Öykü

Yalnızlık Perileri

Her zamanki gibi saat 11.00’de açmıştım emlak dükkanımı. Meslektaşlarım genel olarak öğlene doğru açmayı tercih etseler de yılların verdiği bir alışkanlık ile öğleden önce mutlaka işimin başında olmayı tercih ederim. Batıl bir inanç gibi bunu yıllardır alışkanlık haline getirdim anlayacağınız. Önceleri sabah saat 08.00’de açardım ofisi fakat çalıştığım sektörün buna pek uygun olmadığımı anladıktan sonra 11.00’e sabitledim kendimi. Tabi yine erken kalkmaya devam ederek. Her neyse. Kendime bir bardak çay koymuştum ki içeri bir kadın girdi. Oldukça enteresan bir enerjisi vardı. Böyle çok enerji, sinerji jargonuna hakim olduğumdan değil. Kadın, yüzünüze buram buram çarpacak kadar yayılan yüksek bir akım saçıyor gibiydi. “Merhaba!” dedim ama o hiç sesini çıkarmadan sandalyeye oturdu. Eliyle yaptığım işe- çayı demlemeye – devam etmemi ister gibi bir şeyler yaptı. Ben de biraz soluklansın diye bana işaret edileni yapmaya devam ettim. Sonrasında iki bardağa çay koydum birini kadının önüne diğerini kendi önüme bıraktım ve çayından bir yudum almasını bekledim. Bu sırada bu tuhaf kadını anlamaya çalışıyordum. Yaklaşık 1.65 boylarında, gözleri yuvalarının içine çökmüş soğuk yeşil, soluk tenli ve tenine oranla daha soluk renkler giymiş olan bu kadın, adeta bulunduğu ortamda görünmez biri olmaya özen gösterircesine üzerindeki renklere bürünüyor gibiydi. Bukalemun gibiydi de diyebiliriz. Evet tam anlamıyla bukalemun! İçimden “ Bir psikolog olman eksikti Sadi” dedim!

– Sanırım bir ev bakıyorsunuz? Değil mi?

– Nasıl?

– Ee emlak ofisi burası biliyorsunuz değil mi?

– Evet

– O zaman bana nasıl bir şey istediğinizi tarif ederseniz yardımcı olabilirim.

– Siz bana elinizde mevcut olan ilanları gösterin satılık ya da kiralık fark etmez hepsini gösterin.

– Peki o zaman ben tabletimi getireyim.

Satılık ya da kiralık fark etmez ayrımına ilk defa şahit olmuştum. Kadının yaydığı negatif enerji ofisin neredeyse tamamına nüfuz etmiş hatta başka bir boyuta geçerek ete kemiğe bürünmüştü. Bir an evvel çıkıp gitmesini istiyordum ama tabi müşteri müşteridir diyerek gidip tabletimi getirdim.

– Evettt getirdim. Burada kategorize ettiğim birçok ilan var. Bazılarına birebir ben bakıyorum bazıları ise ortak hareket ettiğimiz diğer emlak danışmanı arkadaşlarımın ilanları ama sizin içinize sinen bir ev olursa merak etmeyin yardımcı oluruz. Ek bir komisyon almayız yani.

– Para önemli değil! İlanları gösterin lütfen…

– Peki… Aklımda tam size göre olan bu ev var ama…

Tablete şöyle bir göz ucuyla baktı ve eliyle geçmemi işaret etti.

Biraz kriter belirtirseniz…

– Sırayla gösterin siz.

Bu iş sinir bozucu bir hal amaya başlamıştı. Ardı ardına on beş ilanı da sadece geçmemi işaret etmesi üzerine atladık.

Bu ilanlar elimdeki en güzel evlerdi tabi siz de para önemli değil diyince. Biraz yüksek mi geldi? Ona göre mi ilerleyelim.

Hayır. Devam edelim.

-Tamam.

