BÖLÜM 1: İKİ DEDEKTİF ve BİR YARATIK
…
“Hemen bırak o elindeki silahı Tedie!”
“Ama.. ama o piç kurusunu öldürmek istiyoru-”
“Sana bırak dedim, sözümü ikiletmemeni kaç kez daha söylemek zorundayım. Bırak şu lanet şeyi!”
“Öff, peki.. –yine- dediğin gibi olsun…”
Tedie ve Maxon kardeşler arasında, iş sırasında yaşadıkları rutin olaylar tekrarlanıyordu. Normal gözüken fakat özünde ilginç sırlar gizlenmiş bir şehirde çalışan iki dedektifti bu ikili. Her zamanki gibi, yine anormal bir vaka ihbarı alınmış; vakit kaybetmeden bu departmanda çalışanlara yani Tedie ve Maxon’a haber verilmişti. Evet, bu departmanda sadece iki kişi çalışıyordu.
Birkaç yıl önce, ilginç ve anlaşılmaz olayların başlaması sırasında, iki gizemli ve şüpheli gözüken adam şehre gelmişti. Kimseye bir şey söylemeden polis merkezine gitmişler ve baş amir ile makamında yarım saatlik bir konuşma gerçekleştirmişlerdi. Daha sonra amir ofisinden çıkıp bu iki kişiyi yeni açılacak olan “esrarengiz olaylar departmanı” bölümünde çalışacak dedektifler olarak tanıtmıştı.
Hâlen bu ikilinin tam olarak ne yaptıkları, neyle uğraştıkları bilinmiyordu. Sadece kardeş oldukları söylenmişti. Hoş, kimse buna inanmıyordu ya. Tedie sarı saçlı, yeşil gözlü bembeyaz tenli ve cılız yapılı bir adamdı. Yüzünde hiçbir şeye aldırmazmış gibi bir ifade sezinleniyordu. Arkadaş canlısı gözükmesine rağmen ara sıra takındığı enteresan ifadeler ile konuştuğu kişi sayısı tek elin parmaklarını geçmemişti şu ana kadar. Maxon ise siyahi bir tene ve oldukça iri yapılı bir bedene sahipti. Herkese huşu içinde bakar, şehirdeki tüm insanların potansiyel birer suçlu olduğuna inanır gibi görünürdü. Sert bir ifadeye sahip olmasına rağmen, kardeşinden daha duygusal ve daha dikkatli davrandığı da gözlerden kaçmazdı.
İkili hakkında genel bir merak söz konusuydu ama kimse meraktan öte bir eylemde bulunmaya çalışmamıştı. Düzenli hayatlarının bu şekildeki ilginç olaylara karışmaması gerektiğini çok önceden öğrenmişlerdi.
İşte yine o ilginç olayların biri daha gerçekleşmiş ve Tedie ile Maxon iş başına düşmüşlerdi. Bir çiftçinin yaptığı ihbara göre, tarlasındaki korkuluklar gece yarısı canlanmaya başlamış ve tüm mahsulleri talan edip çitlerden dışarı çıkmaya çalışmışlar, bunu beceremeyince ev sahiplerine saldırma girişiminde bulunmuşlardı. Polisi arayan çiftçi oldukça kuvvetli bir iradeye sahip olmalıydı ki, şaşkınlığı üstünden atıp doğru düşünebilmişti.
Olay yerine sadece Tedie ile Maxon gelmiş ve birkaç dakika sonra tüm korkuluklar yerlerine geri dönmüş, hiç kıpırdamamışçasına eski hallerini alarak cansız şekillerine dönmüşlerdi.
Olayın kara büyü olduğunu sezen Tedie, kısa sürede kaynağı saptamış ve hızla bunu yapan şeyi etkisiz hale getirmişti. Aslında buldukları kişi, daha doğrusu yaratık; uzun süredir aradıkları bir kaçaktı. Tedie’ın şu anki sinirli halinin en büyük kaynağı da buydu. Şansını bir kez daha denemek için Maxon’a doğru döndü.
“Hadi ama Max, şu lanet şeyi gebertelim böylece onun yüzünden ölen onca insanın ruhları için az da olsa huzur sağlamış oluruz. Baksana şuna konuşamıyor bile. Hiçbir işimize yaramaz.”
“Ben tekrar etmekten bıktım fakat sen çabalamaktan bıkmadın Ted. Daha kaç kez söyleyeceğim, ulaşmaya çalıştığımız kaynak için yaklaştığımız en doruk noktadayız. Eğer bu şeyi konuşturabilirsek eminim ki sonunda ‘nihayete’ ulaşıp derin bir nefes alacağız ve söz veriyorum uzun mu uzun bir tatile çıkacağız.”
“Tabi tabi. Herhalde bu dilsiz yaratığı götünden konuşturmaya bile çalışacaksın.”
“Gerekirse bu yola bile başvururum Tedie. Güven bana.”
“Ahh! Eminim ki yaparsın Max, bundan hiç kuşkum yok!”
“Şimdi sen şu yaratığı arabaya götürürken ben de çiftçi ve ailesine bir şey olmuş mu diye bakacağım. Beni arabada bekle ve sakın ama sakın herhangi bir şey yapmaya kalkışma. Duydun mu beni?”
“Evet duydum, merak etme. Uzun süreli bir tatil özlemini ben de en az senin kadar iple çekiyorum. Ve çabuk ol. Bizi fazla bekletme, yoksa beynimin verdiği komutlara rağmen silahın tetiğini çekmememe neden olamaz,” diyerek yaratığın suratına doğru tiksinç bir bakış gönderdi.
Maxon kısa adımlarla çiftçinin yaşadığı kulübeye doğru yaklaştı ve aceleci bir şekilde kapıyı tıklattı. İçeriden kaba ama korkmuş olduğu her halinden belli olan bir erkek sesi geldi.
“Kimsin?”
“Ben Dedektif Maxon, Bay Aveciz. Korkulukların yerli yerinde olduğunu ve bu belayı başlatan suçlunun yakalandığı haberini getirdim. Ayrıca sizin nasıl olduğunuzu görmem gerek. Lütfen kapıyı açar mısınız?”
Maxon bir süre bekledi. İçeridekileri çok iyi anladığından onlara belirli bir düşünme süresi tanıdı. Daha sonra kısık bir klik sesi duyuldu ve dış kapı tereddütlü bir şekilde gıcırdayarak açıldı. Tombul, ellili yaşlarına yaklaştığı belli olan saf ve uzun sakallarla dolu, korkudan bembeyaz olmuş bir yüz göründü. Sağ elinde eski ve paslanmış bir tüfek tutuyordu.
“Her şey eskisi gibi mi Dedektif?” diye sormasına rağmen karşısındaki adamın omzunun üzerinden etrafa göz atmaya başladı.
“Merak etmeyin Bay Aveciz. Hiçbir sorun kalmadı, her şey eskisi gibi.” Başını hafifçe geriye doğru çevirerek tarlaya üstünkörü bir bakış attı. “Tabii her şey olmasa da büyük ölçüde eskisi gibi olduğunu temin edebilirim.” diye ekledi.
“Oh dedektif, görmeliydiniz! Korkuluklar birden hareketlenmeye başlayınca kıyametin kopmaya başladığını sandım. Kendi ellerimle hazırladığım saman yığınlarının et ve kemiktenmiş gibi hareket etmelerine kalbim nasıl dayanabildi hâlâ anlamış değilim. Karım ve çocuklarım olmasaydı sanırım avazım çıktığı kadar bağırarak ayaklarımda derman kalmayıncaya kadar koşardım. Hayatım boyunca unutamayacağım bir kâbus oldu bu deneyim benim için.” O kadar heyecanlı bir şekilde konuşuyordu ki Maxon’un acıma duygusu, istemediği halde bir kez daha su yüzeyine çıktı.
“Haklısınız Bay Aveciz. Ben bile bunca yıldır bu tür pis işlerle uğraşmama rağmen her zaman, akıl almaz olayların nasıl olabileceğini düşünüp durmuşumdur. Şu an sizin yerinizde olsaydım sanırım o anda bulunduğum yerde yığılır kalırdım. Karınız sizin gibi bir eşe, çocuklarınız da sizin gibi bir babaya sahip oldukları için oldukça şanslılar.”
“Şey.. ben teşekkür ederim. Ge-geldiğiniz ve bize yardım ettiğiniz için.”
“Ah, hayır Bay Avecz. Asıl yardım eden siz oldunuz. Eğer ki bizi aramamış olsaydınız bu suçlu birçok can daha almaya devam edecekti. Teşekkür etmesi gereken biri varsa o da biziz. Kendinize iyi bakın ve eğer ihtiyacınız olursa bana buradaki numaradan ulaşın. Şimdilik iyi günler Bay Avecz. Mahsulleriniz için üzgünüm.” Cebinden sade bir tasarıma sahip olan ufak tefek bir kartvizit çıkartıp adama uzattı. Adam kartı tereddüt eder bir şekilde aldı, başını salladı. Hiçbir şey demeden geri dönüp evine girdi ve arkasından kapıyı kapattı.
Maxon derin bir şekilde nefes verdi ve bir süre kıpırdamadan durdu. Sonunda ne zamandır peşinde olduğu yaratığa ulaşmışlardı. Peki ama onca zamandır hep kıl payı kaçan bu yaratık nasıl oldu da bu sefer kaçamamıştı? Eğer yaratığı konuşturabilirse bunu anlayacaktı. Sessiz bir gülümseme takınarak kafasını salladı ve dönerek arabaya doğru, kısa adımlarla yola koyuldu.
* * *
Yakaladıkları yaratık tamamen grilerle kaplı ve kaslı bir şeydi. Görünüşü insana benzemesine rağmen üzerinde hiçbir giysi yoktu. Ayrıca vücudunda tek bir tüy bile gözükmüyordu. Sadece kafasında, plastiğe benzer, kalın ve lacivert renkli saydam uzun kıllar vardı. Gözleri gri renkteydi, dudakları yoktu ve burun delikleri yüzüne yapışık olan üç noktadan ibaretti. Uzaktan bakıldığında griler giymiş bir insana benzeyen bu yaratığın vücudu oldukça kaslıydı. Normal insan boyutları ile hem genişlik hem boy ile aynıydı. Tedie’nin inceleme süresinde en çok merak ettiği şey; üzerinde hiçbir şey olmayan bu yaratığın cinsel organı olması gereken yerde hiçbir şeyin olmayışıydı. Bu düşüncesini Maxon’a yönelttiğinde, aldığı cevap kaba bir homurtu olmuştu.
Fakat ikili için inceleme süreci çoktan bitmişti ve sorgulama başlamıştı bile. Konuşturmak için kendilerine göre yönetimler deniyorlardı. Ama yaratıktan tek bir ses bile çıkmamıştı. Maxon usanmadan bir kez daha sorusunu yöneltti.
“Hâlâ konuşmamakta ısrarlı mısın Bay Yaratık? Yoksa üstünde uyguladığımız deneylere biraz daha devam edelim mi? Evet? Cevap yok mu? Pekâlâ, Tedie aynı şekilde devam!”
Küçük bir deney tüpünü dikkatlice tutan Tedie; ilginç şekilde tasarlanmış sandalyeye sıkı sıkı bağlanmış olan yaratığa doğru getirdi ve şu anlık burun delikleri sandıkları üç delikten birisine oldukça zorlanarak boşaltamaya başladı.
Yaratığın acı çektiği her halinden belliydi. Kıpırdayamamasına rağmen çığlık atma çabasındaydı. Lakin ağzı olmadığından hiçbir ses gelmiyordu. Koyu yeşil gözlerinden insanlarınkine benzer damlacıklar süzülmeye başladı. Maxon durumu fark etti ve hemen müdahale etti.
“Bu kadarı yeterli Ted. Sanırım Bay Yaratık işkencenin ne demek olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladı.”
“Haklısın Max, baksana gözlerinden bizimkilere benzer yaşlar süzülüyor. Ne dersin, uzun zaman önce bu yaratığın insan olma ihtimali var mı?”
“Şu anda tam olarak bunu düşünüyordum kardeşim. Uzun bir süredir yaşadığından şüphem yok fakat önceleri bir insan olması… ben bilemiyorum. Sanırım olabilir.”
“Boş versene Maxon! Bana sorarsan hiçbir şey öğrenemeyeceğiz. Tamam, öldürmekten zevk alıyorum kabul. Ama bunu işkence yollu olarak değil de direk çözümle sonuçlanmasından haz alıyorum. Bıraksan da tam beyninin ortasında hissetmeyeceği, farkına bile varmayacağı bir delik açsam? Ha Maxon? Yeni oyuncağımı senin yüzünden hâlâ deneyemedim!” Sırt cebinden siyaha çalan gümüşi renkte, oldukça parlak olan kıyak bir silah çıkardı ve mutlu mutlu okşamaya başladı.
“Hayır Tedie. Bu kadar kolay bitmesine izin veremem. Sona bu kadar yaklaşmışken, tekrar başa dönmek istemiyorum. Gerekirse ‘son çare’yi bile kullanacağım!”
“Son çare mi! Hayır Max, bunu yapamazsın değil mi? Hem daha ‘son çare’nin tam olarak ne olduğundan bile emin değiliz. Böyle bir şeyin olmasına izin vermemiz imkansız!”
Tedie’nin bu şekilde kesin tavırlar göstermesi nadirdi. Fakat bazı ciddi şeylerin o da farkındaydı ve Maxon bunu anlıyordu. Ama yaratık lütfedip de konuşmaya başlamazsa, son çare dediği ve kendisinin dahi ne olduğunu bilmediği şeyi kullanmayı kafasına koymuştu. Tedie’nin yüzüne baktı.
“Göreceksin Ted, sonun yaklaştığını hissediyorum. Hangi taraf için son olduğunu bilmiyorum ama son yaklaşıyor buna eminim.”
Tedie hayatı pek kaale almayan korkusuz ve genellikle düşüncesiz bir insan olmasına rağmen, Maxon’ın suratında gördüğü o anki ifade ile enselerindeki tüylerin diken diken olmasını engelleyemedi. İşin ciddiyetinin bu aşamada olduğunu yeni yeni kavramaya başlamıştı belli ki.
Maxon bir kez daha yaratığa döndü ve sinir edici bir sakinlikle konuşmaya başladı.
“Evet, Bay Yaratık. Sanırım oyunu bitirmenin ve konuşmanın gerçek anlamda zamanı geldi. Şu an itibarıyla ya kendi isteğinizle konuşacak ya da benim yöntemim ile istemeseniz de konuşacaksınız! Sanırım benim yöntemimi gördükten sonra, kendinize bıçak ile ağız yapmayı dileyeceksiniz. O yüzden, bir kez daha soruyorum. Nerede o?!”
Yaratık insan olmasa da, cümlelerin her birini açıkça anladığı belliydi. Sıkıca bağlanmış olmasına rağmen, kıpırdanmaya çalıştığı gözlerden kaçmadı. Yine de, sessiz kalmaya ve hiçbir şey yapmamaya devam etti.
“Eh, bunu kendiniz istediniz Bay Yaratık. Bana başka çare bırakmadınız.” Maxon geriye doğru döndü ve arkasında bulunan eskimiş gardıroba yöneldi. Kapısını açtı ve en altta bulunan çekmeceyi, yerinden tamamıyla çıkardı. Dizlerini büktü ve elini, çıkardığı çekmecenin boşluğuna soktu. Kısa süre sonra küçük bir vızıldama duyuldu ve yan tarafta bulunan bir diğer gardırop; yerinden oynamaya, ters dönmeye başladı.
Gardırop, dönme işleminin tam ortasında durdu ve Maxon oraya doğru yöneldi. Gardırobun dönmeden önceki tavanla bitişik kaldığı üst alanı şu anda açılmış ve orada bulunan küçük bir çukurluk açığa çıkmıştı. Maxon bu çukurluktan, yıllardır orada kalmış olduğu belli olan, aşırı şekilde tozlanmış dikdörtgen şeklinde bir kutu aldı. Derin bir nefes alarak kutunun üzerindeki tozlara doğru üfledi. Küçük bir toz bulutu havayı sardı. Tabii Maxon da bu durumdan kısa bir öksürük nöbeti ile nasibini aldı.
Temizleme işlemine eliyle devam eden Maxon, nihayet kutunun üzerindeki yazıları ortaya çıkardı. Bir şekil rüne benzeyen yazılar tamamen anlaşılmaz bir dildeydi ve belki de dünya üzerinde bulunan kimse, bu yazıtların ne anlama geldiğini bilmeyecekti. Buna Tedie ve Maxon da dahil.
Lakin bu yaratık, kutunun üzerindekileri rünleri gördüğü andan itibaren; küçük olan gözleri faltaşı kadar olmuş, gözbebekleri yerlerinde fıldır fıldır dönmeye başlamıştı. Bu durum Maxon’un dikkatinden kaçmadı. Yaratık rünlerin gerçek anlamını biliyor olabilir miydi?
“İşte Bay Yaratık. Bahsettiğimiz ‘son çare’ şu küçük kutunun içinde saklı. Konuşmamakta hâlâ ısrarlı mısınız? Ne dediniz? Sizi hala duyamıyorum.” Yaratık yapamadığı halde bariz bir şekilde çırpınma çabası içine girmişti. Tedie olaya müdahale etti.
“Yeter artık Maxon. Bırak şu şeyi. Çok ileri gittin!”
“Kes sesini Tedie! Şaka falan mı yaptığımı düşünüyorsun hâlâ? Ben oldukça ciddiyim ve emin ol bu mesele bitmeden kutunun içerisindeki şeyin çıkması an meselesi!”
Yaratık söylenenleri dinliyor ve çırpınmaya çalışıyordu. Son söylenenlerden sonra çırpınmayı bıraktı ve gözlerini kapatıp hareketsiz kaldı. Maxon ve Tedie yaratığa döndüler. Ne olduğunu anlayamamışlardı.
Yaratığın karın bölgesi, daha doğrusu göbek olması gereken kısmı yarılmaya, jöle gibi dalgalanmaya başladı. Kısa süre sonra oldukça büyük, iri ve gri renkte bir dudak meydana geldi. Bu süreçte yaratık kıpırtısız durmaya ve gözlerini açmamaya devam etti. Dudaklar oynamaya başladı.
“Yeter efendiler. Şu ana kadar yaptığınız her türlü işkenceye katlandım lakin sakın o kutuyu kullanmayın. Ne isterseniz yapmaya hazırım. Yeter ki kutuyu kullanmayın.”
Maxon ve Tedie bariz bir şaşkınlıkla yaratığa bakıyorlardı. Maxon iki kat daha şaşkındı. Çünkü yaratığın konuşma ümidini tamamen kaybetmişti ve bu durum kendisi için oldukça büyük bir sürpriz oldu. İçten içe kutuyu kullanacağını hayal ediyordu. Kısa sürede kendini toparlamaya çalıştı fakat bu konuda pek becerikli olamadı, yine de konuşmaya başladı.
“S-sen. Niye şu ana kadar bizimle konuşmadın? Bu kutunun önemini nereden bilebilirsin ki, şu anda böyle bir duruma başvurdun?” Şaşkın olduğunu hiçbir utanma belirtisi olmadan dışarı vurmuştu. Yaratık ise gözü kapalı bir şekilde cevap verdi.
“Çünkü genç efendi. O yazı benim ana dilim, uygarlığımın en eski alfabesidir. Orada yazanların anlamını bilseydiniz, sırf dokunduğunuzdan dolayı da olsa ölmeyi kaç kez dileyeceğinizi tahmin dahi edemiyorum. Gereksiz yere konuşmamam gerekirdi, fakat bana bunu yapmaya –ölümüme neden olacağına rağmen- zorladınız. Hiçbir şey bilmiyorsunuz genç efendi, hiçbir şey!” o anda göz kapakları açıldı ve kıpırdamaksınız Maxon’ın gözlerine bakmaya başladı.
Maxon ne yaptığının farkında olduğunu sanıyordu ama artık o kadar da emin değildi. Şu ana kadar hissetmediği türden bir korku, rahatsız edici bir yavaşlıkla bedenini sarmalaya başlamıştı. Tedie haklı mıydı? Çok mu ileri gitmişti?
Tedie ise hiçbir şeye anlam verememiş, sadece Maxon’ın suratına patlatmak güdüsüyle yanıp tutuşuyordu. Kendini patron sanan bu gerzek, çok önceden yemesi gereken yumrukları fazlasıyla hak etmişti. Yine de yerinen kıpırdamadı ve önündeki manzaraya bakamaya devam etti.
Maxon ise yaratığın dediklerini düşünüyor, bundan sonra ne demesi gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Sanki kendisi sorgu sandalyesinde oturuyormuş ve yaratık onu sorguluyormuş gibi hissetti bir an. Fakat şu saate kadar beklediği anın, bu an olduğunun düşünerek başından beridir elde etmek istediği bilgiyi tekrar sordu.
“Tamam o zaman. Hiçbir şey bilmiyor olabilirim yahut kutuya dokunmak yerine ölmeyi yeğleyebilirim. Başka bir zamanda ve başka bir yerde karşılaşmış olsaydık Bay Yaratık, belki bu dediklerinizi detaylıca düşünme ve uygulama yoluna gidebilirdim. Fakat şu anda tek bir istediğim var. Ve artık lütfedip konuştuğunuza göre bu bilgiyi bize vermenizin zamanı gelmiştir. Şimdi söyleyin, nerede o?” Sustuğunda, nefes nefese kalmıştı.
“Bu kadar çok mu merak ediyorsunuz genç efendi? Hayatınızın anlamı yıllardır peşinden koşturduğunuz bu kişi midir? Peki o zaman, söyleyeyim sizlere. Ahitli Göl’ü bilir misiniz? Terkedilmiş mekân olarak da anılan; sizin tabirinizle kimsenin uğramadığı yanından bile geçmediği lanetli olan Ahitli Göl. Aradığınız kişi gölün içinde yaşamakta. Doğru kelimeleri kullandığınızda ister istemez su yüzeyine çıkacaktır. İşte o doğru sözlerin anahtarı ise bende. Ve biliyor musunuz, bu sözlü anahtarı da sizlere vereceğim. Lakin tek bir şart koşuyorum. Elinizdeki kutuyu bana vereceksiniz, sorgulamadan! Ben de size Ahitli Göl’e kadar bedenim üzerine itaat edeceğim, aradığınız kişiyi bizzat sunacağım. Fakat kutuyu bana vereceksiniz!”
Maxon bu şarta şaşırmıştı.
“Kendini şart koşacak bir ortamda mı zannediyorsun Bay Yaratık?” Yaratık da duraksamadan cevap verdi.
“Evet genç efendi, kendimi tam olarak böyle bir ortamda zannediyorum. Ayrıca bana yaratık demekten vazgeçin. İsmim Zenisa.” Uzun süredir sessiz kalmış olan Tedie tam bu sırada kahkahayı patlattı.
“Demek yaratık denmesine alınıyorsun ha? Oldukça ilginç değil mi? Bu kadar insanın ölmesine yol açan birisinin yaratık harici farklı bir unvan alması ne kadar doğrudur ki!” Yaratık yani Zenisa istifini bozmadan karşılık verdi.
“Elbette alınıyorum, benim de hislerim var genç efendi! Size yaratık dersem hoşunuza gider mi? Sonuç olarak siz de benim türüme göre yaratık sayılırsınız. Ayrıca ben hiçbir Adem oğluna, değil öldürmek zarar dahi vermedim.”
“Ne yani bu kadar insanın ölümüne yol açtın. İnkâr mı ediyorsun?” diye araya girdi Maxon.
“Hayır hayır. Ben o insanların hayatlarını kurtarmaya çalışıyordum. Ama siz iki genç, daima ayak bağı oldunuz bana!”
Hem Maxon hem de Tedie iyice şakına dönmüşlerdi. Zenisa isimli bu yaratık kafayı mı yemişti yoksa onlarla oyun mu oynuyordu. Gözlerine mi inansalardı yoksa karşılarındaki, söyledikleri oldukça etkileyici olan yaratığa mı…
“İnanın bana genç efendiler, Adem oğulları ve Havva kızlarını öldüren ben değildim. Ben sadece, öldüren varlığı yakalamaya görevlendirilmiş farklı alemde yaşan bir türe mensup kadim ve önemli görevleri olan biriyim. Yakalanma pahasına da olsa, bugün o yaratığı arazide kıstırıp yok etmeyi başardım.” İlginç şekildeki ağzı, gülümsemeyle kıvrıldı. Olukça ilginç bir görünüm çıkmıştı ortaya. Tedie duraksamadı:
“Peki öldürdüm dediğin şu varlık nerede şimdi, cesedine ne oldu?”
“Cesedi mi? Ceset diye bir şey kalmadı, toz oldu.”
Maxon’ın kafası iyice karışmıştı ve konuşulanları toparlamaya çalışıyordu. Pekâlâ bu yaratık, tamamen atıyor ve kurtulmak için yalan söylüyor olabilirdi. Fakat içindeki ses, Zenisa’nın dürüst olduğuna inanıyordu. Konuşmayı tekrar ana konuya çekti.
“Peki o zaman, diyelim ki sen haklısın. Bize yalan söylemediğini ve senin asıl yaratığı öldürmek için gönderilmiş farklı bir varlık olduğunu varsayalım. Fakat seni o sandalyeden çözmemiz inancını verebilecek kanıtların olmalı. Ne diye sana inanalım. Hayatımız pahasına korumamız için bize verilen bu kutucuğu bir anda sana verelim?” Yaratık bir süre daha sessiz kaldı ve ilk defa gözlerini açtı.
“Çünkü genç efendiler, sizler doğmadan önce görevli olarak gönderildiğim bu dünyadaki yaşamım, konuşmam gereken bir kişi dışında bozuldu. Sizler ile konuşmam benim ölüm nedenim olacaktır. Ölüme de pek üzülmüyorum hani. Oldukça uzun yaşadım zaten. Lakin size şunu söyleyeyim. Bu dünyada konuşmam gereken bir kişi vardı. İşte o tek kişi sizlerin babasıydı! Şu anda ettiğim hürmet ve onca planlarımda yaptığınız ayak bağlarına katlanmamın tek sebebidir bu. Hiçbir Adem oğluna zarar gelmesini istemem fakat görevim için, yoluma çıkan tüm pürüzleri de temizlemekten sakınmam. Sizler babanız sayesinde buralara kadar geldiniz, fakat ondaki yeteneği hâlâ daha tam olarak alamadınız. Şimdi sizlere olanları anlatacağım ve bittiğinde bana inanmazsanız lütfen silahı elinize alın ve şu istediğiniz deliği kafamın tam ortasına açın.” Bu son cümlede göz bebekleri özellikle Tedie’ye dönmüştü.
Kısaca düşünen Maxon, bunun en iyi ve en doğru yol olacağına karar verip kafasını salladı. İkili sandalye çekip tam Zenisa’nın karşısına oturdular ve dinlemeye başladılar. Zenisa ara vermeden olayları detaylı bir şekilde anlatmaya başladı. Nefes almak için bile durmuyordu ki nefes alıp almadığı da muammaydı. Uzun bir sürenin ardından konuşmasını bitirdi ve sessiz bir şekilde beklemeye başladı.
Kardeşler ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı. Babaları hakkında kendi bildiklerinden çok daha fazla şey duymuşlardı.
İki yıl önce, yaptıkları bir deneyin tepkime vermesi sonucu ortaya çıkan reaksiyonda ölen babalarının, dünya için hatta farklı dünyalar için ne kadar önemli bir şahıs olduğunu dinlemişler, arada kaybolduğu zamanlarda neler yaptığını duymuşlardı. İşte bu düşüncelerin arasında Tedie belki de hayatında birkaç kez yaptığı şeylerden birisini yaptı ve Maxon’dan gelen uyarıyı duymaksızın ayağa kalkıp yaratığa doğru yürümeye başladı.
“Eğer hayatımda senin söylemen hariç, verdiğim doğru kararlar varsa; emin ol Maxon bu onların en başında gelecektir. Güven bana.” Böyle söyleyip yaratığı çözmeye başladı. Bir süre sonra Zenisa tamamıyla serbest kalmıştı. Gergin bir bekleyiş ile Maxon da ayağı kalktı ve kardeşini koruma içgüdsü ile yanına gitti. Zenisa ise bu zaman süresince kollarını ve ayaklarını ovuşturup kan akışının eski haline gelmesini sağlamaya çalışıyordu. Kısa süre içinde durdu ve elini Tedie’nin omzuna koydu.
“Sağ ol genç efendi. Bu minnettarlığını ölmeden önce geri iade etmeye çalışacağım.”
“Hayır hayır hiç gerekli değil, sanırım sana bir özür borçluyuz, yani bu yaptıklarımızdan dolayı.” diyerek mahcup bir şekilde bakındı.
“Siz inandığınız şeyi, peşinde koştuğunuz durumun içerisinde yapacağınız düşünceleri uyguladınız sadece. Bundan dolayı sizleri suçlayamam. Şimdi, sizlere verdiğim söz isteğim doğrultusunda hâlâ geçerli. Kabul ederseniz Ahitli Göl’e kadar eşlik eder ve aradığınız kişi ile karşılaştırırım sizleri. Ne diyorsunuz?”
Maxon ve Tedie birbirlerine baktılar. İkide bir ‘o kişi’ dedikleri şey de dünya dışı bir varlıktı aslında ve o kişiyi arama nedenleri de anneleriydi. Yıllar yıllar önce kaybolmuş, babalarının ölmeden önceki son iki gece içerisinde onlara durumu anlatması ile aslında ne olmuş olabileceğini görmüş oldular. Annelerinin doğaüstü bir yaratık tarafından saklandığını, kaçıranın yerini ise bilenin sadece ama sadece bir kişi olabileceğini ve kendisinin de yıllardır onu aramak için bu şekildeki bazı uzun yolculuklara çıktığını itiraf etmişti. Kutunun ne işe yaradığını hâlâ bilmiyorlar ama önemli bir şey olduğunun farkında olacak kadar da önemsiyorlardı. Peki ya şimdi ne olacaktı? Sonu gözükmeyen Ahitli Göl’e gidip annelerini kurtarmak için kutuyu vermeleri mi yoksa kutuyu muhafaza edip annelerini sonsuza kadar doğaüstü bir yaratığın pençeleri altında bırakmaları mıydı önemli olan? İşte, Maxon’ın kalbinde senelerdir çekmiş olduğu anne hasreti şu anda daha baskın çıktı ve mantık çerçevesine bağlayarak konuşmaya başladı.
“Sanırım bu, ne olduğunu bile anlamadığımız kutuyu Zenisa’ya teslim etmeliyiz Ted. Emimin ki şu an istese çok fazla güç harcamadan ikimizi de lime lime edip kutuyu alır ve yoluna devam ederdi. Fakat kutu karşılığında bize yardım öneriyor. Bana sorarsan kutuyu boş verip annemize yoğunlaşmalıyız.” Tedie’in düşünceleri de pek farklı değildi.
“Haklısın Max, küçük bir kutunun annem kadar değeri olduğunu sanmıyorum. Kutuyu ona ver de artık başlayalım şu işe.”
Zenisa ise sessiz bir şekilde kararlarının sonucunu bekliyordu. Bir süre sonra Maxon tam karşısına geldi ve kutuyu ona doğru uzattı.
“İşte Zenisa, sana daha doğrusu sizin dünyanıza ait olan kutunuz. Şimdi bize yardım edecek misin?”
“Pek tabii genç efendi, isterseniz hemen Ahitli Göl yoluna çıkalım. Yalnız unutmayın, bu bilgiyi babanız da birkaç kez benden almaya çalıştı fakat ona duyduğum saygıdan ve yasaklanmış olduğundan söylememiştim. Sizlere söyleme nedenim zaten ölecek olmam ve de elinizde bulunan bu kutu. Hayal kırıklığına uğramadan çözülür umarım. Şimdi beni takip edin.” Yavaş bir şekilde dışarıya açılan kapıya doğru yürümeye başladı. Tedie ise durmuş Maxon’a bakıyordu.
“Sence hayal kırklığı ile ne demek istedi Max?” Maxon da yavaş adımlarla yürüyen Zenisa’nın sırtına bakıyordu. Bir süre sonra cevap verdi.
“Sanırım iyi bir şey değil, Tedie. Neler olacak hep birlikte göreceğiz!”
* * *
Yola çıkalı iki gün olmuştu. Yaşadıkları yer Ahitli Göl’e pek uzak olmasa da herhangi bir taşıt kullanmadıklarından eski zamanlardaki insanlar gibi yürüme yoluyla ulaşmaya çalışıyorlardı gitmek istedikleri yere. Aslında bunun en büyük nedeni Zenisa idi. Kardeşlere kalsa kendilerine ait olan araba ile çıkacaklardı yola. Fakat Zenisa bunu kesin bir dille reddetmişti. Tamamen Zenisa’nın tarif ettiği yollardan gidiyorlardı. Şu ana kadar tek bir insanla bile karşılaşmamışlardı. Fakat Maxon’ın tahminleri doğruysa, Ahitli Göl’e varmadan önce küçük bir köy ile karşılaşmaları gerekiyordu. İşte bu noktada Zenisa yanlarında olduğundan, köy halkına gözükmemeleri önem arz ediyordu.
Tedie’yi bu yolculuk sırasında daha önce hissetmediği bir heyecan kaplamıştı. Annesini sonsuza kadar kaybettiğini çok önceden kabullenmişti. Bu yüzden de hiçbir zaman böyle bir düşünceye anlam vermemişti. Fakat şimdiki yolculuklarında küçük de olsa bir umut yeşermişti. Belki de annesini tekrar görecekti. Şu istediği tatile nihayet annesi ile çıkabilecekti!
Maxon sessiz kalmaktan sıkılmış ve adımlarını Zenisa’nınkiler ile aynı ölçüde tutmaya çalışarak yanına geldi.
“Söylesene Zenisa. Babam bize, annemizi bulabilecek tek şeyin o varlık olduğunu söylemekten başka hiçbir bilgi vermedi. Senin onu tanıyor olman gerekir. Bize nasıl yardım edecek, yani annemizi bulmamızda?” Yaratık bir süre sessiz kaldı ve yürümeye devam ederken konuştu.
“Sizin de tahmin ettiğiniz gibi genç efendi, aradığınız varlık bir insan değil. O da benim gibi farklı bir alemden gelen ırklardan. Fakat onun için kendi dünyam diyebileceği bir yer kalmadı. Bundan uzun seneler evvel, şu anda sizin insanlarınızı öldüren ve benim yok ettiğim yaratığın asıl dünyası, aradığımız varlığın dünyasını yok etti. Bunun nedeni de; bu dünyada yaşayan ırkın görebilme gücüydü. Bahsettiğimiz bu ırka Ceshandi diyoruz. Ceshandiler doğaüstü görme yetenekleri ile aradıkları her şeyi bulma yetisine sahipler. İşte kötülüğün tohumlarında başı çeken Mazbotlar -yani sizin insanlarınızı da öldüren ırk- Ceshandileri kendi emelleri için kullanmak ve tüm evrene hakim olabilmek için kullanmaya çalıştılar. Fakat Ceshandiler böyle bir şeyi asla kabul etmeyeceklerini söylediler ve direndiler.” Burada bir süre suskunlaştı. Gözleri uzaklara baktı, sanki farklı şeyler görüyormuş gibi. Daha sonra konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Ceshandiler, kadim ve cesur bir ırk olmasına rağmen Mazbotlar ile boy ölçüşemezlerdi. Böyle bir itiraza oldukça sinirlenen Mazbotların lideri Ogiro tüm gazabını bu dünyaya yöneltti ve orayı yok etti. Anlayacağınız genç efendiler, neredeyse tüm Ceshandi ırkı tarihe karıştı. Fakat bu savaş sürecinde dünyalarından kaçmayı ve farklı dünyalara gitmeyi başarabilen birkaç Ceshandili oldu. İşte onlardan biri saklanmak için bu dünyaya geldi. Aradığımız kişi de tam olarak bu. Sizlere, görme gücü sayesinde farklı bir dünyada bile olsa annenizin yerini söyleyebilecek canlı.”
Maxon ve Tedie’nin kafaları karışmış olmasına rağmen son cümleler ile gözleri parladı. Bu sayede annelerini kesin olarak bulabileceklerdi. İşte şimdi her şey yavaş yavaş anlam kazanmaya başlıyordu. Gözlerindeki parıltı Zenisa tarafından hissedildi.
“Fazla heyecanlanmamanızı öneririm genç efendiler. Başta da söylediğim gibi tüm umutlarınız boşuna olabilir. Babanız bile eğer bulabilseydi bu kadar heyecanlanmazdı. Çünkü bu Ceshandilinin sizlere annenizin yerini söylemesi için hiçbir nedeni yok. Kendisini iknâ etmeniz gerek ve bunun nasıl yapılacağını bana sormayın. Eğer kesin bir dilde reddederse ölme pahasına bile olsa konuşmayacaktır. Ceshandiler iyi bir halktır, fakat inatçılıklarıyla tanınırlar.”
Maxon bu söylenenleri duyunca biraz afalladı. Zenisa haklıydı, sonuçta kendilerine bu bilgiyi vermesinin hiçbir nedeni veya gerekçesi yoktu. Ne yapacağını bilemez bir şekilde kafasını Tedie’ye doğru çevirdi. Onun da simasında kendininkine benzer bir surat ifadesi vardı. Nasıl olup da daha varlıklarını bile yeni öğrendiği birisini, kendi annelerini bulma konusunda ikna edeceklerdi?
* * *
Yolculuklarının dördüncü gününde Maxon’ın tahmin ettiği köy görüş alanlarına girmişti. Şu ana kadar Zenisa’nın kesin olarak farklı bir yol izleyeceğini düşünmüş, karşılarına tek bir insan bile çıkmadığından yine aynı şekilde farklı bir yoldan gideceklerini sanmıştı. Fakat Zenisa sanki önlerinde hiçbir şey yokmuş gibi dosdoğru köye gidiyordu. Maxon, müdahale etmesi gereken zamanın geldiğini düşünerek konuşmaya başladı.
“Belki farkında değilsindir Zenisa fakat tam önümüzde uzanan bir köy duruyor ve içi insanlarla dolu. Kötü gözüktüğünü söylemiyorum, yine de insanların senin gibi birisini gördükleri zaman, şaşırmaları ve kargaşa çıkarmaları oldukça bariz.”
Zenisa söylenenlere kısa bir gurultu ile karşılık verdi. Belli ki gülüyordu.
“Merak etmeyin genç efendi, onun da önlemini aldım. Sizce bu kadar süredir dünyada fark edilmemeyi nasıl başarıyorum sanıyordunuz? Neyse, değişim zamanı geldi. İsterseniz kafanızı farklı yöne çevirin genç efendiler. Bu deneyim sizler için biraz mide bulandırıcı olabilir,” dedi ve yürümeyi bıraktı.
Ellerini, göz hizasına paralel gelecek bir şekilde kaldırdı ve gözlerini kapadı. Parmakları tamamen ayrılmıştı. Kısa bir şey söyledi. Dedikleri Maxon ve Tedie kardeşler için vızıldamadan öte anlam taşımadı. Gözlerini bir anda açarak, kartal çığlığına benzer bir ses çıkardı. Sorgulama aşamasında karnında oluşan biçim değiştirme ve jöle gibi sallanma durumu şimdi tüm vücudunda oluyordu. Sanki kızgın bir fırında eriyen kaşar peyniri gibi bir görüntü çıkmıştı ortaya. Maxon bir an, midesinin ağzına geldiğini sandı ve kusmamak için kafasını farklı bir yöne doğru çevirdi. Fakat Tedie bu durumdan oldukça etkilenmişe benziyordu, izlemeye devam etti.
Değişim devam ediyordu, şimdi grimsi ten rengi gitmiş yerine beyaza çalan sarı renkte bir insan derisi rengi gelmişti. Kafasındaki ilginç saçlar gitmiş, ince ve sık kıllar fışkırmaya başlamıştı. Alt tarafında siyaha çalan bir kot pantolon ve ayaklarında siyah bir spor ayakkabı ile üstünde gri renkte bir tişört oluşmuştu. Kollarında da kısa kısa tüyler vardı. Şekil değiştirme işi tamamlanmış ve otuzlu yaşlarına yaklaşmış, sağlığı yerinde genç bir yakışıklı adam çıkmıştı ortaya. Yüzünde geniş bir gülümseme vardı.
“Nasıl oldu genç efendiler? En sevdiğim şeklimi aldım. Sanırım insan gözüyle yakışlı bir şey benziyorum. Ne dersiniz?”
Tedie gülmemek için kendini zor tuttu. Şekil değiştirme esnasında, insanlarınkine benzer espri anlayışı da gelmiş olmalıydı herhalde. Fakat dikkatini çeken bir durum söz konusuydu, sormadan edemedi.
“Bizlere neden genç efendi diye hitap ediyorsun Zenisa?”
“Babanız dünyadayken onun komutası altındaydım ve her zaman efendim diye hitap ederdim. Sizler de onun oğulları olduğunuza göre bu şekildeki bir ifade biçimi pek aşırıya kaçmaz diye düşündüm, yanılıyor muyum?” Güzel bir cevap vermişti, Tedie’nin de bundan rahatsızlık duyduğu söylenemezdi ama yine de bilmesi gereken bir şey vardı.
“Güzel açıklama Zenisa, söylemen sorun değil fakat köyden geçerken insanlar arasında genç efendiler demen yerine isimlerimizle hitap edersen daha az dikkat çekeriz. Kölelik kavramının olduğu bir dönemde değiliz ve sen de bir askere yahut bir bakıcıya benzemiyorsun. İlgi çekmenin hiç mi hiç gereği yok.”
“İyi tespit genç efen- Tedie. Köydeyken sizleri isimlerinizle çağıracağım. Şimdi, daha fazla durmanın anlamı kalmadı sanırım. Ahitli Göl’e doğru devam edelim mi?” Sorunun cevabını beklemeden yürümeye başladı ve Tedie ile suskun Maxon peşinden gitti.
Köyden geçmeleri pek fazla sorun olmadı. Sadece birkaç kişi, yabancıların kim olduğunu merak ederek onlara baktı. Bunun dışında herhangi bir olay yaşanmadan çıktılar. Köyden çıktıktan sonra Zenisa eski görümünü aldı. Tedie, insan görünümünü sevmesine rağmen bu şeklide olması ile kendisini nedenini anlayamadığı bir şekilde daha güvende hissediyordu.
Ahitli Göl’e çok az kalmıştı. Annelerine kavuşacağı inancı her adımda biraz daha fazlalaşıyordu. Maxon hâlâ daha, Ceshandili olan bu canlıyı, annelerini bulması için nasıl iknâ edeceğini bilmiyordu. Fakat şu anlık önemli olan oraya ulaşmaktı. Ulaştığı zaman bu pürüzü halledebilirdi.
Yokuş yukarı devam eden tepenin en üstlerine geldikleri zaman karşılarındaki manzara nefes kesiciydi. Sonsuzmuş gibi uzanan gölün etrafındaki yeşillik ile dünyanın canlı olduğu kanıtı bir kez daha gözler önüne seriliyordu. Etrafta uçuşan kuşların sesi ile esen rüzgâr yüzünden kıpırdayan ağaçların hışırtısı ortama ayrı bir huzur katıyordu. Kardeşler Ahitli Göl’ü biliyorlardı fakat daha önceden hiçbir zaman gelme girişiminde bulunmamışlardı. Böyle bir yere nasıl olur da lanetli denir, anlayamamışlardı. Sanki uzun bir süredir hasretini çektikleri taze havanın kokusunu derin derin içlerine çektiler. Bir süre sonra Zenisa konuşmaya başladı.
“İşte aradığınız kişinin mekânı olan, Ahitli Göl. Şimdi genç efendiler, Ceshandili varlığın yanındayken, ne derse desin güven verici ve kibar olmaya özen gösterin. Sizlere, annenizi bulması konusunda yardım edemem, ama dinlemeden geri dönmemesi için elimden geleni de yapacağım.”
Kardeşler aynı anda kafalarını salladılar ve gölün kıyısına inmeye başladılar. Sonunda kısa sürede olsa hayal ettikleri annelerini geri dönme umudu ya gerçekleşecek ya da sonsuza dek yok olacaktı.
Zenisa, kardeşlerin o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başladı ve içten içe babalarına ne kadar benzediklerini düşündü. Dünya olaylarına aldırış etmese de, biraz sonra neler olacağını merak etmeye başlamıştı. Efendim dediği kişi de yıllar boyunca bu anı hayal etmişti ne de olsa.
Bakalım gelecek neleri gösterecek diye düşündü ve sessiz bir şekilde kendi tabiriyle genç efendilerin peşine takıldı.
Not: Bu öykü, eğer sıkıntı çıkmazsa her ay yazılmaya ve yeni gelecek tema ile bağlantılı olarak sunulmaya devam edecektir.
Sürükleyicilikte ve kurguda yine döktürmüşsün, uzun solukların adamı seni, helal! 😛
ellerine sağlık. cok güzel ve akıcı bir serüven oldu. devamını da merak ediyorum, hemen yaz ^^!
kardeşleri sevdim çok sıkı adamlar. uzun soluklu bir birliktelikleri olur umarım okuyucularla
Men in Black! 😀 Çok iyi, devamını bekliyorum.
Merak uyandıran, sıkı bir öykü olmuş. Her ay takip edecek yeni bir öykü kazanmak sevindirici. Ellerine sağlık abi. İlhamın hiç eksilmesin. 🙂
Ufak tefek yazım hataların var ama kugu süper olmuş devamını bekliyorum 😀
Orijinal bir fantastik öykü olmuş; beğendim. Eline sağlık.
Devamını okuyayım şimdi de…