Öykü

Memento Mori

“Hiç merak etmeyin, Bayan Morris.” dedi uzun, deri paltolu adam merdivenleri inerken. “Verdiğiniz bilgiler işimizi kolaylaştıracaktır, emin olun. En kısa zamanda sizinle tekrar irtibata geçeceğiz.” Bir yandan kravatını düzeltiyor, bir yandan da yanındaki bembeyaz, iri suratı izliyordu.

“N’olur bulun onu, Memur Bey! Ne isterseniz yaparım. Yeter ki sağ salim evine dönsün. Ah benim küçük bebeğim! Kim bilir ne hâldedir şimdi! Bulun onu. Ne gerekirse yapın!” diye sızlandı kadın. Koca bedeniyle merdivenleri zor iniyordu. Koluna sıska, uzun boylu, takım elbiseli bir adam girmişti ve hem kendi adımlarına hem de koluna girdiği kadının adımlarına temkinle bakıyordu.

“Şüpheniz olmasın, Bayan Morris. Köpeğinizi sağ salim getireceğiz. Güvenin bize.” dedi adam bıkkın bakışlarla.

“Köpek de ne demek! Onun bir ismi var. Benim Rosie’m o. Rosie!” dedi kadın çatık kaşlarıyla boyalı yüzünü dönerek. Gözlerinden süzülen yaşlar yüzünden aşağı doğru gri çizgiler bırakmıştı. Büyük dudaklarının ortasındaki yuvarlak şekildeki pembe boya ağzının küçük görünmesine sebep oluyordu.

“Doğru, evet. Kusura bakmayın, Bayan Morris. Rosie…” dedi adam büyük bir isteksizlikle. “Rosie’yi bulacağız.”

Geniş kapılı karakolun merdivenlerinin son basamağını da indiklerinde adam, kadının bu ağırlıkla nasıl yürüyebildiğine hayretle baktı. Yanındaki uşağı olmasa yüz üstü yere kapaklanacak gibi duruyordu. Kadın, yavaş adımlarla arabanın kapısına doğru gitti ve uzun elbisesini elinde toplayarak havada duran arabanın içine oturdu. Arabanın arka kısmı bir anlığına yere değip tekrar yukarı çıktı. Yanındaki adamın da binmesiyle beraber araba, burnunu zar zor kaldırarak şehri bir ip gibi sarmış hava yoluna karıştı.

Adam, ağzından küfürler savurarak kendi arabasına doğru yöneldi. Arabanın camına yaklaşırken kravatını gevşetti. Şoför koltuğunun olduğu taraftaki cama eliyle bir iki defa sertçe tıklattı. Bir hareket yoktu. Ne ki arabanın etrafında hızlıca dolanıp yan kapıyı açtı. Şoför koltuğunda bir adam kafasına geçirdiği büyük, camları kapalı bir gözlükle ağzı açık bir şekilde tavana bakıyor, dudaklarının bir kenarından salyalar akıyordu.

“Çıkar şu gözlükleri ulan!” diye bağırdı adam ve aleti çıkarmak için kafasına vurdu.

Adamın koltukta iki yana açılmış bacakları aniden havaya fırladı. Aleti kafasından çekti ve yerinde doğruldu. Kapının dışındakine memnuniyetsiz bir tavırla bakmaya başladı.

“Richard…” dedi kendinden emin bir hâlde. “Bu yaptıklarını rapor edeceğim, biliyorsun değil mi?”

“Başlatma şimdi raporuna Nihat. Çalıştır hadi arabayı.”

Oturmaya yeltendiği sırada kapaklarında çıplak kadınların olduğu bir düzine derginin koltuğun üzerinde olduğunu fark etti. Söylenerek hepsini özensizce bir araya toplamaya başladı.

“Hop! Hop! Dur! N’apıyorsun? Antika onlar. Bunların ne kadar değerli olduğundan haberin var mı senin? Bırak bana.” diye atıldı Nihat ve dergileri üst üste özenle yerleştirerek arka koltuğa koydu.

Richard dergilere de ona da tiksintiyle baktı. Arabanın arkasıysa çöplük gibiydi. Kafasını arabaya sokmadan önce iyice bir nefes aldı. Araba yerden yükselmeye başladığında hâlâ binmemişti.

“Binecek misin, Richard?” dedi Nihat umarsızca.

“Bineceğim Nihat, bineceğim.” Ses tonunda belli bir ima vardı. Nefretle bakıyordu.

