“Neydi o geçmişten gelen ve şimdilerde özlemi duyulan destansı masallar.. Neredeydi o eski kahramanlar. Kılıcını kuşanmış, okunu hazırlamış, mızrağını bilemiş, baltasını parlatmış savaşa çıkan cengaverler. Savaşın onur ile yapıldığı zamanlar.. Sadece bir masal..”
Nihat, oğlu Ahmet’e masal okuyacaktı sözde. Fakat arada bir yaptığı farklı konuşmalardan birisinin moduna girmişti yine. Gözleri sanki oda duvarının ardını görüyormuş gibi uzaklara bakıyordu. Oğlu ise bu duruma alışık olduğundan fazla bir şey diyemiyordu. Aslında bu tür konuşmalar hoşuna bile gidiyordu. O eskilerden söz eden ve içinde özellikle doğa üstü olayların geçtiği hikayelere bayılıyordu.
6 yaşındaydı. Bir sene sonra okula başlayacaktı fakat ailesi, daha doğrusu babası her akşam kendisine hikaye anlatmaya devam ediyordu. Etrafta bulunan birkaç arkadaşının bu duruma gülmesi ise kendisini hiç mi hiç utandırmıyordu. Babasının ona hikaye okumuyor anlatıyordu çünkü. Uzun bir süredir –dört yaşına girdiğinden itibaren- o çocuksu masalları okumayı bırakmış, kendisinin sanki yaşamış olduğu hikayeleri anlatıyordu. Kılıçlı, oklu, mızraklı.. Özellikle bu tür hikayelerin büyülü olanlarına bayılıyordu.
İşin garibi televizyonda büyülü bir çok dizi veya film dönmekte olmasına rağmen hiç biri ilgisini çekmiyordu. Oldukça saçma buluyordu bunları. Daha kitap okuyamadığından, bu tür hikayelerin konu aldığı kitapları okuduğu zaman beğeneceğini mi yoksa televizyondaki dizi ve filmler gibi saçma mı bulacağını bilmiyordu. Fakat babası anlattığı zaman sanki yaşıyormuş gibi oluyordu. Gözlerini kapatıyor, kendisini babasının o eşsiz söylemine bırakıyordu.
İşte bu tür hikayelerin arasında bazı günler babası uzaklara gider, kendi kendine Ahmet’in bir türlü anlayamadığı ya da anlam veremediği cümleler mırıldanırdı. Daha sonra kafasını sallar “Yalnızca masal,” deyip gülerek oğlunun yanağına bir öpücük kondurur ve sessizce lambayı kapatıp kendi odasının yolunu tutardı. Bu günde pek farklı olmadı, babası yine oğlunun yanağına bir öpücük kondurdu ve yavaş bir şekilde üzerindeki battaniyeyi düzeltip çıkmak için hareketlendi. Işığı söndürecekti ki arkasından oğlunun sesini duydu.
“Baba.”
“Efendim oğlum?”
“Sence bu anlattığın hikayelerin gerçeklik payı var mıdır? Yani belki de çok eskiden insanların daha özel yetenekleri vardı belki de özel bir şeyler biliyorlardı. Belki de silah olarak top, tüfek, uçak, atom boması falan kullanmaya başladıklarında bu tür yetenekler unutuldu. Ne dersin baba belki de hala vardır?”
Babası oğluna gülümsedi. “Altı yaşındaki bir çocuk için çok fazla ‘belki de’ lafı kullandın ve çok fazla şey biliyorsun. Fakat olamaz diye bir şey yok oğlum. Hiçbir şey imkansız değildir, değil mi?” Elini ilginç şekilde sallayıp Ahmet’in o çok sevdiği şaşı gözleri yaptı ve kafasını iki yana salladı. “Bu pek de büyü yapan birisinin hareketlerine benzemedi sanki?”
Ahmet güldü. “Hayır, sanırım benzemedi.”
“Geç oldu oğlum. Uyuma vakti. Haydi iyi geceler,” Oğluna göz kırparak lambanın ışığını kapadı ve odadan çıktı. Oğlu ise yatakta yana dönüp kendi sorduğu sorunun cevabını düşünerek gözlerini kapattı. Kısa bir süre sonra da sessiz ve mutlu bir uykuya daldı..
