Kimsenin umursamadığı o karanlık ormanın derinliklerindeki o küçük mağaranın içinde beklemek, kaçtıkları kişilerin adım seslerini her gün dinlemekten daha yorucu bir hale gelmişti. Eile artık Siollan’ı özlemişti. Korkularından ateş bile yakamadıkları bu rutubetli mağara sanki onlarla dalga geçermişçesine güneye bakıyordu. Eile geride bıraktıklarını geri almak için kaçmayı bırakıp güneye gitmek istiyordu. Kendilerinden daha önemli bir şeye sahip olmayan bu insanlar ağaçların ruhlarının yardımına sığınıp kaçabildikleri kadar kaçmak isterken geride bırakılanlar ruhlar olmadan ne kadar hayatta kalabilirdi ki? Kimse bunları düşünmüyordu. Eile dışında kimse bir kez bile ağaçların dışarısında kalanlara yardım etmeyi teklif etmemişti. Neden böyle olduğunu da bilmiyordu. Neyden korktuklarını anlamıyordu. Güçsüz değillerdi. Korumakla yükümlü olduklarını geride bırakmak onlara göre değildi. Dışarıdan gelen hafif bir esinti Eile’nin ürpermesine sebep verdi. Kuruması için güneşte bıraktığı postunu almak için karanlık mağaradan dışarıya adım attı. Ayaklarına batan dalları ve otlara aldırış etmeden ufak bir göletin yanında yere serdiği postunu aldı. Gölün etrafında iki genç adam oturmuş koca ağaçların arasından gözüktüğü kadarıyla gökyüzünü seyrediyordu. Birazdan güneş tamamen batmaya başlayacaktı. Hep beraber o küçük mağaranın için sıkışmaya başlamadan önce biraz nefes almak istedi. Ufak esintilerin soğuğunu postuyla kestikten sonra gölete doğru yürüyüp durgun suyun önünde çömeldi. Suya eğildikçe karşısında erkeksi bir şekilde keskin yüz hatlarına sahip bir surat belirdi, yansımadaki uzun ve düz burnun iki yanındaki durgun bakan koyu kahverengi gözler Eile’nin yüzünde gezindi. Ellerini kaldırıp yansımanın bakışlarının odaklandığı yere götürdü. Çenesinin sol altından başlayıp dudağının altına kadar uzanan yarası hâlâ dokundukça sızlıyordu. Belki de artık tahmin ettiği kadar güçlü değillerdi. Ellerine suya daldırıp susuzluğunu giderdi. Batmak üzere olan güneşin saçtığı ışık ağaçların arasından geçip Eile’nin siyah saçlarına düşüyordu. Günlerdir kaçmaktan ilgilenmeye vakit bulamadığı düz saçları karışık bir hale bürünmüştü. Suyu içtikten sonra gölete doğru eğilip saçına baktı. Siollan burada olsaydı onun karşısına daha güzel çıkmak için saçlarını yıkardı. Şimdi ne anlamı vardı ki? Ayağa kalkmadan önce avcuna biraz su alıp yüzünü yıkadı. Eile’nin dokunuşları uzaklaşınca eski durgunluğuna ulaşan gölet tekrardan genç kadının yorgun yüzünü yansıtmaya başladı, ardından da güneye doğru yürüyen kadının yansıması yavaşça kayboldu. Geldikleri yere doğru yürümeye başladı. Etrafta birilerinin olup olmadığını bilmediğinden adımlarını nazikçe ve yavaşça atıyordu. Çıplak ayaklarının altında kırılan dal parçaları dikkat edilmediği sürece fark edilmeyecek derecede az ses çıkarıyordu. Eile farkında olmadan etrafını dinlemeye başlamıştı, yine kaçma iç güdüleri devreye girmişti. İyi ki etrafını dinlediğinin farkında değildi yoksa kendisinin kaçmak dışında bir işe yaramadığını düşünebilirdi.
Güneyden gelecek sesler için hazırda duran kulakları, mağaranın olduğu taraftan gelen bir seslenmeyi duyunca Eile olduğu yerde durup arkasına döndü.
“Haydi çok geç olmadan yerimize geçelim.”
