelen tekmeyle yere yığılması bir oldu.
Beyni uğuldarken, olanları anlamlandıramıyordu. Gerçek kimlik verisinin sorgu ile açığa çıkabilmesi imkânsızdı. Kimlik dönüştürücü önceden yüklenmiş sahte kimliğin gen simülasyonunu da sağlıyordu.
Birden bütün vücudu korkunç bir acıyla kasılmaya başladı. Son birkaç saniye içinde yaşadığı büyük heyecan, kimlik dönüştürücünün kanına enjekte ettiği nanobotları kısa devre yaptırmış olmalıydı. Gözleri kapanırken, muhafızın kendisine müşfik bir tebessümle yaklaştığını gördü.
Kendine gelip gözlerini açtığında –bayılmasından bu yana yaklaşık 10 dakika geçmişti- yatağa yatırılmış olduğunu fark etti. Elleriyle bedenini yokladı, çırılçıplaktı. Teşkilat tarafından kurtarılmadan evvel, erkeklik organı başta olmak üzere bedeninde uygulanan fiziksel deneylerin yara izleri her rejenerasyonunda biraz daha siliniyordu. Bilhassa karnında büyük bir acı vardı, bunu hissedince yediği okkalı tekmeyi hatırladı. Perdeleri sımsıkı kapalı pencerenin önündeki antika koltukta, o uzun boylu muhafızın elinde sigara kendisini süzdüğünü gördü. Korku dolu bir refleksle geriye çekildi. Muhafız ise hiç istifini bozmadan sigarasını iki parmağıyla bastırdı, izmarit saniyeler içinde havada çözünerek yok oldu.
“Seninle hemen bağlantı kuramadığım için özür dilerim sevgilim. Biliyorsun, son günlerde Semantik Ağı daha sıkı izliyorlar.”
Muhafızın gözlerinin içine, şüpheli bir umutla baktı. Yoksa, o muydu?
“Mehtap?”
“Evet, benim.” anlamında başını sallamıştı.
Üzerine atıldı: “Öldürebilirdim seni, neden böyle bir şey yaptın?”
“Önce tekmelerime karşı koymayı öğrenmen lazım.” Kahkaha atmaya başladı. “Hele de o etekle asla beceremezdin! Ama nasıl da korktun, kimliğin açığa çıktı zannettiğinde.” Kahkaha atmaya devam ediyordu.
Başının altındaki yastığı çekip Mehtap’a fırlattı. Mehtap seri bir refleksle yastığı havada yakalayıp ona geri fırlattı ve ayağa kalkarak:
“Çabuk, fazla vaktimiz yok. Az sonra burada olurlar.” Cebinden metalik bir şırınga çıkarmıştı, uzattı: “Bakalım bedeninin yeni görünümünü beğenecek misin? Bu seferki bir siyahi.”
Mehtap’ın uzattığı kimlik dönüştürücüyü aldı. Tam boynuna batıracakken durdu, yatağın kenarındaki komodine bıraktı. Mehtap’ı -daha doğrusu dışına giydiği bedeni- tuttu ve kendisine yaklaştırdı. Saçlarını okşarken gözlerinin içine daldı.
“Kimlik dönüştürücü kişinin bakışlarını değiştiremiyor, biliyor musun? Şu an bu bedenle başka bir görünümde olsan da gözlerinin ardındaki gerçek seni görebiliyorum.”
“Aldatmaya iyi bir kılıf bulmuşsun, bravo!”
Dudakları kenetlendi. Büyük bir hasretle tek vücut oldular. Sanki yapışık doğmuşlar da, geçici süreliğine ayrı bedenlerde yaşıyor gibilerdi. Bir kadınla erkeğin birleşmesi, Kibele’nin Kızları rejimine karşı işlenebilecek suçların en ağırıydı, sapkınlıktı, Tanrıçaya küfür gibiydi. Sevişmek ise, bir Gökkuşağı Çocuğu’nun yapabileceği belki de en devrimsel eylemin kod adıydı.
İkisi de o an beyin kıvrımlarında aynı düşüncenin aktığını biliyordu:
“Başaramayacaklar, sevgilim. Çok acı verdiler, veriyorlar, bir müddet daha vermeye devam edecekler ama, başaramayacaklar. Gezegeni karanlık bir kapanın içinde hapsettiler ve bu mahpusluğun devamı için en ince ayrıntısına kadar düşündükleri siyasi, ekonomik, teknolojik kontrol aygıtlarını kurdular. Ama sökmeyecek.”
Diyafonun zili ısrarla çalıyordu. Kapıya yüklenenler vardı.
“Çünkü insanın özgür iradesine muhalif yapılanan her sistem çökmeye mahkûmdur. Bir insana, onun arzularını bastırarak bir şeyi bir zaman boyunca belki yaptırabilirsin, ama her şeyi ilelebet sürecek şekilde zorlayamazsın. İnsan gibi, evrendeki cansız ve şuursuz parçacıklardan çok daha karmaşık, hesaba kitaba gelmez bir varlığı şekillendirmeye, tek tip bir kalıba sokmaya çalışan bütün toplum mühendisliği söylemlerinin hepsi aslında kuru gürültü! İnsanlık her zaman bütün bu akıl ve mantık gereği diye öne sürülen zırvalara tekmeyi bastı, yine basacak. Tanrıça olmayacağız!”
Mehtap, boynunda takılı kolyenin ucundaki alev renkli kızıl mücevheri avuçlarken bir yandan diğer eliyle onun beline sarıldı:
“Teşkilatın yeni buluşu. Yanan Zürafa kod adını verdiler. İntihar haplarına artık gerek yok, sevgilim. Işınlanmaya hazır mısın?”
Kapı gürültüyle kırılıp içeriye –bu sefer gerçek- muhafızlar doluştuğunda, gördükleri tek şey bir duman bulutunun dibinde duran giysilerdi.
İri yapılı muhafızlardan çekik gözlü olanı yerdeki elbiselere bir tekme savururken küfrü bastı:
“Renkli piçler, buharlaşmışlar!”
[10 yıl önce, dünyanın belli başlı metropollerinde biyolojik bombaların atılmasından birkaç dakika evvel]
“Erkekliğin Kozmik Kıyameti operasyonunun başlaması için emirlerinizi bekliyoruz, Büyük Kızkardeş.”
“Aşk belası çözülemedi hâlâ, değil mi General?”
“Maalesef. Nadir de olsa bazı erkek bünyelerde kuvvetli aşk duygusu Y-çözücü nanobotlara karşı yok edemediğimiz bir bağışıklık kalkanı yaratıyor.”
“Yarını erteleyemeyiz, operasyonu başlatın. Yeni düzende, aşk anakronik bir yanılsama olacak. Kibele’nin bağlandığı zincirlerinden kurtulmasına az kaldı.”
Günümüz sorunlarının devam ettiği bir geleceği hayal etmek değişik bir deneyimdi. Özellikle son günlerde yaşanan olaylar sonucunda öyküdeki Kibele Rönansı’nın haklılığı tartışılmaz bir durum. Kısa ve güzel bir öyküydü. Kaleminize sağlık.
İsmi de kendisi kadar güzel bir öykü. Mitolojilere göndermeler içeren eserler, neredeyse, her zaman zengin bir yapıdadır zaten. Bu hikayede işlenen Kibele motifi oldukça güzel ve yerindeydi. Hele Kibele Cumhuriyeti fikrini epeyce sevdim ve ilham aldım. Kurgusal şehirleri ve ülkeleri oldukça severim… hikayeye tek eleştirim de bu yönde olacak. Hikaye biraz kısaydı. Kibele Cumhuriyeti hakkında ve 10 yıl içinde dünyada yaşanan dönüşümler hakkında biraz daha okumak isterdim. Lakin kısa olmasına rağmen zengin bir içeriğe sahipti Kibele Rönesansı. Üstelik bazı noktaları okuyucuya bırakmak da iyidir.
Bir despotun kölesi olmakla, tarihin yeni bir sayfasını açmak arasında ince bir çizgi vardır sahiden. Distopya oldukça hakikatli ve de güzel işlenmişti. Belki de sürükleyici bir roman olabilecek kadar güzel ve sağlam bir kurgu.
Erkekleri hayatta tutan gücün açıklanması, ve bunun sanki göz ardı edilebilecek kadar küçük bir şey olarak görülmesi, oldukça hoş, alkışlanası bir sondu.
Velhasıl, bana oldukça ilham veren bir öykü oldu Kibele Rönesansı. Zihnine ve kalemine sağlık.
Feminizm ve kadın hakları hususunda birçok tartışma yürütülmekte. Eril tahakkümün ortaya çıkardığı kabus iklimi, doğrudan kadınları ve dolaylı yoldan da olsa kimi erkekleri etkilemekte ve vicdanlarda onulması güç yaralar açmakta. Bununla birlikte, “dünyayı kadınlar yönetsin!” ve benzeri sloganların ardında yatan gerçekçilik de tartışmaya açık. Kadınların yönettiği dünyanın ideal bir düzene sahip olup olamayacağı yorumu elbette kişiye göre değişecektir; fakat, özgürlükler noktasında bireye tanınacak haklar nasıl şekillenecek, işte bunun üzerinde durulması çok önemli.
Roman katır gibidir, ne yüklesen alır ama öyküde bunu yapmak yalnızca metni ağır ve acılı bir ölüme sürükler. Dolayısıyla, öykü yazmak maharet gerektirir; böylesine zor ve çetin bir konuyu, Kibele’nin modern kültüre kattığı gelenek ve öğretilerle başarılı biçimde harmanlayan İsmail Yiğit de, ortaya kıymeti kendinden menkul, değerli bir iş çıkarmış.
Zaten halihazırda muazzam hayal gücü, konuya hakimiyeti ve akıcı anlatımıyla okuruna öyküye iştirak imkanı veren bir yazarken; sosyopolitik gerçekler ışığında gerçekleşmesi muhtemel bir geleceği, araştırmacı titizliğiyle ele alıp incelemesi ise ayrıca takdire şayan.
Hülasa, mutlaka okunması gereken, üzerine çapraz okumalar da yapılırsa kişiyi geliştireceğini düşündüğüm enfes bir hikaye, yazanın ellerine sağlık.