NOT: Okuyacağınız bu hikayeyi daha iyi anlamak için bir önceki ÖZEL IRK, ÖZEL IRK 2 ve ÖZEL IRK – 3: İNDİGO bölümlerini okumanız devamlılık açısından büyük önem arz etmektedir.
Gözlerimi antrenman yapan İndigo dan ayıramıyordum ama havanın git gide karardığını fark ettim.İndigodan küçük çaplı bir silah nasıl kullanılır gösterisi izlemiştim.Diğerleri antrenmanlarını bitirmişler ve odalarına gitmişlerdi.İndigo’dan önce Leontes’i izlemiştim.Harika kılıç kullanıyordu.Kılıç kullanmaktan ziyade dans eder gibiydi.Hareketleri, kılıcı tutuşu rahat, çevik ve oldukça bilinçliydi.Normal hareketleri de aynı şekilde rahattı.Düz, dağınık kızıl saçlarının altından sol gözünü örten bandın ipleri geçiyordu.Orada ne tür bir yara vardı merak etmiştim.Dövüştüğü zaman yüzü, nasıl desem kederleniyordu sanki.Kaşları çatılıyor ve dudağı dümdüz oluyordu.Buna rağmen gözlerinde tehdit değil, farklı bir acının soluk parıltısı vardı.İndigo nun gözlerinden akan yıkım ve tehlikeyle alakası yoktu.
Gri gök yüzüne baktım.İçimde artan heyecan gittikçe daha dayanılmaz oluyordu.Huzursuzluk iyice içime işlemeye başlamıştı.Kendimi aşağı bıraktım ve sertçe yere indim.Yavaşça teşkilata doğru yürüdüm.Klaus ve Borayı sadece sabah kahvaltıda görmüştüm.Klaus sanırım ekipteki en büyüğümüzdü.Çok güzel siyah, uzun saçları vardı.Gözleri de saçları kadar koyu bir siyahtı.Eldivenlerini yemek yerken bile çıkarmıyordu.Onu savaşta izlememiştim ama ilk karşılaştığımız anda ellerinin kanadığını görmüştüm.Sanırım yaralarını saklamak için eldiven takmıştı.İki elini birden nasıl yaralamıştı acaba?
Bora tam bir manyaktı.Saçları parlak bir lacivert rengindeydi ve aynı renk gözleri delilikle parlıyordu.Her an kalkıp kavga edebilir bir havadaydı.Sinirli değildi ama içinden yaşam taşıyordu.En çok onunla konuşmuştum sanırım.Sürekli anlatıyor, gülüyor ve beni de güldürüyordu.Herkesle arası iyi gibiydi.Yirmili yaşlarda duruyordu ama hareketleri on yaşındaki bir çocuk gibiydi.İçinde azıcık bile kötü niyet olmadığına emindim.Saf bile sayılabilirdi.Boranın elinde ne bir silah görmüştüm nede savaşta izlemiştim.Ne tür bir teknik kullanıyordu merak ediyordum.
Ne zaman gidecektik belli değildi ama benim toplayacak bir eşyam yoktu.Odama gitmek yerine yemek saati geldiği için direk yemek salonuna yöneldim.Ustamı görmeye gitmeyi düşünmüştüm ama hala ona çok kızgındım.Benden bir şeyler saklamış olması çileden çıkarıyordu.Üstelik ne kadar üzüldüğümü bildiği halde saklaması..Otoritelere uygun davranmıştı.Benim önüme onları koymuştu.Abartıyorum gibi de geliyordu.Onun yerinde olsam ne yapacağımı bilemiyordum ama kırgınlık duygusu empatinin önüne geçtiğinden bunu çok da düşünmüyordum.Bayan Kagi olmasa hala kızı gerçek sanıyor olacaktım.