Richard ön koltuğa oturduktan sonra Nihat arabayı hava yoluna doğru uçurdu. Güneş henüz batmamıştı ama batmaya yakındı. Şehrin koca binaları arasında dolanırken Richard sürekli aşağıya bakıyordu. Göğün turuncu ve mavi alacasıyla aydınlattığı geniş sokakları izliyordu.

“Bir şeyler mi yesek? Fena acıktım.” dedi Nihat.

Richard denileni duymamış gibiydi. Nihat da onun cevabını beklemeden arabayı aşağı indirmeye başlamıştı bile.

“Nereye?” dedi Richard şaşkınlıkla.

“Yemek yiyelim. Acıktım. Ayrıca nereye gideceğimizi de söylemedin. Ben de buraya sürdüm bilerek.”

“Doğru ya!” deyip yüzünü ekşitti. “Al şunu da bilgisayara gir. Köpeğin mikroçipinin takip numarası.”

Paltosunun cebinden avcu kadar bir cam telefon çıkardı. Ekranda gelişigüzel yazılmış bir numara vardı.

“Koy bir yere. Hem ne köpeğiymiş bu?” dedi Nihat yolu gözlerken. Sokağa inmek için bir boşluk bekliyordu.

Birkaç arabanın önlerinden geçmesinin ardından arabayı dümdüz aşağı sürdü. İndikleri sokakta büyük bir kalabalık vardı. Ellerinde pankartlarla dolaşan kalabalık grup karşılarındaki uzun, cam binaya doğru sloganlar savuruyordu. Nihat arabayı durdurur durmaz sokağın karşısında, meydanı buhara boğan yemek tezgâhlarından birine gitti. Kafasını arabaya çevirip tekrar önüne dönünce sokağın aynı sırasındaki bir dükkâna girdi. Richard ise arabada uyuklamaya başlamıştı ki kalabalığın sloganları daha da şiddetleniyordu.

Tanrının verdiği kısıtlı ömre ömür ekleyemezsiniz!” diye bağırıyordu biri.

Tanrının inayeti üzerimize olsun! Hepimize acılar getiriyorsunuz!” dedi biri ve bağırarak ağlamaya başladı.

Kahrolun! Kahrolun kâfirler!” deyip binaya ulaşamadan yeri boylayan taşlar fırlatıyordu birisi de.

Richard kafasını cama koymuş, gözlerini kapatmıştı. Birdenbire cama bir yüz yapıştı. Richard yerinden sıçrayarak çığlık attı. Kemerindeki silaha yeltendi. Beyaz tenli, yapılı bir adam pörtlek gözleriyle Richard’ı süzüyordu. Adamın dudaklarında bir kıpırdanma oldu ve suratını eğreti bir gülümseme aldı. Richard bu sırada adamın kolunun arasından yukarı uzayan pankarta dikkat kesildi. Pankartın üzerinde kırmızı renkle yazılmış bir yazı vardı. Boyalar yer yer aşağı akmıştı.

Memento Mori

Richard, adamın kendisini iyice bir süzdükten sonra yavaş adımlarla kalabalığın içinde kaybolduğunu görünce avcunda tuttuğu kabzayı bıraktı. Arabanın etrafını kolaçan ederken kulağında Nihat’ın sesini duydu. Sesi daha iyi duyabilmek için eliyle kulağının üstünü kapadı.

“Her zamankinden mi?” Seste küçük parazitler duyuldu.

Nihat karşıdaki tezgâhların birinin karşısında durmuş, arabanın içine, Richard’a bakıyordu.

“Her zamankinden. Sos getirmeyi unutma ama.” dedikten sonra elini kulağından çekti ve arabanın etrafını bir kez daha kolaçan etti.

Nihat birkaç dakika sonra bir elinde yemek poşeti, koltuk altında da bir düzine dergiyle arabaya yaklaştı. Kapıyı açıp poşeti Richard’a uzattı. Dergileri de koltuğun arkasındaki diğer dergilerin yanına koydu. Dergileri görür görmez Richard’ın yüzünü acı bir gülümseme kapladı. Bir şeyler mırıldandıysa da Nihat duymadı. Kalabalığa tekrar bir göz attı.

“Arabayı yukarı bir yere çıkarsana.” dedi karşıdaki kalabalıktan gözünü çekmeden.

Nihat cevap vermedi. Arabayı hava yoluna girmeden, kalabalığın üzerinden geçerek yukarıdaki bir binanın üzerindeki boş bir platforma sürdü. Kalabalığın sloganlar attığı bina karşılarında göğe doğru uzanıyordu. Koca binanın ortasında büyük harflerle şirketin ismi yazıyordu.

NHNL: New Hopes New Lifes

“Yeni umutlar, boktan hayatlar.” dedi Richard yemeğini yerken.

