Öykü

Mükafat Avcısı

Bemiosa
“Affedersiniz,” dedi kapıdan içeri zor sığan kasyığını, yerdeki kapıyı kaldırırken. Kapı menteşelerinden çıkıp dükkânın içine düşmüştü. İçeri giren güneş, ışıkları kırılmış koyu mavi cam parçacıklarının üstünden etrafa parıltılar saçıyordu.

Kasyığının yüzü utançtan kıpkırmızıydı. Kapıyı tek eliyle sanki bir parşömen parçasıymış gibi tutuyordu. “Utandığım zaman elim ayağıma dolaşır da,” dedi çekinerek. “Kapıyı yanlış taraftan ittim, değil mi?” derken kapıyı bir zamanlar ait olduğu yere yerleştirme çabasından vazgeçip çerçevesine dayadı.

Yirmili yaşların başındaymış gibi görünen kasyığınının omuzlarına gelen, siyah-lacivert renk saçları ip gibi düz ve koyun postu gibi gürdü. Her hareketinde dalgalanıp siyahla lacivert arasında sürekli renk değiştiriyormuş gibiydiler. Yakışıklı sayılabilecek yuvarlak yüzü, minik kara gözlerle süslenmişti. Kolları küçük bir bebek kalınlığındaydı. Bir gram bile yağ olmadığı açıkça görülen, üstü çıplak vücudunun aksesuarları sırtına çapraz bir kemerle asılmış koca kılıç ve boynunda sallanan siyah kıllarla sarmalanmış, deri muskaydı. Kılıcın çelik grisi kabzasının ucuna bir aslan başı oyulmuş ve gözlerini yerine iki minik yeşim taşı konmuştu. Kan kırmızısı hayvan derisinden kının tamamı kargacık burgacık simgelerle kaplıydı. Derinin hangi hayvan ya da yaratığa ait olduğunu tahmin etmek zordu. Kasyığınının bacaklarındaki bütün adaleleri ortaya çıkaran darlıktaki koyu sarı, keten pantolonu oldukça eskimiş, pembe çizmelerinin üstünü kapatmış, sadece uçlarını açık bırakıyordu.

Kıpkırmızı yüzündeki kara gözler hızla etrafa bakındı. Aradığını göremedi. “Süpürge nerede acaba?” diye sordu dükkânın arkasındaki kapının önünde duran cüppeliye. “Şu kırıkları toplayayım. Sonra çağırmak için camcıya giderim.”

Yerlere kadar inen, siyah, bol cüppenin içindeki kişinin hiçbir tarafı görünmüyordu. Kukuletası yüzünün olması gereken yeri tamamen gölgede bırakıyordu. Kolları cüppenin önünde birleşmişti.

Dükkânın içinde iki masanın üzerinde iki cam vitrin vardı. Vitrinlerin içleri gri bir dumanla kaplıydı. Duvarlardaki sıra sıra ahşap raflar renk renk, minik kavanoz ve şişelerle doluydu. Dükkânın sokağa bakan camında ‘Adres Sormayın’ yazıyordu ve altına neredeyse canlıymış gibi duran bir kafatası çizilmişti.

‘Dile Benden Ne Dilersen – Büyük Nethan’ yazan büyük bir tabela kapının dışında, hafif bir rüzgârla gıcırdayarak sallanıyordu. Yazının altında, bir ucundan başlayıp diğerin ucunda kaybolan, hareketli resimler vardı: Hazineler, güzel leydiler, yakışıklı prensler, kocaman bir balık yakalayan bir balıkçı, tahtta oturan bir kral…

“Gerek yok,” diyen siyah cüppelinin kukuletasının altından gelen, sakin ses onun bir erkek olduğunu belirtiyordu.

“A…a… ama,” diye kekeleyerek üzgün bir sesle özür dilemeye çalıştı kasyığını.

Siyah cüppenin bol kollarında çıkan sağ elin parmakları açıldı. Havada tuhaf bir şekilde kımıldayan parmaklar sanki bir taraftan da kırık camları işaret ediyordu. Kukuletanın içinden bir fısıltı duyuldu ve küçüklü büyüklü bütün cam parçaları bir anda uçarak kapının çerçevede kalanlarla birleştiler. Cam kırılmadan önceki halini almıştı.