Birkaç ilan daha gösterdim ama yine aynı şekilde ilerlemeye devam etti aramızdaki diyalogsuz iletişim. Tam artık ilan göstermeyi bırakacaktım ki tablete bir bildirim geldi. Üç yıldır elimde olan ama asla bir kişinin bile sormadığı ilanın, sahibinden adlı sitedeki süresinin dolduğunu gördüm.

Hayda. Bu ilanı bir daha asla yenilemeyeceğim!

– Gösterir misiniz?

– Nasıl?

– İlanı gösterir misiniz?

– Pek tercih edeceğinizi sanmıyorum.

– Lütfen!

– Tabi göstereyim ama burası biraz şey… Nasıl denir. İyisi mi göstereyim siz zaten ne demek istediğimi anlarsınız.

İlanı gösterir göstermez tableti elimden aldı. Kadın ofise girdiğinden beri ilk defa yanaklarına kan akışı gerçekleşmişti sanki. Tuhaf bir heyecan yayılmıştı vücuduna ve tabletteki tüm görselleri tek tek inceledi. Oturduğu yerde yeşeren bir bitki gibi renk geldi kadına.

Neden bu ilanın bana uygun olmadığını düşündünüz?

– Görüyorsunuz ya bu bir köşk. Aynı zamanda uzun süredir kullanılmıyor. Üstelik baya da eski hem bunca yıldır boş olmasına karşın ev sahibi oldukça yüksek bir fiyat ile kiralamayı istemekten de vazgeçmiş değil. Ayrıca…

Ayrıca ne?

Yani kulağa biraz saçma gelecek ama komşular buraya “Perili Köşk” diyor. Akşamları tuhaf sesler geldiğini söyleyenler var. Bilemiyorum belki de evsizler ya da madde bağımlıları bahçesine girip tuhaf sesler de çıkarıyor olabilir ama eğer tek başınıza olacaksanız çok tavsiye etmem. Burada benim için para kazanmaktan daha çok önemsediğim değerlerim var.

– Evi tutuyorum. Yarın gelirim kontratı yaparız. Sonrasında hemen taşınabilirim değil mi?

Şaşkınlıktan sadece başımı sallayabildim ve kadın gitti. Ertesi gün yine aynı saatte geldi evi görmeye gittik. Köşkün tadilata ihtiyacı vardı ancak kadın zaman kaybetmeden aynı gün taşınmak istediğini söyledi. Direnç göstermenin anlamsız olduğunu anlayacak kadar yakından tanıyormuş gibi hissettim ve hiçbir karşıt görüş belirtmedim. Kontratı imzaladık. Ben uzakta olan köşk sahipleri adına vekaleten süreci ilerletmiştim. Sadece bir oda kullanılabilir haldeydi gerisi için ustalar yönlendirebileceğimi belirttim ama istemedi. Yüksek bir komisyona kiraladığım kocaman köşkten kadını bir başına bırakarak ayrıldım. Gerçekten de hatırı sayılır bir komisyon almıştım, aynı zamanda uzun süredir kiralanamayan bir evi kiralamıştım, belalı bir ev sahibinden kurtulmuştum. Her şey fazla mükemmeldi ama içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Aklıma bizim şair Recep’in bana hep kurmuş olduğun cümle gelmişti

Fazla kaygılısın Sadi! Biraz dışında kal zaten dışında kalman gerekenlerin. Haricen huzursuz olman dahilen yorulmandan yeğdir.” derdi.

Şairdi işte severdi böyle alengirli cümleleri. Neyse. Eve giderken kasaba uğradım. Böyle güzel bir iş yaptıktan sonra kendime ödül olsun diye güzel bir sofra kurar sonrasında bir kadeh viski ile o günün efendisi gibi hissederdim kendimi. Yıllardır değişmeyen alışkanlıklarından biri de buydu işte. Fakat o gün içimde tuhaf bir his vardı. Bir türlü o zevkten dört köşe olma haline geçiş yapamıyordum. Kadını düşünüyordum.

“Ne yapacak şimdi orda kadın tek başına? Ya akşam evsizler her zaman olduğu gibi oraya gelirse? Işıkların açık olması bir şeyi değiştirir mi? Hem tüm ışıklar da açılmıyor ki. Yok bu böyle olmayacak. Yürü Sadi yürü burnunu her şeye sokan Sadi! Ah Sadi ah..”

Köşkün kapısına geldiğimde geri gitmeyi düşündüm ama işte içim bir türlü el vermiyordu. En kötü ihtimalle paparayı yerim diye geçirdim içimden. Gittiğimde kadın bahçede sallanan bir sandalyede oturuyordu. Soğuk insanın içine işleyecek kadar keskindi ama kadın bana mısın demeden duruyordu.

– Merhaba…

İrkilmemişti bile çok garip. Yani insan biraz olsun ürker!

– Bir şey mi oldu?

– Sizi merak ettim de

– Ne yazık ki iyiyim! Peri filan yok anlayacağınız. Yani gidebilirsiniz, vicdanınız rahat olsun. 

– Anlamadım?

Elinde bir adet çerçeve vardı. Öylesine sıkı sıkıya tutuyordu ki gözümün çerçeveye takılmış olması onu rahatsız etti.

– Şey içeri mi geçsek. Yani siz geçin akşam vakti serin olur… Hem burası bir süre önce sahipsiz bir evdi, belki akışkanlık olarak gelen evsizler olur.

– Kimse gelmez buraya benden başka yani. Yine yanıldım!

– Sizi anlamakta güçlük çekiyorum. İsterseniz içerde konuşalım.

Tek kelime etmeden elindeki çerçeveyi benim göremeyeceğim bir şekilde sıkı sıkıya tutarak içeri girdi. Ben de peşi sıra gittim ama burada ne yaptığıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu. İçeride kullanılabilir tek bir oda vardı diğerleri tadilata girecekti. O nedenle oraya geçtik ama enteresan bir şekilde evi tamamen temizlenmiş ve eşyaların düzenli bir şekilde yerleştirilmiş olduğunu gördüm, çok şaşırdım. Odaların ise kapıları kapalıydı. Kadın şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki oturmamı işaret etti. Çerçeveyi ters çevirmiş bir şekilde arkasında duran yemek masasının çekmecesine koyup karşımdaki kanepeye oturdu. Derin bir nefes aldı. Ceketimin cebindeki sigarayı işaret ederek bir tane istedi. Tüm bunları sadece el kol hareketleri ile yapıyor iletişimi bu şekilde kuruyordu. Sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini uzakta bir noktaya dikti.

– İnsanı hayatta en mutsuz eden şey nedir bilir misiniz? Bu sorunun birçok cevabı vardır insanlarda. Şimdi bunları örnek olarak bile vermeyeceğim ya da sormayacağım sizin cevabınızı. Aslında bence tek bir cevabı var; umudun kaybedilmesi! Böyle bir anda yaşarken öldüğünü fark edersin. Ben fark edeli yedi sene oldu. Şimdi bir çerçevede arıyorum.

Gözü bir az az önce çerçeveyi sakladığı çekmeceye kaydı. Sonra devam etti.

– Şimdi diyeceksiniz ki tüm bunlar ne demek oluyor. Az önce bahsettiğim ümitsizlik bir kayıp ile girdi hayatıma. Bir son başka bir sonu doğurdu. Bugün burada bu sözüm ona perili köşkte iki yabancı olarak yani bu kadın ne saçmalıyor diye düşünmenize sebebiyet veren yerde olmamızın tek nedeni bu aslında. Ya da bir sürü başkaca nedeni de olabilir. Ne önemi var. Bu lanet olası yerde peri filan yok! Bu lanet olası dünyada ümit edecek tek bir şey yok! Ruhlarla iletişime geçmeye çalışacak kadar çaresiz bir insan olarak burada benimle iletişime geçecek tek bir canlı bile yok. Ya da cansız mı demeliydim… Yani anlayacağınız bana kiraladığınız ev amacıma hizmet etmedi. Var mı daha böylesi?