Nihat ufak bir kahkaha attı. Ağzı tıka basa yemekle doluydu.

“Yıllardır hiç değişmediler.” diye sürdürdü konuşmasını. “Yıllardır buradalar. Yıllardır bağırıp çağırıyorlar. Şirketin onların varlığından bile haberdar olmadıklarını hiçbir zaman anlamayacaklar.” dedi aşağıdaki kalabalığa esefle bakarak.

“Çok düşünüyorsun. Boş ver.” dedi Nihat ve zorlukla yutkundu.

“Sen de hiç düşünmüyorsun Nihat.” diye çıkıştı.

Nihat ağzına bir lokma daha aldı. “Elimizde olmayan şeyleri düşünüp üzülmeye gerek var mı, Richard?” dedi Richard’a dönerek.

Richard, Nihat’tan böyle bir cevap beklemiyor gibiydi. Afallamıştı. Yemeğini bitirdiği gibi düşünceli hâlde arabadan dışarı çıktı. Arabaya yaslanıp bir sigara yaktı. Nihat da hemen ardından dışarı çıktı.

“Bir dal versene bana da.” dedi gözlerini kaçırarak.

Richard derin bir iç çekti ve usanmış bir şekilde paketinden bir sigara uzattı. Nihat’ın çakmak isteyeceğini de bildiği için hemen çakmağı çıkarıp ağzındaki sigaraya ateşledi.

“Ee..” dedi Nihat. “Olay neymiş? Köpek falan dedin.”

“Kaybolmuş.”

“Ee?” Anlamsız bakışlarla Richard’ın yüzüne bakıyordu.

“Ne ee? Köpeği bulmamız lazım işte.” dedi Richard sesini yükselterek.

“Bütün yaygara bunun için miydi yani?” deyip dalga geçercesine güldü.

“Sanki kadınla konuşurken hep yanımdaydın da…” diye mırıldandı.

“Köpek avına çıkıyoruz o zaman desene.” dedi ve birkaç dakika sonra sigarasından son bir duman alarak izmariti binadan aşağı fırlattı.

Richard da izmaritini yere atıp üstüne bastı ve aynı anda arabaya bindiler. Arabaya bindiklerinde Richard cam telefonu yeniden Nihat’a uzattı. Nihat hızlıca bilgisayarı açtı. Direksiyonun hemen yanındaki bölmeden yukarı doğru uzayan ve ön camın yarısını kaplayan holografik bir bilgisayar açıldı.

“Bakalım neredesin köpekçik!” diyerek bilgisayara numarayı girdi.

“Söylemeyi unuttum.” dedi Richard aniden. “Köpeğin mikroçipi izleri belli bir yere kadar kaydetmiş. Bir yerden sonrası yok. İz bitiyor. Yani kayıt bitiyor. Elimizde kesin bir bilgi yok. Ya köpek mikroçipi parçalanarak öldürüldü ya da biri mikroçipi bir şekilde devre dışı bırakıp köpeği kaçırdı.”

Nihat’ın kaşları çatılmış, ağzı bir karış açılmıştı. “Ne?” dedi Richard’dan bir cevap beklercesine. “Samanlıkta iğne aramak gibi bir şey lan bu o zaman! Manyak mı bunlar? Nasıl bulacakmışız?”

“Deneyeceğiz, Nihat. Bulamazsak diye söylüyorum…” dedi Richard, kısık bir sesle. “Kanun koruyuculuğuna veda etmeye şimdiden hazırlanabiliriz.”

Nihat’ın yüzü düşmüştü. Derin derin solumaya başladı. Olduğu yerde bilgisayara bakarak öylece durdu.

“Köpeğin sahibi zengin züppenin teki, öyle mi?” dedi Nihat, yarı sinirli bir edayla.

“Öyle.” Richard dikkatle bilgisayarın üzerindeki fotoğrafa bakıyordu. Rosie’nin fotoğrafını aklında tutmaya çalışıyordu.

“Haritayı aç, Nihat. Mikroçipin son kaydının nerede olduğuna bakalım artık.” diye devam etti Richard.

Nihat bir anlığına Richard’a bakıp önüne döndü. Bilgisayardaki haritayı açtı ve mikroçipin son bir saatlik iz kaydını belirledi.

“Tahmin ettiğim gibi…” dedi Nihat. “Tam da o züppelerin takıldığı yerlerden.”

Ekranda yanıp sönen bir nokta dakikalar boyunca haritanın küçük bir kısmında yavaşça gezindi. En sonunda uzun zikzaklar çizerek bir sokağın sonuna geldiğinde kayboldu.

“İşte orası.” dedi Richard. “Gidelim hadi.”

Nihat arabayı hava yoluna doğru sürdü. Gece bastırmıştı. Göğün aydınlığı yerini şehrin neon ışıklarına bırakmıştı. Arabaların ışıkları hava yolunu beyaz bir şerit gibi parlatıyordu. Şirket binalarının üstünde türlü holografik figürler hareket ediyor, şehrin üstünde bir renk cümbüşü yaratıyorlardı. Reklam panolarının canlılığı göz alıyordu. Şehrin diplerinde büyük kalabalıklar oluşmuş, sokakların dört yanından gelen şarkı sesleri karmaşık bir gürültü hâlinde duyulmaya başlanmıştı.

Geniş bir hava yoluna girdiklerinde karşılarına devasa bir holografik kadın figürü çıktı. Figür iri, yüksek bir bina büyüklüğündeydi. Mavi bir ışıkla yansıtılıyordu. Uzun, dalgalı saçları çıplak göğüslerinin üzerine dökülüyordu. Dans ederken yoldan geçen arabalara gülücükler saçıyor, laflar atıyordu. Nihat kadın figürü görür görmez hava yolunun şeridinden ansızın çıkıverdi. Arabayı dosdoğru kadının sağ göğsünün ucuna doğru sürdü.

“N’apıyorsun lan!” diye bağırdı Richard. Gözleri fal taşı gibi açılmış, yerine mıhlanmıştı.

Nihat’ın bakışları ileriye sabitlenmişti. Dudaklarında alaycı bir gülümseme vardı. Süratle kadının göğsünün içinden geçtiler. Holografik figürden bir inleme duyuldu ve arabanın arkasından kahkahalar atmaya başladı.

“Sen hastasın.” dedi Richard, Nihat’a bakarak.

Nihat arabayı köşeden zorlukla döndürebildi. Arabanın burnunu hava yolunun dönemecinin biraz aşağısına kırdı. Direksiyonu dengede tutunca Richard’a döndü. Gülmeye başladı. Bir yola bakıyor bir de Richard’a bakıp kahkahalar atıyordu. Richard gülmemeye çalışsa da bu kahkahaların arasında kendini tutamadı; Nihat’a katıldı. Nihayetinde mikroçipin izinin kaybolduğu sokağın üzerine doğru geldiklerinde kahkahaları kesilmişti. Yine de suratlarındaki gülümsemeler yitmemişti.

“Geldik.” dedi Nihat ve sokağın aşağısında duracak bir yer bakındı.

Sokak kuytu bir yerdeydi. Şehrin üst kısımlarının ışıkları buraya vurmuyordu bile. Nihat arabayı yavaşça aşağı indirdi. Arabayı dar sokağa temkinle park etti. Sokağın iki yanı da kepenkleri kapatılmış eski dükkânlarla çevriliydi. Sokağın ilerisi karanlıktı ve ucu belli olmuyordu. Richard arabadan inerken torpidodan eline iki fener aldı. İndikten sonra birini Nihat’a fırlattı.

“Ne olur ne olmaz.” dedi Richard tabancasını çıkararak. “Tetikte ol.”

İkili, tabancalarının altına koydukları fenerlerle sokağın ortasında yürümeye başladı. Dikkatle ilerliyorlar, fenerlerini her köşeye tutuyorlardı. Birkaç düzine adım atmışlardı ama görünürde kepenklerden ve duvarlardan başka bir şey yoktu.

“Bomboş burası. Yok hiçbir şey işte.” diye fısıldadı Nihat.

“Dur!” dedi Richard. “Sus! Bir ses var.”

İki adam da karanlığın ortasında birden durdu. İki fener de ileriyi aydınlatıyordu. Sokağın sonundan ince bir inilti geliyordu. Richard gözleriyle işaret yaptı. Fenerlerini kapatarak hızlıca ilerlediler. İnilti şimdi bir cıyaklama sesi gibiydi. Adımlarını sıklaştırdılar. Sesin şiddeti arttıkça daha da hızlandılar. En sonunda Richard fenerini tekrar açtı. Gözlerini kısarak ileriye baktı. Yerde tüylü bir şey yatıyordu. Richard hareketsiz yatan bu şeyin hemen yanına gitti. Ayağıyla itekledi.

“Leş gibi kokuyor.” dedi Nihat. Koluyla burnunu kapadı.

Richard da bir eliyle burnunu kapayarak yerdeki şeyi diğer eliyle çevirmeye çalıştı. Takım elbiseli iri bir beden geniş, kahverengi bir kürkün içine sarılmıştı. Kafası yoktu. Richard bedeni çevirir çevirmez birkaç tane büyükçe fare bağrışarak boyun bitiminin üzerinden atlayıp kaçıştılar.