Bu saba onunla yaptığımız son sohbette öğrenmiştim.Sorularıma karşılık bana açıklamıştı.Teşkilat ile olan savaşımızda ölen kızın gerçek olmadığını.Gördüğüm kız, 2.seviye bir özel ırk olan Yume’nin marifetiydi. Yume, dokunduğu insanlara belirli şeyleri gösterebilen bir özel ırktı.Bana ne zaman dokunmuştu?Hissetmemiştim bile.Bayan Kagi olay sırasını da bana açıklamıştı.Ben salona girdiğimde ilk önce beni uyuşturmuşlar.Buraya kadar tamamdı. Tam etkinin geldiğini anladıklarında Yume bana dokunarak beni etkisiz hale getirmiş.Sorun bundan sonrasındaydı.Kız ile geçirdiğim tüm zaman boyunca tek yaptığım orada dikilmek olmuş. Sözleri beni en az küçük kızın vurulduğunu gördüğüm an kadar derinden etkilemişti.Hepsinin gerçek olduğuna emindim.Kan kokusu, çığlıklar, kızın yumuşak saçları..Sırf beni rahatlatmak için yalan söylediğini düşünmüştüm.Uyuyamadığımı ve suçlu hissettiğimi biliyordu.Ama iyi niyetle olsa da, yalan söylüyorsa bu o kızın anısına hakaretti.Kız benim için gerçek olmayı hak edecek kadar değerliydi.Plan ben hayal görüyorken savaşa gerek kalmadan kolay yol ile öldürülmemmiş.Tabi Yume bana üç dakika kadar bile dokunamayınca savaş kaçınılmaz olmuş.
‘’Yumenin seni neden tutamadığını anlıyorum’’ demişti bayan Kagi.’’Bir süre sonra derin kanal kanal oldu ve damarlarından geçen yeşil ışık görülmeye başladı.Yüzünü ve kollarını görebiliyorduk.Gözlerinin tamamı o parlak yeşil enerjiyle doldu.Şişen damarlarından akan ışığın sıcaklığını biz bile hissettik.Kaşların çatılmış ve çenen gerilmeye başlamıştı.Boynundaki kasların seğiriyordu.Sağ elinin parmakları kasılıp rahatlıyor ve göğüsün hızla inip kalkıyordu.Yerde ufak titremeler oldu, etrafındaki hava dalgalandı.O an herkes senden korktu.Bir an patlayacaksın sandık.Yume sana dokunduğu süre boyunca tamamen transta olman gerekirken beyninin bir kısmı uyumamıştı.Üst düzey özelliklerin beynin bir kısmı uyuşunca diğer tarafı tamamen ele geçirmiş, kontrolü kaybetmeyerek tehlike anına uygun davranmıştı.’’dedi.Fazla teknik konuştuğunu fark edince benim anlayacağım bir seviyede tekrar anlatmıştı.’’Beyninin beyni var gibi bir şey.Sanki kanın senin içinde dolaşan canlı bir varlık.Bazı durumlarda olayı ele alabiliyor.Ve sahibi tamamen uyuştuğu için kontrolsüz olarak çok ağır ortaya çıkabiliyor.Enerji o an hangi şiddetteydi bilemem ama Yume nin söylediklerine bakılırsa tenin oldukça ısınmış.’’demişti
Neden bu kadar beklediklerini anlamamıştım ama.Beni ilk anda etkisiz hale getirebilmişlerse 3 dakika çok uzun bir süre sayılırdı.Ona kafamı koparmak için üç dakikanın da yeterli olacağını söylediğimde ‘’Askerler seni öldürmek istemiyordu ki’’ dedi.’’Emir altında oldukları için mecburlardı.Otoritelerden başka ölmeni isteyen yoktu.İsteseler bile, sen o haldeyken yaklaşmaya cesaret edemezlerdi.’’demiş ve bir an duraksadıktan sonra tekrar konuşmaya başlamıştı.Sesi kendinden emin gelmiyordu.Sanki yasak bir şey söylüyor gibiydi.’’Yume ciddi şekilde yaralandı.Enerjini ilk ittiğin sırada sana çok yakın duruyordu.Kaçacak zamanı olmadı.’’demişti.