* * *
Nihat odasına gittikten kısa bir süre sonra uyumaya hazırlandı. Karısı Nihal, dört yıl önce balkonlarında otururken bir maganda kurşunu ile hayatını kaybetmişti. Aslında eşinin ölümü ile kendisinin de hayatı bitebilirdi. O anda yaşamasının tek nedeni oğluydu. Oğlu için hayata tutunmuş ve yaşama devam etmişi. Nihal’e olan sevgisi hiçbir zaman eskimemiş ve başka biriyle evlenme düşüncesini hem ailesi hem de arkadaşlarının zorlamasına rağmen aklından dahi geçirmemişti. O karısını çok sevmişti, hala da seviyordu ve ona asla ihanet edemezdi.
Ses çıkarmadan üstünü değiştirdi ve yatağına yollandı. Fazla televizyon izlemeyi sevmediğinden, bilgisayara iş yerinde bütün gün baktığından dolayı evde kullanmama kararı aldığından ve evde de yapacak bir işi olmadığından uyumanın en iyi yol olduğuna karar vermişti. Oğlunun yatırdıktan sonra kendisi de yatıyordu.
Battaniyeyi üzerine çekti ve oğlu gibi yana döndü. Anlamadığı bir ağırlık çökmüştü üzerine. Uyumadan hemen önce kulağına oğlunun az önce söylemiş olduğu bir cümle geldi aklına; “Ne dersin baba belki de hala vardır?” Bu cümleye Ha ha. Çocuk işte. diyebilmeyi çok isterdi. Fakat gerçek şu ki kendisi de buna inanıyordu. Belki de gerçekten vardı. Buna inanmasının nedeni ise rüyasında gördüklerinden kaynaklanıyordu.
Rüyasına gördükleri ise oğluna anlattığı masallardı. Oğlu sorduğunda bunları kitaptan okuduğunu söylemişti. Ama hayır. Gerçek olan tüm bunları rüyasında gördüğüydü. Rüyasında büyücüler, savaşçılar, krallar, çarpışmalar görüyordu. Daha da önemlisi kendisi de bu çarpışmaların içerisinde oluyor, büyücülerle konuşuyor, büyüler yapıyor ve o televizyonda izlediği, kitaplarda okuduğu her türlü olağanüstü olayları yaşıyordu. İlginç olansa, rüyaları her zaman hatırlıyordu. Her gün bu türden rüyalar görüyordu. Bu rüyalar oğlu dört yaşına girmeden hemen önce başlamıştı. Bir süre sonra gördüğü bu rüyaları oğluna hikaye olarak anlatmaya başlamış ve durmadan devam etmişti.
Ayrıca bu durumdan kimsenin haberi yoktu. Kimseye bahsetmemişti. İlk başlarda bir psikiyatra gitmeyi düşünmüş daha sonra da rüyaların kendisine zararı olmadığını ve herhangi bir şekilde bu durumdan bahsetmezse kimseyi de endişelendirmeyeceği kararına varmıştı. İşte yine o önceden yaşadığı ağırlık ile uyumaya başladı..
Rüyadaydı. Rüyada olduğunun farkındaydı. Etrafında tanımadığı insanlar vardı. Herkesin üzerinde mavi renginde kapüşonlu pelerinler vardı, biraz sonra kendisinin üzerinde de aynı türden pelerin olduğu fark etti. Uzun ve dar bir koridordan yürüyorlardı. Kendisi bilmiyordu fakat oradaki insanların tam ortasında yürüyordu. Sonunda oldukça ferah ve beyaz renkteki bir odaya girdiler. Etrafta düzgün bir daire oluşturacak şekilde dizilmiş sandalyeler vardı. Herkes seri biçimde sandalyelere oturdu ve sessizce, kafaları eğik olarak beklemeye başladı.
Nihat’ta kendisine bir sandalye kaptı ve oturdu. Şimdi herkes sandalyelerine oturmuş sessiz şekilde beklemeye başlamıştı. Sadece bir sandalye boştaydı ve Nihat şu anda o sandalyenin sahibini beklediklerini farketti. Yine de sessizlik can sıkıcıydı. İlk defa böyle bir rüya görüyordu. Genellikle savaş ya da onun gibi bir şey olurdu. Şimdi bir grup pelerinli adamla birlikte bir sandalyede oturmuş sessizce beklemekteydi.
Kısa süre sonra kırmızı pelerinli kapüşonunu takmamış bir adam girdi içeri. Oldukça yaşlıydı, saçları fildişi kadar beyaz, yüzü Nihat’ın sayamadığı kadar çiziklerle doluydu. Adam buram buram tarih kokuyor diye düşündü. Her şeye rağmen sanki otuzlarında biriymiş gibi çevik bir şekilde hareket ediyordu. Hızlı adımlarla geldi ve sandalyesine oturdu. Etrafındaki insanlara göz atmaya başladı, Nihat’e uzun bir süre baktı ki Nihat’in yüzü kızarıncaya kadar. Daha sonra da konuşmaya başladı.
“Evet yoldaşlar. Buraya niye toplandığımızın bilincindesiniz. Bin yılın ardından ay batıdan kırmızı şekilde doğdu. Beklediğimiz gün geldi. Karnaval başlasın!”
Nihat sadece şaşkın şakın bakıyordu. Adam neyden bahsediyordu böyle. Ne karnavalı ne beklenen günü? Ağzını açıp soru sormak istedi fakat yapamadı. Adamın gözlerinin yine kendisinde olduğunu fark edip başını eğdi. Biraz sonra yine adamın sesi duyulmaya başladı.
“Görünen o ki Yüce’ler tarafından onurlandırılmamız şeref kılındı. Artık tekrardan gerçekçiliğin dünyasına adım atma vakti geldi. Bunun için tek yapmamız gereken karnavala başlangıç için gerçeklik dünyasındaki büyüyü hazır hale getirmek. İşte bunun içinde sana ihtiyacımız var Nektilas.” Kafası Nihat’e döndü. Etrafına baktı, herkes kendisine bakıyordu, şaşırmıştı. Yandan biri kapüşonunu çıkardı ve soluk yüzü ortaya çıktı. Siyah gözleri doğrudan Nihat’e dönüktü.
“Senden bahsediyor Nihat.” dedi.
“Be-benden mi? Ama neden? Benim adımı söylemedi ve ayrıca neden bahsedildiğini bilmiyorum bile!”
“Dinle beni Nektilas.” dedi yaşlı adam. Tüm kafalar yine ona döndü. “Büyü ile hayal dünyasına sıkışmış olan bizlerin gerçekçilik dünyasına dönmesini sağlayabilecek kişi dolaylı yoldan sensin. Bizlere bak Nektilas. Gördüğün diğer rüyaları hatırla ve yüzlerimizi anımsa.”
Nihat yüzlere baktı teker teker. Evet anımsıyordu. Hem de gayet net bir şekilde. Bazılarını kaç kez gördüğü ama bununla hiçbir zaman ilgilenmediği geldi o an aklına. Evet bu yüzler zihnindeydi. Yüzlerden bir tanesi yaşlı adamdan sonra ekledi.
“Daha doğrusu oğluna.”
“Oğluma mı? Oğlumla ne ilgisi var? O daha çocuk, ne diyorsunuz siz?” Oğlunun bahsi geçince birden endişelenmişti. Rüyada olduğunun bilincinde olmasına rağmen aslında bu rüyanın oldukça gerçek olduğuna dair bir gerçeklikte vardı zihninde..
Yaşlı adam tekrar konuştu. “Çünkü Nektilas gerçekçilik dünyasının üzerinde büyü gücü bulunan olan tek kişi senin oğlun! Eğer o yapmazsa kimse yapamaz.”
Nihat iyice şaşkına döndü. Bir anda çok fazla şeyi idrak etmenin verdiği bir şaşkınlıktı belki de bu. Bu adamlar, geçmişten gelen bir büyüyle hayaller aleminde sıkışmış kaldıklarını söylüyor ve gerçek dünyaya dönebilmelerini sağlayacak tek kişinin kendi oğlu olduğunu söylüyordu. Çok ilginç bir rüyaydı. Fakat eğer böyle bir şey varsa ve olacaksa daha fazla bilgi almalıydı.
“Şimdi bana hepinizin gerçek insanlar olduğunu ve yıllar önce büyü tarafından insanların rüya gördükleri bu yere mi gönderildiğini söylüyorsunuz?”
Kimse bir şey demedi. Sadece yaşlı adam sessizce kafasını salladı.