Kadının deli mi yoksa sevdiğini kaybeden biri olarak mutsuz mu olduğunu düşünmeden duramıyordum. Ama sanırım artık bu noktada benim de bir şeyler söylemem gerekiyordu.

– Kaybınız için çok üzgünüm. Siz sevdiğiniz birini kaybettiğiniz için ona ulaşma yöntemi olarak mı seçtiniz bu evi? Bunu mu anlamalıyım ama bu…

– Çok saçma mı diyeceksiniz? Asıl saçma olan ne biliyor musunuz? Bu evin gerçekten de perili olmaması çok saçma!

– Şöyle yapalım yarın ben size başka güzel ferah bir ev bulayım. Hem ev sahibine de daha parayı göndermedim. Son anda vazgeçtiğinizi söylersek kimse şaşırmaz eminim.

Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Önce ne dediğini anlamamıştım.

 “Kimi zaman şuna inanıyorum birlikte yaşayamayacağız, boyun eğip yaşama, rahatça uzanıvereceğiz yan yana, birlikte ölmek için ama ne olursa senin yanında olacak. “

Gözü yine uzakta bir noktaya dalmıştı.

“Bu elle tutulamayan, bu korkunç aşkın sorumluluğunu bütün acılarıyla yüklenen biri olacağım yerde, sözgelişi odandaki, o her zaman seni görebilen, güzelliğini seyredebilen mutlu bir ayna, bir dolap olsam ne iyi olurdu. Gün boyunca izlerdim seni, koltukta oturuşunu, mektup yazışını, kalem tutan o güzel elini, dalıp giden yüzünü, uykuya dalışını… “

– Kafka

Ben Kafka der demez gözünde perili evi duyduğundaki yaşam belirtisinin aynı belirdi.

– Bilir misiniz?

– Çok severim.

Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Gözlerini tavana dikti. Sonra arkasındaki çekmeyece baktı. Dudaklarını okuduğum kadarıyla “Teşekkür ederim” dedi.

-Kayıplar hepimiz için. Birini bu dünyadan ayrıldığı için kaybetmek veyahut yollarınız ayrıldığı için kaybetmek insanlar arasında hep kıyasa konudur. Ama biliyor musunuz ben ikisinin de aynı olduğuna inanırım. Çünkü aslında insan kimi severse kendi için sever. Çok sevmek kendi ile alakalıdır. Yani kaybınız ne olursa olsun acı ve ızdırap verici fakat buradaki öznenin kendiniz olduğunu unutarak yedi senenizi geçirmişsiniz daha fazlasını kendinize reva görmeyin. Teklifimi yineliyorum size yaşam kalitenizi arttıracak bir ev bulalım.

Kadın yerinden kalktı hoşnut bir tavırla mutfağa doğru yöneldi.

– Ben içecek bir şeyler alacağım ister misiniz?

Kendimden beklemediğim bir hızla adeta hipnotize edilmişçesine “Tabi” dedim. Yüzüne belirgin bir aydınlık yayıldı. Omuzundaki hırkasını yere düşürdü. Neler oluyordu burada be! Yanlış anlamış olabilir miydi beni… Ah Sadi ah.

Kadın gider gitmez buradan kaçmayı düşündüm ama merakım beni yemek masasının çekmecesine götürdü. Normalde kimsenin özelini nokta kadar merak eden biri değilimdir. Ama o çerçeveyi ölesiye merak ediyordum. Çekmeceyi açtım ve ters çevrilmiş çerçeveyi elime aldım. Ön yüzünü çevirdiğimde ise olduğum yerde ayaklarıma beton dökülmüşçesine çakıldım.

Bu bir aynaydı…

Merve Demirok