NOT : Yabancı kelimeler yazıldığı gibi okunmaktadır .
Ulu bilge Tsukua : “Bazı insanlar mum alevi gibidir , sessizce yanarlar, sessizce düşünürler , düşündükçe korkarlar, korktukça yavaş yavaş erir tükenirler. Lakin korku , korkusuzca yaşamak isteyenlere cesaret kamçısıdır, cesarete giden yol korkudan geçer, korkunun üzerine gitmekten geçer,” der.
Ancak Gotsna halkı korkularını yalnızca korkuluğa anlatırlardı. Korkuluğun onların korkularını alıp , korkusuzluğu onlara bahşedeceğini düşündüklerinden hiçbir zaman korkularının üzerine gitmeyi tercih etmemişlerdi. Bilmedikleri bir şey vardı, sıradan bir korkuluğu kendilerine dost edinmemişlerdi . Korkuluk onların korkularıyla besleniyor, her korkuda giderek güçleniyor , hayat bulup o insanların korkularını ayyuka çıkarmayı içten içe planlıyordu.
Yalnız onun hayatı tek bir şeyin, birinin , bedeninde vuku bulacaktı. Seçilmiş kadın Uperna’ da !
1. BÖLÜM
Keia ve Uperna Gotsna kentinde yaşıyorlardı. Keia’nın eşi amaçsız bir savaşta vahşice katledilmişti. Aradan 18 sene geçmiş , Uperna büyümüş , güzelleşmişti. Gotsna’daki halkın Uperna’ya hayran olmasını sağlayan , babasının ona öğrettiği tek şey korkusuzluk, cesaretti. O , orta boylu , pembe tenli , vücut kıvrımları bir yılanınki kadar keskin , gözleri ceylanınkiler kadar iri ve gök mavisi, dudaklarına alev düşmüş ,kumral ve Oneman ormanı kadar sık saçlara sahip olan, ezber bozan ,bakanın yüreğini bin bir parçaya ayıran güzel bir kızdı.
Babasının ölümünden sonra evdeki eşyaları takas ederek geçinmeye bir lokma yemek bulmaya çalışıyorlardı. Öyle ki artık açlık kapıyı tırmalıyordu , evde takas edecek bir tas bile kalmamıştı. Keia buna bir çare bulmaya çalışıyordu . O iyi bir okçuydu , kimse onun önüne geçemezdi bir o kadar da güzel , beyaz tenli , kumral saçlı , zümrüt gözlü bir kadındı. Kocasının ölümünden sonra yüzünün güzelliği kocasının cesedine karışmış , onunla kalmıştı. Yapabileceği tek bir şey kalmıştı : Oneman ormanına gidip avlanmak.
Gotsna halkının söylediğine göre Oneman ormanı vahşi , daha önce görülmemiş, ölümcül yaratıklar tarafından istila edilmiş , oraya giden bir daha dönmemişti. Keia Uperna’yı yanına aldı , oklarını kontrol etti , tüm ihtimali düşünerek Oneman ormanına gitti. Orman olağandan daha ölümcül bir sessizlik içindeydi, rüzgarın dalları usul usul sallayışından başka ses yoktu, ara sıra sis bastırıyor görüş mesafesi 0’a kadar iniyordu. Keia tek bir iz bir ses duyabilmek için avını arayan bir kaplan gibi kulak kesilmiş ormanın sessizliğini dinliyordu . Uperna annesinin güneşten rengi solmuş bordo kadife, önü gümüş sırma işlemeli eskimiş entarisine sıkı sıkı tutunuyordu. Birden sessizlik bir kuzgunun kulak zarını delip geçen haykırırcasına ötüşüyle yırtıldı . Keia hissedebiliyordu büyük bir yaratığın ona doğru temkinli ve ısrarcı adımlarla yaklaştığını. Soluğu hızlanmaya başlıyor , kalbinin doludizgin atışını kulaklarında duyabiliyor ve tüm bedeninde hissedebiliyordu. Uperna’yı arkasına çekti ve beklemeye başladı. Adımlar sıklaşıyordu , o dev yaratığın silueti sisler arasında görünmeye başlamıştı. Keia sessizce kızının kulağına eğildi , yaratık saldırıya geçince onu oyalayacağını , Uperna’nın da babasının kendi elleriyle dövdüğü kılıcıyla yaratığın bacağını diz kapağından kırması gerektiğini söyledi. Böylelikle yaratığın ayağa kalkıp tekrar saldırmasını engelleyeceklerdi. Birden yaratığın delici , öfkeli bakışları , hırıltılı sesi , mavi salyaları akan o sivri dişli ağızıyla karşı karşıya geldi. Tüm hırsıyla okları fırlatıyordu, sanki bütün korkularını , nefretini okların ucuna biriktirmişti . Uperna planladıkları gibi yaratığın bacağına saldırmak için yaklaşmaya çalışıyor ancak hayvanın hızlı hareketinden dolayı başaramıyordu. Keia’nın okları gibi korkusu da tükenmişti ve artık sonun ona yaklaştığını , korkularının tamamen tükenmesinin bu vahşi yaratığın dişlerinin arasında olduğunu anlamıştı, tek endişesi Uperna’nın hayatta kalabilmesiydi. Yaratık Keia’yı pençeleri arasına almış , etine amansızca saplamaya , parçalamaya başlamıştı . Keia’nın her çığlığında Uperna dehşete düşüyor, ne yapacağını bilmiyordu . Nutku tutulmuş,kulağında hissettiği basınç beynini patlatacakmış gibi hissediyordu.
Ve Keia can havliyle anaç benliğini kustu , bağırdı :
– UPERNA ! Hayattan da ölümden de asla korkma ! Güç senin içinde , damarlarında , baban ve ben hep seninle olacağız ! Durma Uperna ! Kuzeye Koş ! Ardına bakma !
Uperna’nın haykırışı tüm ormanı kaplamıştı , annesinin yaratığın pençeleri arasında liğme liğme oluşunu , ruhsuz bir cesetten arta kalan hiçbir şeyin olmayacağını gördü , koşmaya başladı, gözlerindeki yaş , cam kırıkları gibi batıyor , akıyordu gözlerinden. Annesinin çaresizce sefalet yüzünden can vermesi onun haykırışlarını alevlendiriyordu.
Onun için bu, hayatında yeni bir çağın başlangıcıydı!
2. BÖLÜM
Uperna evine dönmüştü , kapıyı açtı , içeri baktı , artık burada bir ailesi yoktu , canı sıkıldığında uğraşacağı annesi , ona öğütler veren babası artık yoktu , şimdi daha çok hissetti yalnız olduğunu hayatın oyun kuralı bu olmalıydı … Yalnızlık ömür boyu ! Adımını usulca içeri attı karşısında ninesinin – daha Uperna 5-6 yaşlarındayken ölmüştü – hikayeler anlattığı şöminenin önüne doğru yürüdü . Şöminenin tam önündeki bir tahtanın üzerine bastığında gıcırdama duydu , daha önce bunu fark etmemişti, eğildi , tahtaya yumruğuyla sertçe vurdu , altı boştu . Etrafına bakındı , sökecek bir şeyler aradı , bir bıçak buldu . Tahtayı çıkarmaya çalıştı . Kaldırdığında içinden bir kutu çıktı , yere fırlattı kutuyu , açıldı ve köstekli saat içinden yuvarlandı. Şaşırmıştı , saat oldukça değerli bir şeydi . Eğer bunu daha önce bulmuş olsaydı annesi ölmeyecekti , kızdı kendine , nasıl fark etmemişti bu zamana kadar . Babası belki de bilerek saklamıştı buraya .. İnceledi saati biraz, köstekli saatin zincirinin takılı olduğu yerdeki düğmeye bastı . Kapağın arkasında “Seçilmiş Kadın Uperna’ya” yazıyordu . Bu ne demekti ? Seçilmiş de ne anlama geliyordu ? Annesi hiç bundan bahsetmemişti . Saati boynuna astı . Belki başka bir şeyler bulurum diyerek Uperna tüm yerdeki tahtaları söktü.. duvarın dibinde bir delik fark etti , tahtaların altında kaldığı için hiç görmemişti. Elini içine soktu ve bir parşömen parçası çıkardı . Kendisine yazılmıştı bu annesinin yazısıydı , şömineye bir iki odun atarak odayı aydınlattı ve okumaya koyuldu :
