Hapishane nakli gerçekleşmeden bir süre önce, yerel saatle 11.54’te, kendine Ödrik diyen bir adam şehir meydanında bomba yüklü bir araç patlattı. Siyah minibüsteki, cıva fülminat paketleri bağlanmış on altı kiloluk oktanitrokübanın patlamasıyla kolu bacağı kopan on bir kişinin, Ödrik denen bir adamdan haberleri yoktu. Kimi kahve içmeye, kimi sinemaya gidiyordu ve hiçbiri ölmek istemiyordu.
Ödrik bombayı patlatmadan on altı dakika önce, kendi web sitesinden bin yüz otuz altı sayfalık bir manifesto yayımladı ve yazının linkini sosyal medya hesaplarında paylaşıp, çeşitli e-posta adreslerine yolladı. Manifestosu; eko-faşizm, çok kültürlülük karşıtlığı, beyaz ırkçılık, aşırı sağ ideoloji, homofobi gibi radikal fikirlerle doluydu ve “Ulusal Dünya Çözümlemesi” başlığını taşıyordu.
Şehir meydanındaki ilk patlamanın ardından, bölgeye fazla sayıda sağlık ve güvenlik ekibi sevk edildi. Olay, yıllardır lastik patlaması bile duyulmamış olan bölgede büyük bir korkuya sebep oldu. Müzik gürültüsü şikâyeti dışında pek olaya rastlamamış olan polisler, en az sivil halk kadar tecrübesizdi. Parçalanmış bedenlerden sokağa, trafik lambasına ve bir mağazanın vitrinine sıçramış kan revan içindeki organları gören bir polis memuru kusmaya başladı.
İlk şok atlatılamamıştı ki yerel saatle 12.13’te, altı cadde ötedeki bir insan hakları derneğinin önünde, nitroselülozik tüpler yapıştırılmış siyah bir motosiklet havaya uçtu. Patlama, derneğin bulunduğu ikinci kata kadar şiddetini gösterdi. Kana ve toza bulanmış üç beden görünüyordu. Kırılan camların ve dökülen molozların arasında, savaş mağduru çocukların eğitim ve sağlık masrafları için düzenlenen bir etkinliğin broşürleri uçuşuyordu.
Yakınlarına ulaşmaya çalışan endişeli çığlıklar, ambulans ve polis sirenlerine karıştı. Sinir krizi geçiren orta yaşlı bir adam bayıldı. Sirenler on altı cadde boyunca yayıldı. Ne yapacağını şaşırmış güvenlik güçleri ne olduğunu bilmediği bir şeyin peşinde koşuşturuyordu. Ne olduğunu bilmedikleri şey; otomatik vitesli siyah bir otomobilin ibre çizgisini 120’ye denk getiriyor ve içinde, ağzına kadar dolu otuz şarjör bulunan çantasının fermuarını aralıyordu. Şarjörleri taşıyacak olansa, 9×19 milimetre çapında parabellum fişekleri taşıyan, 19C model numaralı siyah bir Glock’tu.
Polis, e-posta adresine atılan manifestoyu kendilerine ulaştıran bir avukat sayesinde ilk kez “Ödrik” ismini duydu. Ama aynı saatlerde aynı e-postayı alan ve ortak çalışan iki gazeteci, “Ödrik” ismini çoktan sosyal hesaplarından duyurmuştu. Biri gazete için manşet hazırlamışken, diğeri video paylaşım sitelerine koyacağı videoyu montajlıyordu. Yerel saatle 12.36’dan 13.02’ye kadar, çeşitli sosyal platformlar ve arama motorlarında, “Ödrik” kelimesi yaklaşık yüz yirmi altı bin kez arandı.
Yerel saatle 13.13’te siyah bir otomobil ağaçlarla kaplı arazinin güney batısında durdu. Kendine Ödrik diyen, beyaz ırktan bir adam dokuz milimetre çapında mermilerle dolu otuz şarjör taşıyan çantayı sırtına geçirip patikayı aştı. İlerlemekte olduğu bölge, kasabanın en eski plajıydı ve on gün önce, kamp alanının üç yüz metre ilerisine beyaz bir mescit yapılmıştı. Açılışına, ülkede sayıları artmakta olan cemaatlerin yanı sıra; birkaç sanatçı ve gazeteci de katılmıştı.
Görünürde kimse yoktu ama çığlıklar vardı. Çünkü Ödrik yağmurun habercisi havada plaj ateşi yakmaya çalışan bir grubun üzerine ilk şarjörün tamamını boşaltmıştı. Glock’un namlusu ısınmış ama Ödrik’in içi soğumamıştı. Çığlıklar, kamp evlerine kaçmayı başaranların ve saklanacak kadar şanslı olmayanların ağzındaydı. İkinci şarjör için çantanın fermuarı aralandı.