Seslenen çocukluğundan beri tanıdığı Amhra’ydı. Bakıra çalan kısa saçlarının sağ tarafına vuran güneş adamın bir gözüne kapatmasına sebep veriyordu. Eile onu tanıdığından beri Amhra’nın gözleri güneşe karşı hassastı. Kendisinden biraz kısa olan Amhra’yla beraber bugün nöbet tutma sırası ondaydı. Hemen gitmek istemiyordu, biraz daha güneye yürümek, sonra biraz daha güneye yürümek istiyordu. Ta ki Siollan’a ulaşana kadar ardına bakmadan sözde gerçek tanrılarıyla buraya gelmiş o adamların içine kadar girip Siollan’ını onların ellerinden alıp ağaçların arasına getirmek istiyordu. Yine de halkını yalnız bırakamazdı. Hem tek başına gitse ne yapabilirdi ki? Mağaradan uzaklaştığı anda onu koruyacak bir dostu kalmayacaktı, ormandan uzaklaştığı anda da onu koruyacak hiçbir ruh yakınında olmayacaktı. Gerçeklerin farkında olmasının verdiği durgunlukla yavaşça kafasını salladı. Güneyi, evlerini ve Siollan’ı arkasında bırakarak mağaraya doğru yürümeye başladı. Amhra’yla beraber mağaranın oraya geçti.
Güneşin ışıkları, yaktıkları ateşin parıltısını gizlemeyi bırakmasından önce aceleyle pişirilen balıkları hep beraber yediler. Hemen yanı başlarındaki gölet çok büyük olmasa da içinde yenebilecek kadar büyük olan balıkları barındırıyordu. Etraflarında da zehirli olmayan bazı çalı meyveleri bulunduğu için burada kalmayı seçmişlerdi. Su, yemek ve kafalarını sokabilecekleri bir mağara, bundan daha fazla ne isteyebilirlerdi ki. Eski evlerini ve Siollan’ı isteyebilirdi. Halkının kaçabilmesi için kendini geride bırakan Siollan’ı isteyebilirdi. Gece ilerledikçe Amhra’yla beraber mağaranın önüne oturup etrafı dinlemeye başladılar. Kulakları dış dünyayla bir olmuştu ama gözlerinin önünde sadece Siollan vardı. Yüzünü göremiyordu, mavi gözleri Eile’nin bakışından uzaktaydı, görmek istiyordu. Sevdiği adamın yüzünü görmek istiyordu, Eile insanları alıp kuzeye kaçarken Siollan güneye gitmişti. Bu yüzden düşmanlarına bakan o mavi gözlerini değil de yıllardır biriktirdiği gücünü temsil eden sırtı kuzeye kaçan Eile’nin aklına gelebiliyordu. En başta halkın geriye kalanıyla kaçtığı için Siollan da kendine tam olarak dikkat edememişti. Saçları kesilmeye ihtiyacı olacağı kadar uzamıştı. Eile ellerinin o saçların arasında gezindiğini hayal etti.
“Geri dönmek istiyor musun?”
Narin bir sesle gecenin sessizliğini bozan bu soru Eile’nin zihnindeki görüntünün kaybolmasına yol açtı. Kafasını soruyu soran Amhra’ya çevirdi.
“Evet.”
Amhra şaşırmışa benzemiyordu.
“Git Eile, git ve onu geri al. Senin yokluğunda ben burayı idare edebilirim.”
Bu sözler Eile’nin yüreğinde dolaştı, ruhunun her bir köşesinde dolaşan bu ışık yorgun gözlerine kadar gelip onları aydınlattı. Hevesli bir ifadeyle Amhra’ya baktı. Ardından da ormanın karanlığı bu cılız ışığı bastırdı.
“Gidemem, Siollan’ın sözünden dışarı çıkamam. Benden son bir şey istedi, buna ihanet edemem.”
“O güçlü kadın şimdi tek bir adamın sözü yüzünden istediği şeyi yapmaktan vaz mı geçecek?”
Amhra özellikle böyle bir soru sormuştu, Eile de bunun farkındaydı.
“Tek bir adamın sözü olması değil olay. Ya şimdiye kadar Siollan’ı öldürdülerse, bu isteği onun son isteği olacak. Sevdiğimin son ricasına karşı gelirsem kutsal ruhlar beni affetmez.”
Eile sözlerini bitir bitirmez rüzgâr esmeye başladı, kuzeyin soğuk havası sımsıkı tuttuğu postundan içeri girmeye başladı.
“Eğer onu öldürdülerse haklısın. Fakat Siollan hâlâ yaşıyorsa bu isteğin onun son isteği olup olmadığını değiştirmek senin elinde. Git onu kurtar ve o adamın senden başka şeyler istemesini sağla.”
Amhra kafasını kaldırıp solunda kalan aya baktı, ağaçlar tüm görüşünü kapatıyordu ama yine de ayın orada olduğunu biliyordu. Eile, Amhra’ya bakıyordu, ağaçların arasından geçemeyen mehtap bir şekilde genç adamın suratına düşüyor gibiydi.
“Eile, eminim ki o adam bu kadar kolay ölmez. En kötü ihtimalle bize biraz zaman kazandırabilmek adına bile yaşar. Hadi kalk ve git. İhtiyacın olan her şeyi al ve tek başına geri gelme.”
Eile neye uğradığını şaşırmış bir şekilde Amhra’ya baktı. Şimdi mi gitmesini istiyordu? Gidecekse bile geriye kalanlara bir açıklama borçluydu.