Kasyığını şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış gözlerle büyücüye bakıyordu. “İnanılmaz,” dedi neredeyse çocuksu ve çığlığa yakın bir sesle. “Tam da aradığım adamsınız.”

Siyah cüppeli kollarını tekrar topladı. “Nasıl bir adam arıyorsun?” diye kukuletanın içinden gelen seste hafif bir alay tınısı vardı.

Kasyığını bir an duraklayıp cüppelinin cümlesini düşündü. Sonra yüzüne bir gülümseme gelirken yanakları tekrar kızardı.

“Yani, şey, aslında adam aramıyorum,” dedi kekeleyerek. “Sanırım bana yardımcı olabilirsiniz.” Durup kafasını yeni takılmış gibi duran kapının camına çevirdi. “Daha önce böyle bir büyüyle karşılaşmadım. Nasıl yaptınız?”

Kukuleta sanki şaşırmış ve soru soruyormuş gibi yana yattı. “Büyüden anlar mısın?”

Kasyığınının gözleri sevinçle parladı. “‘Temel Büyü Felsefesi’ni okudum,” dedi bir çırpıda.

“Sen okuma yazma biliyor musun?” Kukuletanın içinden gelen seste aleni bir şaşkın tını vardı.

“Tabii ki,” dedi coşkuyla kasyığını, hiç beklemeden. “Biraz yavaş okuyorum ama yazmam daha da yavaş. Bu yüzden yazmaktan vazgeçtim. Sonra ‘Ateş Büyülerinin Başlangıç İlkeleri’ni okudum. İki yılımı aldı ama güzel bir kitaptı. Bir buçuk yıldır da ‘Basit Efsunlara Analitik Bir Bakış’ı okumaya çalışıyorum ama diğerlerinden daha zor olduğu için henüz iki yüz birinci sayfadayım. Tabii ki işten okumaya fazla zamanım olmuyor.”

“Kimin çırağısın?” diye sordu cüppeli adam.

“Hiç kimsenin!” dedi kasyığını, sesi ilk kez sert çıkmıştı. “Ben tek başıma çalışırım.” Sesi bu kez gurur doluydu. “Bir daha da kimsenin çırağı olmayacağım.”

“Ben de bir an için benden büyü eğitimi almak istiyorsun sanmıştım. Ne iş yapıyorsun?”

“Mükâfat avcısıyım.” Kasyığını, söyledikleri karşısında kukuletanın içindeki görünmeyen gözlerin tepkisini görmek için bir adım ilerledi. Cüppeli yerinden kımıldamadı ama kolları hafifçe irkildiğini belli eder şekilde belli belirsiz oynadı. Kasyığını biraz daha dikkat edince kukuletanın içinin gölge değil de mutlak bir karanlık olduğunu fark etti.

“Benim başıma konan mükâfat için mi buradasın?” diyen ses buz gibi ve gergindi.

“Başınıza mükâfat olduğunu bilmiyordum,” dedi hevesle kasyığını. Hafifçe kasılıp gayri ihtiyari kılıcına doğru uzanmaya başladı.

“Yok zaten,” dedi hafif bir kahkahayla karışık cüppeli. “Şakaydı.”

Cüppelinin neşeli cevabı karşısında kasyığını hemen gevşedi ve kılıcı bırakan eli çenesine gitti. “Şey,” dedi sıkılarak. Önce yer, sonra tavana, ardından da etrafına bakındı. “Ben bir iksir istiyorum,” dedi.

“İksir mi?” dedi cüppeli. “İz sürmek için mi?”

“Hayır.”

“İzini kaybettirmek için mi?”

“Hayır, hayır.”

“Kehanet için mi?”

“Hayır,” dedi aynı sıkılgan sesle kasyığını.

“Söyle be adam, ne iksiri?” diye sordu cüppeli.

“Aşk iksiri,” diyen ses neredeyse duyulamayacak kadar kısıktı. Kasyığınının gözüken bütün her yeri kıpkırmızı olmuştu.

Cüppeli bu cevaba vücut diliyle hiçbir karşılık vermedi. “Kim?” diye yavan bir sesle sordu.

