Öykü

Deniz Fenerleri ve Anlamları

Yıllardır beklediği asıl yalnızlığa kavuşmuştu Feride. Beklemekten öte adını bir türlü koyamadığı ve içten içe kitaplara akıttığı yalnızlığa, kavuşmuştu aslında.

Sabahı nasıl ettiğini bilmiyordu.

Onsuz geçen sabahlar nasıl devam ederdi. Nasıl gece sonlanırdı. Onun çalışma ışığı olmadan, yazdıkları olmadan geçen geceler…

Eşi, biriciği gitmişti. Onun kaybı ile nasıl yüzleşecekti? Ev, boştu. Ev hiç olmadığı kadar boştu. Sanki boşluk yeniden bir anlam buluyor ve tekrar ve tekrar yükseliyordu göğe. Her saniye yalnızlığın anlamından bir ışık, bir nüans koparıyordu. Beklenen son bu olamazdı…

Deniz feneri babasını, şairini, yazarını ,abisini, ustasını,tamircisini, ressamını kaybetmişti…

Hem deniz de dalgalıydı. Hırçın sular sanki eşi, Yiğit beyi, evinin direğini söküp almıştı ondan. Bunlar bir insanın tadabileceği en acı duygulardı. İçi sızlıyordu. Cenazeden sonrası… Evin dibe çökmüş ve her yere sinmekte olan ağırlığı, ve hiç bitmeyecek gibi duran matem… Acı tarifsizdi böyle zamanlarda ya ona ortak olmak acıdan nimelenmek, ona hiç bakmadığı sözlüklerden, tozlar içinde kalırcasına, bakmaktı.

Yiğit bey öldükten sonra denizin ve onun asi fenerinin soluğu kesilmişti. Ne olacaktı gerçekten? Bu durum daha fazla süremezdi, kimse sürmesinden yana değildi.

Rıhtım koyu ve kızıla çalan eşiz renklerini bu sefer de Yiğit Bey için dökmekteydi. Ölüm gerçekti ve buna gökyüzü ve deniz ve dalgalar ardın sıra vurarak eşlik etmekteydiler.

Deniz feneri babasız kalmanın vermiş olduğu içten duyguyu en çok çekendi belki de. Onun yaşadığı acının Feride Hanımın yaşadığı acı karşısında yeri yoktu, anlamsızdı. Ancak nesneler ve uğurlarına nice güzel ritim tutulan bir ışık unutmazdı. Denizler fenersiz izbeydi, karanlıktı… Bir deniz onsuz deniz olmaktan başka bir anlam ifade edemezdi. O da bunun farkındaydı. Onu en çok seven, yıllarca arkadaş olduğu Yiğit Bey yoktu. Bir daha onu görmeyecekti. O da hatırlıyordu aslında. Nedendir bilinmez ama acısı derin mi derindi sulardan bile. Tasvir edilecek bir yangın her tarafını sarmış, var olan tüm yağı hızla tükenmiş ve sönmüştü. Hem o sönmek istemişti hem de ona anlam kazandıran ışığı…

Kayalık, zor bir yerde küçük bir kasabayı anlamlı hale getiren büyük deniz feneriydi. Onu herkes sayardı, tıpkı Yiğit Bey’i saydıkları gibi.

Kasabanın en güzel tepesinin arkasına gizli ve masum bir yere sinmiş ve denizi ve onun eşsiz dalgalarını aydınlatmıştı yıllardır. O da küsmüştü birkaç günde denize, onun için bir anlamı kalmamış gibi hissediyordu. Artık bir nevi yetim sayılırdı. Bunca boyun bükmeleri birkaç gündür tamir edilemeyişi de ondandı.

Feride Hanım biliyordu. Deniz fenerlerinin de ruhları vardı. Onlar özellerdi. Özel olmak istedikleri için değil özel oldukları içindi üstelik bu güzellikleri. Bembeyaz oluşları, görkemli parlaklıkları, masumlukları her şeyi ifade ediyordu aslında. Bir bir özlem duyuyorlardı bütün insanlık onlara.

Yeni sabaha, yeni güne hiç uyanmak istemeyen minik kasaba halkı kendi kararlarını ertelemeden vermek zorundaydılar. Hepsi biliyordu ki,Yiğit Bey onlar için özeldi. Karısı Feride Hanım onlara emanetti. Sorun bu değildi. Çözülmesi gereken, üstlenilmesi gereken bir iş vardı. Biri Deniz fenerini aydınlatmayı denemeliydi. Onu tamir etmeleri gerekiyordu.

Yıllardır süregelen bir dostluktu  deniz feneri ile Yiğit Bey arasındaki. İşte bu yüzden aslında tüm kasaba şaşırmakta haksız değildi. Yiğit Bey ölmüştü. Bu durum aslında beklenen bir durum değildi ama bir şekilde hayat yılları da peşinden tıpkı o dalgalar gibi sürüklüyordu. O eşiz dalgalara da hayat veren, anlam katan bu kayalıklar, bu müthiş deniz feneri değil miydi? O halde deniz de küserdi, deniz feneri de çalışmazdı, kayalıklar da un ufak olurdu. Herkes bu durumun içler acısı bir hal almasından muzdarip bir köşeye çekilmiş oturmaktaydı. Onlar koca bir kasaba halkı olarak Yiğit Bey’in gidişine mi şaşırsınlardı, yoksa deniz fenerlnin de ölmek için çırpınmasına mı bilemediler. Bilmek için kendilerini hiç de yeterli göremediler…

Günlerce deniz fenerinin yüzünü güldürmek için uğraştılar. Ne getirdikleri yağ fayda etti ne de diğer tüm çabaları. Bir türlü çalıştıramadıkları fener ile baş başa kalmışlardı. Onlar biliyorlardı belki ama fark etmekte geç kalmışlardı. Tüm kasaba halkı bağlanmıştı fenere. Ona dayadıkları sırtlarını bir anlamda artık açıkta hissediyor ve üşüyorlardı. Hiçbiri gitmek istemiyordu. Karanlık tepenin arkasında usul usul ama acı acı sokulmuştu. Fener çalışmamakta ısrar etmiş yas tutmaktayken kasaba halkı da balıksız ve aynı zamanda işsiz kalmanın hezimetinden perişandı.

Feride Hanım da yasını yaşıyordu. Ona kimse bulaşmak ondan yardım istemek konusunda cesur değildi. Bu durum ölüye saygısızlık sayılırdı. Bunu bilmekten öte getirdikleri türlü gelenekler bu durumu bir kabul olarak zihinlerine kazımışlardı. Bir ölüm sadece bir ölüm olmaktan öte anlam taşırdı. O yüzden de iyi insanlar öldü mü, tepeler kururdu. Ormandan kırılan ve hiçbir açık yeri kalmayan tepe sanki artık seyrelmiş ve dökülmeye yüz tutmuş bir saç topluluğu ya da müziksiz bir anlam ifade etmeyen birkaç dizelik şiirdi.

Anlam kayboluyordu. Uğruna kitaplar yazılan, efsaneler anlatılan deniz fenerlerine bir yenisi daha eklenmişti. Böyle hissediyorlardı… Feride Hanım tüm matem havasını yarıp koca kalabalığın, ki koca kalabalık düşüncede de somut olarak da vardı, içine daldı. Değişmişti. Suratında koca bir kasaba halkının minicik olmuş hüznü ve çaresizliği vardı.

Feride Hanıma kazınmış olmalıydı. Tüm kasabanın yürekleri birdi neticede. O da sordu bir bir, teker teker herkese. Sorun neydi? Uğruna ölünecek bir fener temsil mi etmeliydi ölümün ta kendisini? Ölüm fenerin ışığı ile birlikte sonsuza kadar mı yok olarak kazınmalıydı zihinlere?

Bir tarafta öksüz kalmış fener, diğer tarafta onun için anlam ifade eden tüm o her şey: Yazılar, şiirler, resimler, emek, adalet, tebessüm…

Olamazdı. Hiçbiri Yiğit Bey’in ölümünü ve fenerin sönüşünü kabul etmedi. Her ev, her zihin bir daha bir daha aydınlandı. Feride Hanım  şevk içindeydi. Günden güne düzelen acısı artık bir amaca dönüşmüş olmalıydı.