Sevgili Kızım Uperna ,
Bu mektubu bulduğun üzere ben artık hayatta değilim , sana anlatacaklarımdan dolayı beni affet . Böyle olması gerekti , sana bahsedemezdim , ancak şimdi tek başınasın ve kendini korumalısın kızım . Sen küçükken baban Kozinava Savaşı’na katılmıştı, savaşın nedeni korkak Gotsna halkının batıl inançlarıydı . Seninle hiç gitmedik ancak Framus tepesinde bir korkuluk var , ve Gotsna tüm korkularını o korkuluğa anlatır. Savaştan 1 sene önce evimize bir keşiş uğramıştı , adı Tsukua. Babana ve bana Framus tepesindeki korkuluğun basit bir korkuluktan ibaret olmadığını , Ovuma cadısının onu lanetlediği bir şövalye olduğunu söyledi. Onun yok edilmesi gerektiğini izah etti,hayat bulduğunda kentin korkularını yüzüne vuracağını , herkesin aklını oynatacağını , artık Gotsna’nın ölü bir kent olacağını söyledi . Baban ve ben buna inandık birkaç kişiye anlattık , Gotsna inanlar ve inanmayanlar olarak ikiye ayrıldı . Ve bu aptalca savaşta çok can verildi . Baban da bunlardan biriydi . O hep inandığı uğrunda savaştı , körü körüne bir puta , korkuluğa , tapmadı . Şövalyenin , yani korkuluğun hayat bulmasına ramak kaldı kızım. Onun tek ihtiyacı bir beden ve senin bedenin ! Doğduğunda Ovuma cadısı seni mühürlemiş , herkesi susturmuş , sağ omzundaki ovum mühürünün sebebi bu kızım gördüğümde deliye dönmüştüm ne yapacağımı şaşırmıştım . Seni bu zamana kadar hep korumaya çalıştık . Bizi bu kentten sürmek istediler,karşı çıktık, direndik . Ama artık yanında biz yokuz. Kendinden kimseye bahsetmemeni , Gotsna’dan uzaklaşmanı istiyorum , sana yardım edecek birini biliyorum , bu zamanı beklemiştir hep ,saatçi Şaman, bulduğun köstekli saati yapan o . O da baban gibi inananlardı , onun yanına git , babana sözü var,ona babandan bahset . O ne yapacağını bilir. Kendinden asla ödün verme , korkusuz ol ! Korkularının üzerine git ..
Ruh,ölüm ve yaşam arasında ince çizgidir , korktuktan sonra ölüden farkın kalmaz , çizgiyi kaybedersin. Dikkatli ol !
Seni Çok Seven Annen Keia …
Uperna tüm bu olanlara bir anlam veremedi, evden çıkarak Saatçi Şaman’ı aramaya koyuldu . Gotsna pek de büyük sayılmazdı buldu onu . Yaşlı bir adamdı, hala saatlerle uğraşıyordu , nesilden nesile saatler vardı odasında. Ona olanları anlattı –ne yapacağımı bilmiyorum ! – dedi. Şaman Uperna’yı sakinleştirdi : Yarın,sabahın ilk ışıklarıyla buradan ayrılacağız , senin üzerindeki laneti yok etmemiz lazım , bunu ancak o kaçık keşiş Tsukua bilir . dedi . Uperna : Onu tanıdığını bilmiyordum , diyerek nereden bildiğini bilme arzusuyla gözlerini ona dikti. Saatçi Şaman eskiden arkadaş olduklarını , ama Tsukua’nın kendi kaderini tek başına insanlardan uzakta yaşamak istediğini söyleyerek ortadan kaybolduğunu söyledi. Ve uykuya daldılar.