İlk başta anlamamıştım.Sonra konuyu parça parça kavramaya başladım.Gücüm uç noktalarında patlarken bana en fazla bir kol mesafesi kadar yakın duruyor olmalıydı.Nasıl ölmemişti?!Ölmesini istediğimden değil ama imkansız gibi bir şeydi.Hele ki karşımda duruyorsa değil hastanelik olmak cesedini bulamazdınız.Bayan Kagi şaşkınlığımı görünce ‘’O kaçamadı ama ben onu yer altına çekebildim.Yine de senin kadar hızlı olamadığım için yaralandı.’’dedi.İnanamamıştım.Bayan Kagi söylemese ben hayal gördüğümü anlamazdım.Kızı hatırlıyor ve onun için çok üzülüyordum.Hayal olduğunu öğrenmek, rahatlatmıştı. Omuzlarımda bir şey hafiflemiş gibi hissetmiştim.İlk defa kötü bir rüya olmasını istediğim bir şey, cidden kötü bir rüya çıkmıştı.Şimdi de aklıma Yume takılmıştı.Beni öldürmeye çalışmış olmasını göz ardı edebiliyordum.Ne şekilde mecbur kaldığını bilmediğim için ona düşman olamazdım.İstemeyerek de olsa onu yaraladığım için aklıma takılmıştı.
Yemek solunun kapısının önünde durduğumda değişik bir koku aldım.İndigo, Klaus, Leontes ve Boranın kokusunu almıştım.Anlayamamıştım.Aslında bana çok tanıdık olan bu kokuyu kimsenin üstüne konduramıyordum.Her yer kan kokuyordu.Endişeyle kapıyı açtım ve salona baktım.Herkes masalarında oturmuş ekip arkadaşlarıyla yemek yiyor ve keyifli görünüyordu.Kimsenin bir sorunu yoktu.Öylece dikildiğim için Bora beni fark etmiş ve seslenmişti
‘’Vega!Buradayız!’’.Onları zaten girdiğimde de görmüştüm.Bulmaya çalıştığım şey masamız değil kokunun kaynağıydı.Görünürde bir şey bulamayınca masaya doğru yürüdüm.Aklım hala kokuda olduğu için dikkatimi masadakilere verememiştim.Yerime oturdum ve onlara selam vermek için başımı kaldırdım.İlk önce karşımda oturan sarı saçlı kızdan, hayır kahverengi saçlı adamdan başladım.Saçlarının rengini anlamamıştım.Renkler değişiyor, saçları uzuyor ve kısalıyordu.Masadaki herkesin kalp atışlarında bir değişme olduğunu duydum.Ritimleri sürekli artıyordu.Karşımdaki adam ise sanki saatlerdir koşuyor gibiydi.Sorunun bende olduğunu düşündüm.Başım zonkluyordu ve yüzümün ısındığını hissediyordum.Boynum büküldü ve başım aşağı doğru eğildi.Sanırım hayaldeki kızı çok fazla düşündüğüm için beynim yorulmuştu.Kendime gelmek için biraz yemek yemeliydim.Birazdan düzeleceğime emindim.Tabağımda duran çorbaya baktım.Koyu kırmızı bir renkteydi ve üzerinden hala duman çıkıyordu.Kaşığımla tadına bakmak için biraz aldım ve tam ağzıma götürecekken durdum.Kaşığın içinde bir şey vardı.Ellerim titremeye başladığı için kaşıktan kayıp bacağıma düştü.Islak ve pisti.Kızın bacağıma yapışan dili gibi sıcaktı.Çığlığıma engel olamadan masadan kendimi ittirdim ama bunu tam yapamadığım için tökezleyip geri düştüm.
O anı tekrar yaşıyor gibiydim.Paranoyak bir şekilde ellerimi omuzlarıma koydum.Birinin beni tutmadığına nasıl emin olacaktım?Hayal olan bir şey için bu denli delirirken şu an gördüğüm şeyin de hayal olduğunu düşünmek beynimi acıtıyordu.Şu anda bir yerlerde dikiliyor olabilirdim!Savunmasız olduğumu düşünmek kalbimi sıkıştırıyordu.Duvarlar üstüme doğru geliyormuş gibi hissetim.Bana bakan meraklı gözler ve yardım etmek için gelen ekibime baktım.Bakıyor ama doğru düzgün göremiyordum.Odaklanıp görebildiğim tek şey hala masada oturan kahverengi saçlı adamdı.Onu kıza benzetmiştim.Sebebi çevresinde dönen enerjiydi.Yume, gözlerimin içine bakıyordu.Kız da gözlerimin içine bakıyordu.İstemsiz olarak masanın üstüne sıçardım ve Yumeyi yakasından tuttum.Sağ elimi arkada yumruk yapmıştım ve kolumu olabildiğince yukarı kaldırarak Yumenin yüzüne doğru indirdim.Neden bilmiyorum ama ona o yumruğu atacaktım.Tam burnunun ucunda elim kitlendi kaldı.Yakasından tuttuğum kişi Yume değil küçük kızdı.O kadar kötü hissediyordum ki.Bir anda bir şeyler olmuş ve çevrem sarılmıştı.Bir kaç asker silahlarını bana doğrultmuş ve diğerleri de korkuyla başka bir tarafa kaçmıştı.Lanet olsun!Anında kendimi katil durumuna sokmuştum.Askerler silahlarını iyice bana doğru nişanlarken ekibim hepsine silahlarını indirmelerini söyledi.Askerlerin yanlarına gittiler ve silahları tutarak aşağı indirdiler.Benim için, hatalı olduğum halde beni savunmuşlardı.Silahını indirmemekte kararlı bir asker çıkınca İndigo kendi silahını ona doğrulttu.Beynim acıyordu.Sanki elektrikle yüklenmiş gibi saçlarımdan birkaç tel havalandı.Savunulmayı beklemiyordum.Yumenin yakasından tutan elim titriyordu.Onu bıraktım ve masadan inerek odama gittim.Sinirlerim tamamen kopmuştu.
Odama girer girmez ağlamaya başladım.Kaslarım kilitlendiği için yüzüm ifadesiz kalıyordu ama aşağı akan yaşları hissediyordum.Yume neden oradaydı?Ben saldırgan davranmış olabilirdim ama beni sınar gibi onu neden tam karşıma oturtmuşlardı.Sanırım ekibin olan bitenden haberi yoktu.Benim de bunca zamandır haberim olmadığı gibi.Bu olay sinirlerimi iyice katladı.Walter burada olsaydı ağzıma geleni sayardım.Sırf ağzıma geleni saymak için odasına gitmek istedim ama aynı gecede iki olay beni iyice batırırdı.O pis heyecan kalbimi tamamen sardı.Ne yapacağımı bilemiyordum.Bir an önce görev için buradan gitmek istiyordum.Ama ne zaman gidecektik?Aşağıda beni savunmuşlardı.Haklıyken bile savunulmayan ben haksızken savunulmuştum.Normalde bu tür şeylerden hoşlanmam.Birilerinin ortaya çıkarıp beni kurtarmasından yada savunmasından.Ama onların yaptıkları daha farklıydı.Kalbimi ısıtmıştı.Bir an için o kadar mutlu olmuştum ki.Sanki uzun süredir ihtiyacım olan şeyi bulmuştum.Bir saniyeliğine bile sürse tam anlamıyla tamamlanmış hissetmiştim.Cama doğru yürüdüm ve ay ışığının yüzüme vurmasına izin verdim. Merdivenlerden çıkan ayak seslerini duyunca o tarafa dikkat kesildim.Klaus buraya geliyordu.Yüzümü ellerimle sildim ve biraz kendime gelmeye çalıştım.Bir dakika kadar bile geçmeden kapımı tıklattı.Camın önünden ayrılmadan ‘’Kapı açık.’’dedim.Cevap vermeden yavaşça kolu çevirdi ve içeri girdi.Girdikten sonra tekrar kapıyı kapattı ve bir süre durup bana baktı.
