Öykü

Umut Arama Yolculuğu

Az çok soğuk tutmaya çalışan içecek dolabının içindeki tükenmekte olan içecek şişelerinden meyveli olanını alıp, torununun oturduğu geniş, ahşaptan masaya geçti. Masadaki iki boş bardağı da doldurup birisini torununun önüne, diğerini de kendi önüne koydu.

“Hmm böğürtlenli! İşte bu, yazarken bize ilham kaynağı olur, değil mi Dede?” dedi gülerek Erian. İlk defa bir günlük yazacak olmasının da verdiği heyecanla keyfi yerindeydi.

“Birazdan zeplinimizin penceresinden içeriye ilham perisi girerse hiç şaşmam,” diyerek torununa katıldı Hugh. Hugh altmış altı yaşındaydı. Çok uzun yıllar kütüphanede çalışmıştı. Hâlâ da zeplininin içerisindeki kendisine ait kitaplıktaki kitapları karıştırırdı. Böğürtlenli içeceğinden bir yudum aldı ve “Haydi başlayalım kızım,” dedi. Erian, başlama haberini duyunca önündeki defterinin ilk sayfasını açtı.

“İlk tarihimizi atalım kızım. Bugünün tarihi neydi?”

“4. Dünya Savaşından yaklaşık on beş yıl sonrası yazı yazma günümüz?”

“Evet, doğru. Şimdi tarihi attıktan sonra benim dediklerimi yazmaya başla ve sen de bir şeyler ekleyebilirsin kızım. Başlayalım. Şöyle yaz…”

Merhaba. Benim adım Hugh, Hugh Vincenty. Bu günlüğü torunum Erian Vincenty’e yazdırıyorum. Artık günlerimizi kendimiz oluşturduk. Bunu, yani takvimi, çok eski tarihlerde Mısırlılar bulmuştur, Nil nehrinin taşmaları sonucunda. Ama bizim günümüzde artık yağmurun yağması ya da güneşli günlerin ne zaman olacağı belli olmuyor. Aynı volkanların patlaması ve depremlerin olması gibi. Kısacası bizim takvime ihtiyacımız kalmadı. Dünyanın dengesi bozuldu.

“Nasıl kızım, başlangıç olarak fena değil ha?”

“Bence de. Ama biraz daha yavaş söyle dede, hızına zor yetişiyorum.” Erian kalemi tutan elini ovdu.

“Tamam, kızım. Şimdi böğürtlenli meyve suyumuzdan bir yudum daha alıp devam edelim. ”

Bu yazdığımız günlüğü birilerinin ya da birinin, bir şekilde okuyacağını tahmin ediyoruz. Bizim şu anda zeplinde yaşamamıza neden olan 4. Dünya savaşından başlayalım… Bunun nedeni ise yeryüzünün yaşanılmaz hale gelmesi. 4. Dünya Savaşından önce de Dünya yaşanılmaz hale gelmeye başlanmıştı. Ama son savaş yeryüzündeki kıyameti getirdi. Ülkelerin birbirleriyle savaşırken kullandıkları kimyasal silahlar, yeryüzünün farklı farklı yerlerinde acımasızca patlattıkları onlarca atom bombaları. Bu savaş hem insanların hem de hayvanlar ve bitkilerin neredeyse sonunu getirdi diyebilirim. Bu savaş olmadan önce, Dünya’nın bu hale gelebileceğini önceden sezen iyi kalpli insanlar, savaştan sonra yeryüzünde yaşamın olamayacağını söylemişti. Nitekim de öyle oldu. Ve insanlığın yaşamını devam ettirebilmek amacıyla zeplinlerde yaşam olabileceğini öngördüler ve bu çalışmaya da başlandı. Ben de bir kütüphane çalışanı olarak bu çalışmayı destekledim. Sonunda 4. Dünya savaşı gelip çattığında biz havadaydık. Torunumun babasıyla annesi başka bir zepline, ben de torunumla bu zepline bindirilmiştim. Savaşı yukarıdan izliyorduk. Tabii zeplinde sadece ben ve torunum yoktu. Zeplini kullanan pilot ve diğer savaşı desteklemeyen insanlar, savaştan kaçan aileler vardı. Sayımız yirmiye yakındı. Gerekli erzak ve teçhizatlarımızı da almıştık. Zeplinlere bindirilmemizden önce bize şöyle söylenmişti “Savaş bittikten sonra tekrar görüşeceksiniz. Bütün zeplinler bir araya gelecek, merak etmeyin.”