İkisi de irkilip geri çekildi. Dudaklarından küfürler döküldü.

“Bu ne lan şimdi!” diye bağırdı Nihat cesede bakarken.

Richard elini kulağına götürdü. Birkaç parazit sesinin ardından kulağında bir kadın sesi duydu.

“Bulunduğum yere bir ekip gönderin. Bir ceset var.”

Richard elini kulağından indirdiğinde cesedi iyice süzdü. Fareler kopuk boynun içini kemirmişler, devamındaki deriyi de delik deşik etmişlerdi.

“Ve köpek avı mezarcılığa dönüşür.” dedi Nihat tiksintiyle cesedi süzerken.

“Sence tesadüf mü?” dedi Richard. “Koskoca şehirde köpeğin teki cesetli bir çıkmaz sokağa gelip mi kaybolacak? İşin ucunda başka bir bok yoksa ben de bir şey bilmiyorum.”

Nihat cevap vermeye niyetleniyordu ki Richard eliyle susmasını işaret etti ve tekrar elini kulağına götürdü. Küçük bir cızırtının ardından Richard’ın kulağına Bayan Morris’in nefes nefese kalmış sesi doldu.

“Memur Bey, gördünüz mü?” dedi. Sesinde bir heyecan vardı. “Küçük Rosie’m tekrar göründü. Gördünüz mü? Yoksa siz mi buldunuz? Hemen geliyorum oraya! Hemen! Hazırla arabayı çabuk! Gide…”

“Bayan Morris…” demesiyle kaldı Richard. Ses kesilmişti. Tekrar aradı ama açan yoktu.

“N’olmuş?” dedi Nihat.

“Koş, Nihat. Koş! Arabaya koş.” dedi aceleyle arabaya yürürken.

Nihat, Richard’ın arkasından hemen arabaya bindi. Anlamsızca Richard’a baktı.

“Haritayı aç, çabuk!”

Nihat telaşla haritayı açtı. Şehrin öte ucunda Rosie’nin sinyali yanıp sönmeye başlamıştı.

“N’oluyor ulan!” diyerek ekrandaki noktayı sabitledi. Richard’dan bir yanıt bekliyor gibi ona bakıp duruyordu.

“Sür, Nihat. Hadi oğlum!” dedi Richard. Yüzünde bir tedirginlik ve korku vardı.

Nihat telaşla arabayı yükseğe çıkardı. Onlar giderken polis ekiplerinin kırmızı, mavi ışıkları sokağı doldurmuştu. Ekip sokağa iniyordu. Aynı esnada Richard ve Nihat’ın kulağında bir polis sesi belirdi.

“Richard, Nihat…” dedi ikisinin de tanıdığı tok bir ses. “İhbar verip nereye gidiyorsunuz?”

“Görevimizi halletmeye.” dedi Richard. “Siz cesetle ilgilenin. Tekrar irtibatta oluruz.” Elini kulağından çekti.

Nihat arabayı son süratle sinyalin yanıp söndüğü yere doğru uçuruyordu. Sinyal öylece duruyor, sadece olduğu yerde yanıp sönüyordu. Bu sırada Richard da Bayan Morris’i aramakla meşguldü. Ama hâlâ bir ses yoktu.

“Köpeğin mikroçipi bozuldu kesin. Başka bir şey değil. Ceset de tesadüftür.” dedi Nihat şehrin hava yolunun bitimine yakın.

Richard ses vermedi. Yerinde doğrulmuş, sinyalin yanıp söndüğü noktaya gözlerini dikmişti. Araba hava yolundan çıkalı birkaç dakika olmuştu. Şehrin öte tarafındaki yüksek mahallelere doğru yol almaya başlamışlardı.

“Nasıl gelmiş buraya bu köpek?” diye kendi kendine sordu Richard.

İlk önce gittikleri yolun mesafesi kadar tam tersine bir o kadar daha yol kat etmişlerdi. Karşılarında dibe doğru eğimli bir şekilde uzayan devasa bir duvar vardı. Duvarın orta hizasına büyükçe beton borular dizilmişti ve hepsinin ağzından aşağı doğru sarımsı bir su akıyor, sular şehri ortadan bölen koca bir nehir yatağına dökülüyordu. Duvarın üstünde ise yüksek katlı binalar uzayıp gidiyordu. Şehrin bu tarafı da diğer yanı gibi capcanlı renklerle aydınlanıyordu.

Nihat sinyale yaklaştığında arabanın hızını düşürdü. Duvarın hemen üstünün biraz ilerisinde iki binanın arasına gözünü kestirdi. Richard telaşla atıldı.

“İşte!” dedi. “Kadının arabası.”

Nihat hızlıca oraya doğru sürdü. İki gökdelenin arasındaki geniş bir platformdu. Açıklığa tepeden bir yerden kırmızı bir ışık vuruyordu. Duvarların her yanında büyük, ağzına kadar dolu çöp konteynerleri vardı. Bayan Morris’in arabası açıklığın hemen kıyısına muntazam bir şekilde park edilmişti. Nihat arabayı Bayan Morris’in arabasının yanına bıraktı. Richard platforma araba henüz daha yere inmeden atlamıştı.

“Bayan Morris!” diye bağırdı Richard.

Sesi, biraz ötede duvarın aşağısındaki borulardan akan suyun gürültüsüne karışıp gitmişti. Koşar adımlarla kızıl alanın ortasına ilerledi. Yerde takım elbiseli bir adam yatıyordu. Richard iyice yaklaşınca adamın Bayan Morris’in uşağı olduğunu anladı. Şakağında koca bir mermi deliği vardı ve yer kan gölüne dönmüştü.

Nihat da Richard’ın arkasından koşmuş, yetişmişti. Adamı görünce ağız dolusu bir küfür edip belinden tabancasını çıkardı. Aynısını Richard da yaptı.

“Neyin içine düştük biz?” dedi Nihat endişeyle.

İkisi de etrafında döndü. Yukarılara baktılar. Açıklığın köşelerini süzdüler. Onlar etrafı kolaçan ederken aniden çöp konteynerlerinin arasından bir köpek sesi duyuldu. Diliyle bir şey yalıyor, sızlanıyor gibi iniltiler çıkarıyordu. Richard yavaşça dikkat kesildi.

“Rosie?” dedi buruk bir sesle. “Bayan Morris?”

Köpeğin sesi bir anlığına yükseldi. Richard köpeğin sesine doğru yürüdü. Kuytu bir köşeydi ve ışık buraya ulaşmıyordu. En sonunda Richard, Bayan Morris’in yerde, bir konteynere yaslandığını ve Rosie’nin de onun suratını yaladığını gördü. Tekrar seslenmeye yeltendi.

“Bayan Morris…” derken Rosie’nin kadının kafasında açılan delikten akan kanı yaladığını gördü.

“Kusacağım galiba.” dedi Nihat arkadan.

Richard yüzünü ekşiterek geri çekildi. Açıklığın ortasına doğru geriledi ve elini kulağına götürdü. Ufak bir cızırtı kulağının içini kapladı. Cızırtı git gide daha şiddetli hâle geldi. Richard kafasını tutup acı bir çığlık attı. Hemen ardından cızırtı yok oldu. Yumuşak bir erkek sesi Richard’ın beyninde yankılandı.

“Hayır.” dedi. “Başkalarını çağırmayacaksın.”

“Sen kimsin lan!” dedi Richard kulağına bir iki defa vurarak.

“Kiminle konuşuyorsun, Richard?” diye araya girdi Nihat.

Richard, Nihat’ı duymamıştı. Kulağındaki sese odaklanmış hâldeydi.

“Ben! Ah…” dedi teatral bir ses tonuyla. “Ben bu düzenin bozuk çarklarından biriyim. Ben huzur kaçıranım. Ben bu karanlık diyarın beyaz güverciniyim.”

“Ne diyorsun ulan! Ne konuşuyorsun sen?” diye bağırdı Richard. Sesi boş platformda yankılandı. Eliyle kulağına birkaç kez daha vurdu. “Kulağıma n’aptın?”

Nihat hem Richard’ı izliyor hem de etrafı süzüyordu. Yüzü titremeye başlamıştı.

“Ben…” dedi ses, nağmeli bir şekilde. “Var olmayanların sesiyim. Onların adına konuşurum.”

Richard sessiz bir şekilde sövgüler düzdü. Gözlerini yerden kaldırıp Nihat’a el kol işaretleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı.

“Ne diyorsun, Richard? Anlamıyorum.” dedi Nihat fısıldayarak.

Tam o esnada şehrin yükseklerinden kulakları sağır edici, ıslık gibi bir ses yayıldı. Ses yükseklerden alçaklara doğru daha şiddetli bir hâl aldı ve en sonunda sustu. Sesin susmasıyla birlikte Nihat yere yığıldı. Şakağından kanlar akmaya başladı. Richard büyük bir şaşkınlıkla Nihat’ın yarı kapalı gözlerine bakakaldı.

