Badanası kirlenmiş odanın orta yerine bacaklarını altına alarak oturmuş, uyuşmalarına aldırmadan, yavaş yavaş döndürdüğü taşın arasında buğday öğütüyormuş. Bu işi ağırdan alıyormuş çünkü taşın ezip ufaladığı buğday tanelerinin kütürtüsü hoşuna gidiyormuş. Yanında duran leğenden avucunu doldurarak aldığı buğdayı, bir kum saatinin en ince yerinden akan kumlar gibi, taşların ortasında ki delikten akıtıyormuş. İleriye doğru uzanıyor dönüyor, geriliyor taşı döndürdükçe ahenkli bir dansa kaptırıyormuş kendini. Çok eskiden ninesinden kalma bir dans. İncecik sesiyle ağıt mı iç sesi birazdan kararacak bir türkümü belli olmayan bir ağızla, taşların ritmiyle kendince bir törendeymiş.
Akşamın serinliğinde, açık pencereden esen yelden azıcık daha faydalanmak için, başındaki tülbentin boynunun altında sıkan düğümünü çözmüş, ensesinde bağlamış tülbentini. Tekrar işinin ritmine sokmuş kendini, bu uzun sürecek işe ara vermek olmazmış.
Tam o sırada, rüzgârdan savrulan perdeye dolanarak, sanki içeriye fırlatılmış gibi hızla boynu gümüş halkalı bir kumru dalmış. Kumru odanın dört bir duvarına aynı hızla çarpmış. Sehpaların üzerindeki kolonya ve su şişesini devirmiş. Kadının atalarına ait çerçevelenmiş resme çarpıp, resmin çivisine bağlanmış bir ipe sarmaşık dolanmıştı, saksıyı devirmiş. Sarmaşık tutunduğu ipten kurtulmuş.
Kadın şaşkınlık ve telaşla bozulan iç huzurunun keyifsizliğiyle oturduğu yerden kalkıp pencerenin perdesini açmış, “Yolun açık olsun, çık, çık eşine git!” demiş kadın. Bir yandan da eliyle açık havaya doğru çağırmış kuşu.
Darmadağın olan odaya bakınca kuşun su kabağından oyulmuş lambanın etrafında tur atıp bir türlü yönünü tayin edemediğini görmüş… Korkuyla yer sofrasında serili buğdayların üstüne kakasını bırakmış, kuş… Islak, bembeyaz karışım buğdaylara ve el değirmeni taşına sıvanmış. O zaman kuş, kendi kalbinden daha güçlü atan kadının kalbini duymuş.
Kadın, kuşu kovalamaya başlamış. Odanın içindeki koşturmaca da tabi ki insan galip gelmiş. Kuşun kanatlarını avucunun içinde tutuyormuş artık. Saçı başı dağılmış, bir az önce tatlılıkla öğütülmüş buğdaylar etrafa saçılmış. Kadın, kuşun elinin altında çırpınan kalbini, korkudan kurumuş ağzını, ufacık pembe dilini sevmiş. Kuş incecik ayaklarını ölü gibi germiş…
Kumru bir an önce bırakılmak, yeniden evin etrafını saran kavaklıklarda uçmak istiyormuş. Kadının kendine sevgiyle bakan gözlerinde yapayalnız bir insanın gururunu görmüş. Kadın kumrunun başını okşamış ve öpmüş. Onun doğası buymuş, her şeyi ilk elden çok severmiş.
Peki, bu bir veda mıymış? Kumruyu, gevşekçe ellerinde tutup uzun uzun incelemiş, kadın. Daha fazla dayanamayan kumru “Bırak beni lütfen” demiş. “Pencerenin önüne bıraktığın buğdaylar ve tohumlar için geldim. Ben genç bir kuşum, acemiliğime ver, bırak beni gideyim” demiş, yalvararak.
Kadın kendinden beklenmedik bir çeviklikle pencereyi kapatmış. Nasıl bir hazineye sahip olduğunu anlamış! Perdeyi hızla çekip sokağın köşesine kadar göz gezdirmiş, kimse var mı diye? Aynı hızla kuşun önüne çekilmiş buğdaydan bir yol çizmiş. Kuşu perdenin önüne, artık yem olan buğday yolunun başına koymuş.
Kuş konuştuğuna pişman olmuş. Kadın becerikli elleriyle oturduğu odada ki dağınıklığı gidermiş. Kuş kendine sunulan yemi yemiş, sakince koltukta ileri geri yürümeye başlamış.
Kadın tekrar değirmen taşının başına oturmuş. “Haydi, anlat bakalım. Öyle şeyler anlat ki kuş olmanın, kumru olmanın ne olduğunu anlayayım.” demiş.
Kumru, yan gözle yukarıdan bakmış kadına. “Beni bırakırsan kuşlar anasından bir dilek dileyebilirsin,” demiş. “Dileyeceğim, ama önce, bana anlat. Eğer ikna olursam seni bırakırım, gidersin, kuşlar anasına da dileğimi iletirsin” demiş kadın.
Kadının böyle uzun süren bir sürü işi duruyormuş. Kapının arkasında bir şeker çuvalında basılı duran yıkanmış ve attırılmış koyun yünleri varmış. O yünler günlerce kirmanla eğrilecek, yünler top top yumağa dönüşecek; yumaklardan, avucunun içinde kavramaktan eğilmiş beş şişleriyle türlü türlü renklerde çoraplar örecekmiş. Bunlardan arta kalan zamanında halı dokuyacakmış. Kirkitin güm, güm, gümbürtüyle indiği odasında türkülerin ritmi hızlanacak. Halı bunu ister, çiçek gibi coşkulu bir türküyle halı dokuyacakmış.
Genç kumru, o gece tedirgin uyumuş. Kavaklığın hışırtısını, kendini çağıran eşinin ve komşularının sesini dinlemiş. Neyse ki yuvasından çok uzakta değilmiş. Kutup yıldızının yerini bildiğinden yuvasının yerini de biliyormuş.
Ertesi gün kalaylı bir kaptan su içmiş. Kolayca yem bulmak hoşuna gitmiş. Yün eğiren kadına, uçarken gezdiği uzak bir şehri anlatmış. Şehrin meydanlarında dilek dilenen çeşmeler varmış, sıcak yaz günlerinde oğlan çocukları süs havuzlarında yüzermiş…
Çoraplar ören kadına, kavaklıklardaki yuvasını ve yumurtalarını sahiplenen kumru eşinin sadakatini anlatmış.
Kadın kirkitin gümbürtüsüyle halının çiçeklerini dökerken, kumruların kargalarla kavgasını anlatmış. Halının deseni dallanıp serpilince, anlatacakları bitmiş gibi susmuş kuş. Halı deseninde eşi, yuvasında bıraktığı yerdeymiş, kavaklar narin bir rüzgârla salınmaktaymış.
Bir sabah, kadının omzuna konmuş kumru; cam boncuktan oyalar işleyen kadına, bu uzun süren işlerden biriymiş, baharı karşılarken cıvıldaşan bütün kuşların neşesinin sırrını vermiş. Bu insan diliyle kelimelerin yetersiz kaldığı, sadece omzuna bir kuş konanların kavrayabileceği, anlatanın da yarım yamalak anlatabileceği bir hikâyenin ilk sözüymüş.
Kuşun anlatacakları bir gün biter mi? Kumru eşini çok özleyip kaçıp gider mi? Diye düşünürmüş kadın. Şehrazat’ın anlatacakları bin birinci gece bitmiş mi ki?
Kadın, inatla uzun süren işlerini yapmaya devam edecekmiş. Omzunda tünemiş, boynu halkalı bir kumru, pencereleri sıkıca kapalı tutacakmış.
Bir akşam, Sardunya Bacaklı Kız camı tıklatmış. Kavaklıklarda cıvıldaşan kuşların ve kumru eşinin çağrısını getirmiş. Yaşadığı yerden evde, uzun süren işler tutan becerikli kadın, camı açmış. Çünkü uzun zamandır beklediği konuk gelmiş. Gözbebekleriyle sarılmışlar birbirlerine. Kumrudan dinlediği her hikâye, balla kavrulmuş buğday, badem ve leblebi tozuna sarılmış kuru üzümlerle Sardunya Bacaklı Kız’ı bekliyormuş. Sardunya Bacaklı Kız, açık camdan sokulmuş, kendini bekleyen odaya.
İşte bu da, Sardunya Bacaklı Kız’ın el aldığıdır. Uzun süren işlerin sabırlı kadınının evine konuk olduğudur. Kumru eşlerin kavuşup kırk gün kırk gece düğüne durduğudur. Sardunya Bacaklı Kız’ın çocukluğunun, büyülü bir çocukluk bu, başladığıdır. Dilinin tatlılıkla çözüldüğüdür.
Merhaba,
Aşka dair bir “vibe” ve özgürlüğe dair bir umut hissetsem de, belki biraz gevşek bir yapısı vardı hikayenin. Bir masal ve masal anlatıcısı olarak araya girişler ilginçti. Ama belki bir iki yazım yanlışı ile birleşince okuyucuyu frenletebiliyordu da.
Amacınız ve zihin dünyanıza dair bir şiir ama olay örgüsü bazında abstrakt bir eser okudum kısaca.
Elinize sağlık.
Sevgili Murat Sarı beni ilk elden okuyanlardan sonra düzenli eleştiri yazıyorsunuz.Çok teşekkür ederim, dikkate alacağım.Başka öykülerde görüşmek üzere.
Güzel, keyif verici, sıkılmadan okunan bir hikaye olmuş. Elinize sağlık
Yorumunuz için teşekkür ediyorum.