Yakalı’nın göğüne dingin bir sessizlik hakimdi. Dolunay hakkını vererek parlıyor, yıldızlar yere göz kırpıyordu. Bu huzur, ana caddeyi arşınlayan bir grup chopperın bağırtısıyla bölündü. Deriden yelekleri rüzgârda salınan motorcular, akına gelmiş barbarlar gibi, gördükleri ilk mekâna yanaştılar. Bardan dışarı taşan canlı müzikti onları çeken. Çaylaklar derhal motorlarından atlayıp kulübün ihtiyarlarının park etmesine yardım etti, içlerinden biri demirden atları korumak için nöbete kaldı. Sword Demons MC üyeleri, başkanlarının peşi sıra bara girdiler.
Mami, içeri adımını atar atmaz kendini rock müziğin ve loş ortamın büyüsüne kaptırdı. Ayağıyla ritim tutuyor, kafasını sallıyor, bildiği şarkıların sözlerini mırıldanıyordu. Kulübün ihtiyarları bardaki en sakin köşeye masayı kurdurup demlenmeye başlayınca gençler birer birer mekânın içine dağıldılar. Arkadaşlarının alaylarından bıktığı için çapkınlık konusunda kendini ispatlamaya kafayı takan delikanlı, barmenle sohbet eden sarışın bir kızı gözüne kestirdi. Beyninde muhabbete dahil olmayı tasarlayarak ürkek adımlarla o tarafa ilerledi. Kız muhtemelen ondan büyüktü ama biraz konuşmaktan zarar gelmezdi.
Mami bar taburesine oturup “Bana bir bira,” dedi. Sonra Sado’nun ezberlettiği cümleyi tekrarlayarak “Hanımefendiye de canı ne istiyorsa,” diye ekledi.
Kız ona dönünce dikkatini çekmeyi başardığını anladı. Sado’nun ezberlettiği başka bir cümle kuracaktı ki donup kaldı. Sarışının suratı çok tanıdıktı. Fakat onun kim olduğunu çıkaramıyor, bu da deli gibi endişelenmesine sebep oluyordu. “Sen Muhammed Emin değil misin?” diye sordu kız.
“Leyla Abla?..”
“Abla mı?”
Mami’nin yüzü kızardı. “Pardon… Öyle alışmışım. Küçükken bir-iki yaş bile çok fark ediyor.”
Leyla kıkırdadı. “Ne kadar oldu görüşmeyeli Emin?”
“Altı sene falan, liseye hazırlanırken bırakmıştım. Hakkı Hocam ne yapıyor?”
“Aynı. Babamı biliyorsun işte. Şimdi diğer işinden de emekli oldu, sadece çocuklara karate öğretiyor. Epey mutlu. Sen neler yapıyorsun asıl?”
“Liseyi İzmir’de okudum. Uzak değil, sık sık gidip geliyordum aslında ama Yakalı’daki hayattan epey kopmuş oldum. Üniversite İstanbul’da. Yaz tatili için döndüm.”
Layla, Mami’nin deri yeleğinin sırtını kaplayan Sword Demons logosunu süzüyordu. “Bir de motor sürüyorsun galiba.”
“Evet, bizim kulüple. Çok iyi insanlar. Yarısı falan doktor. Neden bilmiyorum ama doktorlar motorları seviyor. Bir iki tane öğretmenimiz var. Gençlerin çoğu da Yakalı’nın tanınan ailelerinden. İstersen ekiple tanışabilirsin.”
“Yok,” dedi Leyla. “Müzik dinlemeye geldim.”
“O zaman ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim,” dedi Mami. Bar sandalyesinden atlayınca dengesini korumakta zorlandı. Bu meretler insanı kısa hissettiriyor, diye düşündü.
Leyla onu kolundan yakaladı. “Sanki bana içki ısmarlayacaktın?”
“Saygısızlık etmek istemem.”
Kızın kolları delikanlının omuzlarını sardı. “Saçmalama Emin. Özlemişim seni, hâlâ eskisi kadar utangaçsın. Sevimli. İyi ki karşıma çıktın.”
Oğlanın keyfi yerine gelmişti. Sandalyeye oturup birasından birkaç yudum aldı. Neşeyle konuşmak için ağzını açmıştı ki çalan şarkıyı bile bastıran gür bir ses duyuldu. “Lan Mami!”
Delikanlı hemen o tarafa baktı. Motorcu dostları, tanımadığı bir grupla birbirine girmişti. Fırlayıp yanlarına koştu, Sado’yla boğuşan adamın çenesine kroşesini savurdu. Bir başkasının üstüne koştuğunu fark edince sağlam bir aparkat indirdi. Tam yerine oturan yumruk adamı anında nakavt etmişti. Dikkatleri üstüne toplayınca etrafı sarıldı. Artık hedefi bulup bulmadığına bile bakmadan ardı ardına yumruklar savuruyordu.
Tam karşısındaki adamın havalanıp geriye doğru fırlatıldığını gördü. Çemberi kıran kol, sağlam karate vuruşlarıyla birkaçını daha devirdi, Mami’yi tutup arbedenin dışına çekti. “Bırakmış birine göre iyi dövüşüyorsun,” dedi Leyla gülerek.
“Okulda boks kulübü vardı.”
İki genç, MC üyelerinin barın kapısına ilerlediğini gördüler. Başkan, tam yanlarından geçerken “Bu kavga hiçbirimizin sicilinde hoş durmaz,” diye fısıldadı Mami’ye. “Polis geliyor. Dağılalım, bir saat sonra kulüp evinde ol.”
Delikanlı cevap verecekti ki biri başkanın üstüne atladı. Onlar güreşirken Mami, Leyla’yı bileğinden yakaladı ve koşmaya başladılar. “Korkmazsın de mi?” diye sordu motorun başına geldiklerinde.
“Bilemiyorum Emin, hiç binmedim.”
Sokağın başından siren sesleri duyuldu. “Hakkı Hoca’nın seni karakoldan toplaması daha korkunç sanki?.. Merak etme, artçı kaskım var.”
Leyla, Mami’nin uzattığı kaskı taktı. Genç adam onun için ayaklıkları açtı ve polisler fark etmeden gaza bastılar. Delikanlının hız tutkusunu fark etmek Leyla’yı pek mutlu etmedi. “Nereye gidiyoruz?” diye seslendi can havliyle.
Mami sakince gazı kesti, karanlık bir sokakta sağa çekti. Motordan inip kaldırıma çöktü ve sırtını yıkık dökük bir evin bahçe duvarına dayadı. “Neredeyse yakalanıyorduk.”
“Bir daha asla motora binmeyeceğim,” dedi Leyla. Oğlanın yanına oturdu nefes nefese.
“Bir şans daha ver. Kötü örnek, örnek değildir.”
Leyla kahkahalarla gülmeye başladı. Öyle ki sokaktakileri uyandırmamak için kendini dizginlemesi gerekti. “Biz ne yaşadık az önce? Kimdi o adamlar? Neden dövüştük? Sizin her geceniz böyle mi geçiyor?”
Mami de sırıtarak karşılık verdi. “Yalnızca ara sıra. Neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ama güzeldi.”
“Güzel anlayışın bu mu gerçekten?”
“Güzeldi çünkü yanımdaydın.”
Genç kız bir an duruldu ve uzun uzun Mami’nin gözlerine baktı. Sonra alkolün de etkisiyle birbirlerinin dudaklarına yapıştılar. Beş dakika kadar öyle yakınlardı ki nefesleri karışıp tek bir soluk olarak göğe yükseliyordu. Sonunda ayrıldıklarında Leyla ayağa kalkıp bacaklarını esnetti. “Kendimde değilim.”
“Kendime gelmek istemiyorum,” diye karşılık verdi Mami. “Biliyor musun, çocukken sana crushım vardı.”
“Biliyorum. Daha fazla belli edemezdin.”
“Bunu bana işkence etmek için kullandın, değil mi? Senin etrafında pervane olup sürekli ‘Leyla Abla şu hareketi gösterir misin?’ diye sormamdan zevk alıyordun.”
“Ben de çocuktum Emin ama haklısın.”
Mami’nin boğazından tuhaf bir kıkırdama firar etti. “Sanırım sana âşık oluyorum.”
Genç kızın gözüyse az önce sırtını dayadığı duvara takılmıştı. “Bak ne yazmışlar.”
Delikanlı ayağa kalkıp yeni yazılmış duvar yazısını okudu. “Çok yaşa Cahit Bıçakçı… Hâlâ mı ya?.. Adam öleli üç sene oluyor.”
“O da motorcuydu değil mi?”
“Evet, aynı zamanda da annemin kuzeniydi.”
“Pek sevmiyorsun galiba.”
“Bunun sevmemekle alakası yok. Bak, ben birisi öldüğü için mutlu olacak biri değilim ama o Nietzsche özentisi, kaosun vücut bulmuş haliydi. Kafasına koyduğu her şeyi yapabilirdi ve kafasına neyi koyduğunu asla bilemezdin. Artık sokaklarda gezinmiyor olması Yakalı için iyi.”
“Görünüşe bakılırsa hâlâ sevenleri var.”
Mami saate baktı. “Yavaş yavaş kulüp evine geçmemiz gerekiyor, atla hadi.”
Leyla bir motora bir de oğlana baktı. Sonunda kaskı kafasına geçirip Mami’nin arkasına bindi. Artık kaçtıkları bir şey olmadığından delikanlı motosikleti sakin kullandı ve genç kızın endişesi yerini huzurlu bir keyfe bıraktı. Kulüp evine vardıklarında Sword Demons’ın neredeyse tamamen toplandığını gördüler. Başkan, Leyla’yı süzdü, sonra onun duymayacağı şekilde “Bu kızı niye getirdin?” diye sordu Mami’ye.
“O da bizimle dövüştü ya başkanım…” dedi Mami. “Yabancı değil zaten. Hakkı Karatuğ’un kızı.”
Başkan kendi kendine homurdandı. Sonunda Leyla’nın varlığını kabul edip “Hoş geldin kızım,” dedi. “Hakkı Hocamızı sever, sayarız.”
“Kavga niye çıktı?” diye sordu Mami. “Kimdi o adamlar?”
“Valla benim de hiçbir fikrim yok,” diye karşılık verdi başkan. “Kim bilir kimin kız meselesi… Konuşmak isteyen var mı beyler?”
Birkaç motorcu söz alıp arkadaşlarının kavga ettiğini gördüklerinde yardıma koştuklarından bahsettiler. Sonunda biri ilk yumruğu attığını itiraf etti. Adamın teki SDMC’nin çakma motorcular olduğunu, hepsini toplasa Cahit Bıçakçı’nın tırnağı etmeyeceklerini söylemişti. Sümsüğü ağzının ortasına yemesiyle arkasına yirmi kişi toplaması bir olmuştu.
Başkan sinirlendi. “Ben demedim mi hırgür istemiyorum diye?!”
Kulübün disiplin çavuşu onu sakinleştirmek için araya girdi. “Utanmıyor musunuz göçüp gitmiş adamla sidik yarıştırmaya? Bu konuyu sonra konuşacağız.”
“Göçtüğü doğru ama ne kadar gittiği tartışılır,” dedi sık sık yol kaptanlığı yapan bir üye. “Sürekli bir yerlerde duvarlara adını yazıyorlar.”
“Cahit Bıçakçı öldü,” diye kestirip attı başkan. “Kapatın bu konuyu.”
Leyla esnedi. “Beni eve bırakır mısın?” diye fısıldadı Mami’nin kulağına.
* * *
“Yanlış!” diye bağırdı Hakkı Hoca. “Öyle kata çizilmez! Bale mi yapıyorsunuz? Hareketleriniz net olacak! Bu işin sanatı katadır!” Dojoyu ofisten ayıran duvardaki pencereye döndü, kızı bir yığın dosyayı masanın üstüne saçmış, bir şeyler okuyordu. Terliklerini giyip onun yanına gitti. “Ne yapıyorsun Leyla? Çok dağılmış ortalık.”
“Hani Muhammed Emin diye bir çocuk vardı, hatırlıyor musun?”
“Sanki… Hayal meyal. Çok çalışkan bir oğlandı, değil mi?”
“Aynen o. Bir sene doğum gününü burada, spor salonunda kutlamıştık.”
“Eeee?”
“Yazındı o, değil mi?”
“Valla hiç hatırlamıyorum. Neden ki?”
“Onun evrağını arıyorum, doğum tarihi yazıyordur.”
Adam omuz silkmekle yetindi. Kadınları anlayamadığına kırk yıl önce hükmetmişti ve görünüşe bakılırsa öz kızı da diğerlerinden farklı değildi. Dolaptan mavi kaplı bir dosya çıkarıp masanın üstüne koydu ve öğrencilerine bağırmaya devam etmek için dojoya döndü. “Karate bir spordur. Ne demiş Atatürk? Zeki, çevik ve ahlaklı olacaksınız! Biz de Atamızın bu sözünü düstur edindik. Karate, yalnızca bir spor değildir. Sizin daha iyi bir insan olmanız için bir yoldur. Atamızın ortaya koyduğu felsefeyle örtüşüyor değil mi? Bu yüzden bizim milli kültürümüze çok uygundur. Siz de evinizde, okulunuzda, mahallenizde örnek birer birey olacaksınız! Bu karateciler ne kadar saygılı gençler demeli herkes. Kavga etmeyeceksiniz. Ha mecbur kalırsanız da dayak yemeyeceksiniz o ayrı. Sokakta dayak yiyip gelirseniz bir tur da ben döverim!”
