Öykü

Teraperi

Rüzgâr, yağmuru cama savurarak parçalarken pencerenin güvenli tarafından dirseğini çalışma masasına, çenesini de yumruğuna dayamış şekilde uzun apartmanları izliyordu Ardıç. Penceresiyle masasının arasına aldığı kalorifer peteğine ayağını dayamış halde tabanlarına çektiği ısıyla iyice mayıştığı kapanan gözlerinden anlaşılıyordu. Bu sıcaklıktan faydalanan tek kişi de o değildi. Pencerenin granit denizliğine oturmuş, bebek parmaklarını andıran bacaklarını sarkıtmış, ızgaralardan yükselen ısıyı, ayak parmaklarını su birikintisine daldırır gibi dalgalandıran bir peri vardı. Bir parmağı geçmeyen boyutuna rağmen bedeni soluk, sıkkın bir mavi renk yayıyordu tüm masaya. Bir yusufçuğu andıran çapraz ve şeffaf kanatları öylesine inceydi ki kaloriferden yükselen ısı, uçlarını hafif hafif titretmeye yetiyordu. Bedeni minyatür bir insana benziyor, yüz ifadesi ise dikkatli bakılmadıkça seçilemiyordu. İnsan olmayı dilemiş ancak sihri yarıda kalmış bir kelebeği andırıyordu. Asıl rengi turuncuydu, zira uyurken bedeni bu renge dönerdi. Yıldırımların parlak mavi ışıkları, ünlü görmüş bir paparazzinin fotoğraf çekmesi kadar sık şekilde içeriyi aydınlatıyordu. Sonra hiç beklenmedik bir anda odayı Ardıç’ın heyecanla parlayan sesi doldurdu.

“Buldum!”

Hemen önündeki deftere eğildi ve hızla karalamaya başladı. Perinin rengi bir anda sarıya bulandı, kanatlarını çarparak hızla yükselip Ardıç’ın omzuna kondu ve kâğıda attığı başlığı okudu.

“Teraperi mi? O ne?” diye sordu cüssesine göre kalın ama yumuşak sesiyle.

Ardıç kalemiyle kâğıdını taciz etmeye devam ederken kısa cevaplar veriyordu.

“Senin hakkında yazıyorum.”

Perinin sarı rengine hafif bir pembelik eklendi.

“Ya… Ne yazıyorsun?”

Ardıç tombul ellerinin sahip olduğu birkaç kası da son limitine kadar kullanırken, bir süre periyi merak içinde beklemeye bıraktı. En nihayetinde aklındaki her şeyi döktüğünü belli eden “Heh” sesinden sonra arkasına yaslandı. Peri de omzundan kalkıp karşısına indi ve her çeşit renkten kalemi barındırmasına rağmen kendi rengini koruyamamış bezden kalemliğe oturdu. Ardıç’ın masası o kadar kalabalıktı ki ışık yaymasa periyi orada seçmek imkansızdı.

“Anlat hadi!” dedi peri. Soruyu sorarken ışığının parlaması onun ne kadar sabırsızlandığını gösteriyordu.

Ardıç lafa girdi ama cümlelerinden hâlâ aklının öyküsünde olduğu belliydi.

“Bir çocuk var, yani çocuk dediğim adam, yirmilerinin ortasında. Yalnızlık çekiyor. Yaşadıkları evrende periler var ve bazı periler insanlara yardımcı olmak için gönüllü oluyorlar falan. Bir yere başvuruyorsun, peri kurulu gibi. Ne konuda yardım istediğini söylüyorsun onlar da uygun görürseler sana bir peri atıyorlar.”

Perinin gülümsemesi biraz solduysa da zaten ufak yüzünden belli olmuyordu. Asıl sabit tutmaya çalıştığı şey, yaydığı sarı ışığının heyecanıydı.

“Neden istiyoruz periyi? Önce şunu sorayım, birinci tekil mi yazacaksın?”

“Hayır, hayır. Özellikle üçüncü tekil yazacağım. Her şeyi diyaloglar üzerinden vermek istiyorum, okuyucu da okuyarak öğrensin iç dünyalarını.”

“Tamam o zaman, neden istiyor periyi?” diye sorusunu düzeltti peri.

“Yalnızlık, çok yalnız. Sevgilisi yok arkadaşı yok, peri de onunla konuşmak istiyor. O yüzden Teraperi diyor hani terapi gibi, Teraperi…”

Bununla birlikte perinin rengi sarıdan maviye doğru dönmeye başlarken ancak yeşilde tutmayı başarınca Ardıç’ın da uzun yüzü düşerek daha da sarktı.

“Ne oldu beğenmedin mi?”

“Hayır, beğendim ama, ama-”

“Ama ne?!” diye araya girdi Ardıç sabırsız öfkesini saçarak.

Peri kısılan sesiyle cümlesini tamamladı.

“Biraz tanıdık gelmedi mi sana da bu?”

“Hayır?” diye çıkıştı Ardıç. Kollarını göğsünde birleştirecekken son anda vazgeçti ve arada garip bir pozisyonda kaldı.

“Hani geçen hafta bir film izlemiştik. Her. Orada da ana karakter yalnızlıktan dolayı bir sanal asistan satın alıyordu ve onunla konuşuyordu…”

“Hiç de bile ya. Bir kere o bilim kurgu, benimki fantastik.” diye savundu kendisini Ardıç sandalyesinde yaylanarak. Gerildiğinde kendisini beşikteymiş gibi sallardı.

Peri, heves kırıcı olmamak için gırtlağının izin verdiği en uysal tonu kullanmaya çalışıyordu. Bir ton daha yumuşatırsa sesi küçük bir kız çocuğu gibi çıkacaktı.

“Ama bak, fikir aynı. Yine yazmak istersen yaz ama okuyan birçok kişi klişe olmasından yakınacak. Buna da kendini hazırla.”

Sandalye gıcırtılarına Ardıç’ın bam telini gıcırdatması karışıyordu.

“Başka bulamıyorum işte! Klişeyse klişe. Hem klişe olması her zaman kötü bir şey mi? Klişelerin bu kadar kullanılmasının sebebi her zaman işe yaramalarıdır. Bu yüzden klişe olurlar ya zaten. İnsanların karakterleri ve duyguları bu kadar sınırlıyken ben ne kadar ilginç konu bulabilirim ki?!”

Perinin ışığı kızıla, insanların yüzünde görülen o tanıdık renge dönmeye başlıyordu.

“Hep de bu savunmayı yapıyorsun. Çok çabuk pes ediyorsun, biraz düşünsen daha güzelini bulursun ama bıkıveriyorsun. Bak benim ismim bile ilham perisi olarak kaldı…”

“Evet… Adın üzerinde bana ilham olacağına köstek oluyorsun, çok biliyorsan sen yaz.”

Peri ıslıksı bir iç çekti.

“Ben hiçbir zaman sana ilham olacağımın sözünü vermedim? Bu adı sen koydun, çünkü periyim ve perilerin tek görevi ilham olmaktır senin aklında. Başka neden varız ki biz değil mi? İşimiz gücümüz size hizmet etmek.”

“Öyle tabii. Perisiniz siz, madem öyle size de insan diyelim. Hatta insancık diyelim. Bu boya ancak -cık gider…”

Peri kollarını göğsünde kavuşturdu. Artık rengi ateş kırmızısıydı.

“O kadar kurgu yeteneğim olsa zaten kendim yazarım niye seninle uğraşayım?! Ama ben bazılarının aksine yeteneğim olmayan işlere kalkışmıyorum.”

Bu sefer rengi kırmızıya dönen Ardıç oldu. Fikirlerini döktüğü kâğıdı bütün hıncıyla yırtıp buruşturdu ve perinin üstüne attı. Peri son anda çırpabildiği kanatlarıyla ezilmekten kurtuldu. Buna daha da gıcık olan Ardıç, boş bir kâğıdı daha kopartıp ona attı.

“Al bunu da orman perisine şikâyet edersin.”

Peri fikirde ona doğrultulan kâğıt topun, sadece fikirde kaldığını görünce kılını kıpırdatmasına bile gerek kalmadı. Ardıç sinirlenince el göz koordinasyonunu kaybederdi. Bu uğurda kaç oyun kolu kırdığını saymayı bırakmışlardı.

“Evet senin nasıl çürük bir kütük olduğunu söylerim.”

Ardıç artık sandalyeyi rahat bırakıp dişlerini gıcırdatmaya başladı.

“Adını orospu peri yapıyorum, hak ettiğin budur!”

Odayı hızla dolduran sessizliğin ağırlığı gittikçe yükseliyor, Ardıç’ı boğmaya başlamadan önce oturduğu yerde onu kıvrandırıyordu. Peri ağzını açmadan uçtu, kendisini gardıroba attı ve kapıyı var gücüyle çekti.

Oda bir anda karanlığa gömüldü.

Perinin ışığı dolap kapakları arasından panjurların arasından sızan gurup gibi ince bir şerit olarak sızıyordu.

Paparazzi bulutlar ise odadaki dramayı fotoğraflamak için içeriye flaş patlatıyorlardı.

Yatağına giren Ardıç, iki ışıktan da rahatsız olurcasına buhranlı iç geçiriyordu. Gözlerini sıkıca yumdu, duvar tarafına döndü ancak bir türlü uykuya dalamadı. Bedeni sırt üstü dönse de gözleri yüz seksen derece döndü. O kapakların arasından artık kopkoyu, neredeyse odanın siyahına karışacak kadar lacivert bir ışık yayıldığını görünce bir süre oraya kilitlendi. Bir türlü kendisini oradan kurtaramayınca, ayağa kalktı, sertçe odasının ışıklarını açtı ve yatağına döndü. Artık gardıroptan sızan ışık seçilemiyordu. Gözlerini yumdu.

* * *

Ardıç, odasına girdiğinde sırt çantasını kapının yanına, bedenini de sandalyesine attı. Kafasını geriye yasladı ve birkaç saniye gözlerini kapattı. Saatlerdir nefesini tutuyormuşçasına yoğun ve derin bir soluk verdi burnundan. Gözlerini açar açmaz gittikleri ilk yer gardırop oldu. Hemen peşinden sandalye sallanmaya başladı. Gıcırtılar bir işe yaramış olacaktı ki gardırobun kapağı açıldı ve peri içinden çıktı. Ancak yalnız değildi. Elindeki ufak, kemerli, deri bavulu ve isteksizce yanan mavi ışığıyla Ardıç’ın karşısına uçtu.

“Ben gidiyorum Ardi.”

Ardıç sallanmayı bıraktı, öğretmenin karşısına geçmiş gibi oturduğu yerde doğrulup ciddileşti.

“Nereye?”

Peri gözlerini kaçırdı ve omuz silkti.

“Umurunda olduğunu sanmıyorum.”

“Bavulunda ne var?”

Peri bavulu arkasına sakladı.

“Bir periye bavulunda ne olduğu sorulmaz.”

Ardıç nefesiyle alaycı bir gülüş attı.

“Sen giysi giymiyorsun, ne koymuş olabilirsin?”

Peri iç geçirdi. Nefesindeki hayal kırıklarının parçaları batan güneşin turuncu ışığında parıldıyordu.

“Kendine iyi bak Ardi, öykünde başarılar.”

Peri kapıya döndüğü anda arkasından bir cümle yetişip onu durdurdu. “Özür dilerim.”

Mavi ışığının birkaç ton yeşile dönmesinden güç alırcasına daha yüksek devam etti Ardıç.

“Sana söylediğim şeyler çok kötüydü. Cidden sana karşı değildi. Düzgün bir konu bulamadığım için acısını senden çıkarttım.”

Ardıç birkaç saniye bekledi ancak periden bir cevap gelmeyince devam etti.

“Dünkü hikâye fikri beni heyecanlandırdı çünkü… Çünkü güzel bir diyalog ağacı çıkartırım diye düşündüm, yalnızlık üzerine.”

Peri ilk etapta yalnızca kafasıyla döndü.

“Ne gibi diyaloglar?”

Ardıç sandalyeyle birlikte masasına döndü ve defterini açıp yazdığı sahneyi okumaya başladı.

“Teraperi, şöminenin karşısındaki mindere bağdaş kurmuş ateşe doğru ellerini ovuşturan Kerem’e garip garip baktı.

“Ne yapıyorsun?”

Kerem de aynı gariplikle ona karşılık verdi.

“Ellerimi ısıtıyorum dışarısı eksi dört derece…”

Bunun üzerine Teraperi onun yanına uçtu ve gözleriyle aynı hizaya gelecek şekilde sandalyenin kolçağına oturdu.

“Bu koca evde tek mi yaşıyorsun?”

“Benim evim o kadar büyük değil; senin bedenin çok ufak.” dedi Kerem belli belirsiz bir sırıtmayla.

“Yapma ya! İnsanlarla ilgili az çok bir şeyler biliyorum. Ve birisi de tüm insanların böyle iki katlı müstakil evlerde yaşamadığı…”

Kerem gözlerini şömine ateşinden ayırıp evini tekrar süzdü.

“Belki de…”

“Bu yüzden yalnızlıktan korkuyor olabilir misin? Bu kadar büyük bir yerde yaşadığından ötürü içini sürekli birileriyle doldurmak zorunda hissediyorsundur?”

İç çekerek ateşe baktı Kerem.

“Beni asıl korkutan yalnızlık değil de yalnızken düşündüklerim.”

Peri olmayan kaşlarını kaldırdı.

“Sen mi buldun bu cümleyi?”

Ardıç hafifçe sırıttı ama kaşlarında daha çok bir gücenme çatılması vardı.

“E yani, bunu bulmayacak kadar beceriksiz miyim gözünde?”

“Yok canım ondan değil. Yanlış çıktı ağzımdan pardon.”

“Hayır, bir yerde okuduğumu hatırlamıyorum ama birisi benden önce yazdıysa bilemeyeceğim. Kesin yazmışlardır zaten.”

“Boş ver bunu böyle düşünme. Her hikâye özgündür. Sonuçta konular aynı olsa da yazan kişiler bambaşka. Senin bir eşin daha yok, dünyada seninle birebir aynı şeyleri yaşayan, gören, hisseden bir kişi daha yok. Bu bile birisini yaratıcı yapmaya yeter. Sen yazmaya devam et. İlla özgünlüğü bulacaksın.”

Ardıç omuz silkti.

“Geç kalmış gibiyim. Geç doğmuş mu diyeyim ya da. Her şey yazılmış gibi geliyor. Konu kalmamış gibi.”

“Bence sen yazmamaya bahane arıyorsun.” dedi peri masaya doğru süzülürken. “Devamı var mı?”

Ardıç gözlerini kâğıda indirerek masaya oturan periye cevabını verdi.

“Evet, bu dediğin doğru. Yalnızlığı seven çok insan var. Kafa dinlemek için-“

Kerem, Teraperi’nin lafını bitirmesine izin vermedi.

“Yalnızlığı kimse sevmez, sadece onunla yaşamayı öğrenir.”

Ardıç gözlerini bir saniye periye dikerek yarım ağızla sırıttı. “Bunu bir kitaptan okudum ama.” Hemen ardından devam etti.

“Teraperi ilk önce sessiz kaldı. Sonra Kerem’in bu çıkışını yumuşatacak bir gülümseme takındı.

“İnsan elinde olmayana özenir. Eminim, çok yoğun bir hayatı olan birisi de bir süre yalnız kalmak için elinden ne geliyorsa yapar.”

Kerem’in ilgisi, çatırdayarak düşen odunla birlikte ateşe çekildi ve oraya takılı kaldı.

“Kendin de diyorsun işte, “bir süre”. Bu “bir süre” eşiği inan sandığından daha düşük.”

Peri sabırla bekleyerek bulduğu boşluğu araya girmek için kullandı.

“Harika gidiyor ancak sanki Teraperi, Kerem’e argüman vermek için yazılmış gibi duruyor. Teraperi’nin argümanları biraz daha güçlü olmalı sanki. Kerem’i yükseltmek için Teraperi alçaltılmış biraz.”

Ardıç kâğıda tekrar baktı ve az önce seslendirdiği diyalogları ela gözlerini bir daktilo gibi hareket ettirerek okudu. Hafifçe kafasıyla periyi onayladıktan sonra masasındaki kalemi aldı, kapağını ağzıyla açtı ve Teraperi’nin diyalogları üzerine “GÜÇLENDİR!” yazdı.

“Ya zaten hızlıca karalamıştım, taslak olsun diye.”

Peri güldü. “Bir taslağa göre oldukça iyi ama…”

Ardıç dudaklarını bastırarak gülümsedikten sonra defterini kapattı.

“Şu an için bu kadar yazdım.”

Perinin “E devam edelim öyleyse.” demesi üzerine Ardıç ona hızlı bir bakış attı ama aynı hızda bakışları ona geri döndü. Perinin rengi artık parlak bir sarıydı. Buna gülümsedi ve masasının klavye kaydırağını çekti. Dizüstü bilgisayarını oradan masaya, defterini de kaydırağa yerleştirdi. Boş bir belge yarattı ve başlığı attı.

“Yalnızlığı kimse sevmez, sadece onunla yaşamayı öğrenir.” cümlesinden alalım. Teraperi ne desin şimdi sence?” diye sordu Ardıç elleri klavyenin; gözleri perinin üzerinde.

Peri sakin bir hımlamayla düşündü.

“Ben yalnızlığı bir şans olarak görüyorum. Ya kendimizi bu durumdan sonsuza kadar kurtarabilecek adımları atabiliriz ya da oturup ne kadar yalnız olduğumuzdan yakınırız. Tepende durup sürekli bir şeyler yapmanı söyleyen birisinin olmaması büyük bir şans. En mükemmel işler yalnız çalışmanın sonucu değil midir?”

Ardıç denilenleri hiç beklemeden yazıya dökerken peri, odağını kazanmanın ciddiyetiyle ekranı okuyordu. Birkaç cümleyle aralarında hâkim-kâtip ilişkisi oluşuvermişti.

“Sanırım.” desin Kerem, çünkü bu açıklamamı biraz daha açmak istiyorum. Anlaşılır olmak için.” diye ekledi peri.

Ardıç denileni yaptıktan sonra peri devam etti.

“Dünyayı değiştiren fikirler, kararlar, kitaplar, yapılar, besteler, hepsi bir insanın her şeyi susturup kendisiyle baş başa kalması sayesinde olmadı mı? Baktığında her şeyi yalnızlığa borçluyuz.”

“Evet, haklısın ama dediğim gibi benim sıkıntım yalnızken düşündüklerimle.” diye cevap verecek Kerem.”

“Ben de diyorum ki böyle düşünmek zorunda değilsin, kendini paralamak yerine seni sonsuza kadar yalnızlıktan kurtaracak o “yalnızlık şiirini” yazabilirsin.” dedi peri. Ardından kendisini toparlayarak ekledi. “Desin yani Teraperi.”

Ardıç gözlerini ekrandan ayırmadan geriye yaslandı ve bir süre sessizce düşündü. Peri ise bu sırada pencerenin denizliğindeki her zamanki yerine oturdu ve ayaklarını kalorifer peteğine sarkıttı. Ardıç bir şey demek için ağzını açtıysa da nefes vermekle yetindi. Biraz daha sonra yüzündeki ciddiyetle doğruldu ve Kerem’in ağzından konuştuğunu belli edercesine klavyesini çıtırdatmaya başladı.

“Yalnızlığı şans olarak göremeyecek kadar kötü bir geçmişim var kendisiyle. O yüzden senin bu kişisel gelişimci tavsiyelerini şap diye uygulayamazsam gücenme.”

“Neden?” diye sorsun Teraperi.”

Ardıç hemen Kerem’in cevabını yazacakken peri araya girdi.

“Dur, Kerem hemen yanıt vermesin. Burada belli ki söyleyeceği şey kendisini, geçmişini açmayı gerektirecek. Bu kadar kolay olmasın, hem de okuyucuda biraz merak yaratırız.”

“Ne yazayım?”

“Kerem bir anlığına Teraperi’ye baktı ancak sonra ateşi izlemeye geri döndü. Teraperi sakin bir tonla devam etti. “Kerem, benimle her şeyi konuşabilirsin, bunun için istemedin mi beni?”

Ardıç söylenenleri yazdıktan sonra Kerem’i konuşturmaya başladı.

“Ben anne ve babasız büyüdüm. Babam zaten annemin hamile olduğunu duyunca çekip gitmiş, herhalde yani, annem de beni istememiş, o yüzden komşuya verip terk etmiş. Komşu kendi çocukları olduğu için kabul etmiş sanırım, sonra ben bir yaşındayken ihmalkarlık sonucu balkondan düşmüşüm. Kolum kırılmış. Polis falan işin içine dahil olunca komşularla konuşmuşlar ve beni kadından alıp kuruma vermişler. Çocuk Esirgeme Kurumu yani, biz kısaca kurum derdik. Çocukluğumun neredeyse tamamı kurumda geçti. Bir keresinde bir aile evlat edindi ancak iflas ettiklerini söyleyip geri bıraktılar. Beni hep yalnızlık büyüttü anlayacağın. Bu yüzden anne babasından utanan çocuklar gibi utandım ondan. Çünkü bunu söylediğimde ya dalga geçilirdi ya da acınırdı. Ne zaman ondan kurtulduğumu düşünsem yine dönüp dolaşıp onun kucağına geri düşmek bende anlatamayacağım kadar büyük nefrete yol açtı. Benim için yalnızlık, iki dakika insanların arasında durduktan sonra evimi özlemekten ibaret değil, çıkmaya çalışırken sürekli kendimi daha önce geçtiğim yerde bulduğum karanlık bir labirentten kaçmaya uğraşmak.”

Şimdi düşünme sırası perideydi. Sonra Ardıç’ta… Bu maç saatlerce devam etti. Peri, Ardıç’ın yazışını yüzündeki ışıltı ve hayranlıkla izlediği zamanlar bir cevap düşünmesi gerektiğini unutuyor, Ardıç bu anlarda Teraperi’nin diyaloglarını da kuruyordu. Masanın başında harcadıkları yedi saatin sadece bir saatinde akşam yemeği için mola verdiler. Ardıç yemek masasında bile heyecandan yerinde duramamış, bir an önce odasına dönmek için merdiven basamaklarını saymaktan helak olmuştu. Saat gece yarısına yaklaştığında ikisi de masanın başında iyice mayışmıştı. Baş parmağıyla kafasının dikey; işaret parmağıyla ise yatay pozisyonunu koruyacak şekilde perinin önerdiği bir diyalog üzerinde kısa bir süre düşündü Ardıç.

“Yok, onu demesin. Kerem’in beş cümlelik canı var zaten.”

Peri kaşlarını çatarak kıkırdadı. “O ne demek?”

“Yani birisini yıkmak, yenmek, yok etmek için kurulması gereken cümle sayısı. Kerem’de bu sayı beş.”

“Herkesten beş cümle mi? Mesela sevdiği birisinden de beş cümle mi?”

“Çok seviyorsa 3 cümle de yeter.” diye omuz silkti Ardıç.

“Mesela? Neler bu cümleler?”

Ardıç yorgunluğunu belli eden yavaşlıkta gözlerini açıp kaparken periye sadece gülümsemekle yetindi.

“Burada bırakalım mı? Deli gibi uykum geldi.”

Perinin rengi soluk bir kızıla döndü.

“Olur tabii.”

Peri kanatlarını çırparak denizlikten havalanmışken, Ardıç biraz umutlu biraz da çekingen bir tavırla onu durdurdu.

“Masada uyumayacak mısın artık?”

Perinin gözleri büyüdü. “Ya, yok, yani, bilmiyorum. Düşünmedim. Fark etmez.”

Kanatlar, birbirlerine çarpışlarını azalta azalta masaya kondurdu sahiplerini. Peri, Ardıç’ın bez kalemliğine kafasını yasladı ve iyi geceler dileyerek gözlerini yumdu. Ardıç onun pembe ışığının turuncuya dönüşünü izleyerek uykuya daldı.

* * *

Ardıç okuldan sonra içeri girdiğinde bilgisayar başındaki peri kanatlarına kadar irkildi. Ardıç gülerek özür dilerken çantasını kapının yanına bırakıyordu.

“Ne yapıyorsun bilgisayarda?”

“Bilmem, gel bak.”

Sandalyesine oturup kendisini masanın içine çekerken gözleri ekrandaki kelimeleri okuyordu.

“Yalnız kalmak hiçbir zaman doğru hissettirmedi. Bazen güzel hissettirdi ama asla doğru değil.” Charles Bukowski. “Hayal ettiğimiz gibi yaşarız—yalnız…” Joseph Conrad. Ne bunlar?”

“Sen okuldayken ben de internette yalnızlıkla alakalı ünlü yazarlardan alıntılar çevirdim. Hani, belki araya yerleştirirsek, anlatımı güçlendirir.”

Ancak Ardıç’ın tüm dikkati kaydırmakla bitmeyen sayfalardaydı.

“Kaç sayfa çevirdin sen? Burada-.” Belgenin altına bakıp şaşkınlıkla periye döndü. “Kırk sayfa alıntı mı çevirdin?”

Perinin rengi pembeleşmiş, etrafa pamuk şeker kadar tatlı bir ışık yaymaya başlamıştı.

“Yani yazarlar arasında bayağı popüler bir konuymuş, tam bitireceğim, diğeri de çok güzel gözüküyor onu da ekleyeyim diyorum, sonuç bu.” dedi ufak elleriyle ekranı sunarak.

Ardıç birkaç saniye gülümseyerek periye baktı. Onun bu hali perinin rengini koyultmuş neredeyse kırmızıya dönüştürmüştü. Peri de bunu fark etmiş olacaktı ki alelacele ekranı gösterdi.

“Bak benim en çok hoşuma giden şu: “Hiçbir şey, içeride birisini istemek kadar o odayı boş hissettiremez.” Calla Quinn”

Ardıç dudaklarını büzerek kafasını aşağı yukarı sallıyordu.

“Vay be.” Ardından periye dönerek gülümsedi. “Kaç tanesini Pinterest”ten buldun doğru söyle.”

Peri kıkırdadı. “Birkaçını…”

“Yalnızlık güzel ama yalnızlığın güzel olduğunu söyleyecek birisi lazım.” Balzac. Bu da benim favorim oldu.” dedi Ardıç. Ardından periye baktı. “Müthişsin gerçekten. Herkese senin gibi bir peri lazım.”

“Herkes yapar bunu canım.” dedi peri. Ancak sesinin ulaşmak istediği tonla pembe rengi hiç uyuşmuyordu.

“Perilerle iş kolay ya. Hemen renginizi belli ediyorsunuz. Yalan söyleme şansınız yok. İnsanlarda da olsaydı keşke bu özellik.”

Ardıç masanın altında ayaklarını kalorifere dayadığı anda peri de bunu hissetmiş gibi kalkıp denizlikteki yerine geçti ve ayaklarını ısı dalgasına daldırdı.

“Bilmiyorum, insanlar çok karmaşık yaratıklar. Böylesine dürüstlük zararlı. Bazen duyguları gizlemek ya da yalan söylemek kimseyi incitmez. İncinmekten kurtarabilir. Yalnızlık gibi yalanı da kimse sevmez ama onunla yaşamayı öğreniriz. Herkesin aklından geçeni görmek inan kimseye iyi gelmez. Ya da karşındakine bu kadar açık olmak. Doğrunun kıymeti kalmaz o zaman. Hani dostu önemli yapan düşmandır ya, doğruyu önemli yapan da yalandır.”

Ardıç parmaklarını birbirine geçirerek masaya dayandı.

“Peki o zaman, keşke herkesin senin gibi bir perisi olsa diye değiştireceğim. Hayatta her şeyiyle güvenebileceğin birisinin olması insana çok iyi gelir. Yalnızlığa da…”

Ardından matarasından hızlı bir su çektikten sonra periye döndü.

“Şu formayı üstümden atayım da başlayalım.”

Ancak dünün performansını hiç yakalayamadılar. Ardıç’ın dikkati sürekli kayıyor, öyküde tıkandıkça telefona kaçıyor, sosyal medyada adeta kendisini oyalamak için oradan oraya atlıyordu. Her defasında onu hikâyeye döndüren peri olsa da onun da gözleri sık sık dışarıdaki gri apartmanlara karışmış gri bulutlara dalıyordu. En sonunda Ardıç’ın uzun ve sesli oflayışı patlamanın ilk habercisi olmuştu.

“Gitmiyor daha fazla bu ya.” Ardından içinde kalan birkaç heves kırıntısını birbirine yapıştırarak devam etti. “Bak ben dün gece başka bir öykü konusu daha düşündüm. “Perili Trenin Yolcuları” diye.”

“İlla perili yazacaksın yani.” diye güldü peri.

“Yaratıcılık ile ilgili araştırma yapmıştım dün okuldayken. Bir TED konuşmasına denk geldim. Kutu Teorisi diye bir şeyden bahsediyor. Yaratıcı olmak için kutunun dışında düşünmenin aksine, kendimizi bir şeyle sınırlamamız gerektiğini söylüyor. Bu bir tema olabilir, fikir ya da konu olabilir. Onun üzerinde düşündükçe farklı bağlantılar kurmak daha kolay oluyor. Çünkü her şeyi aynı anda düşünerek olmuyor. Her şeyi düşünmeye çalışmak hiçbir şey düşünmemekle aynı yere denk geliyor baktığında. O yüzden ben de bunu denedim. Peri temasında bir hikâye ne yazabilirim diye sınırlandırdım kendimi. Bu geldi aklıma.”

“Duyalım bakalım konusunu.”

“Tamam, şimdi bu sembolik bir öykü. Tren yolculuğu hayatı simgeliyor, periler ise hayallerimizi. Bu seyahati düzenleyen kişi tüm yolculara trene binmeden bir çeşit brifing veriyor. “Bu tren perili ama buraya binecek herkese bir peri geleceğinin sözünü veremem veya ne zaman geleceğinin… Ulaştıktan sonra perilerinizle ne yapacağınız da tamamen size kalmış. Periniz hiç susmadığı için camdan atarsanız size dava açmayacağız.” İşte burada gülüşüyorlar. Ana karakterimiz var, erkek, kompartımanında etrafında oturan kişilerle arkadaş oluyor. Özellikle yanına oturan kız ile bayağı iyi anlaşıyor. Trene ilk bindiklerinde o ikisine birer peri geliyor. Ama ilk başta o periler böyle klişe, basit şeyler istiyorlar onlardan. Hani çocukken edindiğimiz hayallerimiz gibi. Birisi astronot olmak ister, diğeri veteriner. Bunlarınki de öyle. Daha sonra, ikisi çok iyi anlaşmaya başlayınca perileri de birbirlerini istemeye başlıyorlar. Âşık olduklarını görüyoruz yani. Diğer karakterlerden birisine üç peri birden geliyor ve hepsini birden idare etmeye çalışırken hiçbirisine tam olarak yetemiyor. Bu da özellikle sanatın her dalında hayal kuran insanları temsil ediyor. Hem oyuncu hem yazar hem de müzisyen olmak isteyenler gibi. Birisi de yolculuğun ortasında birinci sınıf vagona atlıyor perisiyle. Bu da hayallerine ulaşıp zenginleşenleri anlatıyor. Bir de böyle figüran tarzı karakterler var, bir tanesi perisini camdan atıyor, herkes ona dönüp bakınca “Hiç susmuyordu, dediklerini yapacak ne param ne de enerjim var.” diyor. Bir diğeri kendisine hiç peri gelmediği için kendisini trenden atıyor. Birlikte yolculuk yaptığı kardeşi tüm yol ağlıyor. Bu da intiharın acıyı bitirmediğini, başkasına aktardığını simgeliyor. Ana karakterlerimize gelirsek, bu arada trenin bir istasyonunda inip başka bir trene binebiliyorsun, erkek olana da bunu isteyen bir peri geliyor. Ama kadın istemiyor, “Burada kalalım, bu kadar geldik, belki birinci sınıfa yükseliriz.” diyor. Erkek zor da olsa seçim yapıyor ve tren değiştiriyor. Ama içi rahat değil. Tam perisine geri döneceğini söylerken sonraki durakta kadını binerken görüyor. “Neden indin trenden?!” diye soruyor. “Sen gittikten sonra dışarıyı izlemeye başladım ve ne kadar sıkıcı, tekdüze olduğunu görünce indim.” diyor kadın da. Böyle…”

Peri ufak elleriyle alkışladı.

“Ya çok güzel ama bunu sonra yazalım. Şu anki hikâyeye sebat edelim. O konuşmada, her şeyi yarım yazmanın hiçbir şey yazmamak olduğunu da söylemiyor muydu?”

Ardıç güldü.

“Ya tamam da akmıyor işte.”

“Belki şu alıntılardan bir şeyler buluruz?”

“Olabilir.” dedi Ardıç ama birkaç dakika sonra yine telefonuna daldı.

“Melih Kıroğlu komadan çıkmış, yedi yıl sonra…” dedi Ardıç haberden gözlerini ayırmadan. Ardından kafasını kurcalayan iğneleri görmek istercesine kafasını yukarı kaldırdı. “Acaba…” dedi. “Bir çocuk komaya girse ve on yıl komada kalsa, on yıl büyür mü yoksa aynı yaşta mı kalır?”

Peri omuzlarını kaldırdı.

“Hah… Bilmiyorum. Büyümemesini dilerdim, gerçekçi olmayacak ama…”

“Sen perisin sonuçta, imkânsızı dilemek hakkın.”

Peri belli belirsiz bir göz devirmeyle Ardıç’ın fikrini sordu.

“Ben de sanırım… Alelacayip hissettirir. Yedi yaşında yatıp on yedi yaşında kalkıyorsun… Ergen bedeninde bir çocuk olursun. Herkes seni dışlar, sen de zaten kendini tanıyamazsın. Sanki beyin nakli olmuş gibi. Ben de büyümemesini dilerdim.” Birden duraksadı ve heyecanla ekledi. “Bu Teraperi’ler, iki haftanın sonunda eğer uygun görürseler insanlarına bir dilek hakkı vaat edebilsinler.”

Peri ağzını açtığı anda Ardıç gülerek araya girdi. “Ve hayır, sonsuz dilek hakkı dileyemiyorsun.”

Peri açtığı ağzını kıkırdamak için kullandıktan sonra sorusunu yöneltti.

“E peki Kerem’e verilecek mi?”

“Bilmem, verilsin mi?”

“Verilse ne diler sence?”

Ardıç bunu manidar bir gülümsemeyle geçiştirdi ve sonunda bir fikir bulabilmenin heyecanıyla klavyeyi tıkırdatmaya başladı. Ancak aynı heves peride kalmış gibi görünmüyordu. Dünün aksine birçok diyaloğu Ardıç yazıyor, peri ise denizlikten sarkıttığı ayaklarını izleyerek tepkisini veriyordu.

“Şimdi birlikte masada makarna yiyorlar. Birbirlerine daha çok ısınmışlar.

“Yemek yiyebildiğinizi bilmiyordum.” dedi Kerem.

“İhtiyacımız yok ama eşlik etmemek daha garip geliyor bana.”

“Yedikten sonra peri tozuna mı dönüşüyor onlar?” diyerek güldü dolu ağzıyla Kerem.

Teraperi de kıkırdadı. “Evet, gökkuşağı kusmaktan daha iyi bir özellik bence.”

Kerem’in içinde biriken gülme isteği, dolu ağzından çıkamayınca burnundan çıktı. Zar zor lokmasını yuttuktan sonra içeceğiyle boğazını temizledi.

“Ben böyle olacağını düşünmemiştim.”

“Ben de…” dedi Teraperi, Kerem’in sosa bulanmış önünü gösterirken. “O kadar komik değildi.”

“Hayır.” tek nefesle güldü Kerem. “Yani aramızdaki ilişkiden bahsediyorum. Ben iki hafta boyunca karşılıklı oturup konuşacağız sanıyordum. Rehabilitasyona yatmış gibi.”

“Ne buldun onun yerine?”

“Keyifli bir arkadaşlık… Hayatla ilgili bu kadar heyecanlı birisiyle birlikte olmak güzel hissettiriyor. En son üniversitedeyken, kız arkadaşımla böyle hissetmiştim.”

“Ben de sana bunu soracaktım, muhabbetin gayet iyi, eğlencelisin, nasıl bu zamana kadar yalnız kalmayı başardığını merak ediyorum doğrusu.”

Kerem teşekkür mahiyetindeki gülümsemesinden sonra duruldu ve kargaşa içindeki makarnaya bakakaldı.

“Birisiyle birlikte olmaktan korkuyorum çünkü, benim için çok karmaşık, çok yoğun. Birlikteysem çok bağlanıyorum, çünkü başka bir şeyim yok, böyle düşündükçe kaybetmekten çok korkuyorum, bu kadar korktuğum için de fazla zorluyorum ve sonucunda yine yalnız kalıyorum. Mahkûm olduğum kısır döngü bu benim de. Normal insanların “doğ, büyü, üre, büyüt, öl” döngüsü varken benim için bu “doğ, büyü, dene, dene, dene, öl” den ibaret.”

Ardıç, karakterlerini seslendirmeyi bitirdiğinde kalın parmaklarını kütürdeterek içinden tekrar okudu.

“Bugünlük yeter herhalde.” dedi periye bakarak. “İyi misin sen? Sessiz kaldın biraz.”

“Yok iyiyim evet. Sen iyi yazıyorsun zaten, bana ihtiyacın yok şu an.” dedi peri dudaklarını bastırarak gülümserken.

Ardıç kaşlarını çattı, diliyle dudaklarını yaladıktan sonra onları ağzının içine çekti.

“O ne demek oluyor?”

Peri omuz silkti.

“Bir şey değil işte, güzel yazıyorsun.”

Ardıç alaycı bir nefes verdi.

“Eskiden en azından derdini söylerdin. Şimdi sadece yalan söylüyorsun.”

Perinin renginin soluk maviden kırmızıya geçmeye başladığı morarmasından anlaşılıyordu.

“Özellikle kavga çıkartmaya çalışıyorsun, çünkü sana hizmet etmiyorsam mutlaka bir sorun vardır, değil mi? Hayır, aksine, sana yardım etmenin hiçbir karşılığı olmadığını gördüm bugün.”

Ardıç yarı açık ağzıyla ne demek istediğini çözmeye çalışır bir ifadeye büründü.

“Alıntılarını kullanmadım diye mi tüm bunlar?!”

Peri kollarını göğsünde kavuşturmakla yetinince Ardıç masanın kenarına yavaş bir tokat attı.

“Gerçekten mi ya? Sana kullanmayacağım mı dedim? Daha bitmedi bile hikâye. Elbet koyardık bir yere.”

“Sana ne zaman teklif etsem umurunda bile olmadı! Sen yine bildiğini okudun. Ben onlar için bütün günümü harcadım. Ve sen beş tanesini okuyup geçtin. Ama yazmak için ne gerekir biliyor musun? Okumak! İkisi zıt şeyler değil Ardıç, senin sandığının aksine. Hep, hep bunu yapıyorsun işte. Geçen ayki hikâyede, Sibel”in mağazadan kaşık seçerken ağzına en iyi oturanı bulmak için hepsini ağzına soktuğu sahne en çok alıntılanan ve yorum yapılan sahne olmasına rağmen sen teşekkür bile etmedin, yorumlarda sanki kendin yazmışsın gibi davrandın.”

Ardıç araya girdi.

“Perim yazdı diyecek halim yoktu? Uğraşın için teşekkür de ettim bugün hatırlarsan.”

“Ha ama işine gelince “ilham perim yardım et!” demesini biliyorsun. İsmim özel isim bile değil. Kâğıda yazılsa baş harfleri bile büyütülmez!” Perinin rengi ateş kırmızısına döndükçe hararetini kanatlarından atmaya çalışıyor ve onları daha hızlı çırptıkça daha da yükseliyordu. “Sen böyle bencil, iki yüzlüsün işte.” diye patladı bir volkan gibi.

Ardıç dışarı bakarak sandalyesinin gıcırdatmaya başlarken masanın altında sıktığı parmak istifinden işaret parmağını çıkarttı. Peri lavlarını saçmaya devam ediyordu.

“Hayatın böyle birilerinden fikirler çalmakla, daha da kötüsü hepsini kendin üretmiş sanarak yırtık balondan egonu şişirmekle geçecek.”

Ardıç yumruğundan şimdi de orta parmağını çıkarttı. Ve peri bunu fark etti. O anda bütün siniri boşaldı, kalakaldı. Ardıç hâlâ perinin yüzüne bakmadan sandalyede sallanıyordu. Perinin sessizlik yemini bile kafasını çevirmesini sağlayamadı. Gözlerinin dolduğunu görmesini istemiyordu belki de. Perinin gözleri onun iki parmağına böylesine kilitlenmişken istese de gösteremezdi zaten. Bir karar vermeye çalıştığı, çalkalanan bir boya kutusu gibi değişen renklerinden anlaşılıyordu. En sonunda kırmızı renkte durdu. Öfkeden muaf sert bir tonla devam etti.

“Belki de bu işe hiç girişmemeliydin. Yazacağın tek şey ödevlerin olmalıydı. Tüm gün test çözüp, aileni memnun edecek bir bölüm ve üniversite kazanmalı ve, ve o mesleği yapmalıydın.”

Ardıç’ın yüzük parmağı da dışarı çıktı. Ancak ifadesinde bir değişim yoktu, bekliyordu. Peri bir parmaklık bedenine yumruk yemiş gibi yüzünü buruşturdu. Rengi maviye kaydı. Son bir kez ağzını açtı.

“Asla başaramayacaksın…”

Ardıç’ın serçe parmağı dışarı çıktı. Perinin rengi kopkoyu, siyahi bir laciverte büründü. Bir süre ince ince titreyen dört kalın parmağı izledi. Kanat çırpışları onu havada ancak tutabilecek kadar yavaşlamıştı. Beşinci cümleyi kurmadan gardırobuna döndü ve sakince kapağını kapattı. Kapağın tok sesiyle birlikte Ardıç’ın gözlerinden iki yaş hızla süzülürken yol boyunca ne kadar zor zapt edildiklerini anlatıyorlardı. Ancak onları duyan yoktu. Gözlerini silerek sandalyesinden kalkıp yatağına geçti, yüzünü duvara döndü ve yorganı kafasına kadar çekti.

* * *

Ardıç bir süredir görülmeyen bir hevesle merdivenleri ikişer ikişer tırmanarak odasına girdi. Çantasını kapının yanına atmadan önce içinden kağıtlarını çıkarttı.

“Bitirdim hikâyeyi! Hemen okuman lazım!” diyerek oturdu sandalyesine.

Bir geri dönüş alamadığında tekrar etti cümlesini. Yüzündeki gülümsemeyi silerek ayaklandı ve gardırobun kapaklarını açtı. Ne peri ne de bavulu oradaydı. Kaşları korkuyla yükseldi, solukları hızlandı. Formasını dahi çıkartmadan merdivenleri üçer üçer indi ve kendisini sokağa attı. Yokuşu tırmanıp caddeye çıkınca korkusuna büyük bir şok da eşlik etmeye başladı. Etrafı spektrumdaki tüm renklerle ışıldıyordu çünkü herkesin bir perisi vardı. O hariç herkesin… Bu yüzden kalabalıkta dikkat çekiyor, araçlar ona garipser bir bakış atmadan geçip gitmiyordu. Onu fark eden periler ise garipsemek yerine alev kızılına bürünüyorlar ve ona nefretle bakıyorlardı. Ardıç yanından geçen bir adamı ve perisini durdurdu.

“Siz-siz yoktunuz… Nereden?”

Adam onun gevelemesine sabır göstermeyeceğini çatık kaşlarıyla çekip giderek anlattı. Ardıç şansını başka birisinde denedi.

“Perimi gördünüz mü? O-o evden gitmiş, bir bavulu olacaktır elinde.”

Peri kıpkırmızı kesildi.

“Sen onu hak etmiyorsun! Asla söylemem yerini.”

Ardıç ardından hıçkırarak “Lütfen…” derken çaresizce etrafına bakıyordu. Önce elindeki kağıtlara ardından dolu gözlerle etrafına baktı. Bu anda bir örüntüye gözü takıldı. Sahile inen yoldan çıkan periler derin mavi bir çizgi oluşturuyorlardı. Ardıç kağıtlarını dörde katlayarak arka cebine koydu ve mavi perileri takip etmeye başladı. Yanından geçip gittiği her mavi peri de bir anda kıpkırmızı kesiliyor, ardından bir şeyler homurdanıyorlardı. Birkaç köşe dönüşünden sonra sahile ulaştı. Oradaydı işte… İnsansız ve bavullu tek peri, koyu mavi rengiyle rüzgârsız havada ilerleyen bir yelkenli gibi ağır ağır uçuyordu. Ardıç’ın hüzünden doğan birkaç gözyaşı mutluluktan aktı. Adımlarını ona doğru hızlandırdı. Ona varacağı anda aralarına giren bir belediye otobüsü, onlarca insanı ve perisini önüne kustu adeta. Kısa boyunu bu kalabalıkla kombine etmek Ardıç’ın perisini kaybetmesine sebep oldu. Nereye gittiğini bilemeden insanların arasından geçiyor, solukları gitgide sıklaşıyordu. En sonunda “Dur artık!” diye bağırdı. Bir anda herkes durdu ve Ardıç’a baktı. Sesinin ulaştığı tüm periler kırmızıya bürünmüşken tek bir peri koyu maviliğini korudu. Ardıç ona doğru koştu.

“Dur lütfen.” Alelacele cebinden kağıtlarını çıkartırken bir sayfasını son anda düşürmekten kurtardı. “Bak! Hikâyeyi bitirdim!”

“Ne güzel.”

Peri devam edecekken Ardıç önünü kesti.

“Ardi çekil, üstünden uçup giderim ama bunu yapmayı sevmiyorum biliyorsun.”

“Lütfen okuyayım, sonunu, izin, ver.” diyebildi Ardıç nefes nefese. Tekrarlayan birkaç ısrar sonucu periyi ikna etmeyi başarmıştı.

“Kerem, seninle son günümüz. Ben bu iki haftayı çok ama çok güzel geçirdim. Umarım senin için de öyle olmuştur.

“Evet… Mükemmeldi. Yalnızlığımla barışacağımı hiç düşünmezdim.”

“Benden dileğin nedir?” diye sordu Teraperi içten bir gülümsemeyle.

Kerem şaşırdı, ardından kocaman güldü, sonra düşünmek üzere duruldu.

“Benimle kalman. Benimle kal. Hayatımın sonuna kadar benim Teraperim ol. Senden başkasına ihtiyacım yok. Benim tren yolculuğuma eşlik eder misin?”

Teraperi dumura uğradı. Öyle ki ilk cümlesini kekelemekten kuramamıştı.

“B-bu çok güzel bir teklif ama- ama…”

Kerem araya girdi.

“Hiçbir şey, içeride birisini istemek kadar o odayı boş hissettiremez.” demiş Calla Quinn. Ben de girdiğim her odada senin de orada olmanı dilemek istemiyorum.” dedi Kerem. Dudaklarını bastıra bastıra kocaman gülümsedi. Teraperi …”

Burayı sen doldurursun diye boş bırakmıştım. Hâlâ doldurmak istiyor musun?” diye sordu Ardıç dudaklarını bastıra bastıra mahcup gülümserken.

Etraftaki perilerin tamamı pembe renge bürünmüştü artık. Peri ağır ağır uçarak Ardıç’a yaklaştı.

“Teraperi de pespembe ışığıyla ona geri gülümsedi. “Dileğini kabul ediyorum.”

“Hadi o zaman Teraperi, evimize dönelim.” dedi Ardıç onun küçük bavulunu eline alırken.

Dönüş yolunda etraftaki tüm periler teker teker gecenin karanlığına karışarak kayboldu. Evin önüne vardıklarında yine tek peri kendisiydi.

* * *

Ardıç, Teraperi’ye iyi geceler diledikten birkaç saniye sonra kapı tıkladı. Teraperi, gardıroba saklandığında ancak Ardıç ses çıkarttı.

“Efendim?”

Anne nazikçe içeri girdi.

“Hayatım, ilaçlarını aşağıda unutmuşsun.”

“Öyle mi?” diye fısıldadı Ardıç.

Anne, bir parmak uzunluğundaki turuncu ilaç kutusunu denizliğin üzerine bıraktı. Ardıç’a iyi geceler diledikten sonra çıktı. Teraperi tekrar masaya konarak kafasını bez kalemliğe yasladı. Ardıç gözlerini yumduğunda göz kapaklarını aşabilen tek şey Teraperi’nin turuncu ışığı oldu.

Oktay Yılmaz

Aklında doğup midesine uçan binbir çeşit kelebeği ağıyla yakalamaya çalışan, tutabildiklerini yazıya döken bir insan.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for kivoethe kivoethe says:

    Ellerinize sağlık harika bir öykü olmuş. Üslubunuz çok akıcı, ayrıca karakterler iyi oturmuş. Özellikle esas perimiz pek şirin. :slight_smile: Ayrıca yer yer imgesel anlatımınız bu ayın temasına çok yakışmış.

    İçerdiği alıntılarla keyifle okutan, finaliyle de içimizde ufak bir burukluk bırakan sempatik öykünüz için tebriklerimi sunuyorum. :slightly_smiling_face: Umarım her seçkide sizi görmeye devam ederiz.

  2. Avatar for Razhoul Razhoul says:

    Ellerinize sağlık baştan sona keyifle okudum. Kaleminiz gerçekten çok başarılı, anlatımınız okuyucuyu sessiz sedasız öykünün içinde bir köşeye oturtup olan biteni izletiyor :smiley: Özellikle Ardıç’ın tek tek parmaklarını açtığı kısım beni çok etkiledi. Başarılarınızın ve pek tabii öykülerinizin devamını dilerim :slight_smile:

  3. Avatar for oktaylmz oktaylmz says:

    Çok teşekkür ederim. Ben de bahsettiğiniz sahneyi yazarken çok keyif almıştım :slight_smile: Gelecek öykülerde görüşmek dileğiyle :slight_smile:

  4. Avatar for oktaylmz oktaylmz says:

    Teşekkür ederim :slight_smile: Tren bölümü aslında bu tema için düşündüğüm ilk hikâye kurgusuydu. Daha sonra bu kurguya geçince ona da bir atıfta bulunmak istedim. Beğenmenize sevindim. Yeni öykülerde görüşmek üzere.

  5. Avatar for oktaylmz oktaylmz says:

    Çok teşekkür ederim. Aynı şekilde sizi de görmeye devam etmek dileğiyle :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

4 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for kivoethe Avatar for Samet_Seven Avatar for daisyhyacinth Avatar for thereader Avatar for Razhoul Avatar for oktaylmz