Öykü

Öküz Hayri

Hayri’nin hikâyesini duymuş muydunuz? Duymadınız mı? Öyleyse gelin bakalım!

Hayri, 1950’li yıllarda malatyada doğmuş, çiftçi bir ailenin şanssız bir çocuğuydu. Doğumundan sonra gazete manşetlerine “kıyamet alameti” ismiyle konu oldu. Sebebi, başının yerinde bir buzağı başı olmasıydı. Köy ahalisi şeytan işi bu diyerek Hayriyi gömmek istese dahi ana babası karşı çıkmıştır. Ne de olsa evlattır. Köy halkı başlarda hararetli olsa da zamanla köyün basınca ilgi çekmesi köyü geliştirdiği için Hayrinin durumuna alıştılar. Adını “Buzağı Hayri” koydular.

Ah Hayri, boncuk gözlü sevimli Hayri…

Hayri’nin bebekliği normal bir bebek gibi geçti. Biraz büyüyüp köydeki diğer çocuklarla kaynaşmaya başlayınca sorunlar ortaya çıktı. Bütün çocuklar Hayri’yi dışlıyor, onunla dalga geçiyor hatta ona fiziksel zarar verecek davranışlarda bulunuyorlardı. Hayri hep farklı olduğunu biliyordu ancak bunların olacağını düşünememişti. Yalnızlığını unutmak için kendini köy okulunda sevdiği derslerine vererek unutmaya çalıştı.

Ah Hayri, yazık Hayri…

Hayri biraz daha büyüdüğünde boynuzları çıkmaya, sesi kalınlaşmaya başladı. Köydekiler ona, fiziksel özellikleri ve matematiğe olan merakı yüzünden “İnek Hayri” diyordu. Kendisiyle dalga geçildiği zaman karşılık vermeye kalktığında konuşması bir anda mölemeye dönüyordu. Sürekli dışlanan Hayri’nin kafası karışmaya başlamıştı. “Neden farklıyım, Neyim ben?” gibi soruları soruyordu kendine ancak cevap veremiyordu. Köyün imamına gittiğinde imam ona deccal olduğunu söyleyip içeri almadı.

Ah Hayri, napıcaksın Hayri?

Biraz daha büyüyüp gençleştiğinde babası onu okuldan aldı, tarlasına koydu. “Tarlayı sür de bir işe yara!” deyiverdi. İçi buruk Hayri, başladı tarlayı sürmeye. Günler geçiyor, Hayri tarlayı sürdükçe gücüne güç geliyordu. Gücü arttıkça tarlayı sürmesi kolaylaşıyor, düşünmeye daha çok enerjisi kalıyordu.

Dönem geçip hasat zamanı geldiğinde Hayrinin sürdüğü tarlanın normalden beş kat fazla mahsül verdiğini gören köylüler, ilk defa Hayriyi sevinçle karşıladı. Köyün imamı bile asık bir suratla gelip sessizce maşallah deyip evine döndü. Kimse Hayrinin nasıl bunu başardığını anlamadı. sorsalar bile Hayri söylemedi.

A Hayri, sırrın ne Hayri?

Köyde yıllar geçti, artık bütün köylüler tarlasını Hayriye sürdürüyordu. Muazzam gücü ile bir kaç saat içinde koca bir dönüm tarlayı sürebiliyordu. Köylüler ona artık “Öküz Hayri” diyordu. Koca boynuzları, Çakıl gibi gözleri, Kara bir kürkü vardı. Köyün dışından biri onu görse korkudan yaklaşamazdı.

Hayri, gücünün ve zekasının farkında idi. Bütün köylülerden para ve hasattan pay alıyordu. Bir kaç yıl içinde köyün en zengini olmuştu. Artık insanlar onunla dalga geçemez haldeydi. O yine çalıştı, her gün tarla sürdü.

Oh Hayri, aferin Hayri…

Artık otuzlu yaşlarına gelen Hayri, Ana babasını kaybetmesinin ardından ani bir kararla bütün parasını alıp yurtdışına gitmeye karar verdi. Köylüler o günden sonra Öküz Hayri’den haber alamadı.

Ah Hayri, napıyorsun Hayri?

Yıllar geçmiş köylüler nerdeyse Öküz Hayriyi unutmuştu ki, oğlu İstanbul’dan gelen biri kahveye hararetle girene kadar. İçeri dalan adam heyecanla, “Hayriyi bulduk! Hayri Amerika’da” diye bağırdı. Etrafına toplaşan köylüler, adamın masaya koyduğu gazeteye baktı. Başlıkta “Wall Street’te Türk Borsacı Rüzgârı! Heykeli dikiliyor!” yazıyordu. Altını okuduklarında Öküz Hayrinin Amerika’ya yerleşip borsacı olduğunu, Her sene Ekim zamanı yatırım yapıp, hasat zamanı zenginliğine zenginlik kattığını, büyük başarılarından dolayı bir boğa heykelinin Wall Street’e yerleştirildiğini öğrendiler.

Hayri! Bravo Hayri!