Öykü

Kırmızı Nokta

Ana ekran üzerindeki kırmızı nokta çok hızlı ilerliyor. Hedefimiz programına aykırı bir şekilde davranıyor. Onu aylardır izliyoruz. Çok monoton ve sade bir hayatı var. Normal programında her sabah saat 09:00’da gittiği kafede olurdu ve saat 12:00’a kadar da buradan asla kalkmazdı.

Şu an saat 09:42 ve hedefimiz arabasında, hızla bir yere gidiyor. Arabasına yerleştirdiğimiz mikroçip kırmızı noktanın yansıması ve nokta yerinde durmuyor. İfşa olmuş olamayız. Çok dikkatli davranmıştık ve aylardır bir problem çıkmamıştı.

Telsizden takım liderim Sipahi’ye bağlanıyorum.

“Sipahi?”

“Dinliyorum.”

“İfşa olduk.”

“Nasıl? İmkânsız…”

“Bunu sonra düşünürüz. Şimdi beni iyi dinle hedef bir anda arabasına bindi ve hızla bir yere doğru gidiyor. Yeniçeri’yi ve Azap’ı yanına al. Hedefi imha etmelisiniz. Ben bilgileri sana gönderirim,” dedikten sonra diğer ekip üyelerinden Baltacı’ya bağlanıyorum.

“Neler oluyor?” diyor Baltacı.

“İfşa olduk Baltacı,” diyorum. “Hemen hazırlan, git hedefin her gün gittiği kafeyi kontrol et. Eğer hedef oradaysa da imha et!”

“Anlaşıldı.”

Ekrana dönüyorum. Kırmızı nokta hâlâ süratle ilerliyor. Bir süre sonra ekranımda mavi noktalar beliriyor. Sipahi, Yeniçeri ve Azap’ın deri altına yerleştirdiğimiz mikroçiplerin yansımaları. Hızla kırmızı noktaya yetişmeye çalışıyorlar.

“Hedef, Kartepe’ye doğru gidiyor. Dikkatli olun!” diyorum.

“Anlaşıldı,” diyor Sipahi.

Diğer ekranda Baltacı’nın mavi noktası beliriyor. Kafeye varmak üzere. Kafenin güvenlik kameralarına bağlanmayı deniyorum ama bir türlü olmuyor. Beni neyin engellediğini anlamaya çalışıyorum. Bir kafenin bu kadar sağlam bir siber güvenliği olamaz hata bende olmalı diye düşünüyorum.

“Hedef kafede değil,” diyor Baltacı.

“Anlaşıldı, O zaman kesin arabasında… Baltacı gps’ine diğerlerinin yerini yansıtıyorum. Onlara katıl.”

“Anlaşıldı.”

Ana ekrana dönüyorum. Benim mavi noktalarım kırmızı noktaya bayağı yaklaşıyorlar. Kırmızı nokta Kartepe’deki ormanın derinliklerinde bir yerde duruyor.

“Durun!” diyorum mavi noktalarıma.

Mavi noktalar duruyor. “Ne oldu?” diyor Sipahi.

“Bu bir tuzak olabilir. Niye bu kadar hızlı bir şekilde ormana gitsin ki?”

Sipahi, “Başka şansımız var mı?” diye soruyor.

Cevap veremiyorum.

Yeniçeri, “Başka şansımız yok. Eğer bizden haberi varsa artık her şey için çok geç. Öldürülmesi gerek,” diyor ve mavi noktalar tekrar hareket ediyor.

Mavi noktalar kırmızı noktanın yakınlarında bir yerde duruyor. Sonra arabadan iniyorlar. Aralarında mesafe bırakarak üç koldan kırmızı noktaya yaklaşıyorlar.

Sipahi, “Hedef görüş alanımızda… Arabasında oturuyor. Saldırı için onay bekliyorum,” diyor.

“Onaylıyorum.”

Sipahi diğerlerine “Şimdi!” diyor. Hepsi aynı andan kırmızı noktaya yaklaşıyor ve telsizden taramalı tüfek sesleri duymaya başlıyorum. Şarjörlerini kırmızı noktanın üzerine boşaltıyorlar. Ölüm kusuyorlar üstüne.

Silah sesleri kesildiğinde hemen, “Durum ne!” diye soruyorum.

“Arabanın içinde bir ölü var,” diyor Sipahi.

Mavi noktalar kırmızıya iyice yaklaşıyor. Ekranda artık bütün noktalar iç içe gözüküyor. Telsizden bir araba kapısının açıldığını duyuyorum.

Sipahi, “Şöför koltuğunda bir ölü var ama yüzü fena dağılmış bizim hedef mi anlayamadım,” diyor.