“Nihat!” diye bağırdı ve yanına koştu. Ellerini Nihat’ın üzerine koydu. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi.

Yumuşak ses, Richard’ın kulağını tekrar doldurdu. “Gerçekten üzülüyor musun bu adama?” dedi yapmacık bir acıklı imayla. “O adamın neler izlediğini hiç gördün mü? İğrençti. Anı silme diye bir şey icat edilirse ilk işim onu izlediğim zamanları aklımdan sildirmek olacak. Neyse…” dedi uzunca bir nefes alarak. Richard’ın çatallı sesi konuşmasını böldü.

“Amacın ne lan senin? Amacın ne? Ruh hastası herif! Buradan bir sağ çıkayım bitireceğim seni. Bittin sen!” Nihat’ın ölüsünü bırakıp ayağa kalkmıştı. Çevresinde dönerken binaların tepelerine bakarak bağırıyordu.

“Ah…” dedi yine ses. “Amacımı sorman ne hoş! Amaçsızlığın düstur edinildiği böyle günlerde bir amacımın olduğunu gösterebiliyor olmak benim için bir kıvanç kaynağıdır. Amacım obur ve işe yaramaz çarkları bu düzenden çıkarıp atmak. Daha küçük ama işe yarar olanlara güzel bir düzen sağlamak. Yerde gördüklerin…” dedi yavaşça. “Bu düzenden çıkarıp atılan obur, vasıfsız çarklardan sadece ikisi. Anladın mı, Richard?”

Richard çatık kaşlarıyla duraksadı. Gözleri yerde yatan cesetlere kilitlenmişti.

“Anlıyorsun, evet.” dedi ses, neşeli bir şekilde. “Anladığına eminim. Ama benim bu amacımı gerçekleştirmemi baltalamak istediğine de eminim.”

“Sen tanrı mısın da ortalıkta insan öldürmene izin vereceğiz? Ne sanıyorsun kendini?” dedi Richard ciddiyetle. Öylece ayakta dikiliyor, kızgın bir suratla yere bakıyordu.

“Elimde değil, Richard. Senin gibilerin aksine ben bu dünyayı izlemeye gelmiş olanlardan değilim. Müdahale etmem gerek. Değiştirmem gerek. Devrimler, cüretkârların sinesinden doğar ve ben…” dedi ses kararlı bir hâlde. “O cüretkârlardan biriyim. Bu bozuk çağın beynini kemirip duran o kanı bozuk kuzgunları avlamaya cüret edenlerden biriyim.”

Richard’ın alnından terler akmaya başlamıştı. Adam, kulağının içini sesiyle doldurduğu her seferde bacaklarını bir titreme kaplıyordu.

“Bir düşünsene…” diye konuşmasını sürdürdü ses. “Şu yerde gördüğün kadının yiyip içmekten ve etrafa emirler yağdırmaktan başka yaptığı bir şey yoktu. Tüketmek ve tüketmek! Kocasından kalan mirası böyle deli saçma bir şekilde harcamasına göz yumamazdım. Evet, Richard. Her şeyi biliyorum. Her şeye ulaşabiliyorum. O paraların böyle küstahça, bencilce harcanması şehirde milyonlarca çulsuz insan varken kanıma dokunuyor. Şimdi bütün bu paralar yarın sabah bu şehrin kenara itilmişlerinin kapılarına bırakılmış olacak.” dedi ve düşünceli bir ses tonu takındı. “Madem paraya erişebildim, neden bu kadını öldürdüm diye soracaksın, biliyorum. Zevkli, Richard. Bir Yunan tanrısı gibi yaşarken onun o koca hâleli suratını tek bir kurşunumla söndürdüm ve bu bana zevk veriyor. İnan bana, Richard. Ölmeyi hak edenleri öldürmek kadar tatmin edici bir şey yok. Hele ki bunu yüce bir ideal uğruna yapıyorsan.”

“Şehrin çatılarında silahla gezip Robin Hood’u oynuyorsun.” dedi Richard ve gergin yüzünde acı bir tebessüm belirdi.

Richard’ın beynini keyifli bir kahkaha doldurdu.

“Gençsin henüz, Richard.” dedi ses gülmesine devam ederek. “Oldukça genç hem de. Bir bebek gibi. Yürümeyi yeni öğreniyorsun. Ben ise uçmayı öğreneli yıllar oldu. Ben de senin yaşlarındayken hiçbir şeyden haberdar değildim gerçi.” deyip sustu. Sesine keder sinmişti. “Bomboş bir levhaydı aklım. Artık her şeyi daha iyi görüyorum. Her şeyi. Kaç yıldır yaşıyorum biliyor musun, Richard?”