“Peki ama neden? Kimler ne için size böyle bir şey yapsın?”
“Uzun yıllar önce Nektilas, büyünün var olduğu ve dünyanın sınırlarının bilinmediği yıllarda tüm insanlık onurlu bir şekilde yaşam sürmekteydi. Mutlu bir şekilde yaşam sürmekteydi. Hatta o kadar uzun sürdü ki bu ortam, bir süre sonra savaş sözcüğü manasını yitirdi, unutuldu. Krallıklarda savaş eğitimi verilmemeye başlandı. Artık hiçbir yerde muhafız yoktu. Herkes gününü gün ediyor, eğlenceler güncelerce sürüyordu. Ve karnavallar. Her yerde neredeyse her gün karnavallar yapılıyordu. İnsaların kılıç kullanmasının belki de görülebileceği tek yerdi karnavallar. Sadece insanları eğlendirme amaçlı yapılan sevgi dolu çarpışmalar.
İşte gördüğün bizler o karnavallarda insanları eğlendiren kişilerdik. Kılıç kullanmamızın tek nedeni karnavallarda insanları eğlendirmekti. Hepimiz dünyanın ayrı köşelerinde bu işi yağan kişilerdik.
Bir süre sonra sayıları az olan büyücüler dünyayı ele geçirmek ve kendilerinin hakim olacağı bir evren yaratmak için toplandılar. Artık muhafızlar yoktu, korumalar yoktu. Zahmete girmeden kolay bir şekilde parmaklarında oynatabilirlerdi dünyayı. Fakat büyücüler sinsilerdi. Her türlü tedbiri almışlardı ve işlerini bozacak hiçbir şeyin kalmamsı gerekliydi. Ve o zaman bizleri fark ettiler. Yapacakları şeyden önce bizleri ortadan kaldırmaya karar verdiler. Tek tek tüm karnavallara giderek hepimizi gördüğün bu hayal alemine gönderdiler. Ve sırf dünyayı ele geçirdiklerini bizlere gösterebilmek için gerçekçilik dünyasını görebilme yetisi verdiler.
Ve böylece her birimiz bu hayal aleminde kısılı kaldık. Elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece izledik. Dünyayı nasıl ele geçirdiklerini, kendilerinden olmayan herkese hayvan gibi davrandıklarını..
Fakat iyi büyücülerde vardı. Saklanmış olan iyi büyücüler. Gördükleri bu manzara karşısında Yüce’lere baş vurdular. Ve böylece Yüce’ler tüm büyücüleri lanetledi. Dünyadaki tüm barışı yok ettikleri, yine muhafızların olduğu yine endişenin kol gezdiği bir dünya yarattıkları için tüm büyücüleri lanetlediler ve ellerinden büyü güçlerini aldılar. Bundan sonra tüm dünyada her nesle sadece bir büyücü bahşettiler.
Fakat bizler hala bu alemde kısılıydık. Gerçek dünya ile bağlantımız sadece onu görebilmemizdi. Elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Burada hiç birimiz yaşlanmıyor, hiç birimiz acıkmıyor, hastalanmıyorduk. Uykumuz gelmiyordu. Sadece hayalden ibarettik..”
Nihat iyice şaşkına dönmüştü. Yüz mimikleri artık duyduğu bu şaşkınlığı ifade etmek için yetersiz kalmıştı. Ne diyeceğini bilemiyor sadece olayda mantık arıyordu. Ama mantık falan yoktu. Bu yaşlı adamın dediklerinin hiç birinde mantık yoktu. Fakat söyleyeceği birkaç şey vardı.
“Bu dediklerin gerçek olsa bile sen karnavallarda gösteri yapabilecek bir adama benzemiyorsun. Yani yaşlanmamız duruyor dediğine göre dünyada olduğun zamanlar demek ki bu haldeydin? Ayrıca buradan çıkabilmenin yolunu nasıl buldunuz ve bunun oğlumla ne alakası var?”
Yaşlı adam gördüğünden beri ilk defa güldü. “Bende bir büyücüydüm Nektilas. Evet büyü gücüm vardı. Fakat büyü yapmaktan hoşlanmazdım. Bunun yerine farklı bir iş seçtim. Ve işte bu yüzden buradayım. Sanırım büyü gücüm olduğundan yaşlanma belirtilerinin aynısı vücuduma etki etti. Çevikliğimden bir şey kaybetmememe rağmen sanki bin yaşında gibi görünüyorum.