“İsmini henüz bilmiyorum,” dedi kasyığını, aynı utangaç ses tonuyla.

“Ne?” dedi yüksek sesle cüppeli. “İsmi olmadan büyü olmaz.”

“Belki siz öğrenebilirsiniz. Buralı.”

“Ne?”

“Şey, dün akşam, Öküz Kafa çetesinin onunun da ölüsünü teslim edip seksen altını aldıktan sonra, şu köşedeki Mavi Horoz Hanı’na gittim. Karnımı doyurup bir gece geçirmeye niyetliydim. İçeride muhteşem sesli bir ozan ‘Yalnız Kahramanın Baladı’nı söylüyor, herkes gözlerini kapamış, ritimle beraber olduğu yerde sallanıyordu. Kapının gıcırtısıyla başlar bir an için bana döndü. Müziği ve ortamın havasını bozmamak için en yakındaki masaya çöktüm. Şişman, kırmızı yanaklı hancı kadın gelip kulağıma fısıldayarak ne istediğimi sordu. O da müziğin etkisindeydi. Ben de aynı şekilde fısıldayarak yemek ve bir gece kalacak oda istedim. Siparişi alıp gitti. Her şey sonraki şarkının sonunda kadar çok normaldi. Ozan ‘Daha fazla içme, Sevgilim’i bitirdiğinde mutfaktan gerçek bir peri çıktı. O andan beri onu anlatacak kelimeler bulmaya çalışıyorum ama kelimeler konusunda pek şanslı olduğum söylenemez. O lüle lüle altın sarısı saçlar; insanın içine işleyen bakışlara sahip, lacivert gözler; oval bir yüzde minnacık ve kalkık bir burunla beraber göze batan, çıkık elmacık kemikleri; çenesindeki varla yok arası o gamze, yemeği önüme bırakırkenki güneşten de sıcak o gülümseme; incecik bir bel; üzerine sıkı sıkı oturup bütün yuvarlak hatlarını gözler önüne seren deri tayt; yarısı bluzundan dışarı taşmış, uçları parmağım gibi büyük, o dim dik ve kocaman göğüsler. Dünyada o kadar güzel bir şey olamaz. O bir Tanrıça.” Durup derin bir nefes aldı, sanki içinde yanan bir yangını söndürmeye çalışıyordu. “Yemeği önüme bıraktı ve gitmek için dönerken… dizi dizime deydi. İşte o an ona âşık oldum. Dünyada, onun da bana âşık olmasından başka isteyebileceğim başka hiçbir şey olamaz. Sadece ve sadece onun için varım. Ve o benim olmalı. Onsuz bir dünya benim için bomboş. Hayatımda ilk kez bir kadın oldu.”

“Ne!” diye telaşlı bir şekilde sordu kukuletalı. “Onunla yattın mı?”

“Hayır,” dedi kasyığını. “Sadece dizime deydi.”

Kukuletalı yeni bir tepki vermeden dinlemeye devam etti.

“Onun için her şeyi ama her şeyi yaparım. Onu her şeyden daha çok seviyorum. Onun da beni sevmesini sağlayabilir misiniz?” diye büyük bir arzuyla sordu kasyığını.

Kukuletalı bir an düşündü. “Biraz bekle,” dedi ve arkasındaki kapıda kayboldu. Bir süre sonra içeri girdiğinde elinde küçük bir iksir şişesi vardı. İçinde de kırmızı-kahverengi bir sıvı.

Kukuletalı şişeyi kasyığınına uzattı. “Yarısını hemen için, geri kalanını da yarın onun içkisine karıştır. Yüz altın.”

Kasyığını belindeki koca deri keseyi açıp yanındaki tezgâhın üzerine yüz altın saydı. İksir şişesini kukuletalının elinden aldı ve teşekkür bile etmeden kapıdan çıkıp gitti.

* * *

Dile Benden Ne Dilersen’in kapısı yavaşça açıldı. İçeri giren kızın altın sarısı saçları vardı. Oval yüzünü süsleyen lacivert gözler, minnacık bir burun ve çıkık elmacık kemiklerinin üzerinden etrafa bakınırken, kukuletalı figür birden karşısında belirdi. Sanki yoktan var olmuştu.

