Öykü

Sanat Dergisi

Sabahın tembel zamanında sadece kuş sesinin geldiği bir sokakta bir adam yürüyordu. Her şey olması gerektiği, kediler yavruları için yemek aramakta, kahvaltıya annesine giden kız binanın önünde sevgilisini beklemekte ve yabancı adam da sadece yere bakarak yürümekte. Varmak isteği yeri daha önceden biliyormuş gibi hiç kafasını kaldırıp da etrafına bakmıyor, sadece yürüyor.

“Merhaba, geçen hafta size mesaj atmıştım. Bugün görüşebileceğimizi söylemiştiniz.”

“Sanat dergisinden bahsediyor dimi?”

“Evet, sizinle görüşme yapmam için beni gönderdiler.”

“Buyurun içeri geçin. Sağ taraftaki odaya geçelim.”

“Peki.”

“içecek bir şeyler ister misiniz?”

“Su alıyım sadece.”

Adam çantasından gözlüğünü ve ses kayıt cihazını çıkardı. Artık hazırdı. Tek yapacağı şey soru sormaktı ve kadının sesini kaydetmekti. Ellerinin içi terlememiş, ayak ayaküstüne atmamıştı.

“Hazırsanız başlatıyorum. “

“Hazırım. “

Kadın, iyi çıkış yapan yeni nesil bir şarkıcıydı. Çokta tanıyanı yoktu ama şimdiden birkaç önemli seveni vardı. Çıktığı mekanlar, ben şarkıcıyım diyen herkesi sahneye çıkaracak yerler değildi. Sorular ise pek öyle terleten mülakat soruları da değildi, vegan olmaya nasıl karar verdiniz gibi.

“Evet, hepsi bu kadar. Cevaplarınız için teşekkürler.”

“Önemli değil. Bu arada benim hatırladığıma göre benle ilk konuşmaya gelecek kişi bayandı. Neden sonradan değişti de siz mesaj attınız?”

“Bayan arkadaşımın başka bir yerde acil bir işi çıktığı için beni gönderdiler. Benim de işime geldi. Geçen geceki konserinize gelmiştim ve sesinizi canlı dinlemek güzeldi.”

“Öylemi, aslında, aslında sizi hatırlıyorum. Gösterim boyunca güneş gözlüğü takan sizdiniz dimi?”

“O kadar dikkat çektiğini bilmiyordum.”

“Tek güneş gözlüğü takan sizdiniz. Onu boş verelim de ben nasıldım, beğendiniz mi?”

“Yani, ben sadece yazarım ve müzisyen değilim biliyorsunuz ama ne diyebilirim kulağa hoş geliyor.”

“Benim hakkında yalnızca bunları yazmazsınız umarım.”

“Çok geçmeden derginin yeni baskısında görürsünüz.”

“Bu arada gözleriniz…?”

“Biraz garip ama gri. Küçükken bir kaza sonucu gözlerimi kaybettim sonradan buraya taşınınca gözlerime mikroçip taktılar ve yeni gözlerim oldular.”

“Mikroçip mi?”

“Evet, inanması güç ama öyleler.”

“İşe yaradı mı? Görebiliyor musun?”

“Doktorlar görebildiğimi söylediler. Aslında kazadan önce nasıl gördüğümü hatırlamıyorum. Sanki normal olan buymuş gibi.”

Nasıl bir insan en korktuğu anı unutabilir? Sadece unutmak isteyebilir. Gözlerini, bombalı araç parlamasında kaybetmişti. Ne diyebilirim ki doğduğu yer çocuklar için fazla tozluydu. Ama tamamen şansız bir çocuk da değildi. Ailesinin varlığı sayesinde yeni bir ülkeye taşınmaları ve burada tekrar görme yetisini kazanması her yaşıtı için pek mümkün olamadı. Bu durumun farkındaydı.

“Beni nasıl görüyorsunuz?”

Konuşabilen mor bir futbol topunu kırmızı iplerle sarmışlar gibi görüyorum. Gerçek bu. Yüzündeki her damarı ve içinde dolaşan kanın rengini net bir şekilde görüyordu.

“Tarif etmesi biraz zor. Hatta tarif edemem de. Ama sesiniz kadar yüzünüzde güzeldir herhalde. “

“Şuan taktığınız gözlük işe yarıyor mu peki?”

“Ne konuda?”

“Daha iyi görebiliyor musunuz?”

Bu gözlük mü? Bu net göstermek için değil ki. Aksine diğer insanların o iğrenç yüzlerini bulanık görmek için kullanıyor. En kötüsü de yakınında olan insanların yüzleri. Tıpkı onun gibi.

“Yani işime odaklanmamı sağlıyor. ”

“Yazı yazma konusunda mı?”

“Kimsenin göremediği ve bakamadığı bir dünyada yaşıyorum. Başka hangi işi yapmamda yardım edebilir ki?”

“Anladım. Daha önceden derginizde yayınlanan birkaç yazınızı okudum ve biraz şaşırdım. Konuştuğunuz kişiler hakkında derinlemesine analizler yapıyorsunuz. Biraz kurmacaymış gibi geldi. Sorduğunuz sorulara verilen cevaplar hakkında bu kadar kesin konuşmak bir gerçek dışı.”

Sende karşındaki insanın açıkta olan bütün damarlarını görebilseydin ne zaman yalan söylediğini, gerildiğini veya korktuğunu anlardın.

“Kaç senedir sizin gibi insanlarla çeşitli konuşmalarda bulunuyorum ve artık bazı şeyleri sezebiliyorum.”

“Nasıl göründüğümü bile tarif edemiyorsunuz, nasıl bir sezgi bu? Konuşma sırasında yüzüme bakmak yerine ellerime bakıp durdunuz. El falı mı bakmayı çalıştınız anlamadım.”

Saçını düzeltip gözlerine bakma devam etti. Korkmaktan hoşlanmıyordu ama korkmalıydı. Sevgilisinin olduğunu, uzun zamandır annesini aramadığını ve çalıştığı yerden nefret ettiğini biliyordu. Ne yazık ki bunların hepsini kendi dergisinde yayınlayacaktı. Tabi ispatlarıyla birlikte.

“Her yazar gibi benim de kendime özgü bir tarzım var. Merak etmeyin sizin hakkınızda yazılan yazıya özellikle dikkat edeceğim. Müsaadenizle…”

Ahmet Ay