Buradan nasıl çıkacağımızı ise Yüce’lerden birisi bizzat kendisini göstererek söyledi. ‘Gerçek dünyada batıda kızıl ay doğduğunda dünyada bulunan büyücü sizleri geri getirecek. Bunun kim olduğunu ve nasıl getireceğinizi ise anlayacaksınız.’ demişti. Ve dediğinde haklı çıktı. Oğlun büyü güçlerine sahip. Bu inkar edilemez. Fakat çocuk çok küçük. Bunu ona sen anlatacak ve sen yardım edeceksin.”
“Peki o zaman. Eğer zararsız bir şey ise size yardım edeceğim. Bu gördüğüm rüya ise zaten bir şey olmayacak. Ama bu kadar doğaüstü olayı kendi beynim üretemez. Bu yüzden gerçek olduğuna inanıyorum. Ne yapmam gerekiyor?” Daha fazla üstelemedi. Bu tür şaşırma veya benzer eylemleri okuduğu bir çok kitap ve izlediği bir çok filmde görmüştü. İnanmamak zaman kaybıydı.
“Uyandığın zaman oğlunu etrafı üç tane denizle çevrilmiş olan ülkenin ortasında bulunan Ana Kara’sında başlayacak olan karnavala götürmen gerekiyor. Oğluna bu gördüklerinin hepsini anlat. Kalpten inanması lazım. Sonrası zaten kendiliğinden olacak.”
“Hiçbir şey anlamadım. Nereye götürmem gerekiyor ne karnavalı?”
Biraz önce kendisine Nihat diyen ve kapüşonunu çıkaran adam konuşmaya başladı.
“Morfus’a aldırma. Bu şekilde konuşmayı çok sever. Demek istediği etrafı üç denizle çevrili olan yer şu anki adıyla Türkiye. Yani senin yaşadığın ülke. Ortasında bulunan Ana Kara dediği yer ise Ankara adındaki şehir. Karnaval derken yapılacak olan müzik festivalinden bahsediyor. Kalktığın zaman anlayacaksın zaten. Araştır. Eğer festival yoksa demek ki gerçektende oldukça sıra dışı bir rüya görmüşsündür.” Güldü. Hatta etrafında bulunan birkaç kişiden de gülüşme sesi geldi.
Nihat bu dediklerini aklına not etti. Zaten unutacağını da zannetmiyordu.
“Peki o zaman. Kalktığımda neler olacağını çok merak ediyorum.”
“O zaman fazla merak etmemeni sağlayalım.” dedi yaşlı adam. “Kalkma zamanı.”
O anda Nihat fırlayarak uyandı. Gün doğmuştu. Saatine baktı. Altı buçuk. Gördükleri hala aklındaydı. Hemen yataktan çıktı ve bilgisayarın başına geçti. İnternete girdi ve Ankara’da gerçekten herhangi bir etkinlik olup olduğuna bakmaya başladı. Kısa süre sonra gözleri fal taşı gibi açıldı. Doğruydu! Bir müzik festivali vardı. Bir süre o şekilde kaldı. O kadar şeyden sonra bile kendisinin itiraf edemediği kısmı bu duruma kahkahalar atarak gülüyordu. Sadece saçma bir rüya diyordu. Ama hayır, atıp tutacak kadar da saçma olamazdı. Online olarak bir bilet aldı ve giyinmek için yerinden kalktı. Bu gün uzun olacağa benziyordu.
***
Oğluyla birlikte Ankara’daydılar. Oğlunu kaldırmış gördüklerini anlatmış ve her şeyi söylemişti. Oğlu kendisinden beklemediği bir şekilde karşılamıştı durumu. Daha sonra da bulduğu ilk uçakla İstanbul’dan Ankara’ya uçmuşlardı.
Saatine baktı. İki buçuğu gösteriyordu. Programa göre yarım saat sonra başlayacaktı festival. Fakat onlar şimdiden içeri girmiş ve önden bir yer kapmışlardı. Heyecanlıydı. Ne olacağını merak ediyordu. Oğlunun ne hissettiğini merak ediyordu.
