“Alçakgönüllü ol, mütevazi ol…” Eminim sizde bu sözü daha önce çok duymuşsunuzdur. İyidir, özellikle bizim ülkemizde alçak gönüllü insanların çok sevildiğini dair bir inanış vardır. Bir insan gecesini gündüzüne katıp herkes zamanı boşa harcarken kendinden feda edip bir konuda başarılı olmuş, iyi bir yerlere gelmiş ve o konuda gerçekten söz sahibi olacak düzeye geldiyse bile bunu belli etmesini istemezler. Hatta o söz sahibi kişi özellikle genel bir yanlışa karşı bildiği konuda inatla doğruyu savunmaya çalışırsa şak diye dikerler bu duvarı karşısına. “Hava atma, biraz alçak gönüllü ol, mütevazi ol, herkese saygı duy.”
“Ulan at kafası sen ömrünü boşa harcarken ben bununla ilgili çalışmalar yapıyordum; uykumdan, zamanımdan, gecemden gündüzümden, hayatımdan vazgeçmiş mücadele ediyordum, çaba sarf ediyordum, de siktir git asıl sen bana saygı duy be…” gibi gibi devam eden cümleler kurmak hakkı olsa da genelde bunu da yapmazlar. Ya kararının arkasında durup antipati toplar, ya da sözde “saygı” duymak ve “mütevazi” olmak için kendi fikirlerinden ve doğrularından feragat eder.
İşte bu en kötüsüdür. Bunu yapmayın. Kapanmayan bir yara gibi işler içinize. Bırakın size düşman olsun, ömür boyu acısını çekmekten daha iyidir inanın bana.
Benim mütevazi olamayacağım konulardan biri açık ara kahve yapmaktır. Türk kahvesi değil, bildiğiniz nescafe tabii. Bu konuda sanıyorum Allah vergisi bir yeteneğim olmalı. Her sabah özenle su ısıtıcıma suyu koyar ve büyük bir dikkatle düğmesine basarım. Su yavaş yavaş kaynamaya başlarken bardağımı çekmeceden titizlikle indiririm ve hazır kahvenin başını bıçakla temiz bir şekilde keserim. Kahve bardağın içine dökülürken su ısıtıcısı beni tebrik edercesine sesini yükselterek tezahürata başlar. Bazı günler biraz değişiklik yapar ve iki adet kremayı aynen kahve gibi titizlikle açar ve bardağa boşaltırım. Su benim bu eşsiz yeteneğim karşısında çıldırmış gibi fokurdarken ısıtıcıya göz kırparak övgüsünü kabul eder ve kahveyle kremanın birbirine kavuşması için bardağı, altı hâlâ yere değerken şöyle bir güzel sallarım, birkaç tur döndürdükten sonra su artık yeteneğime dayanamaz, ısıtıcı yüksek bir sesle pes eder ve klink sesiyle suyun hazır olduğunu tüm mutfağa ilan eder. Ben de hâlâ fokurdayan suyu bardağı boşaltarak müthiş üçlüyü yan yana getiririm.
Ama işte o gün getiremedim. Tam suyu bardağa boşaltacakken evimin kilitli olan kapısı gürültü bir şekilde açılıp içeri uzanan iki kafayı görünce korkuyla çığlık attım. Beni gören -tabii önce sesimi duyan- adamlar üstüme koşarken “polis, yere yat!” diye bağırdıklarını korkumdan ötürü tam idrak edemediğim için ısıtıcıyı içindeki suyla birlikte üstlerine fırlattım. Isıtıcıyla vurduğun adam kaynar suyla ufak bir duş alırken annemle ilgili hoş olmayan uzun cümleler kuruyordu. Arkadaki kapıdan ise her daim içeri başka birisi giriyordu, sanki kapımda bir kara delik açılmış ve herkesi evime topluyordu. Diğer adamlar üstüme koşmaya devam ederken bu sefer şaheserim olma yolundaki kahvemi taşıyan bardağı fırlattım. İkinci adamın refleksleri daha iyi olmalıydı ki bardağı hava da tokatlayıp şaheserimle duvarda çok da kötü görünmeye sürreal bir çalışmaya imza attı. Ben arkamdaki balkon kapısını zorlarken ısıtıcıyla vurduğum adam annemi rahat bırakmış sülalemin diğer üyelerinden bahsederek üstüme koşarak uçan tekmeye kalktı, tam zamanında eğildiğim için adam balkon kapısını aşıp kendisini ikinci katın balkonundan yan komşunun arabasının üstüne düşerken buldu, arabaya çarpma sesi gelene kadar hiç tanımadığım akrabalarıma karşı uzun bir methiye dizdi. Hızlı refleksi adam ve eve nasıl sığdıklarını anlamadığım elli kadar diğer adam üstüme çullanırken sonunda adamların polis diye bağırdıklarını fark ettim.
