Ara sokakta, çöp kutularının arasında iki büklüm olmuş birisi var. Sokağın iki tarafını sarmış uzun binaların arasında, yolu aniden bitiren kiremitten örülmüş duvarın dibinde, çürümüş yiyeceklerle dolu poşetlerin arasında yatıyor. Çıkmaz sokağın sol tarafında kalan binanın altındaki dükkân çoktan gecenin karanlığına gömülmüş. Hemen sağ taraftaki binanın dönerek yükselen yangın merdiveni ise tembelce yatmış ve hemen önünde oynanmakta olan oyunu seyreden kedileri misafir ediyor. Yağmur damlaları demirden korkuluklarda patlıyor. Caddenin ilerisinde yanan sokak lambaları yerdeki su birikintilerinden yansıyor.
Yerde yatan adamın korkudan çarpılmış yüzü burnundan ve yarılmış kaşından akan kanlarla boyanmış. Zengin takımının üzerine düşen gölge bir silahı andırıyor. Gözlerinden akan yaşlar, ağzından çıkan mırıltılara karışıyor.
“Lütfen, çocuğum, karım evde beni bekliyor. Lütfen beni öldürme ne istersen yaparım.”
Ayaktaki adam damlaların biriktiği yuvarlak gözlüğünü düzeltiyor.
“Belki de karın ve çocuğunu daha sık düşünmen gerekiyordur. Hem de önüne getirilen o küçük çocuğa dokunmadan çok daha önce.” Sonrasında suratına bir yumruk geçiriyor. Yakasından tutup suratını çöp tenekesine bastırıyor. “Bak, tanıdın mı bunu, benzettin mi ha? Kolunu mu atmıştınız bu tenekeye, yoksa bacağını mı?”
Adamı yakasından tutup yere fırlatıyor. Silahı sokak lambasında yorgun sarı bir renge bürünüyor. Hemen ilerideki yoldan geçen arabanın yankısı uzaklaştığında sessizlik bir anda sokağı dolduruyor.
“Ailemle daha fazla ilgileneceğim, artık öyle yapacağım. Söz veriyorum. Zaten beni zorlamışlardı, zorla yaptırmışlardı. Ben hiç istememiştim.”
Yuvarlak gözlüklü adamın yüzüne sinsi bir gülümseme yayılıyor. Karanlık yüzünde beliren dişlerinin parlaklığına gözlüklerinin yansıması eşlik ediyor. Deri ceketinin üzerine düşen her bir yağmur damlası minik bir şarkı söylüyor. Adam elini ceketinin cebine atıyor ve dört zar çıkarıyor. Fakat kemik beyazlığındaki zarların yüzünde sayılar yok. Altı yüzün iki yüzü artı, iki yüzü eksi ve iki yüzü de boş. Kan kırmızı bir boyayla kendilerini belli eden bu işaretler yağmurun altında neredeyse canlı gibi görünüyor.
“Bakalım kaderin sana bugün ne söyleyecek,” ardından zarları havaya atıyor. Dördü birden tembelce havada süzülüyor. Yere düşmekte olan yağmur damlalarını parçalayıp yırtıyorlar. Havada bir süre asılı kaldıktan sonra damlalarla birlikte büyük bir aceleyle düşüyorlar. Yere çarpmalarıyla çıkan tok ses, yerde korkuyla beklemekte olan adamın gürültülü nefes alıp verişine karışıyor. Her biri durduğunda toplam belli oluyor: İki eksi, bir artı ve bir boş. Şekillerin üzerindeki kan kırmızısı daha da akışkan bir hale geliyor. Yükseliyor, alçalıyor sabırsızlıkla bekliyor.
Adam çömeldiği yerden yavaşça kalkıyor. Silahını daha da sıkı bir şekilde kavrıyor. Hâlâ karanlıklara gömülmüş yüzü yıldırımın çakmasıyla çok kısa bir süreliğine aydınlanıyor. Temiz ve traşlı yüzü çok derinlere gömülmüş bir keyifle parlıyor. Islanmış kısa saçları alnını kapatıyor. Kahverengi gözleri görevini sonuna kadar götüreceğinin haberini veriyor. Silahını doğrultuyor.
“Lütfen bak ne istersen veririm para, kadın, şan, şöhret ne istersen, kaderini tüm baştan yazarsın, lütfen yalvarırım beni öldürme.”