“Geride kalanları boş ver.” dedi Amhra. “Sana ve Siollan’a söz veriyorum kimsenin başına bir şey gelmesine izin vermeyeceğim.”
Eile ne diyeceğini bilemedi. Yaklaşık bir aydır böyle bir an istiyordu. Siollan’a gittiğinde arkasına bakmasını gerektirmeyecek bir durum olduğunu anda gitmek istiyordu. Güneydeki denizin ötesinden gelen adamlardan yeterince kaçıp yerleşebilecekleri bir yer bulduğunda Siollan’a gitmek istiyordu. Şimdiyse Amhra o kadar beklemesi gerekmediğini söylüyordu ona. Gitmek istiyordu, ama gerçekten gidebilir miydi, bunca insanı arkasında bırakabilir miydi bilmiyordu. Biraz zamana ihtiyacı olduğunu düşündü.
“En azından bu nöbeti bitirmeme izin ver, ondan sonra karar veririm.”
“Olmaz. Kararını şimdi vermek zorundasın.”
“Bir anda böyle bir karar verebileceğimi mi sanıyorsun? Burada kalanları düşünmem lazım.”
Amhra iç çekti.
“Tam da bu yüzden şimdi karar vermen lazım. Sabahın ışıkları benimle burada kalacakların suratına çarptığında gördüğün o suratları burada bırakamayacağını düşüneceksin. Her bir suret kafanı karıştıracak, ‘Genç Ros’u nasıl yalnız bırakırım?’ diye düşüneceksin.” Amhra ayağa kalkıp Eile’nin yanına geldi.
“Onları görme Eile. Onları düşünme. Senin anaç yapın geride bırakacaklarını gördüğü anda vazgeçer. Siollan’ı düşün, onun yanında kimse yok, buradakilere ben sahip çıkarım. Sana asıl ihtiyacı olanlar buradakiler değil.” Biraz duraksadıktan sonra gülerek devam etti.
“Tabi benim yeterli olmadığımı düşünüyorsan o ayrı.”
Eile de Amhra’yla beraber güldü.
“Güneş çıktığında önünü göremeyen bir adama koskoca ailemizi emanet etmek ne kadar doğru olur acaba.” İşi dalgaya almak Eile’yi biraz da olsa rahatlattı. Bilerek yapmamıştı bunu, Amhra konuyu bilerek buraya çekmişti.
İçindeki çocuksu heyecanı bastıramadı. Siollan! Diye düşündü. Sonunda onu görebilecekti. Hayatta olup olmamasını düşünmemeye çalıştı. Ne olursa olsun elinden geleni yapıp Siollan’ı kurtarmaya gidebilirdi. Hâlâ doğru olanın ne olduğundan emin değildi. Ama Amhra haklıydı, buradakilere bakabilecek başka kişiler vardı, Siollan’ı kurtarabilecek başka birisi ise yoktu. Karşısında duran arkadaşına sarıldı. Güvenebileceği birileri vardı. Tahmin ettiğinin aksine kendisi hariç başka birisi daha Siollan’ı ve geride bıraktıklarını düşünüyordu. Amhra’nın hakkını yediği için kendini kötü hissetti. Samimi bir şekilde arkadaşına teşekkür ettikten sonra hızlıca mağaraya girip yanına alması gereken bir şey olup olmadığına bakınmaya başladı. Yanına birkaç günlük erzak alması gerektiğini düşündü. Kaçmaya başladıklarından beri yaklaşık yirmi gün geçmişti, mağaradaki altıncı uykuları olduğunu düşünerek yanı ne kadar yemek alması gerektiğini hesapladı. Gereken miktarı kenara ayırdıktan sonra aldığını bi kısmı geride bıraktı. Yolda kendisine yiyecek bir şeyler bulabilir gibiydi, güneye gittikçe tanıdığı ağaçlara yaklaşacağı için her zaman onlardan yardım isteyebilirdi. Umutluydu, tanıdığı topraklara tekrardan basacağı için, tanıdığı ağaçların ruhlarıyla tekrar konuşacağı için umutluydu.
Amhra o günden sonra Eile ve Siollan’ın yolunu gözlemeye koyuldu. Birkaç gün daha mağarada kaldıktan sonra daha da kuzeye doğru hareketlenmeye başladılar. Amhra arkadaşlarının ne durumda olduğunu öğrenmek amacıyla var olduğuna inandığı her ruhla konuşmaya çalıştı. Nasıl oldukları öğrenmek için ruhlardan bir işaret bekledi. Amhra her ne kadar olduğu yerde durup güneyde kalanları beklemek istemiş olsa da ileri gitmesi gerektiğinin farkındaydı. Hem Eile’nin Siollan’a verdiği söz hem de Amhra’nın bizzat verdi söz genç adamın üstündeydi. Eile’nin güneye gidebilmesi için Amhra’nın kuzeye gidip kabileyle ilgilenmesi gerekiyordu. O da güneye gidip arkadaşlarını bulmak istiyordu ama onlara inanmaya devam etti. Ne olursa olsun ruhlarla konuşmaya devam etti. Onun gözünde o ümidini kesmediği sürece bir gün Eile ve Siollan güneyden kuzeye geri gelecekti. O yüzden de hiç arkasına bakmadan kuzeye devam etti. Bakmak istiyordu, hatta bakmak bir yana o da Eile gibi güneye gitmek istiyordu.
Bir gün aylardır içinde hareket ettikleri ormanın dışına adım attılar. Amhra herkese devam etmesini söyledikten sonra ormanın bitişine geri döndü.
“İnanıyorum. Sizlerin o ikisini koruyacağınıza inanıyorum.”
Ormanın ruhlarıyla son kez konuştuktan sonra yollarına devam ettiler. Eile’nin gidişinden bu yana neredeyse bir yıl geçmişti. Tekrardan yeşermeye başlayan doğa tıpkı denizin ötesinden gelen adamların geldiği zamana benziyordu. Sırf inançları farklı diye bunca yolu yürümek zorunda kalmışlardı. Amhra hâlâ buna anlam veremiyordu. O tanıdığı ruhlarla konuşmak istediğinde neden yeni gelenler sinirleniyordu ki? Dikey olanın daha uzun olduğu bir dikey bir yatay çubuktan oluşan semboller taşıyan bu adamlar inandıkları tanrının varlığı yaymak istiyordu ve Amhra bunu anlayamıyordu. Tanımadığı bir ruhla konuşmasını beklemeleri saçmaydı. Bildiği o kadar ruh varken, ona yardım etmiş bir sürü ruh varken neden tanımadığı ve daha önce duymadığı bir ruha tapmasını istiyorlardı ki? Önemli olan bir şeyi gönülden istemek olmalıydı, bunu kimden istediğinin bir önemi olup olmadığı Amhra bilmiyordu. O sadece arkadaşlarının bir gün geleceğine inanmak istedi. Bir yılın ardından Amhra neredeyse her gün bu konuyu düşünmeye devam etti. Doğru kararı verip vermediğini hâlâ bilmiyordu. Eile’yi yollamakla iyi mi yapmıştı bilmiyordu, onun başına da bir şey geldiyse suçlusu Amhra olabilirdi. Ama zaten gitmek isteyen birisini durdurmak en başından yanlış olan da olabilirdi. Belki de Eile’nin önünü açmak yanlış olan karar değildi. Eile’nin ardından gitmek istemişken üstlendiği sorumluluğu terk etmemesi mi yanlış karardı acaba? Ne de olsa Eile’yi canı istiyor diye gitmeye ikna etmişken kendi canı istiyorken farklı bir karar vermişti. Hangi kararı verse en doğrusu olurdu acaba? Zaman ilerledikçe bu soruyu sormaktan vazgeçti. Ne de olsa artık verdiği kararı değiştiremezdi. Hâlâ Eile’lerden haber almadığına göre kararlarının doğruluğuna dair bir şey de söyleyemezdi. O aralar Amhra’nın elinden sadece inanmak geldi. Ruhlara, arkadaşlarına ve kendi kararlarına. En azından bunlardan birisi sayesinde arkadaşlarının geri geleceğinden emindi.
Haksız da çıkmadı. Eile’nin gidişinden beri gördükleri ikinci kışın ortalarına doğru güneyden iki kişinin yaklaştığı haberi gözcüler tarafından Amhra’ya getirildi. Bu haberin gelmesi beklediğinden daha uzun sürmüştü. Ama eninde sonunda verdiği kararın yanlış olmadığını görmesi bu kadar süreye beklemeyi değer kılmıştı.
- Ağaçların Ruhları - 1 Ağustos 2022
- Açık Kapı - 1 Nisan 2021
- Küller ve Çığlıklar - 1 Mart 2021
Eski çağda geçen bir hikaye. Özellikle Silmarillion’u bitirdikten sonra ona yakın bir anlatımınızın olduğunu düşünüyorum. Fakat diyaloglardaki kelime seçimlerinin yansıtmak istediğiniz döneme hiç uymuyor bence.
Ek olarak bazı harf hatalarının aynı şekilde tekrarlanması ortada bir sorun olduğunu gösteriyor. Bunun üzerinde çalışmanız gerek.
İyi günler yorumunuz için teşekkür ederim. Bahsettiğiniz sıkıntıları örnek verebilir misiniz acaba? Direkt farkında olursam kendimi daha iyi geliştirebileceğimi düşünüyorum.