Sabah oluyordu , güneş yüzünü göstermeye başlamıştı . Saatçi Şaman yanına birkaç ot aldı. Biraz azık hazırladı , bıçak , kılıç derken takımını hazırlayıp Uperna’nın önüne attı . Uperna dehşetle uyandı , ne olduğunu anlamadan Şaman’ın yüzüne baktı . Şaman : Bu yaşlı halimle bunları ben taşıyacak değilim ya ! dedi . Uperna’nın boynuna astığı saati boynundan çekti , bu bende kalsa daha iyi olur , dedi. Uperna ağır çantayı yüklendi ve Şaman’la beraber yola koyuldular. Uzun bir yürüyüşten sonra gece Ay yüzünü gösterdiğinde Flora kentine geldiler , orada bir hana vardılar . Hancı onlara yatacak bir yer hazırladı . Bu arada Şaman ona birkaç soru soruyordu , Tsukua’dan bahsettiğini de duydu Uperna. Herhalde onun yerini öğrenmeye çalışıyordu. Uyudular , sabah kalkıp yemek yediler , Uperna’nın üstü başı bertaraf olmuştu . Çıkıp ona bir iki parça kıyafet aldılar . Birer at alıp yola devam ettiler , bu sayede Uperna çantayı taşımaktan kurtulmuştu.
Uperna bu uzun seyahatten sıkılmıştı . Şaman hiç konuşmuyor , arada bir attan inip birkaç ot yoluyor , birkaç hayvandan zehir damıtıyor ,omzundaki küçük çantaya tıkıştırıyordu . Ona adının nereden geldiğini sordu . Sana neden şaman diyorlar ? dedi . Şamanlar eskiden bir tür hekimmiş , ama ruh hekimi , üstelik öyle elden ele geçmez ,sonradan olunmazmış , insanlar doğuştan şaman olurlarmış , soyunun uzak doğudan geldiğini söylüyor Şaman , ailesi oradan göç etmiş , babası da şamanmış . Aslında bir lakap değilmiş . Ama Gotsna’dakiler ona inanmamış , bu yüzden saatçiliğe başlamış , acemi eşyalarla eski saatleri tamir etmeye çalışırmış. Bu muhabbetten sonra Kuverna dağına geldiler , büyük bir ormanlık alan . Uperna korkmuştu . Annesinin o hali gözünün önüne gelmişti. Şaman bu ormana gireceklerini söyledi . Tsukua bu ormanın derinliklerindeki bir şelalenin ardındaki mağarada yaşıyormuş . Gerçekten insanlardan uzak kafa dinleyecek bir yer , bu kaçık keşiş içini biliyor diye düşündü Uperna. Korkarak ormana daldılar , garip sesler eşliğinde ormanda ilerlemeye başladılar . sanki fısıldaşan toy kız sesleri geliyordu , öyle yumuşaktı ki sesler , neredeyse uyuyacaktı . Atın üzerinde uyuya kaldı Uperna . Gözünü yeni kapatmıştı ki Şaman’nın haykırışına uyandı . Kanatlı Akafire onu bir o yana bir bu yana savuruyordu . Uperna attan indi ve elindeki kılıçla bağırmaya başladı : Hey buradayım ! Aşağı bak seni aptal kuş , bırak o ihtiyarı ! Şaman : İhtiyar mı ? diye yineledi. Her neyse Saatçi Şaman şimdi derdimiz bu değil, birazdan o kuşun küçük lokması olacaksın ! dedi .
Şaman belindeki bıçağı Akafire’nin ayağına sapladı , hayvan çığlıkla fırlatıverdi Şamanı . Sırtüstü düştü . Uperna Şaman’ın yanına koştu , Akafire üstlerinde dolanıyor , yaklaştıkça Uperna kılıcı sallıyordu . Şaman çantasından bir beze sarılmış ot çıkardı , bezin ucunu yaktı , Uperna’dan otu Akafire’nin ağzına atmasını söyledi . Uperna otu aldı ve kuşun ona tekrar yaklaşmasını bekledi . Kuş yine ağzını açmış öterek Uperna’ya saldırırken , Uperna elindeki otu fırlattı , kuş haykırarak göğe yükseldi ve yanmaya başladı , tüm küller Uperna’nın üzerine savrulmuştu. Bu maceradan sonra yola devam ettiler ve sonunda şelaleye vardılar. Hiç bu kadar büyük bir şelale görmemişti, çok görkemli ve huzur vericiydi . Şelalenin ardına geçtiler . Tsukua’yı Şaman çağırdı :
– Hey seni kaçık keşiş ! Nerdesin ? Çık ortaya!
-Burdayım seni bunak ! Hala aynı sesin , aynı zihnin , bana kaçık demekten vazgeç !
-Her neyse seni kaçık , çözmemiz gereken bir lanet var , bana yardım etmen gerek .
Tsukua mağaranın derinliklerinden ortaya çıktı . Uperna’yı baştan ayağa bir süzdü , Ateşin başına oturttu . Eline bir parşömen aldı , bir kap getirdi , Saatçi Şaman üzerine bir tül örtü örttü . Daha sonra Uperna’ya uzanmasını, gözlerini kapatmasını söyledi. Sağ bileğine bıçakla küçük bir çizik attı Saatçi Şaman , çantasındaki otlardan çıkardı ve Tsukua’nın getirdiği kapta ezmeye başladı , bu arada Tsukua bir levha da getirdi yanında , üzerinde garip semboller vardı , ters bir üçgen ! 1’den 12’ye kadar sayı , bir kılıç resmi ve bir kurban. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu Uperna , kurban kimdi ? Kendisi mi ? Endişelenmeye başlamıştı . Lanet Ayini başladı . Tsukua bilinmeyen bir dilde dua ediyor , Şaman elindeki karışımı Uperna’nın bileğine sürüyor , birkaç dua da o ediyordu , Şaman Uperna’dan aldığı saati ona geri vermişti . Birden dualar eşliğinde ateş harlandı , Uperna bedeninin sıcaktan terlediğini hissetti , dua şiddetleniyordu , Şaman garip sesler çıkarıyordu ve Uperna’nın kalbi fırlayacak gibiydi . Şaman diz çökmüştü . Sanki dua eden o değildi artık , gözlerinin akı görünüyordu, haykırmaya başladı, ateş yeniden harlandı ve Uperna bedenindeki acıya daha fazla dayanamadı bayıldı.
Uyandığında her şey bitmişti . Başında Tsukua vardı . Gözleri Şamanı aradı , ortalarda görünmüyordu , yerinden kalkmaya çalıştı ancak hem bileği hem omzu acıyordu . Tsukua gözlerinin içine baktı :
-Şaman Ruhunu sana adadı ! dedi.
– Bu ne demek ? Nasıl bana adadı ? Neden bana adadı ??
-Bir bedenin can bulması için , başka bir bedenin can vermesi gerekir . Hayatta her şeyin bir karşılığı vardır , unutma ! Senin lanetin yaşamanı engelliyordu . Ancak işin henüz bitmedi . Korkuluk kendini güçlendirmeye devam ediyor .
Uperna şimdi anlıyordu . Şaman’ın babasına sözü olduğunu söylemişti annesi . Demek buydu . bunu bekliyordu , benim için yaşamını vermeyi . Ve o levha üzerindeki sayılar köstekli saati temsil ediyordu. . Onu rastgele bulmamıştı , lazımdı , o yaşamı temsil ediyordu aynı zamanda , kurban Şamandı , ters üçgen de dişiliğin sembolü ovum’du . Her şey tamamdı , lanet ortadan kalkmıştı , ama hala orada , Gotsna’da Framus tepesinde Uperna’yı bekleyen bir korkuluk vardı !
Bir bedenin can bulması için , bir başka bedenin can vermesi gerekir , hayatta her şeyin bir bedeli vardır.
…
Ardı gelecek…