Leyla, babasının getirdiği dosyayı inceleyince Mami’nin evrağını hemen buldu. Doğru hatırlamıştı. Sonraki gün oğlanın doğum günüydü.
Bar kavgasının üstünden birkaç gün geçmiş, ikisi bu birkaç gün boyunca neredeyse hiç ayrılmamışlardı. Pantolonunun cebinde bir titreşim hissetti. Mami arıyordu. Hızlıca spor salonundan çıkıp sokakta yürümeye başladı. Telefonu açtı.
“Selam,” dedi delikanlı. “Bugün planın ne?”
“Birazdan küçük çocukların antrenmanı başlayacak, onlara ben ders veriyorum. Bir buçuk saat sürüyor. Sonra buluşabiliriz.”
“Bana uyar.”
“O zaman, görüşürüz.”
“Leyla…”
“Efendim?”
“Seni seviyorum.”
Genç kızın yanakları al al oldu. “Ben de…” deyip telefonu kapattı.
Babası, ayağında terliklerle, salonun önüne çıkmış kendisine sesleniyordu. “Leyla! Hadi ısın artık! Öğrencilerin gelmeye başladı!”
“Tamam baba!”
* * *
Aslında güneş tepeye yükselmişti ama “Normalde ben bu saatlerde uyuyor oluyorum,” dedi Mami, motosikletini park ederken.
Leyla güldü. “Sporcular erken kalkar. Aman Hakkı Hocan duymasın.”
Mami, piknik örtüsünü parkın çimenlerine serdi. “Hadi göster artık çantandaki şu sürprizi.”
“Gözlerini kapat.”
“Ya Leyla…”
“Hadi, yum şu gözlerini.”
Mami, kızın dediğini yaptı. Leyla çantasından pastayı çıkardı, üstüne mum dikti ve yaktı. “İyi ki doğdun Emin, iyi ki doğdun Emin!”
“Sen… Nasıl öğrendin?”
“Kuşlar söyledi,” dedi Leyla.
Mami onun yeşil gözlerine, kumral saçlarına, bembeyaz tenine kilitlendi. O an onun için bir sanat eseri kadar güzeldi Leyla. Şiir gibi ahenkli, eşsiz ve özeldi. “Seni seviyorum,” dedi oğlan. “Gerçekten. Sana aşık oldum. Birkaç gündür hayatımdasın ama sen olmasan ne yaparım bilemiyorum. Nasıl suya, ekmeğe muhtaçsam sana da muhtaçmış gibi hissediyorum.”
Leyla pastayı piknik örtüsünün üstüne bırakmak zorunda kaldı. “Bu çok fazla…”
“Ama gerçek. İçimden gelenleri söylüyorum.”
“Birkaç ay sonra İstanbul’a döneceksin. O zaman ne olacak?”
Mami’nin yüzü düştü ama gözleri aşkla bakmaya devam ediyordu. Ne söyleyeceğini bilemedi, bu yüzden pastanın üstündeki mumu üfledi. “Bir dilek tuttum,” dedi sonunda.
“Ne diledin?”
“Söylersem gerçekleşmez ama bence tahmin edebilirsin.”
Leyla’nın suratına hüzünlü bir gülümseme hâkim oldu. Delikanlıyı yanağından öpüp “Doğum günün kutlu olsun,” dedi.
Mami onu yumuşakça yakaladı, uzaklaşmasına izin vermedi. “Bugün bize bahşedilmiş bir güzellikken niye yarını düşünüyoruz ki?”
“Sanırım haklısın,” dedi Leyla. Bar kavgası gecesinden beri ilk kez dudakları kavuştu.
Kakofonik bir müziğin gürültüsü parkı doldurunca birbirlerinden ayrıldılar. “Ne oluyor be!” dedi Mami hışımla ayağa kalkarken. Hoparlörlerle doldu bir minibüs karşılarından geçiyordu. “Bitmedi Yakalı aşkı / İçimizden bir delikanlı / Çok yaşa Cahit Bıçakçı!” şeklindeki nakarat tekrarlanırken kulakları acıdı. “Bu çok saçma,” diye söylendi.
“Bağımsız belediye başkanı adayımız Cahit Bıçakçı, bütün hemşerilerimizi büyük meydandaki mitingine bekliyor!” diye ilan etti seçim arabası.
Genç çift birbirlerine baktılar. “Bir nisan geçeli çok oluyor,” dedi Mami. “Nasıl bir şaka bu? Cahit Bıçakçı öldü. Cenazesine katıldım, tabutunu sırtladım.”
“Bitmedi Yakalı aşkı / İçimizden bir delikanlı / Çok yaşa Cahit Bıçakçı!”
“Cahit Bıçakçı öldü!” diye bağırdı Mami. “Cahit Bıçakçı öldü!”
“Bağımsız belediye başkanı adayımız Cahit Bıçakçı, bütün hemşerilerimizi büyük meydandaki mitingine bekliyor!”
“Sen iyi misin?” diye sordu genç kız.
“İyi değilim Leyla. Burada çok acayip şeyler dönüyor.”
“İstersen gidip bakabiliriz.”
Mami önce pastaya, sonra da kızın güzelliğine baktı. “Ne olduğunu anlamam lazım Leyla.”
Genç kız pastayı kaba koydu hemen. “Tamam, hiç problem değil. Merak etme, ben senin yanındayım.”
Mami’nin motoruna atlayıp büyük meydana sürdüler. Buraya sahne, kameralar ve kocaman bir ekran kurulmuştu. Genç adam motorunu park etti, sahne arkasına geçmeye çalıştı. “Buraya giremezsin!” dedi korumalar.
“Ben Cahit Bıçakçı’nın yeğeniyim. Adım Muhammed Emin. Gerçekten yaşıyorsa onu göreceğim.”
“Bekle biraz,” dedi biri ve ortalıktan kayboldu. Genç çiftin dakikalar boyunca beklemesi gerekti. Mami söylenmeye başlamıştı ki adam geri döndü. “Beni takip edin.”
İki genç, korumanın peşinden sahne arkasına kurulan kulise yürüdüler. Koruma, kapalı bir kapıyı işaret edip içeri girmelerini söyledi. Cahit Bıçakçı onları bekliyordu. Ne yapacağını bilemeyen Mami, kapıyı açıp açmamakta kararsız kaldı. Ölü biriyle karşılaşmaya hazır değildi. Leyla, delikanlının elini tuttu. “Hadi…”
Oğlan kapıyı açtı. Adam kanlı canlı karşısında oturuyordu. “Cahit Dayı?..”