‘’Buraya geldiğinde bir savaş olduğunu öğrenmiştik ama Yumenin işin içinde olduğunu bilmiyorduk Vega.Bunu yaşamak zorunda olduğun için üzgünüm.’’dedi.Yüzüne bakıyordum.Ay ışığı bir kısmını aydınlatsa da kalan yarısının da şefkatle şekillenmesinden samimi olduğunu anlamıştım.Cidden üzülmüştü.Gidip benim özür dilemem gerekirken o gelip benden özür diliyordu.Normalde bana karşı böylesi anlayışlı kişilerden bana acıdıkları için nefret ederdim ama Klaus bana acımıyordu.Gülümsedi ve yüzünü tamamen cama doğru çevirdi.Gözleri çok uzaklardaki bir noktaya odaklanmıştı.Bakışı beni düşünüp benim için endişelenen biri gibiydi.Bir arkadaş gibi beni merak ediyordu.Öyle bakmıştı ki asla yapmayacağım bir şey yaptım.Kalbimde kırılan bir şey duydum ve tek hareketle ona sıkıca sarıldım.Katı olarak reddedildiğim bu yerde böylesine anlayışlı bir tavır, beni normalde yapmayacağım bir yakınlık göstermeye itmişti.Bir şekilde bana beni sevdiğini hissettirmişti.Duygular konusunda tam bir felaket olan bense karşılığında verebileceğim daha gerçek bir ifade yöntemi bulamamıştım.Elini nazikçe sırtıma koydu.
‘’Sorun yok Vega, biz bir ekibiz.’’dedi.Bu kadar iyi olmak zorunda mıydı?Ben cevap veremeden ‘’Aşağıda bekliyorlar.Normalde daha geç çıkacaktık ama herhangi bir otorite ile konuşmanı istemediğimizden hemen çıkmaya karar verdik.Bizi hemen aktarmak için General Raidon aşağıda bekliyor.’’dedi.Çok heyecanlandım.Böyle kaçar gibi gitmek uygun olmayacaktı ama otoriteleri görmeyi istemiyordum.Ustamla da vedalaşamayacaktım.Başka seçeneğim olmadığını bildiğimden yatağın üstündeki pelerini hemen sırtıma geçirdim ve Klaus ile birlikte odadan çıktık.Bir anda moralim o kadar düzelmişti ki!Dostluğunu hissetmiştim.Dost olmak böyle mi yapmayı gerektiriyordu?Üzgün olduğunda dostunun moralini mi düzeltiyordun?Öyleyse Klaus harika bir dosttu.Koşarak karanlık koridorlardan geçtik ve arka taraflarda açık bir alana çıktık.Klaus u izlemekten yola odaklanamıyordum.Ne kadar mükemmeldi.Birinin moralini düzeltmek çok büyük bir yetenekti.Bu kadar sevgi dolu olduğu için ona gıpta etmiştim.Ben kimsenin moralini böyle düzeltmezdim.Bana harika bir şey öğretmişti.Nasıl yakın olunacağını.
General Raidon ben yanına gider gitmez konuşmaya başladı.Siniri ve hoşnutsuzluğu çattığı kaşlarından belliydi.Onun da bir otorite olduğuna inanmak çok zordu.’’Seni kışkırtmak için her yolu deniyorlar.Bu tür bir şey bir daha asla tekrarlanmayacak.Garanti ederim.’’dedi.Onu ilk defa ciddi görüyordum.Benim bir şey söylememe fırsat bırakmadan İndigo beni çizilen halkanın içine çekti.Bu kadar hızlı hareket etmelerinden otoritelerin çoktan beni aramaya başladığı sonucunu çıkardım.Hepsi benim için acele ediyordu.Herkesin halkanın içinde olduğuna emin olunca General Raidon son sözlerini söyledi.’’Gidin ve hepsini tamamen ortadan kaldırmadan gelmeyin!’’Her şey ışıkla dolmadan bir saniye önce bana bakıp göz kırptığını gördüm ve ardından bizi aktardı.