“Ben masumum!” diye haykırdım heyecanla.
“Onu karakolda anlatırsın!” diye bağırdı biri. “Öyle internete gir, bilip bilmeden salla, sonra başın sıkışınca ben masumum!”
“Ne interneti abi?”
“Mavi kuş ulan?”
İşte bu kötüydü. Mavikuş gençlik yıllarımda beş arkadaşımla beraber kurduğum ve iyi kazanmamızı sağlayan bir por… bir dakika lan. Lan yoksa bunlar Twitter’dan mı bahsediyor. “Abi bu mavi kuş… ya rica etsem tepinmeyin üstümde abi beş kişiyi ben nasıl taşıyayım… Bu herkesin yazı yazdığı yer mi?”
“Bak nasılda hatırladın suçunu?”
Suçumu hatırlamamıştım ama yürürlüğe giren genişletilmiş sosyal medya yasasını hatırlamıştım.
* * *
Önce sadece sosyal medya yasası vardı; dezenformasyon yasası adıyla hayatımıza girdi, en başta belli başlı kişiler ses çıkarsa da pek yeterli olmadı, hatta insanlar yeterince çaba göstermediği için muhalefetteki partileri bile eleştirdiler.
Neyse ki artık bunun sebebini gayet iyi anlayabiliyoruz. Karşı çıkmadılar çünkü hepsi bir noktadan bu yasadan memnun olabilir, evet gerçekten diyorum. Acı bir şekilde tecrübe ettiğimiz gibi yönetimde kim olursa olsun o kişiler asla kendilerinin eleştirilmesine tahammül edemiyor.
Bugün farklı kişiler tarafından yönetilsek de sosyal medya yasası yürürlükten kaldırılmak yerine daha geniş bir şekilde kanun haline getirildi; değişmeyen tek şey ise bununda adının sosyal medya yasası olmamasıydı. Bu yasaya “Özgürlükçü Dezenformasyon yasası” dediler. Sözde gerçekten dezenformasyonun önüne geçilecek ve sosyal medya rahat bırakılacaktı ama yasanın maddelerini okuyanlar ise ona mevcut ismini taktı. Genişletilmiş sosyal medya yasası. Bu yasayla birlikte öncekinde suç olmayan her şey suç haline geldiğinde böyle bir isim koydular.
İlginçtir ki zamanında karşı tarafta olduğu için bu yasaya karşı çıkanlar şimdi yönetim kademesine geçtikleri için bu yasanın gerekliliğini savunuyorlar… Hayır, hayır, siyasilerden bahsetmiyorum onların sürekli dönmesi nefes almak kadar doğal bir şey, ben onları destekleyen halktan bahsediyorum. Yasaya benim gibi saçmalığından ve uygunsuz kullanıma müsait olduğundan karşı çıkanlar ise tepede kim olursa olsun genelde aynı şekilde isimlendiriliyordu: Cahil, hain, bilmem kimin çocuğu ve o zaman gücü elinde tutan siyasi partinin hangi görüşü ağır basıyorsa onun düşmanı olmak.
* * *
“Sen hain misin?” diye sordu karşımdaki polis abi.
“Estağfurullah abi, neden hain olayım. Ben ülkemi seviyorum. İstiyorum ki herkes huzurlu ve mutlu yaşasın.”
“Laga luga yapma lan! Ülkesini seven adam böyle şey yazar mı?”
“Abi ben sürekli tweet atıyorum acaba tam olarak hangisinden suçlandım.”
“Başkaları da var yani?”
“Evet abi, tek hücreli değilim ben. Birçok fikrim var benim, gün içerisinde birçok şey geliyor aklıma. Hepsi farklı konular hakkında hem de. Ben de bazılarını oradan yazıyorum.”
“Bunun suç olduğunu bilmiyor musun?”
“Yirmi birinci yüzyılda görüş belirtmenin, farklı fikirlere sahip olmanın suç olduğuna inanmak istemiyorumdur belki.”
“Onlar suç değil, suç kanuna karşı gelmek.”
“Bende ondan bahsediyorum işte abi, kanun hatalı, yanlış, olmaz öyle kanun.”
“Bak sen, karşımda anayasaya hakaret ediyorsun. Sen o kanunları hazırlayanlardan daha mı bilgilisin.”
“Yok hayır, daha vicdanlıyım ve de daha adil. Birileri için değil, herkes için düşünüyorum.”
“Bak burada ne yazıyor görüyor musun? Ülkenin bakanını yolsuzlukla suçlamışsın.”
“Hayır suçlamadım.”
“Okusana ulan yazıyı, bak: ‘Bir ülkenin bakanı nasıl devletin, halkın malını kendi şirketi üzerinden satabilir?’ bunu sen yazmadın mı?”
“Ben yazdım.”
“Eee!”
“Tamam da abi bu yalan değil. Ortada kanıtlar var ya hani.”
“Lan kanıt olsa biz neden almayalım bu adamı.”
“Ben de onu merak ediyorum abi. Sizin bu adamı almanız lazım ama onun yerine beni alıyorsunuz. Suçu işleyeni değil, suçun işlenmesine göz yummayanı suçluyorsunuz. Suçlu masum, masumu suçlu yapınca suçlu bu arsızlıkla daha fazla suç işlemeye başlıyor. Bu da kırılması mümkün olmayan bir yolsuzluk dalgası başlatıyor. Biz bunun önüne geçmek için oradan kendi çapımızda kamuoyu oluşturarak sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.”
“Hainlik yapıyorsunuz siz, devleti kimse eleştiremez!”
Bir an için karşımdaki polis abiye o bakanın ve diğerlerinin devlet olmadığını anlatmak için derin bir nefes almıştım ki nedense nefeslerimin hepsinin boşa gideceğini düşünerek vazgeçtim. Sessizce başımı salladım ve kaderimi kabullendim. “Eyvallah abi. Peki şimdi ne olacak. Nereye gideceğiz.
“Sen biraz daha burada bekle. Hem aklın başına gelir belki. Devlete saygı duymayı öğrenirsiniz.”
Dudaklarımı birbirine bastırarak sakince başımı salladım. Artık her ne oluyorsa kabul etmeye razıydım. Ama bu kesinlikle pes etmek değildi tabii. Sadece enerjimi -eğer olacaksa- mahkeme salonuna saklamayı tercih ettim. Asıl önemli olan oradaki hâkim karşısında yaptığım savunma olacaktı zaten. Yani en azından ben kendimi buna inandırmıştım.
Olmadı.
Yani savunma olmadı, çünkü halkın yoğun tepkisi ve sosyal medya üstünden başlatılan kampanyalar ve hareketler sonunca bakan gözaltına alındı ve muhtemelen tutuklanacak. Adam suçu ortaya çıkınca haliyle benim mavi kuşu içeride tutmalarının bir anlamı olmadığı için beni de serbest bıraktılar. Gözlerim girerken bana demediğini bırakmayan polis abiyi aradı. Masasında üzgün bir suratla oturmuş biraz ilerisindeki televizyondan bakanın tutuklanmasını izliyordu. Herhalde genişletilmiş sosyal medya yasası gereğince çok büyük bir bölümü suç işlemiş devlete saygı duymayan ve onu eleştiren vatan hainlerini tutuklayamadığı için morali bozuk olmalıydı.
Sonradan duyduğum kadarıyla bunu bile denemişlerdi. İlk önce kanıtlı bu gerçeği yayan herkesi tutuklamaya çalışmışlar ama halkın tamamına yetecek kelepçelerinin ve hepsini içeri de tutacak hapishanelerinin olmadığını fark etmişlerdi. Daha sonra çok yaratıcı bir şekilde interneti kısıtlamayı, haberlere yayın yasağı getirmeye başladılar. Ama yasağı delen bir iki değil, milyonlarca kişi olunca kendi yasaklarının milyonlarca ayağın altıda çiğnenen basit bir kâğıt parçası olduğunu fark etmeleri uzun sürmedi.
Halk, kendi seçtiği hükümetin kendi fikir ve görüşlerini, düşüncülerini kısıtlayamayacağını en yüksek şekilde ve ciddi bir birlik oluşturarak meydana getirince yetkililerde ister istemez geri adım atmak zorunda kaldılar.
Tabii bu sırada ben de istediğimi aldım. Tam çıkmak üzereyken polis abinin başı bir an için bana dönünce sanki eski bir arkadaşı görmüş gibi heyecanla el salladım. Polis abiyse oldukça sahte ve hiç başarılı olmayan göstermelik sırıtmasıyla bana başını salladı.
Dışarı çıktığımda çok büyük bir kalabalık adalet bakanlığına yürüyordu. Telefonu mu açıp Twitter’a girdim. Erişim engelini herkes gibi VPN ile aştım ve kalabalığa karışarak yürümeye başladım.
- Nükleer Serpinti - 1 Temmuz 2024
- Yüzüncü Yıl Mektubu - 23 Mayıs 2024
- Kurtarıcının Sınavı - 1 Şubat 2024
- Göz Hapsi - 1 Temmuz 2023
- Bir Avuç Gladyatör - 1 Nisan 2023
Aksiyon ve mizah öyküye güzel gitmiş. Kahramanın nescafeden filtre kahveye geçme ihtiyacı var.
Çok teşekkür ederim. Bence artık kahve içmeyi bırakması lazım