“Mami!” dedi Bıçakçı gülerek. “Ne kadar da büyümüşsün… Gel, sana bir sarılayım. Sen de hoş geldin kızım.”
“Sen ölmüştün,” dedi Mami.
“Cenazeme katıldın mı?”
“Evet.”
“Kalabalık mıydı?”
“Evet.”
“Sonra mezarımı ziyarete geldin mi peki?”
“Yakalı’da değildim.”
“Ben de öyle.”
“Neredeydin peki?”
“Orada burada. Sınırdan Suriye’ye geçip birkaç taraf için savaştım. Bir süre Irak’ta hapis yattım, çok hoş günler değildi. Sonunda kaçmayı başardım. Beni İran’a götürdüler. Aslında keyfim yerindeydi ama Ayetullah’la kafamın uyuşmadığını fark edince oradan ayrılıp Afganistan’a gittim. Şimdi de buradayım.”
“İyi de neden kendini ölü gösterdin?”
“Uranyum yüzünden Rus mafyası peşimdeydi ama Afganistan’da meseleyi tatlıya bağladık.”
“Anlamıyorum.”
“Bak evlat, küçükken annem bana masal okumadan uyuyamazdım. Beş yaşımda falanken babam o gecenin masalını kendisinin anlatacağını söyledi. Şaşırmıştım. Ateşler içinde kavrulmuş bir dünyada yaşamaya çalışan bir grup adamın öyküsünü anlattı. İşte babam geleceği böyle görüyordu, nükleer felaketler, iç savaşlar… Beni o günlerde hayatta kalmam, dahası ailemi ve yuvamı koruyabilmem için yetiştirdi. Birlikte spora yahut ava giderdik. Dövüşmeyi ve silah kullanmayı öğrendim. Yalnız bir çocuktum. Liseye giderken fark ettim ki babamın öğrettiklerinin modern dünyada hiçbir geçerliliği yok. Birbirimize o kadar bağlandık ki insan ilişkileri hayatta kalmanın tek yolu haline geldi. Teknoloji o kadar gelişti ki onun karşısında pes etmekten başka yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Babamın paramiliter düşleri tarih olmuştu. Kimseyi korumak, hiçbir amaç uğruna savaşmak mümkün değildi. Bunu fark etmek beni depresyona sürükledi. Bir savaşçı olarak yetişmiş ama savaşların anlamını yitirdiği bir dünyaya hapsolmuştum. Seçme şansım olmadığını fark ettim. Anlamı olmasa da savaşacaktım çünkü ben buydum. Yani boşuna anlamaya çalışma, ben bile genelde anlamıyorum.”
Birisi kapıyı tıklatıp “Zaman geldi Cahit Bey,” diye seslendi.
“Kusura bakmayın gençler, Yakalı hizmet bekliyor.”
Adam sahneye çıkınca genç çift de oradan uzaklaştı. “Görüyorsun,” dedi Mami. “Kaosun vücut bulmuş hali derken abartmıyordum.”
* * *
O akşam Sword Demons üyeleri kulüp evinde takılıyordu. Mami’nin kuliste yaşadıklarını dinleyen başkan, “Hayatımda duyduğum en saçma şey bu,” dedi. “Bıçakçı bir şeyler çeviriyor. Sadolar mitingi dinledi. Boyuna kendini övmüş adam. Yakalı’yı ticaret merkezine çevireceğini söylüyor. Kim bilir kafasında ne var. O herife engel olmak lazım.”
“Kimsenin onu durdurabileceğini sanmıyorum. Kurduğu prodüksiyonu hepimiz gördük.”
“Haklısın,” dedi başkan. Karşılıklı olarak biralarını yudumladılar. “Ama en azından deneyebiliriz. Sonuçta burası bizim şehrimiz.”
Mami gülümsedi, başı dönüyordu. Aslında o kadar çok içmemişti. Başkan ve diğer üyelerin de sızmak üzere olduğunu gördü. Bacakları açılsın diye ayağa kalkıp kulüp evinin dışında biraz yürüdü. Elinde iskambil destesiyle karanlık sokakta dikilen 9-10 yaşlarında bir oğlanla karşılaştı. “Seni tanıyorum,” dedi çocuğun yüzünü seçebildiğinde.
“Kim tanımıyor ki,” dedi çocuk desteyi kararken. “Sizden asla uzaklaşmıyorum. Bir kart seç.”
Mami kart çekti. “Kupa kızı.”
“Bence bunun anlamı gayet bariz.”
Delikanlı gülümsedi. “Bence de.”
“Şimdi şehrin için çek.”
“Sinek as.”
“Bu savaş demek. Son olarak kulübün için.”
“Maça papazı.”
“Bunun geleceğini biliyordum. Zaten o yüzden Yakalı’ya indim.”
“Anlamı ne?”
“Maça benim, papaz dediğinizse kral. Şimdi de ben seçeceğim.” Çocuk hızlı hareketlerle iki kart çekti, ikisi de jokerdi.
“Ne demek bu?”
“Destemde hâkim olmadığım tek kartlar. Mutlak kargaşa. Beni buraya davet eden…”
“Sanırım kim olduğunu biliyorum.”
“Çekmediğimiz kartları görmek ister misin?”
“Tabii.”
Çocuk desteyi ters çevirdi. Elinde sırayla bütün karoları tutuyordu. “Refahı temsil eder,” diye açıkladı.
“On üç karodan birini bile çekmedik mi?”
Çocuk omuz silkti. “Kartları babam dağıtır ve bu şekilde çalışmayı tercih ediyor.”
Mami, arkasını dönüp giden ufaklığın arkasından seslendi. “Maça! Dur.”
“Efendim?”
“Sen neden çocuksun?”
“Evrenin yaşını düşününce ben ve ikizim yaşam doğalı çok olmuyor.”
“İşini yapmaya mı gidiyorsun?”
“İşimi yaptım, artık dönüyorum.”
Çocuk, karanlık sokakta yürüyüp kaybolunca Mami de kulüp evine yöneldi. Herkes oturduğu yerde uyumuştu. Tek tek hepsini dürtüp orada yatmamalarını söyledi. En son başkanın başına gitti. Ne kadar seslenirse seslensin adamdan ses çıkmıyordu. Sonunda diğerleri de etrafına toplandılar. Mami, adamın nabzını kontrol etti. Başkan ölmüştü.
* * *
Sword Demons üyeleri cenaze alayına motorlarla eşlik ettiler. Ancak Mami, demir atından indikten sonra yürümekte bile zorlanır oldu. Leyla’ya tutunarak ayakta durabiliyordu. “Başkan benim için gerçek bir ağabey gibiydi,” dedi. “Ergenliğimde, en depresif zamanlarımda yanımda oldu. Ona özenip motor sürmeye başladım.”
“Başın sağ olsun,” dedi Leyla belki yirminci defa. Ne söyleyeceğini bilmiyordu.
“Onu Cahit Bıçakçı öldürdü, eminim bundan. Bizim içkilerimize uyuşturucu, başkanınkine zehir kattılar. Böylece başkan ölürken ambulans falan çağıramadık. Ne doğum günüydü ama… Sabah, iki yıl önce ölen dayım geri döndü ve akşamına başkanı öldürdü. Halbuki en güzeli olabilirdi. Sen Leyla, hayatımı katlanılabilir kılıyorsun.”
Genç kız ona sıkı sıkı sarıldı. Başkanın bedeni tamamen toprağın altına girdiğinde kalabalık da dağılmaya başladı. Mami ve Leyla mezarlıktan fazla uzaklaşamadılar. Delikanlı, motosikleti gördüğü ilk gölgeye çekip aşağı indi. “Eskiden bir şiir yazmıştım. Adı, Bileğimdeki Fermuar. Kafamda dönüp duruyor.”
“Nasıl bir şey?”
Mami okumak için ağzını açtı ama kelimeler boğazında tıkandı. “Bana zaten cenazede çok destek oldun. Canını daha fazla sıkmak istemiyorum.”
“Lütfen Emin. Asıl, bana kendini açmazsan canım sıkılır.”
“Bir fermuar var bileğimde / Tam da şahdamarımın üzerinde / Sanırım bir gün açılacak / Ve içim dışıma saçılacak / Gözümün feri sönecek / Sonra da bir sürü böcek / Kefenimi delecekler / Damarlarımda gezecekler / Çünkü o kadar kanayacağım ki / Ne varsa bitecek damarlarımdaki / Vücudun böcek ve cümle mahlukata tünel, / Çok yaşadın şair artık geber! / Diye fısıldıyor kafamda ikamet edenler / Rüyamdan çıkmıyor bez ve kefenler / Vücudumu sarmak için bekliyor hepsi / Gerçek yahut rüya bu hangisi? / Belki de araftayım ve çoktan öldüm / Fermuarın açıldığını defalarca gördüm / İşte her gece bunları düşünüyorum / Beni kalbimden vurdun yatağımda ölüyorum”
Leyla, oğlanın elini tuttu. “Bu, çok… Ne zaman yazdın bunu?”
“Lisedeyken. Epey amatör tabii. Aslında intihara meyilli değildim ama intihar eden biriyle empati kurabilecek durumdaydım. Beni depresyondan çıkaran başkandı. Artık yok…”
Genç kız çantasından bir paket çıkardı. “Bu da böyle kaldı. Yeri değil biliyorum ama belki sana iyi hissettirir.”
Mami, dünden beri kendisini bekleyen doğum günü pastasından bir çatal aldı. “Çok güzelmiş.” İkinci lokmayı Leyla’ya ikram etti. Hâlâ elleri titrediği için pastayı kızın dudaklarına bulaştırdı.
“Sorun yok,” dedi Leyla mendille ağzını silerken.
Genç adam boğazını temizledi. “Başkanı Cahit Bıçakçı’nın öldürttüğünü ispatlamam lazım.”
“Eminim polis araştırıyordur.”
“Minareyi çalan kılıfını hazırlar Leyla. Yakalı’da kaç tane polis var? Bıçakçı hepsini satın almış olabilir.”
“O zaman biz ne yapabiliriz ki?”
“Biz mi?”
“Tabii. Sen Bıçakçı’nın peşine düşeceksen ben de geliyorum.”
“Olmaz. Bıçakçı çok tehlikeli bir adam.”
“Benim adım ne Emin?”
“Leyla.”
“Soyadım ne peki?”
“Karatuğ.”
“Ben kimin kızıyım?”
“Hakkı Karatuğ’un.”
“Bence tartışacağımız bir şey kalmadı.”
“Ama Leyla…”
“Ben olmasam barda adamlar senin cılkını çıkarmıştı. Hatırlıyorsun, değil mi?”
“Başıma kakma.”
“Başına kakmıyorum, objektif bir şekilde durum değerlendirmesi yapıyorum. Şimdi söyle, plan ne?”
“Böyle organizasyon gerektiren bir cinayeti Bıçakçı’dan başkası işlemiş olamaz. Sorulması gereken soru, niçin. Cahit Bıçakçı ne planlıyor da başkanın kendisine karşı çıkacağını düşündü?”
“Görünüşe göre belediye başkanı olmak istiyor.”
“Duymadın mı adam uranyum dedi, Rus mafyası dedi. Irak’ta hapisten kaçtım; Suriye’de, Afganistan’da savaştım, dedi. Sence bu adam Yakalı’da belediye başkanı olmak için mi Türkiye’ye döndü?”
“Haklısın, pek mantıklı değil.”
“Bence Afganistan’da bir şey oldu. Rus mafyasıyla barışabilmesi için onlara çok büyük bir şey teklif etmiş olması gerek. Bu şey neyse Yakalı’yı onun için kullanacak.”
“Peki bu şeyi nasıl bulacaksın?”
“Bilmiyorum Leyla. Çok yorgunum. Biliyorsun, gece boyu hastanede, morgda falandık. Sabaha karşı biraz uyumayı denedim, olmadı. Seni eve bırakayım, gidip biraz yatayım. Yarına kadar ikimiz de ne yapabileceğimizi düşünelim. Sabah tekrar buluşuruz.”
“Tamamdır,” dedi genç kız. Biraz duraksadı. “Sakın bensiz bir şey yapma.”
“Yapmayacağım, söz.”
* * *
Leyla yatağına uzanmış, telefonundan İnstagram’a bakıyordu. “Kızım, yemek!” diye seslendi annesi mutfaktan.
“Aç değilim!” diye bağırdı Leyla. Cenazeden sonra yediği yarım pasta iştahını kapatmıştı.
Odanın kapısı çaldı, Hakkı Karatuğ içeri girdi. “Yine mi dışarıda yedin kızım sen? Sporcular sağlıklı beslenir, ev yemeği yer.”
“Gerçekten aç değilim babişko. Lütfen.”
“Tamam ama çok geçe kalma, uzmanlar akşam yediden sonra yemeyin diyor.”
“Tamamdır.”
Hakkı Hoca kızının odasından çıktı. “Bizim zamanımızda yemekler ailecek yenirdi,” diye kendi kendine söylenerek mutfağa yürüdü.
Leyla, değil yemek yemek, hiçbir şey yapmak istemiyordu. Tuhaf hareketlerle dans eden gençlerin videolarını izlemekten sıkılınca İnstagram’ı kapattı. Aklı Mami’deydi. Telefonundan Google’ı açıp ‘rus mfyası’ yazdı.
Bunu mu demek istediniz: Rus mafyası
Evet, diye düşündü Leyla. Evet, bunu demek istedim.
Bratva yani ‘kardeşlik’ olarak da bilinen Rus mafyası, Soğuk Savaş sonrasında gittikçe güçlenerek…
Bıdı bıdı bıdı… Ansiklopedik bilgi işime yaramaz.
Aramasını ‘rus mafyası afganistan’ olarak güncelledi. Yedi-sekiz ay öncesinden başlayarak haberler çıktı karşısına:
SEKİZ RUS MAFYA LİDERİ AFGANİSTAN’DA İNFAZ EDİLDİ
AFGAN ÇETELER RUS YERALTI DÜNYASINI ELE Mİ GEÇİRİYOR?
AFGAN MAFYASI MOSKOVA’DA!
Leyla kaşlarını çattı. Bunu beklemiyordu. Tabii ki haberlerde resim vesaire yoktu. Hatta sağlam kaynaklar yerine sokak dedikodularından hareketle yazılmıştı pek çoğu. Yine de ateş olmayan yerden duman çıkmaz, diye düşündü genç kız. Kesinlikle bir şeyler olmuş. Zaten Korona bittiğinden beri Rusya da Afganistan da çok karışık değil mi? Peki ama tüm bunların Yakalı’yla ne ilgisi var?
Haberlerde Khaderbai diye birinin adı geçiyordu. Bu, Leyla’nın ilgisini çekti. Google’a ‘khaderbai’ yazdı. Tüm sonuçlar bu sahne adını kullanan İsviçreli bir müzisyen hakkındaydı. ‘khaderbai mafya’ yazıp arattı bu defa.
Abdel Khader Khan, yeraltında tanındığı ismiyle Khaderbai, Gregory David Roberts’ın yarı-otobiyografik Shantaram romanında Lindsay’e baba figürü olmuş Afgan kökenli Mumbai suç patronudur.
Yani bir roman karakteri mi Rus mafyasına kök söktürüyor? Çok mantıksız. Ya doğuda gerçekten saçma şeyler yaşanıyor ya da Türk internet gazeteciliği artık iyice işin suyunu çıkarttı.
* * *
“Yani,” dedi Leyla. “Bence Bıçakçı bu Khaderbai denen adam için çalışıyor.” Yine parkta, çimlerde oturuyorlardı. “Khaderbai, Bıçakçı’nın peşindeki örgütü temizledi. Sonra da burayı sınır karakolu olarak kullanabilmek için onu Yakalı’yı ele geçirmeye yolladı.”
Mami, kıza hak verdi. “Sonuçta burası İzmir’e çok yakın. Yakalı’da depoladığı herhangi bir şeyi deniz yoluyla bütün Avrupa’ya dağıtabilir. Ege’deki gemi trafiğinde Sicilyalı Cosa Nostra’nın büyük etkisi olduğunu okumuştum. Gördüğüm kadarıyla seçim çalışmaları iyi gidiyor, kazanırsa yapabileceğimiz hiçbir şey kalmaz.”
“En kısa zamanda bunu ispatlamamız gerekiyor. Başkan olunca belediyenin depolarını, arazilerini kullanacak. Peki sence Khaderbai, operasyonlarına başlamak için o kadar bekler mi? Beklemezse şu an nereyi kullanıyor olabilirler?”
Mami’nin zihninde bir ışık yandı. “Sanırım biliyorum, atla motora.” Leyla’nın yerleşmesini bekledi ve son hızda sürmeye başladı.
Kız, arkada çığlık attı. “Yavaşlasana be!”
Mami kendine geldi. “Özür dilerim!” diye seslendi ve makul bir hızda devam etti. Şehirden çıkıp Yakalı’nın köy yollarına girdiler. Delikanlı yeri tam olarak hatırlamadığından biraz dolaştılar. Sonunda motoru, dikenli tellerle çevrili bir zeytinliğin kenarına park etti. “Geldik.”
“Neresi burası?”
“Burası Bıçakçı’nın babasından kaldı. Teller yeni ama. Bu taraflarda kimse arazisinin etrafını çevirmez. Zeytin ağaçları da içerinin görülmesini engelliyor. Kesin bir şeyler dönüyor!”
“Nasıl gireceğiz?”
“Bilmiyorum.”
Bir araba sesi duydular ve toprak yolda epeyce toz kalktı. Fark edilmemeyi umarak yere yattılar. Kasası tahta sandıklarla dolu bir kamyonet yanlarından geçip gitti. Mami ayağa kalkıp “Şoförün sakalını gördün değil mi?” diye bağırdı heyecanla.
“Sessiz ol,” diye uyardı Leyla.
“O adam Afgan değilse ben de hiçbir şey bilmiyorum!”
Motoru kilitleyip kamyonetin arkasından koşmaya başladılar. Toz dumanın arasında fark edilmemeyi umuyorlardı. Arazinin girişinde yine Afgan’a benzeyen başka bir adam bekliyordu. Kapıyı açmak için arabayı durdurdu. Genç çift, fırsattan istifade sandıklarla dolu kasaya atladı.
Araç zeytin ağaçlarının arasında ilerlerken Mami, kutuların arkasında görünmediklerinden emin oldu. Sonra çakısını çıkarıp sandıklardan birinin ipini kesti ve kapağını kaldırdı. İki genç birbirlerine baktılar. “Haklıydık,” dediler aynı anda. Leyla telefonunu çıkarıp sandıktakilerin fotoğrafını çekti.
Kamyonetin yavaşlamasını bekleyip dışarı atladılar. Zeytin ağaçlarının arasında görünmeden ilerlemeye çalışıyorlardı. Önceki ikisiyle aynı sakala sahip bir adam önlerini kesip bilmedikleri bir dilde bağırmaya başladı. Leyla, elini bıçak gibi kullanarak iki vuruş yaptı ve adam yere devrildi.
Silahlı adamlar ağaçların arasına doluştular. Gençler nefes nefese kalsa da koşuyorlardı. Spor geçmişleri sayesinde peşlerindekilerle araya mesafe koyabildiler. Kapı görünmüştü ki bir tabanca sesi gökyüzünü kapladı. Ateş eden kişi bizzat Cahit Bıçakçı’ydı ve namluyu ikisine çevirmişti.
“İnatçı bir genç adam olmuşsun Mami,” dedi Cahit. “Gördüğüm kadarıyla kız arkadaşının da senden aşağı kalır yanı yok. Buraya gelmemeliydiniz.”
“Bırak gidelim,” dedi oğlan.
“Ben kötü biri değilim Mami. İki çocuk öldürmek istemiyorum ama görmemeniz gereken şeyler gördünüz. Beni dilemmada bıraktın yeğen. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Sizi salarsam her şeyi ötersiniz.”
Mami, en iyi stratejinin blöf yapmak olduğuna karar verdi. “Her şeyi polise anlattık bile. Telefon denen bir teknoloji var. Gelmek üzeredirler. Bize zarar verirsen yalnızca cezanı büyütürsün.”
Cahit Bıçakçı güldü. “Ne biliyorsunuz da ne anlatmış olabilirsiniz? Polisten korkuyormuş gibi bir halim mi var? Yakalı’daki bütün polisler benim için çalışıyor.”
“Sen de Khaderbai denen Afgan mafya babası için çalışıyorsun!” diye bağırdı Leyla. “Yakalı’yı onun ticaretinde depo olarak kullanacaksın. Bu yüzden belediye başkanı olmayı deniyorsun.”
“SDMC’deki herkes senin ne halt olduğunu biliyor. O yüzden bizi uyuşturup başkanı öldürdün!” diye ekledi Mami.
Gençler şaşkınlıkla kendisine bakarken Cahit kahkahalarla gülmeye başladı. “Dersinize iyi çalışmışsınız ama demek ben Khaderbai için çalışıyorum… Çok komik…”
“Neymiş komik olan?”
“Ben Khaderbai için çalışmıyorum. Khaderbai benim.”
“Nasıl yani?”
“İran’da tanıştığım dostlarımın yardımıyla birkaç ayda Afgan yeraltı dünyasını ele geçirdim. Zor olmadı. Amerika çekildiği için ülke karışıklık içerisindeydi. Peşimdekileri karlı anlaşmalar vaadiyle Herat’a getirip kafalarına sıktım. Böylece benim için yeni bir pazar açıldı: Rusya. Fedailerin çoğu Ukrayna’da savaşıyordu, patronlarıysa zaten bizzat geberttim. Rusya da benim olunca batıya açılmam gerektiğine karar verdim. Bunun için bir kapıya ihtiyacım vardı. Limanlara ve depo olarak kullanabileceğim bir şehre. Ben de dedim ki niye gidip memleketimdekilere istihdam sağlamayayım?”
“Khaderbai sen miydin?” diye sordu duyduklarına inanamayan Leyla.
“Aynen öyle küçük hanım. Shantaram’ı severim.” Derin düşüncelere dalan Cahit’in alnı kırıştı. Adam çenesini kaşıdı, “Her neyse,” dedi ve Mami’ye ateş etti. Yediği merminin momentumuyla yere devrildi oğlan.
* * *
Yaz, Yakalı’da iyiden iyiye bastırmış, havalar ısınmıştı. Yerde yatan Mami toprağın sıcaklığını hissetti. Gökyüzü masmavi ve bulutsuzdu. Gözünün ucuyla zeytin ağaçlarının eşsiz koyu yeşilini görüyor, kulakları yaprakların huzur dolu hışırtısını işitiyordu. Leyla’nın çığlık çığlığa ağlaması bu huzur dolu görüntü-ses uyumunu bozdu ve Mami gözlerini yumdu.
Genç adam gözlerini yeniden açtığında karşısında bir çocuk, elini uzatmış onu bekliyordu. Ufaklığın elini tutup ayağa kalktı. “Benim için mi geldin Maça?”
“Genelde bu soruyu endişeyle sorarlar. Çok yaşlılar hariç. Sadece çok yaşlılar benimle karşılaştıkları için mutlu olurlar. Sen daha gençsin Mami.”
“Bilemiyorum Maça, sanırım yaşlı bir adamın ruhuna sahibim. Çok yoruldum, çok… Daha doğrusu yorulmuştum. Her şeyden şikayet ediyordum. Eski alışkanlık işte. Sonra başkan beni motorlarla tanıştırdı, hayatı sevmeye başladım. Daha sonra Leyla’yla tanıştım. Galiba artık yaşama sıkı sıkıya bağlıyım.”
“İkizim bunu duysa mutlu olurdu.”
“Emin değilim. Evet, motor sürmeyi seviyorum. Evet, Leyla’ya deliler gibi aşığım. Yine de hayat zor. Bak, başkan gitti. Onun yanında olmak çok kötü görünmüyor.”
“Epey kararsızsın anladığım kadarıyla.”
“Depresyondan çıkmak için pek çok sebebim var. Fakat hâlâ bir şeyler eksik. Neyin eksik olduğunu bilmiyorum.”
“Seninle bir oyun oynayalım mı?”
“Neden olmasın…”
Çocuk cebinden bir lira çıkardı. “Yazı gelirse birlikte gideceğiz, tura gelirse burada kalacaksın.”
“Kabul.”
Ufaklık, parayı havaya attı. İkisi de dikkatle ona bakıyordu, bu yüzden sessiz sedasız yanaşan kız çocuğunu fark etmediler. Küçük kız, parayı havada kapıp sıkıca tuttu. “Çok merak ediyorum, oğlanlar aptal olmak için özel bir çaba mı harcıyor?”
Maça’nın suratı asıldı. “Seni ikizimle tanıştırayım Mami.”
“Beni tanıyor,” dedi kız. “Hepsi beni tanır.”
“Merhaba,” diye selam verdi Mami.
“Merhaba, motorcu çocuk. Burada ne halt ediyorsun?”
“Vuruldum.”
“Vurulmuşmuş. Erkeklerin acı eşiği fazla düşük. Doğum yapmadıklarından herhalde. Leyla senin başında hüngür hüngür ağlıyor. Duyuyorsun, değil mi?”
“Galiba.”
“Peki sen ne yapıyorsun? Burada yazı-tura oynuyorsun. İkiniz de aptalsınız.”
“Ne yapmalıyım peki?”
“Uyan.”
“Nasıl yani?”
“Emin, uyan!” dedi küçük kız. Sesi Leyla’nın sesine dönüştü ve delikanlı ambulansta gözlerini açtı. “Çok şükür!” diye çığlık attı Leyla.
“Neler oluyor?” diye sordu Mami.
* * *
Cahit Bıçakçı tetiği çektikten sonra “Kahretsin!” diye bağırdı. “Yeğenimi öldürdüm! Yeğenimi öldürdüm! Ben berbat bir insanım! Bok mu vardı da işime burnunuzu soktunuz? Siz meraklı gençler… Scooby-Doo mu zannediyorsunuz kendinizi? Kahretsin! Şimdi, bir de kız öldürmem gerekiyor.”
Onunla ilgilenmedi Leyla. Adamın elindeki tabanca umurunda değildi. Mami’nin başına çökmüş, çığlık çığlığa ağlarken oğlanı hayatta tutmaya çalışıyordu. “Benimle kal Emin, gözlerini açık tut Emin…” Mavi göğe odaklanmış Mami onu duymuyordu. Biraz sonra gözlerini tamamen yumdu. Leyla ayağa kalkıp nefret dolu gözlerle Cahit’e baktı. “Değdi mi buna?”
“Camus’ye atfedilen bir hippi sözü var. Bazı davalar uğrunda ölmeye değer lakin hiçbiri öldürmeye değmez. Bence çok doğru bir söz. Maalesef ben bir dava için savaşmıyorum, böyle olduğum için savaşıyorum. Hadi ama… Ben de çok memnun değilim. Bugüne kadar yalnızca teröristleri ve mafya fedailerini öldürmüştüm ama kurduğum düzeni iki veledin yıkmasına müsaade edemem. Asya’da binlerce kişi benim elime bakıyor.”
Cahit, ikinci defa tetiği çekmeye hazırlandı ancak tam arkasında bir patırtı kopunca o tarafa döndü. Afgan fedaileri silahlarını kaptırıyor, havaya fırlatılıyor, karate darbeleriyle nakavt oluyordu. Önce baskın yediklerini düşündü. Toz-toprak yere inince tek kişilik bir orduyla karşı karşıya olduğunu gördü. Bu tek kişilik ordu Bıçakçı’nın kolunu kavradığı gibi yukarı çevirdi, adam yalnızca havaya ateş edebildi. Biraz silkelenince de tabancasını yere düşürdü. Karnında hissettiği yumrukla geriye sendeledi, kafasına uçan tekme yiyince yere devrildi.
Hakkı Karatuğ, yarı baygın Khaderbai’ı ayağa kaldırıp kollarını boynuna sardı. “Silahına davranan olursa patronunuzun boynunu kırarım!” diye seslendi Afganlara. Adamlar anlamış gibi görünüyordu. Vurulmuş Mami’yi görünce “Kızım, çocuğun yarasına bastır.” diye seslendi Leyla’ya. “Polisle ambulans yolda.”
Yıllarca emniyet güçlerine yakın dövüş eğitimi vermiş Hakkı Hoca’nın, bütün foyası meydana çıkan Bıçakçı’dan daha etkili olduğu ortaya çıktı ve polisler belediye başkanı adayını kelepçeleyip götürdüler. Leyla, Mami’nin peşinden ambulansa atladı ve oğlan uyanana kadar onunla konuştu. “Kurşun hayati organlarını ıskalamış olabilir ama çok fazla kan kaybetmişti,” dedi sağlıkçı. “Ben böyle şey görmedim. Hayatta kalması mucize.” Genç kız artık mutluluktan ağlıyordu ambulansta.
Hastanede kurşun çıkarıldıktan sonra Mami’yi odaya aldılar. Annesi, babası, halaları, dedeleri, anneannesi, babaannesi ve birkaç uzaktan akraba hasta yatağına toplanıp onu soru yağmuruna tuttu. Özellikle anneannesi durup durup yeğeni Cahit’e lanet okuyordu. Sonunda hemşirelerin herkesi dışarı çıkarması gerekti. Delikanlı, ebeveynlerini iyi olduğuna ikna edip refakatçi olarak Leyla’nın kalmasını istedi.
Akşamları hastane koridorlarına çöken o melankolik huzur ortaya çıktığında, gençler yalnız kalabilmişti. Leyla, kolunu kaldırmaya mecali olmayan Mami’ye yemek yedirirken “Biz şimdi seninle neyiz gülüm?” diye sordu oğlan gülerek.
“Bunu genelde kızlar sormaz mı?” dedi Leyla.
Kapıdan bir gıcırtı duyuldu. “Hakkaten ben de merak ettim,” dedi içeri giren adam. “Çocuğun sorusuna cevap versene kızım. Bana kimse haber vermedi de…”
“Hocam…” dedi Mami. Uzandığı yerde sırtını dikleştirdi. Eğilerek selam vermeye çalıştı.
Hakkı Hoca güldü. “Rahat ol Muhammed Emin, şaka yapıyorum. Çok şükür iyisiniz.”
“Ne oldu?”
“İfademizi verdik. Bıçakçı tutuklu yargılanacak. Muhtemelen müebbet yer. Hatta işin içine uluslararası kurumlar da girebilir. Yani Yakalı’nın başına bela olamaz.”
“Babacım sen bizi zeytinlikte nasıl buldun?” diye sordu Leyla.
“Nasıl bulacağım, arabayla takip ettim.” dedi hoca. Mami’ye döndü. “Son günlerde Leyla’nın düzeni çok bozulmuştu ki sanırım bunun müsebbibi sensin.”
“Kusura bakmayın hocam,” diye araya girdi oğlan.
“Estağfurullah. Ben de neler yapıyor diye takip edeyim dedim. Ruhunuz bile duymadı. Bir de iki fırlama, Afgan mafyasına kafa tutmaya kalkmışsınız. Peh… Tabii anlamadığımdan başta müdahale edemedim. Silah seslerini duyunca polisi arayıp içeri daldım.”
“Teşekkürler hocam. Siz olmasaydınız…”
“Kızım için yaptım,” dedi Hakkı Tuğcu sertçe. Elindeki çiçekleri yatağın yanına bıraktı. “Sen, gece burada mısın?” diye sordu Leyla’ya.
“Evet,” dedi kız. “İznin varsa.”
“Sabah erkenden alırım seni. Biraz da ailesi görsün çocuğu. Elin kızı geldi oğlumuzu kaptı demesinler.” Adam göz kırptı, “Hadin hayırlı akşamlar,” deyip odadan çıktı.
“Hâlâ favori hocam,” dedi Mami gülerek. Leyla da kıkırdayarak ona katılınca kızın ellerini tuttu. “Ben İstanbul’a da gitsem, dünyanın öbür ucuna da gitsem ayrılmayalım. Olur mu?”
Leyla, onun ellerini sımsıkı kavradı. “Tabii ki. Artık seni bırakmam, sevgilim.”
Epilog
İkizler oturdukları yerden bir yıldızın ölümünü seyrediyordu. “Yazı gelecekti,” dedi Maça. “Niye müdahale ettin?”
“Müdahale eden babamdı,” diye karşılık verdi kız kardeşi. “Beni o yolladı. Biliyorsun, bu şekilde çalışır.”
Maça gülmeye başladı. “İyiymiş…”
Yıldız kendi içine çöktü, süpernova olarak patladı ve yerini karadeliğe bıraktı. İkizler bu karadelikten geçip başka bir zamana gittiler.
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.