İnsanoğlunun ilk evi mağaralardı diye düşünürsek; o zamanlar düşmanları: yarasalar, zehirli akrepler, kendine yeni yuva arayan ayılar ve kurtlardı büyük ihtimalle. Zamanla bu korkutucu canlılar yerlerini insanoğlunun engellenemez hayal gücü ile korkutucu ve görünmeyen varlıklara bıraktı. Periler, cinler, hortlaklar, hayaletler. Aslında insanoğlunun en korkması gereken kendi türdeşi değil miydi? Peki baba korkusu, terk edilme korkusu, ölüm korkusu… Korku ile yaşıyor, diğer dünya inancı ile de bilinmeze doğru birçoğumuz korkarak ölüyoruz. Herkesin kendine göre ömrü boyunca yazdığı bir hikâyesi var. Ben de size kendi hikâyemden bahsedeyim.
Onunla tanıştıktan birkaç ay sonra birlikte yaşamaya başlamıştık. Her şey başlangıçta çok güzeldi. Amerikan filmlerinden fırlamış özgür bir çift gibiydik. Geziyor, yiyor, içiyor ve her fırsatta sevişiyorduk. O, bu evde yaşamıyorken de geceleri uykumdan uyanır ve evden bazı geceler gelen tuhaf sesleri dinlerdim. Ahşap parkeler, belki de ısı değişikliğinden çatırtılı sesler çıkartırlardı durduk yere. Televizyonu kapattıktan bir süre sonra sanki deprem oluyor da sarsılıyormuş gibi tuhaf çıtırtı sesleri gelirdi içinden. Şu gözümüzün merceğinde olan lekelerden -ki onun adını daha sonra öğrendim- tıpta ona “miyodizopsi” deniyormuş, onlar gözümde hareket eder ve ben televizyona bakarken ya da kitap okurken; onların hareketlerinden sanki koridordan biri geçiyor, üstüme biri yürüyor gibi gelirdi bazen. Çocukken de biz evden çıkıp gezmeye falan gittiğimizde evdeki eşyaların arkamızdan canlanıp hareket ettiklerini, yer değiştirdiklerini ve kendi aralarından konuştuklarını düşünürdüm. Yıllar sonra animasyonunu yaptılar: “Toy Story” Herkes keyifle, eğlenerek izlerken; ben en ürkütücü çocukluk kabusumu dehşet içinde bir korku filmi gibi izlemiştim. Tıpkı savaştan dönmüş bir askerin, savaş filmlerini sadece bir film olarak görmeyeceği gibi.
Onunla yaşamaya başladıktan sonra başlarda sesler kayboldu sanki. Çünkü eve yeni bir ses yeni bir nefes gelmişti. Ben de o uyurken; uyanık olduğumda onu izler, onun nefesini dinlerdim. Diğer sesler tabii ki kaybolmamıştı, sadece artık ikinci plana atılmışlardı ve benim dikkatim sadece onun üzerindeydi. Zamanla her şey geçiyor. O heyecan da geçti ve evimin içinde yaşayan sesler geri döndüler. Sallanan bir perde ses çıkarır mı? Hayal gücünüz yeterince güçlüyse bir ejderha gibi bir ses bile çıkarır. Yaşımdan dolayı gözlerim bozulmaya başlamıştı ama lanet olası kulaklarım tıpkı bir bebeğin kulakları gibi hâlâ ilk günkü kadar hassastılar. Rüzgârın uğultusu, evin önündeki ağaca konan baykuşun sesi, sabahın erken saatinde cama konan kumruların sesi… her şeyi duyuyordum. Bunun bir tık ötesi bu dünyadan olmayan varlıkların sesini duymaktı herhalde.
Bir gece onu da tedirgin edebileceğimi bile bile sordum:
“Benim duyduğum tuhaf sesleri sen de duyuyor musun?” diye.
“Ev perili mi demek istiyorsun?” dedikten sonra gülmeye başladı.
“Kelime şakası mı yapıyorsun?” dedim. Hoşuma gitmediğini anladığı için biraz bozuldu. Ben de bozuldum. O kadar hassas birisi olduğunu bilmiyordum. O arkasını döndü, ben tavana çaktım gözlerimi. Bir süre sonra uyku perisi aldı götürdü onu yanımdan. Onun nefes ritmini dinlerken hipnoz edilen bir denek gibi ben de uykuya daldım. Başta demiştim ya bazılarının en büyük korkularından biri de terk edilme korkusu olabilir diye. Sabah uyandığımda yanımda yoktu. İşte O da o gecenin sabahı beni bırakıp gitti.
Ne tesadüf ki benim gibi sıkıntılı bir adamın sevgilisi olarak; ismi “Peri” idi.
Peri’li evim artık Peri’siz!
Ve siz!..
Yalnızlık ne kadar korkutucu bir duygudur bilir misiniz?
- Peri Meselesi - 1 Şubat 2024
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.