Büyük bir aptallık yapıp kıpırdamıştım.Kendimi soluk düzlüğün ortasında buldum.Gerçekten aktarma işlerinden anlamıyordum.Yapmam gereken tek şey dikilmekti.General enerjimizi toplu olarak bir bölgeden diğer bölgeye yollarken sabit kaldığımız sürece sıkıntı çıkmazdı.Ama onu bile becerememiştim.Diğerlerinden ayrı düştüğüm için görev aksayacaktı.Daha ilk görevde böyle bir hata..Kendime inanamıyordum.Diğerlerinin şehir içinde bir yerde olacağını düşünüyordum.Gerçi nerede olduğumu bile bilmezken şehri nereden bulacaktım?Yakınlardaysa görebilmeleri için kollarımı havaya kaldırdım ve boş, sadece ışık yayan büyük bir enerjiyi göğe doğru gönderdim.İşaret fişeği gibi olacaktı.Bir süre bekleyecek ve gelmezlerse ben çevreye bakmaya başlayacaktım.
On dakika kadar sonra düzlüğün belli yerlerinde çukurlar olduğunu fark ettim.Her şeyden öte çukurların içinde bir şeyler hissettim.Biraz daha durup dinlediğimde inlemeleri de kulağıma gelmeye başladı.Tek bir kelime fısıldıyorlardı ‘’Et’’.Var olan çukurlara yenileri eklendi ve birden çoğaldılar.Açılan çukurların karanlığından dışarı bir şey süründü.Çıplak insan bedenleri taşıdıkları iblislerle beraber kendilerini gösterdiler.Bu durumda doğru yere gelen ben yanlış yere giden onlar mıydı?Bunu düşünecek zamanım yoktu.30 kadar saymıştım ama emin olamıyordum.Kendimi hala biraz bitkin hissediyordum.30 başa çıkamayacağım bir sayı değildi ama Yume olayının üstüne bu kadar çabuk beklemiyordum.Bir süredir her şey aniden oluyordu.
Kanın akmadığı damarlarının kuruduğunu göre biliyordum.Çatırdayan derileri pul pul olmuş, rüzgarda uçarak havaya karışmıştı.Halka şeklinde çevremi sararlarken dış derileri yavaş yavaş toz oluyordu.Dönüşümlerini tamamlamalarını aç gözlü bir sabırsızlıkla bekliyordum.Tamamen iblis haline girdiklerinde atılacaktım.İblis hallerindeyken onlara dokunmayı ve temas ederek savaşmayı seviyordum.Bazen onlara dokunduğumda, harika bir şey oluyordu.Acıyla haykıran ruhların eski yaşamlarına dair anılarını görebiliyordum.Benle konuştuklarını duyuyor ve pişmanlıklarına şahit oluyordum.Cehennemden buraya ulaşan dileklerini duymak beni tatmin ediyordu.Ne açıdan bilmiyorum ama cidden tatmin olmuş hissediyordum.
Kaslarımı germiş öylece doğru anın gelmesin bekliyordum.Kabuklarından çıkmadan harekete geçersem görebileceğim anılara yazık olurdu.Duyduğum ince ses gittikçe azalıyordu.Bu da vaktin geldiğini işaret ediyordu.Ses bir iki saniye daha devam etti ve sonunda sustu.O anda hazırlandım ve atıldım.Ben havada ilerlerken onlar, çoktan kaskatı kesilmiş bedenlerini parçaladılar.Boş ve sert deri sıyrılıp ayaklarının dibinde kalırken onlar da bana doğru atıldılar.Tam karşımdakiyle havada çarpışacağız gibi duruyorken canavar formunda neye dönüştüğünü fark ettim.Pis gri renkteki yapışkan tüyleri, sulu ve kıkırdaklı kaygan vücudu, kemikli pembe kuyruğu ve kısa pençeleriyle karşımda dev gibi bir fare duruyordu!Olamazdı, fare olamazdı!