Kızın arkasından kapı tam kapanıyordu ki dev gibi bir kara köpek kafasını araya sokup içeri girmek için zorlardı. Kız hiç itiraz etmeden kapıyı açtı ve içeri giren koca köpek kafasını kızın apış arasına sokup orasını kafasıyla okşamaya çalıştı. Kız koca kafayı yakalayıp kaldırdı ve gözlerinin içine baktı. “Bak, cici bir köpek olacaksan, söyleyecek lafım yok,” dedi. “Ama böyle yaramazlık yapmaya devam edeceksen dışarıda beklersin, tamam mı?”

Neredeyse kızın göğsüne gelen kara köpek, sanki söylenenleri anlamış gibi bir adım geri çekildi ama ağlak bir ifadeyle kıza bakmayı sürdürdü.

Kımıldamadan belirdiği yerde duran kukuletalıdan bir kıkırdama sesi geldi.

“Duygu sömürüsüne gerek yok,” dedi köpeğe kız ve kukuletalıya döndü. “Dünden beri peşimden ayrılmıyor, bu senin işin, değil mi?” Durup koca köpeğe tekrar baktı. “Tamam hayvanları çok severim ve bu kuçukuçu da çok sevimli ama aşkım evde hayvandan geçilmiyor. Hangisini birine vermeye kalksam hemen kaçıp tekrar bana geliyorlar. Sanki ölümsüz bir sevgiyle bana bağlılarmış gibi.”


Ferhan Ertürk

Mükafat Avcısı” için 5 Yorum Var

  1. ferhan bey sizi burada gormek ne guzel?:)frpci kisiliginizi biliyordumda hikaye yazdiginizi hic gormemistim ya da hic rastlamadim.ellerinize saglik,bu hikaye ile bizi guldurdugunuz ve keyiflendirdiginiz icin.olayin icinde bir muzurluk oldugunu farketmistimde boyle bir sey olacagini tahmin etmemistim,nice yazilara efendim, tesekkurler:))))

  2. Güzel ve neşeli bir hikayeydi bu. Kasyığınını öyle güzel anlatmışsınız ki adam gözümde canlandı sanki. Sesini duymuş kadar oldum 🙂 Büyücü de oldukça esrarengizdi doğrusu. Hikayenin sonu ise kesinlikle çok güzeldi 🙂 Alınmazsanız biraz Discworld tadı aldım öykünüzü okurken.

    Ellerinize sağlık…

  3. Ferhan Abi, bu hikayenle güldürdün bizleri çok teşekkürler öncelikle. Kasyığını’nın durumu kötü bitti ama ortaya çıkan durum daha da komikti. Cüppeliyi tam çözemedim ama hangi tarafı daha ağır basıyor merak içerisindeyim. Hoş belli ki her zaman yaptığı bir şey, Kasyığını’na yaptığı büyü. Farklı anlamlar çıkıyor hem artık o da okuyucunun hayal gücüne kalmış… Ellerine sağlık abi, seçkiye renk kattığın için :))

  4. Arkadaşlar,
    Yorumlar için teşekkürler.
    Ben de arada yazıyorum.
    1002 Gece Masalları seçkinsinde bir öyküm yayınlandı. Biten bir roman, bitmek üzere olan başka bir roman, başlangıcında takılıp kaldığım ama üzerine çok çalıştığım bir saga elimdeki projelerin bazıları. Artık büyüyünce yazar olup olamayacağımı görme zamanım geldi 🙂 Bir bakarsınız Marmara Denizi maya tutar.
    Discworld genelde bazı romanlarını çok beğendiğim bir seri Mort, Equal Rites gibi ama Terry beni o kadar etkilemiş bir yazar değil. Ama eğer etkilendiğim birisini istiyorsanız Lawrence Watt-Evans diyebilirim. Türkçe’de benim çevirdiğim, aTılgan dergisinde yayınlanan bir öyküsü dışında bir çalışmasının yayınlandığını sanmıyorum ama ben kendisi aşırı takdir ederim; öZellikle de Ethshar öykülerini.
    http://en.wikipedia.org/wiki/Ethshar

  5. Ferhan Ertürk, güzel bir hikaye olmuş, kasyığınını monitörümde gördüm diyebilirim 🙂

    Ellerinize sağlık.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *