Cılız bir lambanın aydınlatmaya çalıştığı loş odada boşluğa bakarken elimdeki dolma kalemi ne zamandır dizime vurduğumu bilmiyordum. Kalemin çıkardığı ritmik pat pat sesleri odadaki tek ses olmasına rağmen düşüncelerimin gürültüsü başımı ağrıtıyordu. Hayatım bir kalemle kayarken burada oturuyor olmak bana şimdilik bir yarar sağlamıyor olsa da düşüncelerimin gidişatı bana bir çıkar yol gösteriyordu ve bu yol yine bir kalemle bitiyordu. Doğru yer, doğru zaman ve basit bir hamle. Sonrası tamamen benimdi, benim hayatımdı ve her şey bana aitti.
Başlangıçta bitkilerde başlayan bir genetik bozulma zamanla besin piramidinin zirvesine ulaşmış ve bunun sonucunda dünyadaki tüm canlılarda üreme sekteye uğramıştı. İnsanlarsa çözümü klonlarda bulmuştu. Yaşamın devam etmesi için sağlıklı doğacak tüm canlılar henüz fetüsken tespit edilip klonlanıyordu. O’nunla ben de aynı zamanda doğmuştuk, tıpatıp aynıydık ama ikiz değildik. İkimizden biri diğerinin klonuydu ancak hangimiz gerçek biz dahil kimse bilmiyordu. Hoş, bilmemize de gerek yoktu, yapmamız gereken tek şey yaşamak olduğundan kimse bu konuda kafa patlatmamıştı. Eh, böylesi de işime gelirdi.
Kalemi vurmayı bırakıp parmaklarımın arasında çevirmeye başladım. Bu kalemdi bir imzayla hayatımı bitiren, beni yokmuşum gibi gösteren. Belgelere göre artık ölüydüm, var olmaması gereken bir canlıydım. O, yüzüme dost canlısı bir şekilde gülümseyip ikimiz için de doğru olanı yaptığını söyleyerek bu imzayı atarken eminim bunun mükemmel bir plan olduğunu düşünüyordu. Yanılıyordu, plan yalnızca onun için mükemmel işlemişti ve yalnızca birimiz için bu dünyada yer kalmıştı. Bense bu loş odaya hapsolmuştum. Gözlerimin önünde solucanlar uçuşurken boştaki elimle yavaşça cebimdeki kullan at telefonu çıkarıp ezbere bildiğim numaraya kısa bir mesaj yazdım. Buraya gelmen lazım.
Çok geçmeden, kalem parmaklarım arasında iki yüz yetmiş üçüncü turunu atarken, dışarıdan kuru toprağın ve ölü çimenlerin üzerinden yaklaşan ayak sesleri duyuldu. Bu kadar çabuk gelmesini beklemiyordum ama şikâyet edecek de değildim, kapı açılırken gözlerimi kısarak dışarıdan gelen ışığa alışmaya çalıştım. Oydu gerçekten, karşımda jilet gibi bej rengi takım elbisesiyle görsel ikizim aynı dost canlısı gülümsemeyle bana bakıyordu, ondan tiksiniyordum. “Bir şeye mi ihtiyacın vardı kardeşim?” dedi oldukça masum bir sesle. Cevap vermeden önce ayağa kalktım.
“Ne zaman iyi olmaya karar verdin?” Tiksintim sesimden belli oluyordu.
“Ah lütfen, hakaret eder gibisin. Beni ne zaman sana karşı kötü bir şey yaparken gördün?” Bozulmuşa benziyordu, içten içe kırılmıştı sanki. Bunun için o suratını, kendi suratımı, dağıtmak istiyordum. Öfkeyle derin nefesler alıp elimdekini sıkarak ona birkaç adım yaklaştım, neredeyse burun buruna gelmiştik. Bir elimle yakasına yapıştığımda bunu beklemiyordu. Ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bana baktı, asla anlayamayacaktı.
“Neye ihtiyacım olduğunu biliyor musun? Hayatıma, benden aldığın hayatıma!” Öfkenin iç yakan sıcaklığı damarlarımı kavurur, adrenalin yüzünden sesim titrerken elimdekini hayati bir yerine saplanması umuduyla boğazına doğru savurdum. Boğulur gibi ses çıkararak kirli gömleğime tutundu. Gözleri acıyla bakıyordu. Elim kanıyla ıslanırken derin bir nefes alarak kalemi boğazından çıkarıp tekrar sapladım, can çekiştiğini bilmek içimi soğutmaya yetmiyordu. Tertemiz takım elbisesi kendi kanıyla boyanırken elleri gevşeyip önüme, dizleri üstüne düştü. Elini kaldırıp boğazını tutmaya çalıştıysa da başaramadı, ağzından köpüklü kan akarken yüz üstü yere düştü. Çömelip yan çevirdim onu.
Bir hata yapmıştım ve bu bana özgürlüğüme, hayatıma mal olmuştu. Beni koruyabileceğini düşünmüştü, beni saklayabilirse unutacaklarını sanmıştı. İhtiyaçlarımı karşılamış, istediğimde ulaşabilmem için kullan at telefonu da o vermişti. Her şeyi hesaplamıştı. Ancak hesaplayamadığı bir şey vardı ve o da beni burada, yakalanırsam olacağımdan daha fazla mahkûm ettiğiydi. Onunla tüm çabalamalarına rağmen konuşmamıştım uzun bir süre boyunca, belki de bugün bu kadar çabuk gelmesinin sebebi buydu. Buraya belki de nihayet onu affettiğim umuduyla gelmişti, bana nihayet yardım edebileceğini düşünerek. Etmişti de, yerine geçebileceğim mükemmel bir hayat vermişti bana. Yalnızca ben onun kadar iyi niyetli değildim ve o, yaptığının bedelini canıyla ödemişti. Ölüm belgeme imzasını atıp beni bu korunaklı yere getirmek üzere harekete geçtiğinde masadaki titanyum kalemi aldığımı fark etmemişti bile. Kendininkinin, benim hayatımı bitirdiği kalemle biteceğini bilememişti.
Hayat ışığı gözlerinden çekilip giderken eğilip lekelenmiş takımını çıkardım üstünden, acele etmeden kendi üzerime giydim. Kimse aramızdaki farkı anlamayacak, talihsiz bir kazaya uğradığımı düşüneceklerdi. Onun gibi işime, kariyerime devam edecektim, kardeşimin ardından yas tutacaktım ama yaşayacaktım. Çünkü benim amacım buydu, yaşamak. Onun yerine geçen bir taklitçi olacaktım ama bunu kimse bilmeyecekti. Tıpkı hangimizin gerçek olduğunu bilmedikleri gibi.
İşimi bitirdikten sonra onu yerde bırakıp kapıyı açtım, dışarının kuru havası boğazımı kavurmasına rağmen belki de uzun süreden sonra ilk defa gerçekten rahatladığımı hissettim. Bu dünyada yalnızca birimize yer vardı ve hayatta kalan bendim. Adımımı attım yavaşça, yüz ifademi ayarlamak benim için zor olsa da bu tek göz sığınakta onun mimiklerini çalışarak geçirdiğim onca zamanın hakkını verecektim. Tıpkı onun baktığı gibi masumca geriye bakıp hiçbir şey yaşanmamış gibi kapıyı kapattım.
Bu hikâyede kötü karakter bendim ve benim hikâyemde iyilere yer yoktu, asla olmamıştı.
- Yalnızca Birimiz - 1 Eylül 2021
Kaleminize sağlık. Benim için çok güzel bir okuma deneyimi oldu.
Çok güzel bir yazı tarzınız var. Teşekkürler.