Bunun üzerine adam duraklıyor ve silahını indiriyor. Bekliyor. O anda sokağı nereden geldiği belli olmayan bir fısıltı dolduruyor, anlamsız kelimeleri sürekli tekrar ediyor. Yerdeki adam bunun üzerine biraz doğruluyor. Az önce doğru bir şey söylediğini biliyor.
“Evet, param var, çok param var ne istersen yaparsın o parayla. Bak, işte burada,” bir yandan da ceketinin iç cebindeki kalın cüzdanını çıkarmaya çalışıyor.
Fısıltılar yükseliyor, ikilinin etrafını saran bir rüzgâr halini alıyor. Yuvarlak gözlüklerinden yansıyan parıltılar yavaşça sönüyor. Acele etmeden soruyor.
“Kader mi dedin sen?”
“E-evet, yani, para, şan, şöhret…”
“Peki bütün bunlar senin kaderini değiştirdi mi?”
Fısıltılar korkunç bir kahkahaya dönüşüyor. Durmadan, keyifle ve acıyla gülüyor. Dar sokaktaki duvarlardan yansıyor, çoğalıyor ve yere çöküyor. Her kahkaha yerdeki adamın derisine yapışıyor. Hızlıca içine çekmeye çalıştığı havaya karışıyor. Gözlüklü adam ise silahını belindeki yerine geri koyuyor. Yere düşmüş ve kızıllıklarıyla parlamakta olan zarlardan üç tanesini alıp cebine atıyor. Sonrasında sanki az önce öldürmek istediği kişi orada değilmiş gibi yavaşça dönüp uzaklaşmaya başlıyor. Caddenin başına kadar yürüyüp ıslak duvara yaslanıyor. Nemli sigara paketinden bir dal çıkarıp dudaklarının arasında koyuyor. İşi birazdan bitecek.
Adam sevinçle yerinden doğrulduğu anda yerde adeta bir kalp gibi atmaya başlayan zarı görüyor. Her bir atımda kemik beyazı kabuğu yavaşça büyüyor. İçindeki kızıllıkta kıpırdanan sümüksü, daimi hareketli ve kötücül varlığı ele veriyor. Adam etrafını saran kahkahalarla olduğu yerde kalıyor. Zar büyüyor ve kabuk kırılıyor. Adamın acı çığlıkları sokakları dolduruyor. Derin uykularındaki insanlar huzursuzlukla kıpırdanıyor, hâlâ uyanık olanlar ise kaderlerinin karanlığını yeniden düşünmek zorunda kalıyor. Uzun çığlık gökyüzüne yükseliyor, yağmur damlalarına karışıp şehrin üzerini örtüyor.
Adam duvara yaslanmış bedenini çekiyor. İçine çektiği sigara dumanını üflüyor. Bitmiş sigarasını ayağının dibine atıyor. Islak kaldırımda kısa bir anlığına sinirle hisleyen sigara hızlıca sönüyor. Az önce derin dehşetin yaşandığı çıkmaz sokağa geri dönüyor. Bir zamanlar yaşayan bedenin olduğu yer artık iç organlar, parçalanmış kemikler ve dayanılmaz bir kokuyla dolmuş durumda. Fakat her şeyin ortasında kemiğin beyazlığında bir zar duruyor. İki artı, iki eksi ve iki boş yüzü var. İşaretlerinin üzerindeki renk parlaklığını yitirmiş, donuk bir kırmızılık içinde. Adam büyük bir saygıyla yerdeki zarı alıp diğerlerinin yanına, cebine koyuyor. Sokaktan çıkmadan önce her zaman yaptığı gibi geriye son bir bakış atıyor.
Ellerini deri ceketinin cebine koyup silkiniyor. Üşüdüğünü hissediyor.
- Fudge Zarlarının Peşinde - 1 Mayıs 2023
Tasvirlerinizi ve abartısız anlatımınızı beğendim. "An"ları anlatırken kullandığınız ılımlı ve yumuşak ifadeler, gerçekliğin dozunu arttırmış.
Öte yandan ikonik bir sahne iskeletini işlemişsiniz. Zengin ve alımlı birinin yozlaşmış çekirdeği ile o sosyoekonomik seviyeye hiç uğramamış ve bu tür tanrıcıkları alaşağı etmekten haz duyması muhtemel birini karşı karşıya getiriyorsunuz. Zar sahnesi de değişik ve güzel olmuş. Bence bu hikaye daha uzun tutulabilir. Kısa bir anına tanıklık ediyor gibiyiz. Elinize sağlık.