Fener nasıl olursa olsun çalıştırılmalıydı. Deniz feneri kasaba halkının kazancıydı. Onu severlerdi onu sayarlardı. Ancak fark etmedikleri bir şey vardı. Onlar bunu hissetmemişlerdi. Feride Hanım içinde acısıyla yaşamaya çalıştıkça o da anlamayacaktı. Yiğit Bey bunu istemezdi. Bunu bilen bir tek deniz feneriydi. O sadece Yiğit Bey’in unutulmamasını ancak onun için tutulan yas bitsin istiyordu. O da tutmuştu yasını.

Deniz feneri kararlıydı. O emanetti. Onu emanet olarak Yiğit Bey tüm kasabaya bırakmıştı. O fark etti, anladı. Deniz feneri hissetti vuran her dalga ile…

Onun istediği ölüm değildi. O da severdi Yiğit Bey’i, tüm kasaba gibi. Ancak sevgi karşılıksız oldukça anlamlıydı. Onu bunu biliyordu.

Yiğit Bey’in ölümünden sonra geçen kaçıcı karanlık geceydi bir sonraki…

Zaman geçti, pek çok insan geldi geçti fenerin içinden. Kimi fener çalışsın diye dua etti, kimi ise fenere kızdı. O aldırmadı.

Feride Hanım yasını sildi… Hayatına Yiğit Bey’siz devam etmeye alıştı. Yiğit Bey’in yazdıklarını okudu. Onlardan bir kez daha keşfetti fenerin hikmetini. O yalnızca karşılık beklemeden yapıyordu. Evet böyleydi. Fener’in istediği bu olmalıydı. Yiğit Bey anlatmıştı. Tüm şiirler, tüm yazılar bundan bahsediyordu.

Kasaba halkı uyanmıştı uykusundan…

Gece fırtına hiç olmadığı kadar etkili olmuştu. Tüm gece yağmur yağmış gök gürlemişti…

Feride Hanım hatırladı işte o gizli sırrı. Küçük sır Yiğit Bey’in gecelerinde saklıydı. Yiğit Bey’in çocuğu değil miydi fener? O zaman ona gözü gibi bakmaları gerekirdi. Ona ihtiyaçları olduğu için değil…

İşte o gün kasaba üzerinden tepeden aşağıya akan yağmur suları ile silinmiş kötü izlenimler bir bir karıştı toprağa. Tepenin arkasından bir gece atmakta olan kalbin sesi işitildi. Fener tekrar geceyi aydınlatmayı başlamıştı,hem de hiç olmadığı kadar çok ışık verircesine, bir çocuk gibi şen aydınlattı dalgaları…

Kayalıklar, dalgalar, deniz,kasaba, Feride Hanım , balıklar ve huzur dolu yıllar bir bir aydınlandı…

Deniz Fenerleri ve Anlamları” için 2 Yorum Var

  1. Öncelikle belirtmeliyim ki öyküyü okurken sıkıldım, ama aynı zamanda sürüklendim. “Bir öykü sıkıcı olmamalıdır!” şeklindeki bir görüş de sanata yakışmaz zaten. Birçok farklı yazardan esinler görüyorum öyküde. Yazarın üslubu hoş ancak henüz tam oturmamış gibi. Eleştirel anlamda en çok üstünde durulması gereken konu yazım yanlışları ve devrik cümlelerin bütünlüğe olumsuz etkisi olmalı. Yazarın kendi sesi karakterin düşüncelerinde önde duruyor, bu da öykünün samimiyetini azaltıyor. Kişisel bir öykü dahi olsa yazar iletmek istediklerini en çok karakter üzerinden okuyucuya yansıtmalıdır. Bu olumsuzlukların dışında bence başarılı bir öykü olmuş.

  2. Hisli bir öykü… Beni rahatsız eden nokta pek yoktu aslında ama naçizane söyleyeceklerim var. Şöyleki; hikayenin adı sanki daha farklı olabilirdi “… ve anlamları” kısmı biraz kitap kapağı gibi, sözlük kapağı gibi. İçeriğe göre daha vurucu bir başlık bulabileceğinizi düşünüyorum ki öyküde dikkat çeken ifadeleriniz var. Bir de tek ya da iki cümleden oluşan paragraflar kullanmışsınız; bazıları birleştirilebilirdi. Bu şekliyle görsel olarak/ biçimsel olarak şiirsel bir metni andırıyor. Üstteki yorumu da dikkate almanızı öneririm. Fazla olumsuz gibi oldu yorum lakin değil; anlatımınız ve ifadeleriniz güzel, beğendim. Kaleminize kuvvet.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *