Öykü

Boşluktaki Ördek Portresi

Her insanın yapması gereken işleri vardır ve bunları uykularına taşımamaya özen gösterirler. Buna karşın ben bazen yapacaklarımı yerine getirirken uykunun soğukkanlılığını, uyanıklığın bıkkınlığına tercih ederim. Aslında uyanık olup olmadığımı bilmediğim zamanlar da olur ve bu zamanlarda uykuda olduğumu var sayarak bilinmezliğin gölgesinden yine uykuya sığınırım.

Bilinmez tüm şeylerde aranan maceralardaki birbirine dönüşen duygular, bende korkunun bile içine girmekten çekindiği boş bir insan mayasıdır.

Ne kadar süre geçtiğini hatırlamadığımdan ve zamanın normal akışını unuttuğumdan beri; buranın size göre tarifini yapamayacak ve sizleri tam olarak bilemeyecek kadar buradayım.

– Hayır sen hep buradaydın.

– Bak, “kesin” olarak söylüyorum, ben… Burada girdiğim kavgalardan hep ben galip çıktım.

– Ama ben savaşmayı sevmiyorum.

Düşünüyordum da hep düşünmek zorunda olmak zor, bunu hep düşünüyorum.

– Zorlukları düşünmenin bir kolaylık getirmediğini de düşünüyorsun.

Düşünmeden olmuyor, düşünmemeyi de denedim. Zihnimden öylesine rastgele ve ilgisiz şeyler çağırdım ki bitkin düşüp terk etti beni, düşünmeyi bana bıraktı ve onun neleri götürdüğünü bilmiyorum.

Yeni bir günün başladığını nasıl anlarsınız, hepiniz için gün aynı zamanda mı doğar? Benim asıl merak ettiğim gününüzü ben mi doğurtuyorum?

Benim günüm vakitsizdir ve kendiliğinden doğduğuna inanıyorum.

Bilinmezliğin kâğıtları getirmesiyle ortalık aydınlanır, benim geri vermemle karanlık, bilinmez süreli işgalini başlatır. Kâğıtları bilinmezliğe vermemle onun bana geri vermesi arasında sıkışan zaman da aynı zamanda benim gündüzümdür.

Sizin günleriniz hep aydınlık mı doğar?

Her gün doldurmalısın, her gün dolduracaksın ve her gün doldurmak zorundasın!

Bilinmezlik yazıyı da burada olmaya mecbur tuttu, her gün. Yazıyla bir olup bilinmeze olan öfkemizi, yazdıklarımızda gösteririz. Hayır, bunu yapmaya mecbur olduğumuzdan değil…

Ben hiçbir zaman bilinmezlik için yazmadım. Her yazdığımın ona gitmesi ihtimalindense bilinmezliğin kendisini düşündüm, ama onun için yazmadım. Hayır, yazdıklarımda bilinmezlikten yararlanmam.

Neden her düşündüğümü yazmam gerek ve neden sürekli yazmak zorundayım? Neden tüm sorularım cevapsız kalıyor, neden sorularımı yazıp yazmadığımı ayırt edemeyecek kadar yazmakla düşüncelerim benzeşti?

Belirsizlikten uzak olduğunu umduğum siz, bunları sadece sizin için yazıyorum. Bunları zaten burada saklayamam. Belli aralıklarla yazdığım bu öyküyü özellikle okumanızı isterim. Çünkü korkarım hatırladığım başka bir şey yok. Sizden tek temennim bir gün bu öyküyü unutursam bana hatırlatmanız ve tutsak etmiş belirsizlikten beni kurtarmanız.

UYDURMA BİR HİKÂYE

Küçük, cılız bir çocuk olarak doğduğunda annesi ona utançla baktı. Bir insana ait olduğu düşünülmeyecek kadar ufak ve ayrık parmakların oluşturduğu el, hiddetle annesinin eli tarafından çekildi; gövde ve diğer tüm organlar bu ani harekete tepki için o kadar deneyimsizdi ki vücut bütünüyle kendini yere attı. Bebeğin dünyada ikinci kez düşüşü, annesinin elini ise son kez tutuşuydu. Annesi o günden sonra bebeğin boynuna tasma taktı.

Bütün bebeklerin yürümeye başladığı yaşı geçirmiş, çoktan çocukluk dönemini karşılamış olan çocuk; tasması yüzünden yürümeye başlayamadı. Annesi onu kendi buyruklarıyla büyütüyor ve tasmasıyla birlikte sürekli bir yerlere çekiştiriyordu. Çocuğun gözü kendisiyle eğlenmeye gelen çocuklara saf çocuk aklıyla arkadaş olarak bakamayacak veya onlara tehlikeli çocuk düşmanlığı duyamayacak kadar annesinden başkasını görmüyordu. Annesiyse, çocuğun düşündüğü gibi onu korumak amaçlı değil, çocuğu kendisinden uzak tutmak için çocuktan tasmayı çıkarmıyordu, hatta çocuğu bebekken hiç emzirmemişti.

Çocuğun sadece bir yerde tasması çıkartılıyordu: Boynuna sıkı gelen tasmanın genişletildiği demircide. Burası aynı zamanda annenin çocuğu kendi yanından ayırdığı tek yerdi. Çocuk burada kendisini annesi ve tasması olmadan oldukça tedirgin hissediyor, geçirdiği zamanın çoğunda tüm dikkatiyle demircinin elinde evirdiği halkaya bakıyor ve geriye kalan vakitte de biraz rahatlamış olarak boynundakiyle annesini bekliyordu. Bu sırada da demirci ona bazı şeyler anlatıyordu. Çocuk ilk zamanlar buna şaşırmıştı, çünkü annesi onunla hiç konuşmamış, bir şeyler anlatmamıştı.

Bu olay yıllarca bu şekilde sürmüş, zaman geçtikçe de demircinin anlattıkları çocukta daha çok merak uyandırır duruma gelmiş ve tasmasıyla birlikte annesinin bir süreliğine olan yokluğu onu daha az etkilemeye başlamıştı. Bir gün demirci “Bugün anlatacağımı her zamankinden daha büyük bir dikkatle dinle.” dedi ve anlatmaya başladı:

“Küçük bir kız çocuğu uykusundan uyanıp beşiğinden dışarı çıkmış, annesini etrafta göremeyince beşiğinin yanına geri dönmüş. Çocuk uykusuna devam etmek istemiş ama beşiği sallayacak annesi orada yokmuş. Beşiği kendisi sallamaya başlamış, uykusu olmasaymış bunun güzel bir oyun olacağını düşünmüş. Yorulunca, “Annemin geleceği yok. Keşke bir yandan beşiği sallayıp, bir yandan içinde uyuyabilseydim.” demiş ve kafasını beşiğe yaslayıp bu sefer beşiği annesi gibi sallamaya başlamış. Bu sırada birden beşiğin ağırlığının arttığını fark etmiş, kafasını kaldırıp baktığında da gözlerine inanamamış: Beşiğin içinde aynı kendisi gibi bir çocuk uyumaktaymış. Çocuk ne olduğuna anlam veremeyerek ve çok korkarak annesinin yanına gitmek için oradan koşarak ayrılmış. Fakat baktığı yerlerde annesini bulamamış, bu sefer tüm gücü ve güçsüzlüğüyle ağlamaya başlamış. Sesi duyan komşusu çocuğun evine koşmuş ve “Ne ağlıyorsun komşum, hayrola!” diyerek komşusunun ellerine yapışmış. Çocuk her zaman alttan baktığı komşusunu tam karşısında ve ellerini onun elleri içinde hiç görmediği şekilde kocaman görünce bu sefer daha fazla ağlayacak güç bulamayıp bayılmayı denemiş, ancak bunu daha önceden yapmadığı için öylece susarak kalmış. Komşusu: “Aman, yoksa çocuğa mı bir şey oldu!” diye bağırıp, hızla beşikli odaya doğru koşmuş. Çocuk beşikte mışıl mışıl uyuyormuş, ama bir daha uyanmamış.”

Demirci hikâyesini pürdikkat dinleyen çocuğa “Çocuğum, hikâye bu kadar. Hikâyedeki beşiği yapan demirci benim. O anne de benim müşterimdir. Bu hikâyeyi bana gelip o anlattı. Bunları benimle eğlenmek maksatlı anlattığını düşündüm önce, sonra gerçekten bu annenin ilk tanıdığım anne olmadığından emin oldum. Aklına bir zararın gelmiş olabileceğini düşünüp, söylediklerinin üzerine evine gittim. Beşikte yatan çocuk gerçekten uyanmıyordu. Bu anne-çocuk da önce annesini her yerde aramış bulamamış, sonra kendisinin artık annesi olduğunu kabul edip annesini aramayı bırakmış. Şimdi çocuğun da uyanmamasını kendisine fırsat bilip, çocuk oyunlarına devam etmede sorun görmüyor. Benden de sürekli demir paralar yapmamı istiyor, onları benden büyük bir neşeyle satın alıp gidiyor. Senden bugün hiç istemediğim bir şey isteyeceğim, bahsettiğim anne bugün annenin geleceği vakitten geç gelecek, annen geldiğinde henüz tasmanı bitirmediğimi daha geç gelmesi gerektiğini söyleyeceğim. Tabii istersen, söyle bakalım sen de kadını görmek ister misin?”

Çocuk biraz düşünüp kafasını onaylama anlamında salladı. Demircinin gözleri parıldadı ve kendisi işine devam etti. Çocuk o gün oraya gittiğinden beri demircinin elinde para yapmakla uğraştığını fark etmedi ve demircinin söylediği gibi bekledi. Annesi her zamanki geldiği vakitte gelmedi. Çocuk endişelendi. Demirci bir şey demedi. Vakit daha da geç olunca demirci: “Biliyor musun, bugün buraya hiçbir anne gelmeyecek, bu paraları senin için yaptım. Bunlar da benim senin için son sözlerimdir: Dinlediğin ve dinleyeceğin tüm hikâyeler gerçektir. Artık tasman yok. Eğer dışarıda seni götürmek isteyen anneni görürsen mutlaka onunla git. Paraları da kaybetme. Yolun açık olsun.”

Çocuk kendisi için açılan kapıdan şaşkın ve istemeyerek dışarı çıktı. Tasmasız, annesiz ve demircisiz…

Dışarıya çıktığında ilk defa yürüdü, buna kendisi de şaşırdı. Az önce olanları, önceden yaşadıklarını ve her şeyi unutup sadece yürüdü. Yürürken bir kadın elini çekip omzuna koydu ve kendi elini de üzerinde tutarak çocuğa konuşmadan “Gel.” dedi. Çocuğun aklına demircinin son sözleri geldi ve bu duruma yürümeye başlamasına olduğu kadar şaşırmayıp kadınla birlikte yürüdü.

İkinci annesi hep resim yapıyordu. Çocuğun resimlerini dikkatle incelediğini fark ettiğinden beri ona iyi davranmaya başlamış, daha yakın olmak istemişti. Bu isteğini yerine getirmek için resim yaparken çocuğu sırtına alıp, bağlamıştı. Çocuk böylece annesinin resimlerine doğrudan bakıyor, kafasını ve ensesini arkadan gördüğü annesine daha çok bağlanıyordu. Birlikte hiç konuşmuyorlar, resim yapılmadığı zamanlarda da sadece resimlere bakıyorlardı. Yıllar böyle geçti. Çocuk annesinden ayrılamaz duruma geldi, annesiyse başlarda çocuğun bakışlarından anlayarak onun isteğine göre resimler yapmak bir yana, çocuğun varlığını bile unutur oldu. Çocuk bunu anlamadı.

Çocuk bir gün tek başına annesinin resimlerine bakarken bir ses duydu. Sesin resimlerden birinden geldiğini anlayıp oraya yöneldi. Ses bir ördeğin sesiydi ama çocuk daha önceden bu sesi duymadığından, resimdeki ördeğin yanındaki kadınlardan birinin konuştuğunu sandı. Etrafında annesini arandı. Ses ona: “Uslu çocuk, bu senin isteğinle annenin yaptığı, onun da en sevdiği resim. Birazdan duyacağın sesten sonra alabildiğin kadar nefes al, annen de burada!” dedi. Bekledi ama sesi duymadı. O yine denileni yaptı, dünyadaki tüm havayı bir anlığına ciğerlerine doldurdu ve ondan başka tüm insanlar bir anlığına sersemleşti. Olduğu yerden bir anda kayboldu. Aynı anda resimden dışarıya görenlerin kan sanacağı kırmızı bir boya fışkırdı.

Çocuk bulutların arasında uçuyor ve onu buraya alan sesten farklı bir ses onunla konuşuyordu. Ses: “Sana şimdi bir hikâye anlatacağım. Demircinin sana anlattığı hikâye ama aynısı değil: Küçük bir kız çocuğu uykusundan uyanıp beşiğinden dışarı çıkmış, annesini göremeyince beşiğinin yanına dönmüş. Çocuk uykusuna devam etmek istemiş ama beşiği sallayacak annesi orada yokmuş. Beşiği kendisi sallamaya başlamış. Yorulunca, “Annemin geleceği yok. Keşke bir yandan beşiği sallayıp, bir yandan içinde uyuyabilseydim.” demiş ve kafasını beşiğe yaslayıp bu sefer beşiği annesi gibi sallamaya başlamış. Bu sırada birden beşiğin ağırlığının arttığını fark etmiş, kafasını kaldırıp baktığında, beşiğin içinde aynı kendisi gibi bir çocuğun uyumakta olduğunu görmüş. Telaş içinde annesine koşmuş. Sonra annesini bulamamış ve ağlamaya başlamış. Sesi duyunca dışarıda bekleyenler hemen içeriye koşmuş, “Ne oldu hanım, neden ağlarsın?” demişler. Çocuk ağlamaya devam etmiş. Dışarıdan gelenler: “Herhalde çocuğa bir şey oldu, gidip ona bakalım!” demiş. Gittiklerinde de çocuğun uyanmadığını görmüşler. Anneye, “Bu çocuğa ne oldu?” diye sormuşlar. Anne daha da fazla ağlamaya başlamış. Anne ağladıkça uyuyan çocuğun gözlerinden yaşlar akmış, durmaz olmuş. Biraz önce içeriye girenler bir çocuğa, bir anneye bakmışlar. Anneyi susturmaya çalışmışlar ama ne yaptılarsa olmamış. En sonunda içlerinden birisi kendisinin daha önceden duyduğu, annenin çocuğa anlattığı hikâyelerden birisini anlatmaya başlamış. Bunu duyunca önce anne susmuş, sonra çocuğun göz yaşları durmuş. Anlatan hikâyeyi bitirdikten sonraysa anne tekrar ağlamaya başlamış. Çocuğun gözyaşları da tekrar akmaya… Hikâyeyi tekrar anlatılmış, ama ağlamalar ve göz yaşları durmayarak devam etmiş.

Birkaç gün böyle sürmüş, kimse anneden başka hikâye duymamış olduğundan hepsi çaresizce beklemeye başlamış. Birkaç günün sonunda dışarıda yağmur başlamış, gök gürlemiş, sesi içeriye girmiş. Çocuk ağlamaya başlamış. Annesi birkaç günlük ağlamasını durdurup “Çocuk uyuyor bu ses de ne, bakın uyandı işte!” demiş. İçeridekiler sevinmiş. Dışarıya koşmuş. Yağmur durdukça, “Tekrar yağsın!” demişler. Bulutları memnun etmek istemiş, bulutlara para fırlatmışlar. Bulutlar memnun olmuş, onları da memnun etmiş ama sonra dışarıdakilerin tüm paraları bitmiş. Anne onlara: “Bana hikâye anlatın!” demiş, ama onlar duymamış, çünkü para arıyorlarmış. Anne onların para aradıklarını görünce, “O zaman size ben para getireceğim, ama siz de bana hikâye anlatacaksınız.” demiş ve demirciye gitmiş.”

Bulut hikâyeyi anlattıktan sonra, çocuktan demircinin ona verdiği demir paraları istedi, o da verdi. Bulut son olarak: “Bu paralar bizim ve bunları bize aşağıdan yollayanlarla son ortak memnuniyetimizdir. Seni şimdi götüreceğimiz yerde, senden kaçan bir kadın görürsen mutlaka onunla git.” dedi.

Çocuk kendisini bir anda bir handa buldu. Nerede olduğunu bilmediği yerde, kalabalık arasında oradan oraya savruldu. O anda uçtan uca hızla, telaşla, misafirperverlikle, kontrolcülükle kendini savuran kadını gördü. Kadına yaklaştı, kadın ondan uzaklaştı. Bulutun sözleri aklına geldi.

Üçüncü annesi ondan hep kaçtı. Çocuk en fazla annesinin koşuşturmalarındaki esintilerinin kokusu kadar annesini tanıdı. Resimden çıktığında, resme girerken herkesten aldığı bir anlık nefesi geri vermek ona ağır gelmişti, o da annesinin oluşturduğu bu rüzgârlarla kendisini tedavi ettiğini düşünüyordu.

Annesi ve arkasında çocuğun koşuşturmaları yıllarca sürmüş, çocuk artık çocukluktan çıkıp büyümüştü. Bir gün annesi ortalıkta yokken handa daha önce görmediği bir kadın ona yaklaştı ve “Artık yorulmadın mı güzel kız?” dedi. Kız cevap vermedi, çünkü konuşmayı bilmiyordu. Kadın: “Ben senin yeni annenim.” Kız suskunluğuna devam etti. Kadın: “Biliyorum konuşamazsın, gel benimle.” dedi.

Kız dördüncü annesinin arkasından gitti. Annesi onu hanın daha önce hiç görmediği yerlerine götürüp, onunla gezip, durmadan konuştu. Anlattıkları sanki birbirinin aynısı, sanki de çok farklı şeylerdi. Birkaç hafta durmadan bu şekilde sürdü. Kız en fazla yürürken uyuyarak dinlenebilmiş, annesi sanki hiç susmamıştı.

Bir gün annesi sustu. Kız ona baktı. İlk defa bir annesinin gözlerine bakmıştı, annesi de onun. Annesi ona sarıldı. Kız bir şey yapmadı, şaşırdı ama mutlu oldu. O anda kızın aklından geçenleri okumuş gibi annesi: “Ben diğer annelerinden farklıyım, aynı zamanda son annenim. Onların sana vermediklerini ben sana vereceğim.” dedi.

Kızın elinden tutarak birkaç hafta da böyle yine kızın hanın önceden görmediği yerlerinde onu dolaştırdı. En sonunda annesi bir odanın kapısının önüne giderek, “Sana vereceğim tek bir şey kaldı, o da burada.” deyip, kızı içeriye soktu. Burası karanlık bir odaydı ve kapısı açık olmadan hiçbir şey görünmüyordu. Az önce de kapı kapandığı için kız beklemek zorunda kaldı. “Keşke konuşmayı bilseydim!” diye düşündü, çünkü annesinin içeride olduğunu sandı. Ne kadar beklediğini bilmedikten sonra kapı açıldı, oda aydınlandı. Annesi elinde yüzlerce kâğıtla gelmişti. “Bunlar senin sütün. İlk defa süt emeceksin.” dedi. Kız tüm kâğıtları yedikten sonra, “Bunlara karşılık senin yapman gereken bir şey var; sana yazmayı öğreteceğim ve yazacaksın. Yoksa sütümü sana helal etmem.”

Son annesi kıza yazmayı öğretti, onu bu şekilde konuşabildiğine de inandırdı. “Unutma her gün dolduracaksın, sen hiç hikâye duydun mu? Onlardan da yaz, yenilerini de yaz, her aklına geleni yaz. Ben seni dinlemek istiyorum. Unutma bu ikimiz için de çok faydalı olacak.” dedi ve kapıyı kapatıp çıkarken, kız son ışıkta odada parlayan bir beşik gördü.

Betül Kübranur Karaca