Polis manifestonun tamamını okuyacak vakit bulamadı ama siber ekipler IP adresi üzerinden yer tespiti yaptı. Gidilen apartman dairesinin kapısı kırıldı ve Ödrik kod adlı şahsın bir hukuk öğrencisi olduğu saptandı. Hakkında öğrenilecek şeylerin bir kısmı manifestoda yazılıydı. Kalan kısmı ise evde rahatlıkla bulunacak kadar ortadaydı. Plaj ateşinin etrafına serilmiş cesetlerin sayısı altıydı.
Ödrik mescide doğru ilerledi. Plaj boyunca gördüğü herkese ateş etti. Bar tezgâhına saklananları, kamp odalarına sığınmaya çalışanları, koşmaktan yorulanları affetmedi. Aslında daha fazla ceset için ibadet saatini beklemişti ama ateş başındaki grup kararını değiştirmişti. Bu hatanın bedelini, mescittekileri kıstırmak yerine, kapıdan çıkıp kaçanlara mermileri denk getirmeye çalışarak ödüyordu. İyi bir nişancıydı ama kaçabilenler kaçıyordu. Ödrik nefret ettiği bir dilde dualar duydu ve mescitten içeri girdi.
Polis, yerel saatle 13.33’te bir sinyal yakaladı ama aradıkları telefonu bir çöpte buldu. On dakika sonra kamera görüntülerinin tamamı geldi ve failin yüzü bütün haber sitelerine verildi. Herkes beyaz ırktan genç bir adamı arıyordu ve o adam, şehre üç kilometre ötedeki bir kasabada esmer adamlara karışmış beyaz adam ve kadınları kurşunluyordu.
Ödrik, yerel saatle 13.46’ya kadar mescidin içinde kaldı. Duvarlar barutla kuru ve halılar kanla ıslaktı. Kurtulmak için kaçanlar kadar, içeride dua etmeye devam edenler de vardı. Ödrik hiçbirine acımadı. Kafalarına birer kurşun sıktı ve ölü numarası yapanlara da inanmadı. Kendisi için ölü, kendileri için şehit olan insanların sayısı ondu ve Ödrik’in çantasında yirmi üç şarjör kalmıştı.
Polis, yerel saatle 13.35’te mescitten ve bardan kaçabilenlerin ihbarıyla plaja doğru yola çıktı. İrili ufaklı yirmi dört adet güvenlik ve sağlık ekibi aracından bir konvoy oluşmuştu. Faili kaçırmamak adına tüm sirenler, yağmurlu hava gibi kapalıydı. Polislerin üzerinde yıllardır malzeme dolabında bekleyen kevlar yelekler ve birkaç gram korku vardı.
Ödrik mescitten çıktığında yerel saat 13.47’ydi ve plajda henüz herkes ölü değildi. Ödrik tabancaya bir dolu şarjör daha taktı ve kamp odalarına doğru ilerlemeye başladı. Kapıları çalıyor, çaresiz çığlıklara ve iniltilere; kendisinin polis olduğunu, saldırganı etkisiz hale getirdiklerini, dışarının artık güvenli olduğunu söylüyor ve söylediklerine inanarak kapısını açanlara iki kurşun sıkıyordu. Bu hareketi dokuz oda boyunca devam etti ve toplamda üç şarjör bitirdi. Bazı cesetleri plaja sürükledi, bazılarının başında bekledi. Bir ara sıkışınca, önceki ay düzenlenen bir etkinlik için hazırlanan gökkuşağı bayrağına işedi. Yerel saat 13.57’ydi.
Polis bağırışlar eşliğinde üzerine koştuğunda Ödrik kendini vurmak üzereydi. Sesleri duyunca vazgeçti ve tabancayı bırakıp ellerini kaldırdı. Polislere; onları daha erken beklediğini söyledi ve eylemlerden önce kendisini ihbar ettiği telefonu neden dikkate almadıklarını sordu. Polislerin dehşet içindeki yüzü, plajdaki cesetler kadar donuktu çünkü birçoğunun öyle bir telefondan haberi yoktu.
Ödrik’e gerçek kimliği soruldu ve hakkında edinilen bilgiler sunuldu. Sorulanları cevaplayıp, sunulanları kabul etti. Aşırı sağ düşüncelerle lise yıllarında tanışmıştı. Yaz tatilinde sınırdaki bir yaz kampına gidip kendi gibi gençlerle eğitim almıştı. Ertesi sene üniversiteye başlamış, iki sene hukuk okuyup, radikal eylem hazırlığı için okulu bırakmıştı ve bu süre zarfında manifestosunu yazmıştı. Patlayıcılar konusunda uzman olan bir aşırı sağcı eylemci ile yazışıp teknik bilgiler öğrenmek dışında hiç kimseden yardım almamıştı. Zaten polis de eyleme destek veren herhangi bir bağlantıya ulaşamamıştı. Ödrik yalnızdı. Ama ölenler yalnız bırakılmamıştı. Yaşarken nasıllardı bilinmez ama cenazelerine sivil halkın yanı sıra sanatçılar, eşcinsel aktivistler, hayvanseverler, din adamları ve politikacılar katıldı. Fotoğraflarının yanlarına da dualar eşliğinde karanfiller bırakıldı.
Ödrik’in ilk duruşması iki ay sonra yapıldı. Mahkemede; eylemlerinden ötürü pişman olmadığını, kendisini öldürmüş olsa belki biraz daha rahatlamış olacağını, eğer çıkarsa politikaya atılacağını söyledi. Ödrik, yasalar o kadarına imkân tanıdığı için, yirmi yıla yakın bir ceza aldı. Öldürdükleri, verilen cezanın her bir yılından daha fazlaydı ama sonuçta yasa yasaydı. Bazı katılımcılar gözyaşlarını tutamadı. Ödrik’e mi yoksa ölenlere mi ağladıklarını kimse anlamadı.
Hapishanenin A-Blok 1. Ünite: Kuzey Binası ismini taşıyan kısmı konforlu ve korunaklıydı. Her hücrede temiz çarşaflı yataklar ve okunacak çok fazla kitap vardı. Ortak salonda ise mahkûmlar hep beraber televizyon izleyip, rahat koltuklarda oturmaktaydı. Yemekler üç öğündü ve her gün farklıydı
İlk duruşma tamamlanalı ve Ödrik hüküm giyeli on üç gün olmuştu. Güneşli bir sabah saatiydi ama meteoroloji yağmur yağacağını söylüyordu. Ödrik kahvaltıda jambon yiyip portakal suyu içti. Mahkûmlarla konuştu, herkes gülüştü. Televizyonda bir geometri belgeseli vardı ve gözlüklü bir adam Mobius şeridi denen bir şeyden bahsediyordu. Mahkûmlar bir şey anlamamıştı. Ödrik odasına gitmek üzere ayağa kalktı.
Yerel saatin 11.54 olmasına dakikalar vardı. Ödrik önceki hafta, sınırdaki bir kasabada yaşayan akrabasına mektup yazmış ve karşılığında, kendisine bir hafta sonra ulaşacak bir hediye almıştı. Yasalardaki kişisel mahremiyet ile ilgili maddeleri yetkililere ulaştırmış, rehabilitasyon eğitiminde uyumlu iletişim sunduğu için isteği olumlu karşılanmıştı. Yazdığı mektup ve aldığı hediyeye bakılmadı.
Ödrik siyah çantanın fermuarını araladı. A-Blok 1. Ünite: Kuzey Binası’nın tel örgülü otomatik kapısını açtı. E-posta adresine baktı. Ardından direksiyonu şehir merkezindeki meydana doğru kırdı.
Yerel saat 11.46’ydı. Birkaç dakika kalmıştı.
- Allahuekber Çölü - 1 Ağustos 2021
- A-Blok ve Bi’Glock - 1 Mayıs 2021
- Acıkkan - 1 Nisan 2021
Güzel bir öykü, hızlı hareketli ve konu hakkında bilimsel bilginizin olduğu belli olan bir öykü. Bir kere okudum pek anlamadım sonra bir kere daha okuyunca sonlardaki bir cümle konuyu toparlamama neden oldu; Mobius sarmalı. Yanılıyor muyum.
Yinede bir nokta var kafama takılan, ödrik kim ve neden bunları yapıyor, sıkıntısı nedir bilmek isterdim. Elinize sağlık…
Güzel, özenli bir twist, yine güzel anlatılmış bir bilimsel konsept ve arka plandaki eleştiri/duruşuyla kaliteli bir işti.
Geri bildirim vermek istesem zorlanırım; şöyle ki, iyi bir fikir var ortada ve çok ağırlıklı bu fikir. Ama aktarında dil, imla da temiz. Kısaca iyi bir fikir iyi işlenmiş -iyi, çok iyi vs.- ama belki içine girmekte zorlanmış olabilirim okur olarak. Çok muntazamdı sanırım.
Ellerinize sağlık.