Savaş sonunda bitmişti. Buluşma vakti geldiğinde dağın tepesine konuşlanmıştık. Birkaç gün içinde çoğu zeplin gelmişti ama diğer bazı zeplinler gelmemişti. Sonradan bize bildirdiler ki gelemeyen zeplinler savaş uçakları tarafından vurulmuşlar ve …

Hugh burada biraz duraksadı. Böğürtlenliden bir yudum daha aldı ve devam etti.

… ve oğlum ile eşinin içerisinde bulunduğu zeplinin de vurulmuş olduğunu haber verdiler. Şimdiyse ailemden sadece bu günlüğü yazan on beş yaşındaki torunum kaldı. Hala dağda ne yapacağımızı karar verirken şiddetli bir depremle sarsılmıştık. Neredeyse koca zeplinlerimizi devirecek şiddetindeydi. Hemen havalanmıştık. Yaşadığımız bu deprem, onlarca atılan atom bombalarının ve ülkelerin insanlara açıklamadıkları gizli silahlarını sayesinde, Dünya’nın temel dengesinin bozulmasının kanıtına şahit olmuştuk.

Havalandıktan sonra aylarca yeryüzüne inmemiştik. Yeryüzü artık tehlikeliydi. Az önce torunumun yazdığı gibi zeplinde yaklaşık yirmi kişiydik. Şimdi size zeplinde nasıl sadece torunumla benim kaldığımızı açıklayayım…

O deprem olayından birkaç yıl sonra erzaklarımız tükenmeye başlamıştı. Erzaklarımız daha çok konservekelerden ve içeclerden oluşuyordu. Zeplinlerdeki telsizler sayesinde diğer zeplinlerle hep iletişim halindeydik ve onlar da erzaklarının tükendiğini bizlere söylüyorlardı.

Bir gün, birkaç zeplin yeryüzünde güvenli bir bölge bulduklarını ve burada çokca sebze, meyve yetiştiğini bize ve diğer zeplinlere bildirdiler. Anladığımız kadarıyla zarar görmemiş bir yerdi. Buldukları bölge Kanada’ daydı. Bizimle Kanada arasında birkaç günlük mesafe vardı. Kanada’ya giderken bu güvenli bölgeye nasıl yerleşeceğimizi, tarım yaparak birlikte nasıl rahatça hayatta kalacağımızı konuşuyorduk. Bölgeye en son giden biz olmuştuk. Güvenli bölgeyi keşfeden Barkley, telsizle bize “Herkes geldi, sizi bekliyoruz,” demişti. Söylediği doğru olabilirdi çünkü diğer zeplinler güvenli bölgeye vardıklarını bildirdiklerinde, bir daha bizimle irtibat kurmamışlardı. Sonunda biz de güvenli bölgeye inmiştik. Dışarıya baktığımızda yeşillik alanlar vardı. Pilot zeplinin kapısını açtı. Torunumla ben en arkadaydık. Diğer gelen zeplinler bizim indiğimiz yerin biraz daha uzağına inmişlerdi. Erine dışarıya çıkmaya can atıyordu. İlk çıkan pilotumuz oldu. Barkley ve diğer arkadaşları az ileride bir tümseğin üzerinden bize gelin işareti yapıyorlardı.

“Dede, burayı anlatmasak olur mu?” diye sordu. Bu olay hakkında kötü anısı vardı.

“Tamam kızım, sen nasıl istersen.” dedi Hugh torunu üzülmesin diye ve “O zaman şöyle devam edelim,” dedi.

