Öykü

Kanlı Bıçak

Fırtına yaklaşıyor. Alx kemiklerinde hissediyor bunu.

Elleri zincirliydi, üşüyordu ve çokça da açtı.

Tahminen dört gün derin okyanuslarda yol alıyorlardı. Dalgalarla boğuşan geminin ambarında kalmak feci midesini bulandırmıştı. Saçlarında tonlarca bit vardı. Elleri arkadan zincirli olduğundan kendini kaşıyamamak eziyet gibi bir şeydi.

Beşinci gün, ambarın kapağı sabah olduğunu düşündüğü vakit sertçe açıldı. Adeta tekmelenmişti. Uykusundan uyanı verdi Alx. Elleriyle siper etti, içeri ışık girince gözleri yandı. Işığa alışınca iri kıyım iki kişinin cüssesini seçebildi. Odayı ayna gibi yansımalarla dolduran iki uzun kılıç vardı bellerinde; kollarından tutuğu birisi vardı, bir kadın, suratı kanlar içinde morarmış ve zor nefes alıyordu.

Yere fırlattılar kadını. Çömeldi. Adamlara dönüp çizmelerine tükürdü. Suratında kızgın bir kaplanın ifadesi vardı. Korkmuyordu.

Adamlar kadına bir tekme atıp Axl’in karşısına, demirlere bağladılar ellerinden. Sonra bir tekme daha attılar. Axl, adamların suratındaki öfkeyle karışık korkuyu görebiliyordu. Sanki üstüne lanetler okunmuş bir şekilde kıpkırmızıydılar. Hemen buradan çıkmak için can atan bir yanları var gibiydi. Kadından korkuyorlardı. Alx kadına baktı. Kadının kendisine baktığını gördüğünde, o parlak ve karanlıkta ışıldayan gözlerden kaçmak istedi.

Adamlar gitti. Ambar yine tanıdık karanlığa büründü.

“Yiyeceğin var mı hiç, köpek gibi açım,” dedi kadın. Sessi demiri döven bir çekiç gibi sert ve emindi. Gözleri karanlığa alışması için bir süre bekledi Alx, sesin geldiği, kadına baktı. Az çok seçiliyordu. Bacaklarında, eteğinde kırmızı renk tonları seçer gibi oldu. Kan mıydı o? Kimdi bu kadın?

“Biraz arakladığım var, bana yetecek kadar,” diye cevap verdi. Yemeğini paylaşmak istemiyordu. Günde sadece bir kez yemek artıkları atıyorlardı önüne. Aralarında kurutulmuş et ve meyve olunca saklıyordu sonrası için. Şu an elinde sadece bir dilim kurutulmuş et vardı. Tadı berbat olmuştu gerçi ama daha akşama kadar idare ederdi.

“Feci açım bir parça versen,” dedi kadın. Sessinde gizlenmiş bir masumiyet vardı.

İçten içe yemeğini vermek istemese de arkasından bağlanan elinin altındaki odunu aralayıp kurutulmuş eti avuçladı, omzundan ivme alarak kadının olduğu yere doğru fırlattı. Geminin ambarında zincir sesleri yükseldi. Kadın karanlıkta hemencecik buldu eti ve kemirmeye başladı. Her çiğneyişinde ağzından memnun olmuş ifadelerin sesi yükseliyordu.

“Neden buradasın?” dedi Alx.

“Sen niye buradasın, genç birisine benziyorsun.”

“Uzun hikâye,” dedi Alx.

“Zamanımız var dimi,” deyip son lokmayı yutkunmuştu. Zamandan bol ne vardı ki.

“İlk ben sordum,” diye karanlığa fısıldadı.

“Kaptanı öldürdüm,” dedi kadın. Sesinde ne bir titreme ne de bir teredüt vardı. Gurur duyulacak bir tını dahi yoktu. O kadar sade ve basit bir şekilde demişti ki. Sanki temizlik yaptım der gibiydi. “Gece beni yatağa attı. Göçmen olduğumu ve gemiye gizliden girdiğim için bir şansım yoktu. Domuz gibi sikişiyordu it herif.”

Alx ne diyeceğini bilemedi. Tüm bu şeyler, bu kadar normal sohbet düzeyinde anlatılınca ne tepki vereceğini bilemedi.

“Ellerimi bağladı, adi herif, hâlâ amım ağrıyor. Yok, siki büyük falan değil sadece koca göbeğinin altında ezilmek sinirimi bozdu.”

Alx’in yüzü kızardı, bir şeyler demeli miyim diye düşündü. Sessiz olmaya karar verdi.

“Sabah olduğunda ülkem hakkında ileri geri konuşunca bulduğum ilk fırsatta meyve bıçağıyla deştim domuzu. Tepem atmıştı. Babam avcıydı. Geyik ve domuz kesmeyi iyi bilirim, organları da. Ama bu it o kadar şişmandı ki kalbini deşene kadar baya bir sokmam gerekti bıçağı.”

Kadın konuşmayı kestiğinde tuhaf bir sessizlik karanlığı yuttu. Kadının kendisine tecavüz ettiği için değil ülkesi hakkında konuştuğu için öldürdüğüne bakılacak olursa kuzeyli olduğu çıkarımına gitti Alx.

“Kuzeyli misin?”

“Evet,” dedi kadın.

“Hikâyene üzüldüm.”

“Boş versene, üzüldüğün falan yok. Kuzeyli olduğumu sorduğuna bakılırsa şeytanla anlaşma yapmış bize iğrenerek bakıyor olmalısın,” dedi, sonra kahkaha attı.

Kuzeyliler barbardı, iri yapılı ve cesur savaşçılardı. Ama toprakları kendi içinde bile bölünmüş sürekli savaş halindeydi. Doğunun kralı onlara savaş açtıklarında neredeyse yok olmanın eşiğine gelmişti. Sonra kuzeylilerin ulu lideri herkesi tek çatı altında toplamış, yüz çocuğu tanrılarına, doğuların değişiyle şeytana kurban ettiklerinden sonra savaşı kazanmaya başlamıştı. Alx, hâlâ savaşın sürdüğünü biliyordu. Baya kan dökülmüştü. Her yerde savaşın izlerini görmek mümkündü.

“Evet sıra sende sıska çocuk,” dedi kadın. “Dökül bakim hikâyeni.”

Alx kafasını kaldırdı, kadını göremiyor, saçlarına düşen ince ışıktan seçebiliyordu.

“Cesetleri yağmaladım,” dedi.

“Vay be! Hikâyende amma uzunmuş he,” dedi Kadın kahkaha atarak. “Niye orada direkt sallandırılmayıp doğuya giden bir savaş gemisindesin.”

Kadın zekiydi. Yüzüne karşı zafer kazanmış bir gülümseme yolladığına yemin edebilirdi Alx.

“Birisi, göğsüne ok girmiş parlak zırhlı birisinin cebini karıştırdığım için,” dedi Alx. “Adamın cebinde bir istihbarata dair bir mektup çıkmıştı, değerli mektup olduğunu hemen anladım. O gece mektubu yakmadan önce hızlıca ezberledim. Sabah uyandığımda ise doğular tepemdeydi. Sürükleyerek sallandırmaya giderken. Mektuptan bir şey söyledim ve durdular. Ve elimi bağlayıp bu gemiye tıktılar.”

“Ne yazıyordu mektupta?” diyerek, merak dolu bir ses yükselti kadından. Kadının heyecanını duyabiliyordu Alx. İştahlı kulakları kabarmıştı.

Tam ağzını açıp söyleyecekken kendini durdurdu. Kadının silüetine baktı; öne eğilmişti, gözlerinin parladığına yemin edebilirdi. Sustu. Ya kadın beni kandırmak için yolladıysalar diye şüpheye düştü. Hayatı üstüne risk alamazdı.

“Söyleyemem,” dedi.

“Senden bilgi almak için buraya, yanına postalandığımı düşünüyorsun dimi?” dedi, sesi duygusuzluktan arınmış sert ve birazda alınmış bir öfke vardı.

“Hayatım söz konusu, risk alamayacağımı anlaman gerek.”

“Doğru tabi, ama kafanın içindeki bilgiler ülkeme yardım edebilir,” dedi kadın. Sesi şimdi biraz daha pazarlığa açıktı. Adeta içinde yalvaran birisinin fısıldaması vardı.

“Üzgünüm,” dedi Alx. Risk alamam diye tekrarladı. Buradan çıkmam lazım.

Ertesi gün. Yemekleri gelmeden önce bir fırtına patlak verdi. Şimşekler çakıyordu dışarıda. Sesleri o kadar yakındı ki uyku yüzü görmediler ikisi de. Sonra gemi sallanmaya başladı. Alx birkaç kez kustu. Boş midesi kemiklerine yapışmıştı. Yemeğin gelmesine daha vardı ama kendini açlığa hazırladı, bu fırtına da kimse kendisini düşünmezdi. Bir soyguncusunu hiç…

Gemi sallandı. Güverteden gelen çığlık ve boğuk sesleri duyabiliyorlardı. Kadına baktı. Zincirli eliyle bir şeyler yapıyor gibiydi.

“Ne yapıyorsun,” dedi Alx.

“Burada boğulmaya niyetim yok,” dedi kadın. Ağzında parlayan bir şey vardı. Alx gözlerini kısıp baktı; Bir toka ya da iğne gibi bir şey azıcık ışıkla parlıyordu.

Sesler güverteden teker teker silinip yok olmaya başlamıştı. Gemi hafitten su almaya başlamıştı bile. Ayaklarına değen buz gibi soğuk su karşısında Alx ürperdi. Zincirlerini çekişirdi. Burada ölecekti. Ölümün ciddiyeti karşısında bir an korkuyla titredi. Gözleri kadını aradı. Karşısında hâlâ zincirlerine bir şey yapıyordu. Sesleri duyabiliyordu.

“Ne yapıyorsun,” dedi sordu tekrardan.

“Kes sessini, az kaldı.”

Sesini kesti ve birden kilidin açılan sesini duyuverdi.

Kadın sevinç çığlığı attı. Elinden kurtardığı zinciri bir kenara attı.

“Hey, beni burada bırakmayacaksın dimi?” dedi Alx, yalvaran bir sesle.

Kadın sanki ilk kez onu görüyormuş gibi, omzundan geriye bakıp Alx’in gözlerine kitlendi.

“Bekle burada,” deyip ambarın kapısını açarak gözden kayboldu. Axl ardından küfürler edip bağırdı. Sürtük dedi, kuzeyli dölü dedi, kurtar beni dedi ama kadın gitmişti bile.

Su giderek yükseliyordu. Gemi su alıyordu. Çizmelerinin içine giren soğuk su, içini ürpertiyordu. Gemi bir yaprak gibi okyanusta sallanıp duruyor, ölümün yaklaştığını hissediyordu Alx. Bağırdı, birileri duysun diye bağırmaya başladı. Kimse duymadı.

Sonra fırtına aniden sanki tanrının buyruğu ile birden durmuştu. Alx beline kadar yükselen suda zar zor nefes alırken zincirlerini çekiştirip duruyordu. Birden o da durdu. Kulak kabartı. Güverteden çıt çıkmıyordu. Herkes neredeydi?

Ayak sesleri, evet bunlar ayak sesleri olmalı dedi. Ambarın kapısı aralandı. İçeri güneş ışığıyla yıkandı ve kadının gölgesi yüzüne vurdu.

Kadın tek kelime etmeden yanında belirdi. Bir elinde kanlı bir hançer varken diğer elinde anahtarlık duruyordu. Eğildi. Tek kelime etmeden anahtarları bir bir deneyip sonunda zinciri çözdü. Alx ayağa kalkmaya çalışırken başı döndü ve yere kapaklandı. Midesi boştu, kafası ağrıyordu ve oturmaktan uyuşmuş ayakları kadının yardımıyla doğruldu. Omzuna alıp güverteye taşıdı.

Işığa çıktı.

Axl temiz hava karşısında başı döndü. Dingin ve sessiz okyanusun önünde beliriyordu. Güneş gözlerini acıttı, alıştı, sonra güverteye baktı. Her yerde cesetler vardı. Çoğunun boynundan akan kanlar ıslak tahtaları parlatıyordu. Herkes ölmüştü. Korkuyla kadına baktı, sonra da elindeki kanlı hançere.

“Sen mi yaptın?” dedi, sorunun cevabını biliyordu.

Kadın bir şey söylemedi. Alx. Gemiden uzaklaşan kara bulutlara baktı. Sanki gittiği her yeri yıkacak gibi görünün karartı hiç de doğal gözükmüyordu. Şeytanın işi gibiydi. Nefesi kesildi ve tekrar arkasına dönüp kadına baktı.

Yanında biri hayır, birisi değil bir siluet vardı; uzun boylu, güneşte buharlaşan karanlık tonları vardı, rüzgârda dans ediyordu. Gözlerinin olduğu yerde kocaman bir boşluk, hiçlik var gibiydi. Axl, kalbinin göğüs kafesini parçalayacağından korktu. Ayaklarının titrediğini hissetti ve kesinlikle soğuktan değildi.

Siluet elini kaldırıp Alx’i, kendisini işaret etti. Bir adım geriye çıktı ve kadın üstüne doğru yürümeye başladı.

“Hayır, dur ne yapıyorsun…” cümlesini bitiremeden bir darbeyle kendisi sırt üstü yerde buldu. Kadın tepesinde, dizini göğsüne bastırmış, bıçağını boynuna doğrultu. Alx nefes almaktan korkuyordu.

“Bize lazımsın Alx, kafanın içindeki bilgiler savaşa son verebilir.”

Alx yutkundu, ağzını açmaya korkuyordu. “Her şeyi anlata bilirim,” dedi Alx. Ama gerçek şuydu ki. Ezberlediği şeyleri unutmuştu. Yol uzundu, açlıkla bezenmiş ve bolca da yorgunluk eşlik etmişti. Geçmişi bile karanlığa gömülürken anıları silinmeye başlamıştı.

Korkuyordu ve blöfünün işe yaraması için tanrısına dua etti.

TANRIN SENİ DUYAMAZ EVLAT, dedi siluet. Bir adım öne çıktı. Sesi demir gıcırtısı gibi tiz ve insanın dişlerini sıkmasına neden olacak kadar kulak tırmalayıcıydı. KALBİN LAZIM,

“Üzgünüm evlat, mektubu yakmak o kadar da zekice bir hamle değilmiş dimi,” dedi kadın.

Alx’in gözleri büyüdü, o an öleceğini anladı. Boğazında hissettiği bıçağın soğukluğunu hissedebiliyordu. Gözlerini yumdu.

Tekrar açamadı.