“Ey dünyadaki gölgem! Onlara de ki; sizler ölü olana değil, yaşayan bedeninize, düşünen aklınıza ve ebediyen var olacak ruhunuza tapın. Bu bana şirk koşmak değil aksine kendinizi sevmektir. Ey ateşelînler! Önce kendinizi sevin ki başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilesiniz.”
-Antik Kajiruan Tabletleri, Usul yakınlarında bulundu, yaklaşık on bin yıl önce.
Karanlık geceyi yaran üç ayların mehtabı yağmur damlalarına vurarak Rutendo’nun gözlerini kamaştırıyordu. Buna rağmen önünde uzanan ıssız çam ormanı kasvetli ve karanlıktı. Elini şıklattı ve çıkan büyülü kıvılcımla fenerini yaktı. Botları çamura gömülerek at arabasından indi. Bata çıka da olsa sis püsküren ormanın girişindeydi şimdi. Orman, bin bir türlü haşeratın böğürtüsüyle inliyordu. Titreyen kolunu tutup sıktı. Derin bir nefes aldıktan sonra adımını attı.
O iğrenç yaratıktan yardım isteyecek olması onu çıldırtıyordu. Bir kral olarak halkının kurtuluşu için bir fedakârlık yapması gerekiyordu. Bunu biliyordu ama gerçekten de bütün olasılıkları denemiş miydi? Her şeyi tekrar düşündü. Yıllar süren kıtlık halkını aç bırakmıştı. Diğer krallıkların ambargoları ticareti yok etmişti. Bunlar yetmezmiş gibi ondan öncekilerin sorumsuzluğu her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Bir zamanların kudretli Leador Krallığı şimdi canavarların, haşerelerin ve köle tüccarlarının etrafta cirit attığı bir yerdi. Bu çarpık düzenin yıkılması an meselesiydi. Tek yol yeni topraklar fethetmekten geçiyordu. Var olmayan bir orduyla… Hayır, başka bir seçeneği yoktu. Zorunda kalmasa bu lanetli topraklara asla gelmezdi.
Sık çam ormanında birkaç dakika daha ilerledi ve kayalıkların oluşturduğu bir açıklığa geldiğinde durdu. İğne yaprakların arasından kayalıklara mehtap sızıyordu. Etrafı çevreleyen karanlığın içinde ateş kırmızısı renginde parlayan gözler vardı ve tehditkârca onu izliyorlardı. Sanki bir hata yapmasını bekliyorlarmış gibiydiler. Rutendo kaskatı kesildi. Yüreğini donduran şey bu muydu yoksa sırılsıklam olmuş bedeni mi bilmiyordu.
“Merküt.” dedi fısıldayarak. “Sen ki sayısız ruha yol gösterensin. Sonsuz bilgini benden esirgeme.” Ardından derin bir nefes aldı ve karanlığa doğru bağırdı. “Ey Kalavelalı Lazarus! Çağrıma kulak ver! Göğsüne kazık sokmaya değil, iş konuşmaya geldim!” Haşeratların böğürtüleri bir anda artmaya başladı. Parlayan gözler yer değiştiriyordu. Kurtların ulumaları hırıltılara dönüşmüştü. Yaklaşıyorlardı.
Söverek dişlerini gıcırdattı. Yağmurun soğukluğu enerji değişimini epey zorlaştıracaktı. Sol eliyle gümüş Merküt kolyesini kavradı ve sağ elini ileriye doğru uzattı. Titreşimlere odaklanıp yağmurun enerjisini çektiğinde kafasının üstünde buzdan bir duvar oluştu. Ve duvar gümbürtüyle sarsıldı. Tam zamanında davranmıştı. Saydam buzun ardından ateş gibi yanan gözlerini görebiliyordu. Uzun pençeleri ve kaslı vücudunu kaplayan postuyla iki ayağının üzerinde ona bakıyordu. Yaratık hırladı. Yumruğunu buza geçirdi ve paramparça etti. Üzerine uçarken Rutendo yana atladı. Kayaların bütün enerjisini çekti. Donan kayalardan soğuk buharlar yükseliyordu. Çektiği enerjiyi ateşten bir kırbaç suretine büründürdü ve yaratığa salladı. Yaratık inleyerek geri çekildi.