Farelerle dövüşemezdim.Fareler dışında her şey olurdu.Önüme yüzlerce iblis koyabilirdiniz ama o iğrenç yaratıklara bakamazdım bile.Kalbim sıkışmaya başlamıştı ve kanımın çekildiğini hissediyordum.Ben olduğum yerde durmuş olmama rağmen onlar üstüme doğru gelmeye devam ediyorlardı.Hızlı hareketleri yüzünden onları takip edemezdiniz.Seri seri kaçıyorlar ve aniden ters yöne koşmaya başlıyorlardı.Bu kadar hareketli bir şeyi takip etmek ve görmek zordu.Bu kadar hızlı hareket etmeleri beni daha da paniğe itiyordu.Kendimi kaybetmiş gibi oldum ve sıçramak varken koşmak gibi bir aptallık yaptım.Dizlerim titrediği için onu bile doğru düzgün yapamadım.Nefesim sıkışmaya başlamıştı ki tam saçlarımın dibinde bir dokunma hissettim.Bana dokunduğuna inanamıyordum!Dokunduğu yerden tüm vücuduma pislik yürüyormuş gibi hissettim.Korku hızımı arttırmama yardımcı oldu ve biraz daha ilerleyebildim.
Yan taraftan çıkan bir tanesi üstüme doğru atladı ve ben kendime hakim olamayarak bir çığlıkla sıçradım.Ayaklarımın altında kalmıştı ama ileri doğru gitmeme vakit kalmadan bir diğeri sol taraftan üzerime atlayıp beni yere yapıştırdı.Bedenimin üstüne binen tombul, soğuk ve iğrenç yumuşaklıktaki bedeni beni deli edecekti!Altında kıpırdamaya çalıştıkça onu daha çok hissediyordum ve midem ağzıma geliyordu.Çığlık atmaktan başka aklıma yapacak bir şey gelmiyordu.Çığlık atmaktan nefes alamıyordum.Onu yenecek güçte olduğumu biliyordum ama bu bir şeyi değiştirmiyordu.Onlara karşı duyduğum korku aklımın çok ötesindeydi.Gözlerimi kapatıp pis şekilli yüzünü görmemeyi diliyordum.Ve gözlerimi kapattım.Ama korkudan değil.Aniden çok büyük bir ışık patlamıştı.
İndigonun silahından çıkan mermi üstümde oturan fareyi tam ortasından vurmuş ve büyük bir ışık saçmıştı.Korkudan kilitlendiğim için utanmıştım ama şu an o kadar rahatlamıştım ki hiçbir şeyi umursamıyordum.İndigo tek hareketle ileri doğru atıldı.Silahları tutarken iki elini de kullanıyordu.Saçları ufak bir dalgalanmanın ardından arkasında sabitlendi ve o tekrar dönmeye başlayıncaya kadar kısa bir süre hareketsiz kaldı.İndigo hiç tiksinmeden farelerin ortasına atladı.Altlarına giriyor, üstlerine çıkıyor ve onlara dokunmaktan korkmuyordu.Cidden iğrençti.Nefesim normalleşmeye başladığında tam anlamıyla gözlem yapmaya başlayabildim.O zaman gördüm, Klaus un ne kadar acı veren bir yeteneği olduğunu.Parmaklarına küçük, ucu keskin üçgen koniler takmıştı.Elleriyle kendi kollarını sardı ve sertçe aşağı çekerek derin izler bıraktı.İzlerin altından çıkan kan, parmak uçlarına doğru akarken sıkıca yumduğu gözlerini açtı ve çevresinde dalgalanan havayla beraber kanını havalandırdı.Sızan kan anında havaya karışıyor ve onun çevresinde ince halkalar halinde dönmeye başlıyordu.Hala kanayan kollarını iki yana açtı ve ileri doğru uzatarak sertçe birleştirdi.Ufak kan damlaları çevreye saçılırken bir çoğu farelerin ağızlarının içine girmişti.Bunu oluşuyla yerinde kıpırdadı ve kolları sanki çok ağır bir şey tutuyormuş gibi titremeye başladı.Ne yaptığını anlamıştım.Kanını kontrol edebiliyordu ve bunun için yer kısıtlaması yoktu.Kanı farelerin kanı ile birleşince onları da kontrol edebilecekti.Bu muhteşem ama acı verici bir yetenekti.Bir sürü fareyi yumruğunu sıkarak patlattı.Fareden sıçrayan kanlar İndigonun üzerine bulaşmıştı.
Gözlerimi İndigo ya doğru kaydırınca sırtındaki kesiği fark ettim.Ceketi yırtılmıştı ve orada taşan bir şey vardı.Sürekli hareket ettiği için ne olduğunu anlayamıyordum.Omzuna çarpan fare yüzünden hedefini ıskalamıştı.Ona çarpan farenin peşinden gitti ve sırtına atladı.Bundan rahatsız olan yaratık hızla koşmaya başladı ve İndigo hala onun üzerindeyken kendini sırt üstü yere atarak onu ezmeye çalıştı.Farenin karnından geçen mermiyle beraber toz olan vücudunun külleri İndigonun üzerinde kalmıştı.Ayağa kalktı ve kalan son birkaç fareyi öldürmek için koşmaya başladı.Tam anlamıyla deli olmuştu.O minik bedenden çıkmayacak kadar kalın bir sesle haykırdı ve bir farenin daha sırtına atlayarak üzerinde tepinmeye başladı.Benm de savaşmam gerektiğini biliyordum ama nedense hareket edemiyordum.İndigoyu izlemek istiyordum.Silahlarını kullanmıyor fareyi çıplak elleriyle parçalıyordu.Melek olarak tasvir ettiğim yüzü şeytani bir güçle örtülmüştü.Şu an işi tamamen keyfe döktüğü belliydi.Görev olduğu için değil nefret ettiği için öldürüyordu ve kolay bir ölümü değil yapabileceği en acı verici yöntemi seçiyordu.Tamamen kendini tatmin etmeye çalışıyordu.O kadar vahşiydi ki donup kalmıştım.Fare acıdan tepinmeye başlayıp onu atmak isteyince düşmeden önce kendisi sıçradı.O kadar yükseğe sıçramıştı ki başımı yukarı kaldırmıştım.Parçalanmış ceketi omuzlarından sıyrıldı ve aşağı doğru düşmeye başladı.Ceketinin altını ilk defa gördüm.Minik bedenini saran, sertçe sıkılmış kemerlere dehşetle baktım.Sırtına sabitlediği şey de neydi öyle?
Elini sağ omzundan itibaren sertçe çapraz olarak aşağı çekti ve kemerlerin tutma yerlerini kopardı.Arkasından serbest kalan tek kanadı rüzgarda dalgalandı.Aşağı doğru düşerken öyle büyük bir acıyla haykırdı ki ağlayan ruhlar hallerinden utanıp sustular.Mavi saçları rüzgarda kırbaç gibi dalgalanıyor ve kanadının ön yüzünü dövüyordu.Sertçe yere indi ama ayağa kalkmadı.Sağ bacağına sabitlediği tabancasını çıkartıp kalan son fareleri de vurdu.İnce tüylerin art arda sıralandığı kanadı sağ tarafından sarkıyordu.Arada bir titriyor ve yukarı kalkacak gibi oluyordu.Başını önüne eğmişti.Bir süre o şekilde nefes aldıktan sonra başını aya doğru kaldırdı.Gök yüzüne öyle büyük bir hınçla bakıyordu ki, ayı kıskanıyordu sanki.Onun kadar yüksekte olamadığı için onu düşürmek istiyor gibiydi.Gök yüzünden nefret ediyor gibiydi.Cidden İndigo neydi?Yüzünün güzelliğini aldığı meleklerden mi, yoksa nefretini kustuğu şeytanlardan mıydı?
Elif bu çok … o.o harikasın her bölümde gerçekten … tarif edemediğim o duyguyu hissediyorum… her yazarın hissettiremeyeceği o içine çeken duygu… bildiğine eminim. çok beğendim… yayın evleri seni kapışacak diyorum…