Öykü

Günde Bir Doz Hasekiküpesi

“Kiraz çiçekleri düşüyor omuzlarıma. Ah bir lanetin içinden geçtim az önce! Sanırım kırdım beni tutan zincirleri. Görüyorsun ya sevgili Günebakan, tam karşındayım, gitme dedikleri yerdeyim. Cebimdeki kırık aynaya her bakışımda görüyorum kalbimin içini. Ailem sildi her şeyimi ama olsun yazıyorum kaderimin yenisini. Hani köydeki gölün yakınlarında Maroka vardı ya yaşlı cadı, ondan bir kalem aldım. Dediğine göre bu kalem bastırılmış hüznümüzün ağırlığından kurtarıp arzularımızın rotasını çizermiş.”

“Canım Fuji, hayatımın ikinci yarısında işitiyorum bu çılgınca düşleri. Nasıl olur da kanarsın Nanaya’nın sonunu getirmeye kendini adamış o kötü ruha. Bilmez misin rüya perisi Miu düşmüştü hain tuzağına. Gelmeseydi komşu gezegenden Yoşi, yeşermezdi Joi meyveleri. Ah ama öylesine yüreğimi burkan bir sesle anlattın ki hak verdim sana. Bazen bana da oluyor, sanki bu kader benimki değilmiş gibi. Kaderimin güneşi böyle doğmamalıydı diyorum. Farklı olabilir mi ki başkalarının mevsimleri?”

“Çektim içime cevapsız sorularındaki çökmüş sisi. Dostum, dokun kalbine bir damla umutla. İşte olacağım orada daima. Olamasam da okyanus, kurumayacağım asla. Gidiyorum kaldırdığım taşların altından çiçekler çıkacak o yere.”

“Hoşça kal, kendi ateşiyle yanan dostum Fuji.”

Nanaya topraklarından oldukça uzaklaşan Fuji, dinlenmek için salkım söğüdün gölgesine uzandı. Yarı uyanık bir hâlde gündüz düşü gördü. Maroka gözlerini kaçırarak ona bir şeyler mırıldanıyordu. Sanırım şöyle demişti; “günde bir doz Hasekiküpesi” Neyin nesiydi şimdi bu? Açtı gözlerini telaşla, geliyordu bir ağlama sesi.

“Salkım söğüt neden hüzünlüsün bu kadar? Yok mu dallarına konan güvercinler? Budamıyorlar mı kabuk bağlamış yaralarını? Doyurmuyorlar mı ki ruhunu, köklerin bile ne kadar kuru. Sen en iyisi al yanımdaki birkaç damla suyu.”

“Gördüm seni gündüz düşüne dalarken. O ise topluyordur şimdi sepetine Sirius meyvelerini.”

“Kimden bahsettiğini anlayamadım ama sevindim artık iyi olmana.”

“Uzanmıştı Hasekiküpesi kavuşamadığım sevgilimin gölgesine.”

“Duymuştum bu isimi rüyamda. Bir işler karıştırmış olmalı hain Maroka.”

“Hasekiküpesi şurubudur hasta ruhların, nefes alıp verdiğinde çimlenir tohumları Nanaya’nın. Saçları değse köklerime, çiftçiler kadeh tokuşturur hasat partisinde. Bulacaksın onu Sirius kaydığında göbeğine.”

Fuji sersemlemiş devam etti yoluna. Şimdi en zorlu aşama vardı karşısında. Çünkü aslında varmıştı yolun sonuna. İlk planı onu getirmişti Kara Sarmaşık Ormanı’na. Fakat hesapta yoktu Ağlayan Söğüt’ün söyledikleri. Sahiden de bulacak mıydı şurubunu? Varmışken intihar ormanına mümkün müydü yeniden doğmak? Maroka’nın verdiği kalemi kendini ölüme sürükleyen bir kader için kullanmıştı. Duysaydı Günebakan bunları, kim bilir ne çok kızardı. Hiçbir umut ışığı döndüremezdi artık yolundan. Kaderini çoktan yazmıştı. Girdi ormana kalbindeki karanlıkla. Arafta kalmış ruhlar inliyordu dolunayda uluyan kurtlar gibi acıyla. Attığı her adımda onu dibe çeken nemli bir ürperti sızlatıyordu ayak bileklerini. İlerledikçe kara sarmaşıkların cehennem dansını korkuyla izliyordu. Başını kaldırıp göğe baktığında koca bir deliğin içinde sürekli dönen sarmalı gördü ve aniden kör edici parlaklığıyla içinden bir şey aşağı düşer gibi oldu. Kara Sarmaşık Ormanı’nı aydınlatan sıcak esintili turuncu bir ışık tüm sarmaşıkların dansını durdurdu. Fuji’nin beline ve boynuna sarılmış olanlar bile geri çekildi. Işığın parıltısı yavaşça azaldı ve altın sarısı saçlarıyla, kızarmış Joi meyvesi gibi duran teniyle Tanrıça gülümsüyordu. Yaklaştı Fuji’nin ellerine. Avuçlarını açıp küçük boynu bükük çiçekler koydu içine.

“Görmüştün beni bir gündüz düşünde. Ben Tanrıça Hasekiküpesi.”

“İçmek isterdim dudaklarından bu güzel günde. Olamaz mıyım aşığın? Yoksa beni bırakıp gidecek ve teslim mi edeceksin katil sarmaşıklara?”

“Asla olamam sonuna şahit. Batar iğnelerim tuzaklarla dolu köklerine. Yanar ışığımdan hepsi birer birer. Merak etme Fuji, bulacaksın hüznünün çaresini ama ne ölümde ne de aşkla dolu bir yürekte. Şifasıdır hasta kalplerin çiçeğimin özü. Seni iyi edecektir kaynatırken gerçek bir dostun tek sözü.”

“Ah uyanıyorum işte ama tanrıçam yok ağacımın gölgesinde. Günebakan, döndüm bir bilinmezliğin içinden. Şimdi daha üzgünüm çünkü emin değilim geleceğimden. Son çare avuçlarımdaki çiçekte.”

Kaynatırken Günebakan Hasekiküpesi’nin çiçeğini, düşündü dostunun çaresizliğini. Belki de en iyisiydi “günde bir doz Hasekiküpesi”.

Fuji’nin göğsündeki ağırlığın yerine ardıç kuşları konmuş gibiydi. Cıvıldarken gözlerinin önündeki bilinmeyenlerin kıymeti, bakmayı bilmedikçe değiştirmenin anlamı yoktur kaderi.

“Sevgili Günebakan, vereceğim cevaplarını dünden yarına uzanan. Kıl gibi ince, tüy gibi hafifim şimdi. Değiştireceğim uğursuz gördüğüm kara kediye bakan gözlerimi. Biz biz olalım gaddar olmayalım bize bahşedilmiş yazgıya. Bir kan emici bile daha adildir zannımca. Kuralım ahenkli hayaller Nanaya halkıyla. Mest olalım baldan tatlı dostlarımızla. İşte o zaman uyanacağız en güzel düşümüze. Ve böylece; fantazyam döndüğünde gerçeklere, Hasekiküpesi ışıldayacak yüreğimde.”

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Nanaya topraklarında yeni maceralar :woman_fairy:t3: herkese keyifli okumalar dilerim. :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for yesimmtekee