Ahmet ise babasının dediklerinden sonra başka bir aleme dalmıştı sanki. İnanamıyordu buna, büyü gücüne sahipti! Sadece elini sallayarak istediği şeyi yapabilirdi. Mükemmel bir duyguydu. Öğrendikten sonra evde babasına fark ettirmeden birkaç denemede bulunmuş fakat hiçbir şey olmamıştı. Bir ara babasının, gördüğü rüyayı çok ciddiye almış olabileceğini düşündü. Fakat bu düşünceyi hemen savdı, babasına güveniyordu. Eğer bunlara o inanıyorsa kendisi de inanıyordu..
Yarım saat sonra festival başladı. Etraf dolmuştu. Gelenlerin çoğunluğu gençti. Sahnede son birkaç deneme yapılıyordu. Ve sonra sunumu yapmak üzere bir kız geldi sahneye. Mikrofonu ağzına götürdü. Ve iki kelimeden oluşan bir cümle söyledi.
“KARNAVAL’A HOŞGELDİNİZ!”
Bu cümleyi söyledikten sonra kendisi dahi herkes dondu. Nihat ve oğlu Ahmet dışında kimse, ama kimse kıpırdamıyordu. Etrafta derin bir sessizlik oluşmuştu. Nihat’in az önce estiğini düşündüğü rüzgar bile durmuştu sanki.
Bir süre öylece beklediler. Etrafa bakarken oğlunu unuttuğunu fark etti. Yan tarafına baktı, oğlunun orada olmadığını gördü. Birden midesinin takla attığını hissetti. Panik içinde etrafına bakarken çocuğunu gördü. Sahnedeydi.
Ahmet, sahneye çıkmış ve genç kızın elindeki mikrofonu almıştı. Gözleri her zamanki gibi değildi. Aldığı mikrofonu sol eliyle okşadı ve mikrofonun şekli değişti. Nihat’in yakut sandığı kristalimsi bir görüntüye büründü. Daha sonra Ahmet mikrofona doğru konuşmaya ve boşta kalan sol elini değişik bir tarzda sallamaya başladı. Az önce durmuş olan rüzgar uğuldamaya ve tekrar esmeye başladı. Daha sonra şimşekler çaktı. Fakat ses yoktu. Ne ses, ne yağmur. Sadece şimşek ve rüzgar. Gün ışığı da azalmış sanki akşam olmaya yüz tutmuştu. Oysa yazın ortalarıydı. Bir süre sonra şimşekler gittikçe çoğalmış ve Nihat gözlerinin bozulmaması için kollarıyla siper etmek zorunda kalmıştı.
Sonunda büyük bir gürültü duydu. Rüyasında gördüğü adamlar tamamen gerçek bir biçimde oğullarının yanındaydılar! İnanılmazdı. Rüyasında gördüğü aynı pelerinler ile kendileri de şaşkın şaşkın etrafa bakıyorlardı. O görüntü içinde sahnede kaçıklara benziyorlardı. Oğlu da kendisine gelmiş olacak ki etrafındaki adamlara bakıyordu. Artık her biri kapüşonunu çıkartmıştı. Morfus adındaki yaşlı adam uzun bir soluk çekti. “Gerçek dünyadayız.”
Çocuğa döndü ve oldukça içten bir şekilde sarıldı. “Teşekkürler evlat, sen ve baban olmasaydı başaramazdık. Olayı anlayışla karşılaman çok iyi oldu.”
Nihat’la konuşan diğer adam Morfus’un konuşmasını kesti. “Sana o rüyaları babasına göstermemizi ve böylece oğluna anlatacağını bu sayede bu güne hazırlayacağını söylememiş miydim?” dedi.
“Biliyorum Legan. Sana bu yüzden güvenip içimde kalmış olan son büyü gücümle bu işlemi gerçekleştirdim.”
Nihat’sa ne diyeceğini bilemez bir şekilde bakıyordu hala. Oğlu babasına el salladı. “Baba, baba. Başardım gördün mü? Büyü yaptım!”
“Gördüm oğlum, harikaydın.” Gülümsedi.
“Sana çok teşekkür etmek istiyorum,” dedi Morfus Nihat’a. “Kilit kişi sendin, sen olma-….”
