Öykü

Adam

Son bir yıldır, babamın köyündeki bahçesini, haftada bir ziyaret etmek rutinlerimiz arasına girmişti. Önceleri tek başına gitmekte iken yaşından dolayı erkek kardeşim ve ben ona eşlik etmeye başlamıştık.

Yaşadığımız şehrin merkezinden çıkıp bahçemize gitmek için geçirdiğimiz kırk dakikalık sürede, sohbetlerimizin konusu eskilere ve babamın çocukluğuna ait oluyordu. Babam; anlattıklarına dikkat kesilmemizden duyduğu memnuniyetle, yaşadığı olaylara biraz da abartma tozu kattığı için ortaya ilginç sohbetler çıkıyordu. En çok da, defineciler ve bulduklarıyla ilgili rivayetler ilgimizi çekiyordu. Bizler de fırsattan istifade; köyümüze ve eskilere dair merak ettiğimiz ne varsa soruyor, adeta köklerimize sarılıyorduk.

Bahçeye giden yolun; iki yamacında sıralanan kayalıklı tepeler, insan eliyle oyulmuş gibi görünen ilginç şekillerle doluydu. Yaşadıkları zamanın izlerini taşıyan garip görüntüleri, insanı farklı boyutlara götürüyordu. Çocukluğumdan beri dinlediklerimin etkisiyle olacak ki bu kadim kayalıkların yanından her geçişimde “Kim bilir kimler yaşadı buralarda acaba?” diye düşünmekten kendimi alamazdım. Kayalıkların etrafındaki çalıların arasından; kendi zamanlarına ait siluetlerin çıkıp gelmesini, onlara giden yollara döşenmiş, ışıltılı taşları bulmanın hayalini kurardım hep. Keşke onlar bana geçmişi, bende onlara bugünü anlatabilseydim.

Yine böyle düşüncelere daldığım bir yolculuğumuzda; kardeşim, düşüncelerimi okumuş bakışıyla:

– Arkadaşım, bu kayalıkların civarında bir yer tarif etti. Oraya mutlaka gidip bakmamamı söylüyor.

– Öyle mi? Kim bu arkadaşın? Hem neden gidip kendisi bakmıyor da sana söylüyor? Kendine amele mi arıyormuş?

Sorularımı; tebessüm ederek, kaçamak cümlelerle geçiştirdi. Ama benden cesaretlendirilmeyi bekleyen bir atak beklediği de belliydi. Kardeşimin de en az benim kadar maceracı olduğunu biliyordum. Galiba bu bize abartma tozlu babamızdan geçmişti. Bu güzel bahar gününde, dere tepe dolaşmanın kimseye bir zararı olmayacağını düşündüğüm için:

-Tamam, gidelim o zaman. Şu gizemli arkadaşının müneccimliği ne kadar doğruymuş bir görelim bakalım. Bir şey bulamasak bile sayesinde spor yapmış oluruz, dedim.

Bahçeye ulaştığımızda ilk işimiz, orada bir düzen tutturup, kahvaltı yapmak oluyor sonra da günlük işlere koyuluyorduk. Bugün kardeşimle kendimize daha eğlenceli bir iş bulmuştuk. Bir şey bulabileceğimizden değildi, sırf macera olsun diye. Babamı bahçede bırakıp, insanlık için küçük, kendimiz için büyük bir keşifte bulunmak için yola koyulduk. Kardeşim, tarife en yakın yer olduğunu düşündüğü yere götürdü beni. Kendisi de pek emin görünmüyordu. Ya biz onun tarif ettiği yeri bulamamıştık, ya da bizim müneccim arkadaş yanılmıştı. Hayaller Paris, gerçekler bahçe, kürkçü dükkânımıza geri döndük.

Babamın; alay gazabından kurtulamadık tabi, akşama kadar perişan etti bizi:

-Hani hazine sandığınız, altınlar nerede? Babanızdan mı kıskanıyorsunuz altınlarınızı?

-Olsa dükkân senin baba. Oğlunun münecciminde iş yokmuş, diyerek işi dalgaya aldık.

Gün, biraz burukta olsa sportif bir gezi ve eğlenceli sohbetlerle çabuk geçmişti. Dönüş yoluna koyulduğumuz da temiz havanın verdiği tatlı bir rehavetle koltuklarımıza gömülmüştük. Babamla kardeşim önde koyu bir sohbete dalmışlardı. Benim yorgun bakışlarım ise her zamanki gibi kayalıkların etrafında kadim akrabalarını arıyordu.

Şaşkınlıkla kayanın tepesine baktım. Gördüğüme kendim bile inanmakta zorlanıyordum. Bir adam, çalılıkların arasından çıktı ve bana bakıyordu. Kayanın tepesi ile yoldaki arabanın mesafesine rağmen sanki göz göze gelmiştik. Benim, kendisini gördüğümün farkındaydı. Önce, köyden biri veya sürüsünü arayan bir çoban olduğunu geçirdim aklımdan. Sonra, tepeden tırnağa siyahlar giymiş, komutan edasındaki, iri ve güçlü yapılı bu tuhaf adamın bu zamana ait olmadığını söylüyordu hislerim. Birkaç saniyelik şaşkınlığımın ardından; ilerleyen arabanın arka camından ona bakmaya devam ediyor, bir taraftan da “Kayanın tepesinden biri bakıyor.” Diyordum. Sohbetin koyuluğundan beni duymadılar bile. O, sadece bana görünmek istiyormuş gibi geldiği çalılıkların arasından ardına bakarak yavaşça kayboldu. Kardeşimle babama:

-Yukarıda, kayanın tepesinden bir adam baktı. Çok tuhaftı, desem de ciddiye almamışlardı beni.

Onlarda, köyden biri olabileceği tahmininde bulundular. Belki de öyleydi. Belki de ben farklı görmeyi çok istediğim için bana öyle gelmişti. Gördüklerimi unutmam zor olsa da farklı konulardan konuşarak yolu bitirdik. Kardeşim önce babamı, sonra da beni evime bırakarak evinin yolunu tuttu. Bir dahaki yolculuğa kadar herkes günlük rutininde boğulacaktı.

Günün yorgunluğuna rağmen beğendiğim programı izlemekten gece yarısına doğru yatağa ancak girebilmiştim. Çok geçmeden de uyuya kalmışım. Gözümü, piramitlerin içi olduğunu tahmin ettiğim bir odada açtım. Duvarlardaki hiyeroglif yazılarını ve resimlerini fark edebiliyordum. Karşımda güler yüzlü, bilindik beyaz kıyafetli bir Mısır rahibi ya da bir din adamı vardı. Yan tarafımızda ise ondan daha kıdemli olduğunu hissettiğim ama göremediğim biri daha vardı. O, gündüz kayanın tepesinde gördüğüm adamdı. Karşımdaki rahip, tüm sevecenliği ile sordu:

-Gerçekten bilmek istiyor musun?

Korkudan titreyen sesimle:

-Evet, dedim.

Rahip:

-Bunun için eline dokunmam lazım, dedi.

Benden müsaade istiyordu. Korku ve heyecanla elimi uzattım. Elime dokunduğu anda vücuduma akan enerji beynimde patladı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Her şey kap karanlıktı. Bakışlarından; beynimin aydınlanmadığını, bilgi aktarımının gerçekleştirilemediğini anlayabiliyordum. Rahip, ne yapmaları gerektiğini soran bakışlarla yanındakine baktı. Belli ki bunun için yeterli ve cesur olmadığımı düşünüyorlardı. Onları hayal kırıklığına uğratmıştım. Tercihleri, beni öylece kendi halime bırakmak olmuştu. Korkuyla uyandım. Kafamın içindeki basıncı hâlâ hissedebiliyordum. Rüyamın etkisiyle tekrar uyuyabilmem bir hayli zaman almıştı.

Aradan bir hafta geçmiş, bir sonraki bahçe yolculuğumuz başlamıştı. Heyecanla rüyamı anlatıyor, ne kadar gerçek gibi yaşadığımdan bahsediyordum. Babam:

-Bir zamanlar bana da bir yer tarif ettiler, ben gidip bakmadım. İnsanın hayatında böyle şeyler bir defalık oluyor, dedi.

Kardeşim:

-Arkadaşım, o yerin başka tarafta olduğunu söyledi. Biz yanlış yere bakmışız. Bahçeye gitmeden önce oraya bakıp öyle geçelim, dedi.

Köyümüze giden yola sapıp, dağın yamacındaki yol boyunca tırmanıp, bir kenarda arabayı durdurdu. Yoldan aşağıya kayıp, çalılıkların arasından bir kayanın tepesine indik. Biri kayanın tepesinde, diğeri kayanın yan tarafında ve biraz aşağıda iki kazılmış oyuk vardı. Etrafları insan eliyle düzeltilmiş gibi muntazam oyuklardı. Kaya mezarı oldukları aşikârdı. Çalıları aralayıp ileri gittiğimde ise tüylerim diken diken olmuştu. Bir hafta önce siyahlı adamın baktığı kayanın tepesinden şimdi ben bakıyordum yola. Kardeşime:

-Adamın baktığı kaya burasıydı. Rüyamda da iki kişilerdi. Bunlar onlardı, dedim.

Gördüğüm rüyanın gerçek olduğunu anlamıştım. Onlar, kendilerini bulmamı istemişler ama ben yeterli cesareti gösterememiştim. İçimde, pişmanlığın oyduğu koca bir boşluk oluşmuştu.

Aynı günün akşamı; sanal para reklamında, Amerikalı ünlü aktör gözümün içine bakarak “Talih cesurlardan yanadır” diyordu. O ana kadar fark etmediğim bu söz, kaçırılmış bir fırsatın subliminal mesajını veriyordu adeta.

Kafamda deli sorular uçuşuyordu. Benimle nasıl bağlantı kurabilmişlerdi?

Michelangelo’nun “Adem’in Yaratılışı” konulu duvar resminin görüntüsü geldi aklıma. İki farklı boyut arasındaki alışveriş, birbirlerine değmeye çalışan parmak uçarıyla anlatılmıştı. Dünyada en çok replikası yapılan bu resim, benim için artık farkı bir anlam taşıyordu. Bunu tecrübe etmiştim. Belli ki Michelangelo da bunu yaşamıştı. Ve kapıyı açacak anahtarı gözümüzün önüne koymuştu.

Selma Uluçay

Uzun yıllar yaptığı eğitimcilik ve yöneticiliklerden sonra, hayallerinin peşinden koşmak için emekli oldu. Bir süre yağlı boya resimler yapıp karma sergilere katıldı. Bir taraftan da en büyük hayali olan yazı aşkının peşinden koştu. İyi bir koşucu olabilmek için yolunun üstüne çıkan kısa eğitimlere katılıp, bol bol okudu. Hâlâ çabalamaya devam ediyor.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for SJack SJack says:

    Temaya uygun meraklandırıcı bir öykü olmuş. Her ne kadar olaylar sonuçlanmamış olsa da gizem unsuru okuyanı düşündürmeye itiyor.

    Yalnız ‘de’ ve ‘da’ eklerinin kullanımında bir sorun var. Dikkate almanız gereken bir şey. Kaleminize sağlık.

  2. Avatar for Pardus Pardus says:

    Sanki daha fazla derinleştirilmesi gerekiyormuş gibi geldi bana. Bir anda bitti gibi. Ancak yine de kötü değildi. :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

1 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for SellucayFamily Avatar for SJack Avatar for Pardus