Göz göze geldiler. “Rahat dur ki seni yiyebileyim!”
“Çok beklersin!” dedi ve ateş kırbacını şaklattı. “Gel hadi!”
Sivri köpek dişlerini göstererek hırladı. Dört ayak üzerinde koştu. Sıçrayarak havada takla attı ve Rutendo’nun sırtına pençesini salladı. Rutendo acıyla inleyerek ileriye doğu atıldı. Yağmurun ıslattığı kayalar dengesini bozdu ve yuvarlanarak sırtüstü düştü. Yaratık çıldırmışçasına üzerine koşuyordu. Ateş kırbacına uzandı. Yaratığın hayalarına doğru şaklattı. Yaratık donup kaldı. Gözleri sonuna kadar açıldı. Acıyla kesik kesik uluyordu. Ama bu pek uzun sürmeyecekti.
Rutendo’nun tüm vücudu tir tir titriyordu. Bir kurt adamı öldürebilecek kudrete ne zaman erişmişti? Sırılsıklam olmuş ceketinden gökkuşağı renginde, iki ucu sivri saydam bir taş çıkardı. Yükseltecinde neden daha fazla enerji depolamamıştı? Söverek kurt adama baktı. Bu onun tek şansı olabilirdi. Etrafında daire çizdi ve yükseltecinde biriktirdiği titreşimleri kavurucu bir ejderha nefesi şeklinde püskürttü. Yaratık alevler içerisinde yerde debelenmeye başladı. Bütün bedeni sertleşiyor ve metalik bir maddeye dönüşüyordu. Birkaç saniye sonra kurt adam kaskatı kesilmişti. Artık müzelerde sergilenecek gümüşten bir heykelden ibaretti.
Gülümsedi. Kollarını yukarıya kaldırıp bir zafer narası attı. Kurt adamı yenmişti ama unuttuğu bir şey vardı. Zaten hep şimdiye odaklanıp asla yarını düşünmezdi. Bu yüzden kendinden nefret ediyordu. Onlarca kurt adam etrafını sararken göğe baktı ve kırık bir kahkaha attı. Üç aylar dolunaya ulaşmışlardı. Parlayarak yüzüne damlalar şeklinde düşüyorlardı. Ama o, hayatında hiç bu kadar karanlık hissetmemişti. Yükselteci sönmüştü.
“Bacağı benim.” dedi biri. Postunda beyaz çizgiler vardı ve iri vücudu onu diğerlerinden ayırıyordu.
Kurt sürüsü uludu. “Kalbini istiyoruz!”
Pençelerini gösterdi. “Çok beklersiniz! Kalp her zaman efendimizindir!” diye kükreyerek cevap verdi beyaz çizgili.
O sırada bir şimşek çaktı. O kadar güçlüydü ki yer deprem oluyormuşçasına sarsıldı. Birkaç saniyeliğine hava gündüzmüş gibi aydınlandı. Gümbürtü kasvetli ormanı inletti. Ve çam ağaçlarının içerisinden bembeyaz yüzlü bir adam çıktı. Düz ve uzun kahverengi saçları vardı. Siyah ve şık bir takım giyiyordu. Yağmur damlaları sanki adam camdan bir fanusun içindeymiş gibi üzerine değmeden akıp gidiyordu.
“Yeter!” diye bağırdı adam. Kurt adamlar diz çökerek onu selamladı. Ardından Rutendo’ya döndü. “Saygısızlıklarını bağışlayın. Bu orman uzun zamandır rahatsız edilmemişti. Doğal olarak açlar.” Gülümsedi. “Eh, biraz da canları sıkılıyor tabi.”
“Kalevelalı Lazarus sen misin?”
Başını salladı. ”Epey uzaktan geliyor olmalısın. Daha önce kanı senin kadar tatlı kokanını görmedim.”
“Hemen ağzın sulanmasın şeytan. Önce bana istediğimi vermen gerek.”
Lazarus sırıttı. “İçinde bulunduğun duruma bakılırsa buna ben karar vereceğim.”
Tehditkârca gökkuşağı renkli yükseltecini ona doğrulttu. “Zannetmiyorum.”
Yavaşça alkışladı. “İyi bir blöf. Başkası olsa önünde diz çökerdi.” Kendi tırnaklarını inceleyemeye koyuldu. “Neden bin yıllardır hayattayım biliyor musun?”
“Gördüğün her şeyi sömüren bir sülük olduğundan mı?”
Sarı gözleri bir kertenkele gibi çizgi halini aldı. Bakışları onun üzerindeydi şimdi. “Çünkü müsamaha göstermenin ne demek olduğunu biliyorum. Lütfumun bir göstergesi olarak ne istediğini dinleyeceğim.”
Rutendo yutkundu. “Askere ihtiyacım var.”
“Demek buraya sadece bilgi için gelmedin. İlginç.” diye güldü. Onları çevreleyen kurt adamların oluşturduğu girdabı gösterdi. “Elbette sana asker sağlayabilirim. Lakin tanrın bunun hakkında ne der bilmiyorum.”
“Bu neden umurunda olsun ki?”
“Bana borçlu kalacaksın da ondan.”
Dişlerini gıcırdattı ve sinirle karışan bir bıkkınlıkla cevapladı. “Halkımın hayatta kalmasının her şeyden daha önemli olduğunu söylüyor.”
“Hahaha! Ne kadar da hoş!” diye coşkulu bir kahkaha attı. “Her şeyden öyle mi?”
“Evet, her şeyden. Şimdi, uzatma ve borcumun ne olduğunu söyle.”
Sesi çok netti. “Karını getireceksin. Bana bir çocuk verecek.”
Rutendo bir kahkaha patlattı. “Yaşın sonunda aklına vurmuş bunak yaratık! Siz vampirlerin kısır olduğunu unutuyorsun!”
“Hayır, unutmuyorum. Yalnızca bildiğin bir yanlışı düzeltiyorum.”
Bu imkânsızdı. Ne kendi tecrübeleri ne de okuduğu antik yazıtlarda bundan bahsedilmiyordu. Hem madem kısır değillerdi o zaman neden dünyayı fethetmiyorlardı? “Neden sana güveneyim ki? Siz vampirler içi boş, ruhsuz birer kabuktan ibaretsiniz.”
Lazarus neredeyse çıldıracak kurt adamları eliyle işaret ederek susturdu. “Ve bunu herkes bilir öyle mi? Cık cık cık.” diye başını iki yana salladı. “Senden öncekiler de aynıydı. Zamanla düzelirsiniz diye düşünüyordum ama yanılmışım.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Ruh, beden ve akıl. Onları kontrol edebiliyorsunuz diye evrenin bunlardan ibaret olduğunu mu düşünüyorsunuz yani?”
“Bunlardan başka bir şey olması imkânsız. Bunlar tanrıların koyduğu kanunlar.”
Yüzünü ekşitti. “Yazık. Sana söylerdim lakin bunlar karşılığını veremeyeceğin bilgiler. Sana sadece şunu söyleyebilirim; Tanrılar düşündüğünden daha acizlerdir.”
Rutendo yumruklarını sıktı. “İmanımı senin iki lafın için çöpe mi atacağım yani? Belki diğerleri öyledir. Ama Merküt asla!”
Bedeni sisle bütünleşerek kayboldu ve bir anda Rutendo’nun yanında yeniden belirdi. “Korkmana gerek yok. Aksine coşkuyla dolup taşman gerek. Bana, Kont Lazarus’a, bir evlat vereceksin! Bundan daha büyük bir lütuf olamaz!” Titreyen Rutendo’yu boynundan kavradı ve şah damarını yaladı. Jilet kadar keskin dili yüzüne düşen damlalardan bile daha soğuktu. Hissettiği tek sıcaklık boynundan süzülen kanıydı. İçini derin bir huzur kaplıyordu. Neden elleri hareket etmiyordu? Bir şey yapmalıydı. Bir şey…
Lazarus’un gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Elini kendi dudaklarında gezdirirken titriyor, boğuk bir şekilde inliyordu. Vampir tam anlamıyla zevkten dört köşe olmuştu.
“Karını unut! Çocuğu unut! Ben seni istiyorum! Sonsuza kadar benimlesin!”
Başarısız olmuştu. Tutunduğu bu umut kırıntısı da aynı halkı gibi yok olacaktı. Sonsuza kadar…
İçini bir sıcaklık kapladı. Saf ışıktan oluşmuş devasa kartal önünde kanat çırpıyor, karanlık ormanın her bir köşesini aydınlatıyordu. Yağmur durmuştu. Ne Lazarus ne de kurt adamlardan bir iz vardı. Sadece o ve Merküt…
“Tanrım, lütfen beni bağışla.”
Bir sesi yoktu ama yine de onu anlıyordu. “Hayır, Rutendo seni bağışlayamam.” dedi Merküt.
“Seni utandırdım.”
“Seni bağışlayamam çünkü sen bağışlanacak hiçbir şey yapmadın. Ne yaptıysan halkının özgürlüğü içindi.”
“Ama ben yine de başarısız oldum.”
“Evet oldun. Çünkü hayatın boyunca kendinden şüphe ettin. Ne yazık ki bunu telafi etmek için çok geç kaldın. Vaktin geldi. Ama bu, gidişini muhteşem yapmaya engel değil.”
“Beni hatırlayacaklar mı peki?”
“Hayır. Başkalarının onayına ihtiyacın yok. Onların duaları seni tamamlamaz. Sen bu şekilde zaten tamsın.”
Rutendo gülümsedi. “Binlerce kez şükürler olsun sana.”
Merküt onu onaylarmışçasına kanat çırptı. Ardından tüm semayı kaplayan kanatlarını iki yana açtı. Hızla bir dalışa geçti ve Rutendo’nun bedenine girdi.
Rutendo yağmurun sesini duyarak gözlerini açtı. “Asla!” diye kükredi. Yükseltecini Lazarus’un kalbine doğru savurdu. Mızrak ucu gibi saplanmıştı.
Vampir afallayarak göğsünden çıkan gökkuşağı rengindeki taşa baktı. “Sen bir aptalsın.” dedi kırık bir sesle.
“Hükümdarlığın sona erdi Lazarus. Artık hiç kimseyi incitemeyeceksin.”
Yükselteç çatlamaya başlamıştı. Çatlaklardan parlak bir ışık şeklinde saf enerji sızdırıyordu. Kurt adamlar arkalarına bile bakmadan kaçarken ikisi de yağmurun dövdüğü kayalıkların üzerinde diz çökmüşlerdi. Artık Lazarus da ıslanıyordu. Seğiren gözleriyle Rutendo’ya son bir bakış attı.
“İşimiz bitti sanma. Her nerede olursan ol seni bulacağım.”
Rutendo cevap vermedi. Mutluydu. Huzurluydu. Tamdı.
Lazarus bir çığlık attı ve yükselteç kulak sağır eden bir çatırtıyla ortadan ikiye yarıldı. Saf enerji patlaması Rutendo’yu içine alırken dudaklarından tek bir sözcük döküldü. “Elveda.”
- Kıyamet - 1 Kasım 2021
- Kan ve Nefret - 1 Nisan 2021
Her öykü için ayrı bir fantastik dünya yaratabilmeniz muazzam. Öykü gibi kısa bir yazında böyle yaratıcılıklara yer vermeniz bana çok zor geliyor açıkçası. Öykünüzü çok beğendim.
Bu arada bu ayki öyküme bir göz atarsanız çok sevinirim. Pek yorum alamıyoruz da bu seçkide…
Gelecek ayki fantastik üsluptaki öykünüzü heyecanla bekliyor olacağım. Saygılar…
Beğendiğinize sevindim Sizin öykünüze de bakacağım.
Merhaba @SteinsArito,
Öncelikle öykü, mitolojisi, aksiyonu ve betimlemeleri ile keyif uyandırdığı kadar kişinin kendisi ile ilgili değerlendirmesine dair doğru tespitleri ile de dikkat çekiyordu.
Finali de gerçekçiydi. Bununla birlikte yardım istemeye gittiği vampirden daha henüz kabul edilemez bir teklif almadan bile çok saldırgandı Rutendo. O kısım biraz eli fazla yüksek tutmak gibi geldi bana. Nitekim anlaşamadılar.
Ancak bu biraz da işin esprisi. Ayakları yere basan fantastik bir eser okudum.
Elinize sağlık.
Kapsamlı deÄerlendirmeniz için çok teÅekkür ederim Yorumunuz benim için çok deÄerliydi.
Özellikle Åu kısım beni çok etkiledi. Sarılabilir miyiz?