Nihat birden uyandı. Ter içindeydi. Hala yatağında uyuyordu. Bir süre zihnini toplamak için yatağında kaldı. Neydi şimdi bu? Gördüğü her şey rüya mıydı? Saatine baktı. Altı buçuk. Birileri, güçleri olan birisi kendisiyle dalga geçiyordu galiba.
Kafasını iki yana salladı. “Saçmalık.”
Oğlunu kaldırıp kahvaltılarını yaptıktan sonra bakıcının gelmesini bekledi. Bakıcı gelince işe gitmek üzere arabasına bindi. Arabasını görünce sabahki yaşadığı ve rüya dediği olaylar aklından uçtu gitti. Bu yeni arabasını alalı daha bir hafta olmamıştı. Üstüne titriyordu. Kapıyı açarak bindi ve işe doğru giden yola sürdü. Hayat gayet normaldi.
İki sokak gitmemişti ki arabası kötü bir homurtu ile stop etti. Nihat kontağı açıp tekrar gaz vererek sürmeye çalıştı ama olmadı. “Ne oldu şimdi!” diye isyan ederek arabadan indi. Ön kaputu açıp içine baktı. Araba motorundan anlamazdı ama herhangi bir koku gelmiyordu yahut duman yoktu. Normal gözüküyordu. Kapatıp tekrar çalıştırmayı denedi, olmadı. O anda arkasından bir ses geldi.
“Yardımcı olabilir miyim?”
Arkasını döndü. İşte o an belki de düşüp bayılabilirdi şaşkınlıktan. O rüyasındaki, daha doğrusu rüyalarındaki Morfus tam karşısında duruyordu. Sadece belinden biraz daha çökmüş görünüyordu ve elbisesi normaldi fakat onlar haricinde sesi dahil her şeyi aynıydı.
“Mo-Morfus! Sen ne arıyorsun burada?”
“Pardon bayım? Benim adım Musa. Sanırım birisiyle karıştırdınız.” Adam da şaşırmış şekilde baktı.
“Özür dilerim, sanırım sizi biriyle karıştırdım.” Durumu bir an önce toparlamazsa adı zırdeliyle çıkabilirdi. Konuyu değiştirmek ve bunun hakkında düşünmemek için konuşmaya başladı. “Arabam. Arabam bozuldu. Neden bilmiyorum. Üstelik daha yeni almıştım.”
“İsterseniz bir bakayım. Siz direksiyona geçin. Bende nesi var nesi yok kontrol edeyim. Arabalardan biraz anlarım.”
Nihat direksiyona geçti. Adam kaputun oraya gitti fakat kaldırmadı. Sadece iki kez hafif bir şekilde vurdu ve cama yaklaştı. Nihat camı açtı ve adam konuşmaya başladı.
“Bu arabanın bir şeyi yok bayım, sanırım sadece naz yapıyor.”
Nihat tam da “Ama şimdi denedim olmuyor.” diyecekti ki araba bozulduğu anki homurtuyla çalışmaya başladı. Üstelik kontağa dokunmamıştı bile. Anahtar yerinde sallanıyordu.
Yaşlı adama baktı. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. “Beyefendi, beyefendi durun bakar mısınız.”
Adam döndü ve Nihat’a “Merak etmeyin herhangi bir sorun yok. Arabanız normal.” dedi ve tekrar döndü. Tam dönerken başını arkaya çevirerek Nihat’a baktı ve göz kırptı.
Daha az önce “Hayat gayet normaldi.” diye düşünmüştü. Fakat şimdi ise bilinmeyenlerin olduğu bir dünyada yaşadığına kesin olarak inanmaya başlamıştı. Dünyada sırların olduğuna ve bu sırların birinin de kendisinde bulunduğuna düşünerek gülümsedi. Oğlu belki de tüm dünyanın sahip olmak için her şeyini verebileceği bir güce sahipti. Buna kesin olarak inanıyordu. Az önce bunun gerçek olduğunu anlamıştı.
Geleceğin ne olacağı belirsizdi. Ama rüyalarının artık normal bir şekilde olacağını söyleyebilirdi. Karısı ve oğlunu düşünerek gaza bastı ve yoluna devam etti.