“Hedefin sol bileğinde bir ay yıldız dövmesi olması lazım,” diyorum.

“Bakıyorum…” diyor Sipahi ve bir süre geçtikten sonra “Hayır dövme yok. Yanlış hedef,” diyor.

“Belliydi böyle olacağı,” diyorum. “Takip edilmeden buraya dönün.”

“Anla-“

Bir anda bir patlama sesiyle Sipahi’nin telsiz bağlantısı kesiliyor. Panikle ekrana bakıyorum. Kırmızı nokta, Sipahi ve Yeniçerinin noktaları artık ekranda gözükmüyor. Bunun tek bir anlamı var. Adamlarımın nabzı durduğu için mikroçipler artık aktif değil.

“Sipahi? Sipahi? Cevap ver!” diye bağırıyorum.

Telsizden ses gelmiyor. Sonra Azap’ın bağlantısından belli belirsiz bir ses geliyor.

“Öldüler…” diyor Azap. Ağır yaralı olduğu çok belli.

“Sen iyi misin? Merak etme Baltacı çok yaklaştı seni oradan çıkarıcak.”

“Öldüler…” diyor Azap. “A-araba pat-“

“Azap? Azap?”

Azap’ın ışığıda sönüyor. Sinirle kafamdaki kulaklığı çıkarıp kafamı ellerimin arasına alıyorum. Ter içindeyim ve bütün vücudum yanıyor. Baltacıyı durdurmalıyım o da ölmemeli diye düşünürken Azap’ın telsiz bağlantısı bir anda tekrar aktifleşiyor.

“Azap?” diyorum.

“Azap konuşacak durumda değil,” diyor karşıdaki yabancı ses. “Zira vücudu ikiye bölünmüş durumda. O yüzden rapor veremiyor diye ona kızma tamam mı?”

“Kimsin sen?”

“İşte bütün sıkıntı da burada. Kimim ben?.. Oysa ben hepinizin kim olduğunu gayet iyi biliyorum. Aylardır beni izlediğinizi de biliyorum. Burda yatan üç ajanın kod adlarının Sipahi, Yeniçeri ve Azap olduğunu biliyorum. Hepsinin kolunda mikroçip olduğunu, hepsinin kiminle evli olduğunu, nerede yaşadıklarını, kaç çocukları olduğunu, en sevdikleri dizileri ve en sevdikleri yemeğe kadar her şeylerini biliyorum. Sen ne biliyorsun?”

“Blöf yapıyorsun,” diyorum. “Hiçbir şey bildiğin yok.”

“Öyle mi dersin? Yani çoçuklarının adı Sude ve Zehra değil mi?”

Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Ayağa kalkıyorum. Terimin sıcaktan soğuğa döndüğünü hissediyorum. Ana ekranda Baltacı’nın ışığı beliriyor. Olay yerine çok yakın. Hatta olanları görmüş bile olabilir.

“Baltacı…” diyorum. “İşaretimle Azap’ın cesedinin başındaki adamı indir.”

“Anlaşıldı.”

Hedef, “Aylardan beri beni izliyorsunuz. Sadece nerede oturduğum ve nerede kahve içtiğim dışında bir şey bildiğiniz yok,” diyor. Baltacı rahat bir atış yapsın diye Hedef’in konuşmasını bölmüyorum ve onu oyalıyorum.

“Benim nasıl bir insan olduğuma, nasıl düşündüğüme, nasıl hareket ettiğime odaklanmak yerine. Gittiğim kafeye odaklandınız. Belki de beni tanımak istemediniz. Sonuçta ben sizin için sadece bir hedefim öyle değil mi?.. Öldüreceğiniz birini neden tanımak isteyesiniz ki?”

Baltacı, kendi bağlantısından, “Hedefe kitlendim,” diyor. Ben Baltacı’ya cevap veremeden. Hedef’in sesini duyuyorum.

“Güzel,” diyor.

Bizi duyuyor mu? Nasıl olur? Ne için “Güzel” dedi bu şimdi.

“Baltacı,” diye bağırıyorum telsize. “Hedefi indir!”

Hedef, “Onu duydun Baltacı, hedefi indir,” diyor.

Arkamdan bir merminin silaha sürülme sesini duyuyorum. Telsizden değil. Burda yanımda…

Arkamı dönüyorum. Baltacı ormanda değil… burada tam karşımda duruyor. Mikroçipin olması gereken kolu sargı beziyle sarılmış. Silahını bana doğrultuyor ve etraftaki her şey kararıyor.

Fatih Kürşat Keskinoğlu