Richard’dan ses seda yoktu. Ayaklarını yavaşça geriye doğru sürümeye çalışıyordu.

“İki yüz on beş yıldır bu hayattayım, Richard. Koskoca iki asır.”

“Biyolojik gençleşim…” diye mırıldandı Richard.

“Evet.” dedi ses. “Sanılanın aksine bunu yapabilen korsanlar da var. Korsan doktorlar. Yeter ki parayı ver. Seni ölümsüz bile yaparlar.” Bir anlığına uzunca bir iç çekti. “Dünyayı düzene koymak isteyen onurlu insanların sayısı az, Richard. Bunu sizler de beceremiyorsunuz. Sizler bu düzeni devam ettirmek isteyen siyasilerin, şirketlerin emrindesiniz sadece. Siz bir değneğin karşısındaki soytarılar gibisiniz. Ama ben ve benim gibiler yaşamalı. Yaşamalı ki bu pas tutmuş çarkları yerle bir etsinler. Biz buna cüretkârız ve koca bir ömrü feda edebilecek kadar da yürekliyiz.” Ses aniden duraksadı.

Richard geniş adımlarla geriye çekilmeye başlamıştı. Olduğu yerden uzaklaştığı belli oluyordu.

“Liberté! Egalité! Fraternité!” diye bağırdı ses, akıcı bir aksanla. “Eh…” deyip küçük bir kahkaha attı. “Bu artık eski bir deyiş.” Sesin yumuşaklığı ağır ağır kaybolmuş, nefretle bağırır hâle gelmişti. “Yerine alışanın ses çıkarması zor olur değil mi, Richard? Hem niye düzenini bozasın ki? Rahatsın. Eline her ay neredeyse hiçbir şey yapmadan para geçiyor. Bir nevi kendi çöplüğünün kralısın, ha Richard? Hiyerarşinin en yüzsüz katmanını senin gibiler oluşturuyor, Richard. En çok siz ölmeyi hak ediyorsunuz. Kurdun emrinde koyun etiyle beslenip koyunlar arasında yaşayanlar. Evet, siz busunuz!”

Richard kızgınlıkla bağırılmış bu sözlerin kulağında yankılanmasıyla birlikte arkasını dönerek koşmaya başladı. Bacakları elverdiğince geniş adımlar atmaya çalışıyor, arabaya doğru koşuyordu. Kulağında müthiş bir cızırtı patladı. Acıyla çığlık atarak arabanın içine girdi. Nefes nefese, telaşla arabayı çalıştırıp platformdan uzaklaşmaya başladı. Birden arabanın ön kısmında bir kıvılcım çaktı. Arabanın önünden arkasına doğru büyük bir alev püskürdü ve araba gürültüyle patladı. Araba gecenin karanlığı içinde bir alev topu gibi nehre doğru düştü. En sonunda atık suların içinde kaybolup gitti.

Kızıl platforma beyaz saçlı, yapılı vücutlu bir adam yürüdü. Bembeyaz, uzun saçları arasında pürüzsüz bir genç yüz vardı. Elinde Bayan Morris’in kafasını tutuyordu. Aheste adımlarla duvarın kenarına yaklaştı. Nehri süzdü. Göğe baktı.

“Tanrı adalet sağlayamıyorsa artık…” dedi adam tekrar aşağı bakarak. “Bu dünyanın yeni bir tanrıya ihtiyacı var demektir.” Saçlarından tuttuğu Bayan Morris’in kellesini uçurumdan aşağı fırlattı. Yüzünde alaycı bir tebessüm vardı.

Arkasını döndü. Bir eli kulağına gitti. Kulağında bir ses duydu.

“Memento mori, arkadaşım.” dedi bir erkek sesi ağırbaşlılıkla. “Memento mori.”

“Memento mori.” diye tekrar etti adam huşuyla ve uşağın yüzünü yalayan köpeği kucağına alarak platformun karanlık aralıklarında kayboldu.

Semih Berber

1999 yılında Bilecik’te doğdu. Karşılaştırmalı Edebiyat bölümü son sınıf öğrencisi. Ayrıca antropolojiye büyük bir ilgisi var. Yazmak işine lisede şiir ile başladı. Son zamanlarda da kendi çapında öyküler kaleme alıyor, öğrendiği, okuduğu şeyleri öykülerine yansıtmaktan büyük bir keyif duyuyor. Yazmaya çabaladığı bir bilimkurgu novellası ve bir fantastik romanı var. Bunlar haricinde evde vakit geçirmekten ve okumaktan başka bir şey yaptığı yok. Keşfedilmeyi beklerken keşfedilmeye çalışıyor.