***
Yaşlı adam sessiz bir şekilde yürüyordu. Gerçek dünyaya dönen tüm arkadaşlar bir süreliğine ayrılmışlar ve daha sonra tekrar buluşmak üzere karar almışlardı. Morfus’ta İstanbul’a gelmişti. Hayal aleminde olduğu yıllar boyunca içinde kimseye belli etmediği bir kin oluşmuştu. Hiçbir şey yapmadığı halde dünya onu cezalandırmıştı. Yüce’ler onca yıl boyunca kendilerine yardım etmemişlerdi. Ama hayır. Artık özgürdü. Ve kimsenin bilmediği bir şey daha vardı. Büyü gücü. Evet. Büyüsü hala kendisindeydi. Hem de yenilenmiş bir şekilde duruyordu. Yüce’ler tüm büyü güçlerini toplarken kendisini es geçmişlerdi anlaşılan. Fakat bundan kimseye bahsetmemişti.
Gelecek onun için oldukça iyi geçecekti. Yakın zamanda dünya değişecekti. Dünyayı değiştirecek kişi kendisi olacaktı. Ve o bunu yaparken karşısında kimse olmayacaktı.
Morfus bunları düşünürken kendisinin de es geçmiş olduğu diğer büyü gücüne sahip olan Ahmet ise bakıcısının izniyle yatağına tekrar geri gitmiş mışıl mışıl uyumaktaydı. Belki de gelecekte nelerin olacağını tahmin ettiğinden şimdiden uyku depolamanın iyi bir fikir olduğuna karar vermişti…
Merhabalar.
Yine Mecikıl, yine güzel bir öykü. 😛 Hiçbir yerinden son dakika golüne benzemiyor açıkçası. Sadece geçen ayki gibi işi yine rüyalara getirdiğin için, birazcık yadırgadım. O da öyküye kaptırınca geçiştirilebilen bir duyguydu.
Bunun dışında hikayenin içindeki hikaye, yani karnavaldakilerin hayal boyutuna hapsedilmesini pek sevdim. Normal hikayenin kurgusu birazcık sıradandı. Ve en azından baba-oğul Ankara’ya gittiklerinde, bir engel ile karşılaşmalıydılar bence. Hop diye bitirdiler işi. Bu da kısıtlı zamandan dolayı olsa gerek.
Yine başarılı ve keyifli bir öykü sunmuşsun bizlere, kalemine sağlık. 🙂
Hakan abi gene yaptın yapacağını güzel öyküydü gerçi 3 tarafı denizle çevrili diyipte marmarayı atladın ama belkide o türkiyeyi çevrelemiyo diye düşündün o da olabilir.Bu arada sen çoğunlukla türkiyeyi ele alıyon be abim biraz farklı ülkeleri gezdiğin yerleri hayali mekanlarıda kullanırsan önünde kimse duramaz!!!
Bu şimdiye kadar okuduğum en iyi öykündü, kuşkusuz. Yanlış anlama, diğer öykülerini de sevmiştim ama bunu ayrı bir beğendim.
Kurgu, karakterler, adamın rüyasından iki kez uyanması, Nihat – Nihal isim oyunu ve bunun gibi bir sürü şey çok hoşuma gitti. Asıl güzellik de ayrıntılarda gizlidir. Ellerine sağlık…
Hepinize yorumlarınız için ayrı ayrı teşekkürler.
Darly senin dediğin rüya olayı sanırım iki ay “Yazık.. Çok Yazık…” adlı öykümdeki rüya olayından bahsediyorsun. Ama ne yapayım, orada farklı bir tasvirle gelemezdim karşınıza. Olayın daha fazla ilginç yanları var aslında…
İlginç yanları ise bu da bir ihtimal “Devam eden hikayeler!” listeme katılacak. Ucunu özellikle gözle görülebilir şekilde açık bırakmamın nedeni bu. Günümüz dünyasında eski zamanlardan gelen birileri ile şu andaki savaşın fantazisel yönünü merak ediyorum sadece nasıl olabilir. Ama burada mı devam ederim yoksa farklı şekilde mi yayınlarım bilmiyorum. 🙂
Biraz aceleye geldi maalesef. Daha da özenebilirdim aslında ama yazdığım vakit oldu bittiye getirmeseydim yetişemeyecekti. Bunu yetiştirebildiğime bile inanamıyorum. Bir kaç kez yarım bırakıyordum…
Tekrar teşekkürler.