Barkley ve arkadaşları işbirliğinde, diğer zeplinlerdeki kişileri ve bizi kumpasa, oyuna getirmişlerdi. Güvenli bölge dedikleri yer, aslında uzun otların altında kalan bir bataklıktı. Erine ve benim önümden çıkan insanları onuncu adımlarında ayaklarını hareket ettiremez olmuşlardı. Oldukları yerde durmuşlardı. Ben en arkadan gelirken bu olayı görünce hemen geriye doğru giderek zepline bindim. O anda bir silah patlama sesi geldi. Hemen zeplinin kapısını kapattım. Pencereden baktığımda Barkley’in arkadaşları bize ve bataklıkta batan insanlara ateş ediyorlardı. Zeplini havalandırmaya başladım. Artık zeplini kullanmayı yıllar sonra nerdeyse herkes öğrenmişti. Havalandıktan sonra telsizimizden “Boşuna kaçmayın Bay Hugh. Yiyeceklerinizi bize verin yoksa sizi öldürürüz,” demişti. Zaten yiyeceksiz de ölürdük. Ben de bunun üzerine küfür edip telsizi kırdım. O olaydan sonra onların tahmin edemeyeceği yerlerde uçtuk ve bir daha da onları görmedik. Suyumuz ve yiyecek erzağımız azalıyordu ama iki kişi kaldığımız için daha yavaş tükenecekti. Su için birkaç aydır aklımda olan fikir kutuplara gidip orada kalmış olduğunu düşündüğüm temiz suları depo etmekti. Yoksa bildiğim başka temiz su kaynağı yoktu. Kutuplara yolculuk yapacağımızı Erian’a söylediğimde “O adamlardan uzaktaysa, bizi orada bulamayacaklarsa olur Dede,” demişti. Rotamız Kuzey kutbuydu. Günlerce Kuzeye gidiyorduk. Rusya’nın en uç kuzeyinden geçerken, Erian aşağıda zarar görmemiş bir ev ve o evin tarlası olabileceğini sandığı yeri gördüğünü bana söyledi.

“Yazımızın sonuna neredeyse geldik, kızım. Haydi son cümlelerimizi yazalım,” dedi ve böğürtlenli içeceğinden son yudumunu aldı.

Ben de torunumun gösterdiği yere baktım. Gerçekten de yukarıdan ellenmemiş, zarar görmemiş gibi gözüküyordu. Alçaldığımda ise bundan gerçekten emin olmuştum. Kulübemsi bir ev, üzüm bağları, böğürtlen çalıları, mısır koçanları ve daha sonradan keşfettiğimiz diğer sebzeler yetişmişti. Evin içerisinde her evde bulunacak eşyalardan vardı. Ama kimse yaşamıyordu. Birkaç saat orada geçirmiştik ve kimse gelmemişti. Ben burada yaşayan ailelerin savaşa gittiklerini düşünmüştüm. Erian ile ben bolca yiyecek yetişen, dışarıdaki Dünya’ya bakınca burası cennet gibi gelen yerde yaşamaya karar vermiştik. Ama burada su kaynağı yoktu. Mecburen kutuplara gidecektik. Kutuplara vardığımızda en kıyıda köşedeki alanlara giderek temiz suyu bulmuştuk. Depolayabildiğimiz kadar suyu depolamıştık. Şimdi, şimdiki zamanımıza dönelim. Benim güzel Erian’ım bu günlüğü yazarken zeplin ile tekrardan kutuplara gidiyoruz. Çünkü suyumuz azaldı ve tarlamız bizden su istiyor. O olayların ardından on yıl geçmişti ve bir hayvana ya da insana rastlamadık.

“Kızım benden bu kadar. İstersen son cümlelerini ekle ve artık bitirelim.”

“Tamam Dede, ekliyorum”

Dünya’nın eski haline dönmesini ve başka iyi insanlarla tanışmak, arkadaş olmak istiyorum. Dedemi de çoook seviyorum.

“Nasıl dede, iyi miydi?”

“Ben de seni çok seviyorum,” dedi Hugh ve torununa sıkıca sarıldı. “Mükemmel bir bitiş cümlesi. Eğer bunu bizden başka birisi okursa Dünya eski haline dönmüş demektir. Şimdi defteri alıp yerine koyayım. Sen de bu boş bardaklarımızı al, diğer kirlenmiş bardakların yanına koy kızım,” dedi ve torununu öptü.

Torunu giderken defteri aldı son yazdığı sayfayı açtı. Şu cümleyi ekledi.

Torunumdan önce ölmek istemiyorum. Torunum bensiz ne yapar?

Bir gözyaşı damlası kapattığı defterin üzerine düştü.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *