Doğup büyüdüğüm mahalleden taşındığımız sene Ahmet on iki yaşındaydı. Kestane rengi dalgalı saçları çoğu zaman gözlerinin önüne düşer, sol eliyle saçlarını geriye atardı; aklımda hep bu hareketiyle kaldı. Yeşil gözlerini kocaman açtığında kirpikleri neredeyse kaşlarına değerdi. Kışın soğuğunda, yazın sıcağında, koşup yorulduğunda tombul yanakları pembeleşirdi. Ve bu güzel, bu masum yüzün ortasındaki bakışları yaşının gerektirdiğinden daha sert, daha hüzünlü olurdu çoğu zaman.
Babasının sırtını hatırlıyordu yalnızca. Kapıdan son çıkışında gördüğü o yer yer aşınmış siyah deri ceketle örtülmüş, iri ve sağlam sırtı. Ve annesinin salonun köşesinde, dudağının kenarından kan sızarken o sırta bakışını hatırlıyordu. Bu acı hatıra onun dördüncü yaş gününe aitti. Annesinin o sabah bizden ödünç un ve şeker alarak yaptığı pastayı yiyememişlerdi.
Abisi Mehmet, ilkokulda sınıf arkadaşımdı. Ahmet ile aralarında yedi yaş fark vardı. Babaları evi terk edip gittikten sonra Ahmet ile Mehmet’e anneleri bakmaya başladı. Evlere temizliğe giderdi. Bu durum Mehmet’i çok üzer ve kızdırırdı. Bir yıl daha okuduktan sonra okulu bıraktı Mehmet. Mahalledeki berberin yanında çıraklığa başladı. Ne olduysa o berberde oldu.
Bizim mahallenin kendi kanunları vardı. Herkes bu kanunlara göre yaşar, bu kanunlara göre giyinir, yürür, konuşurdu. Bu kanunlar Cemal Abi’den sorulurdu. Mahalledeki herkesin güvenliğini Cemal Abi sağlar, karşılığında mahallelinin saygısını görür, her mekânda el üstünde tutulur, esnaftan da haracını alırdı. Cemal Abi her sabah Mehmet’in çalıştığı berberde tıraş olurdu. Mehmet’in ustası usturasını Cemal Abi’nin yakışıklı yüzünde gezdirirken bir adamı dışarıda, arabasının yanında bekler, tıraş bittikten sonra Mehmet, Cemal Abi’nin ceketini giydirir, yüklüce bir de bahşiş alırdı. Mehmet her gün bu anı iple çekerdi. Ama onun umurunda olan aldığı bahşiş değil, Cemal Abi’nin forsuydu. Mehmet Cemal Abi’den bahsederken daima gözleri parlardı.
Mehmet nasıl Cemal Abi’ye hayransa, Ahmet de öz abisine hayranlık duyardı. Her yere birlikte gider, her işi birlikte görürlerdi. Mehmet evlerinin yönetiminde tek söz sahibiyse de küçük kardeşini yanından hiç ayırmazdı. Ahmet bu payeden çok memnundu. Kendini önemli görür, bu esnada her hareketinde abisini taklit eder, ona öykünürdü. Mehmet onun kurtarıcısı, kahramanı, idolüydü. Ve bu ömrü boyunca böyle sürdü.
On dördüme geldiğimde annemlerden gizli sigara içmeye başlamıştım. Mehmet sigaraya başlayalı bir yılı geçmişti. Bir akşam, sigara içtiğimiz parkta sohbet ederken – Ahmet de yanımızdaydı – Mehmet ceketinin iç cebinden küçük bir sarma kâğıdı ile bir tutam ot çıkardı. Onu daha önce hiç ot içerken görmemiştim. Birkaç kez havasını atmıştı gerçi, ancak benim bu işlere mesafeli olduğumu bildiğinden olsa gerek, yanımda buna cüret etmemişti. O, kâğıda otu yerleştirirken Ahmet hayranlıkla onu izliyordu. Ardından cebinden bir poşet içerisinde parlak, sarı bir toz çıkardı. Tozu sigaralığın içine dağıtırken gözünün kuyruğu ile bana baktı.
“Bu toz nedir?” diye sordum. Soruyu duyduğuna sevinmiş gibi gülümsedi.
“Buna ‘peri tozu’ diyorlar” dedi. “Mahalleye yeni geldi. Cemal Abi benim satmamı istiyor” diye gururla ekledi. “Beraber girelim mi bu işe, ne dersin?”
“Ben girmem böyle işlere” dedim. “Çok riskli.”
“Risksiz işin de parası az be oğlum.”
Ahmet, abisinin gözlerine bakarken sanki birçok riskli ve risksiz işlerde tecrübe edinmiş gibi başını sallayarak onayladı. Henüz yedi yaşındaydı Ahmet.
“Berberdeki işini bırakacak mısın?”
“Berber risksiz iş” dedi Mehmet. “Şunu bir deneyelim bakalım. Yemediğimiz boku satmaya kalkmayalım.”
Derin bir nefes aldı sigaralığından. Gözlerini kapatıp bir süre bekledi. Dumanı saldı ince dudakları arasından.
“Dedikleri kadar varmış” dedi.
Ahmet gözlerinin önüne düşen dalgalı saçlarını sol eliyle geriye atarken gülümsedi.
Mehmet zeki ve tuttuğunu koparan biriydi. İşi çabuk öğrenmişti. Müşterisini nerede bulacağını, onlarla nerede buluşacağını iyi seçiyor, polise yakalanmamanın yollarını iyi biliyordu. Bileğine kuvvetliydi. Rakiplerini egale ederken acımasızlaşıyor, bu gibi durumlara vicdanını karıştırmıyordu. Bir iş adamı soğukkanlılığıyla ticaretinin önündeki engelleri kaldırıyordu. Cemal Abi ile birlikte peri tozu imalatı için bir atölye kurdular. Atölyeden Mehmet sorumlu değilse de burada büyük saygı görüyordu. Orada çalışanların çoğunu bizzat Mehmet işe koymuştu. Mehmet’in sayesinde mahallede peri tozunu tatmayan bitirim, peri tozunun girmediği batakhane, kıraathane, meyhane kalmamıştı. Ahmet’in çevresi de iyiden iyiye peri tozuyla kaplanıyordu.
Bu sırada kazandıkça kazanıyordu Mehmet. İlk iş, oturdukları kiralık döküntüden çıkardı annesi ile kardeşini. Cemal Abi’nin mahallenin göbeğine diktiği beş katlı apartmanda bir daire aldı onlara. Salonu, mutfağı aydınlık, iki oda bir salon, kaloriferli, duvarlarında fareler gezmeyen bir daire. Annesini ve kardeşini hediyelere boğuyordu. Kendisi için de ayrı bir ev açtı. Mahallede bu evi görmemiş pek az kız vardı. Tüm bunları iki yıl içinde yapmıştı. Artık Cemal Abi gibi giyiniyor, onun gibi konuşuyor, onun gibi yürüyordu; onun gibi bir de tabanca taşıyordu belinde. Girdiği mekânlarda kendisine ihtimam bekliyor, beklediğini alıyordu.
On yedisinde, sıcak bir yaz günü arabasıyla gördüm onu. Son model bir Tofaş vardı altında, su yeşili.
“Araba benim” dedi gururlanarak. “Cemal Abi’nin üstüne gerçi. Malum, bizim yaşa ruhsat çıkarmıyorlar. Ama benim.”
Yanında bizim okuldan Salim vardı. Bizim üç dönem üstümüzdü. Okulu güç bela bitirdikten sonra Mehmet’le takılmaya başlamıştı. Duyduğuma göre Mehmet onu da atölyede çalıştırmaya başlamıştı. Mehmet sadece kendisi kazanmıyor, arkadaşlarına da kazandırıyordu.
Aynı günün akşamında Ahmet’le karşılaştık. On yaşında, kollarını kıvırdığı mavi gömleği ve bej rengi kumaş pantolonuyla çok şık görünüyordu. Abisini, abisinin arabasını gördüğümü söyledim. Hiç beklemediğim bir karşılık verdi:
“Abim yanlış yapıyor” dedi. “İyi kazanıyor, doğru. Ama bu kadar harcamayla herkesin dikkatini üzerine çekersin. Polis de merak eder değirmenin suyunu, bu işi yapmaya hevesi olan da. Gerçi sırt sırta verdik mi bizi devirmek zordur. Ama akıl akıldan, bilek bilekten üstündür.”
Daha pek küçükken dahi çocuk gibi davranmıyordu Ahmet. Televizyonda Süpermen çizgi filmini izlemeyi çok severmiş. Ben çok sonra öğrendim, hiç sezdirmemişti. Hayat sertti; böyle öğrenmişti daha doğuştan. Gözlerinin önüne düşen kestane rengi dalgalı saçlarını sol eliyle geriye attı. Gitti.
Zaman Ahmet’i haklı çıkarmıştı. Bir gün Cemal Abi Mehmet ile Ahmet’i yazıhanesine çağırdı. İşlettiği otoparkın bir köşesindeki iki katlı yapının ikinci katındaydılar. Cemal Abi’nin ceviz ağacından yapılmış, alnı işlemeli çalışma masasının önünde durmuş ne söyleyeceğini bekliyorlardı. Cemal Abi sıkkın görünüyordu. İnce bıyıklarını belli belirsiz kıpırdatırken gözlerini masa lambasında, duvardaki sarkaçlı saatte, pencere önündeki konsolun üzerinde duran içki şişelerinde gezdiriyordu. Kemerli burnunun kanatlarında tedirginlik titreşimleri görülüyordu. Derin bir nefes çektikten sonra ağzındaki baklayı çıkardı.
“Dün bir adam aradı beni” dedi. “Peri tozu istiyor.”
“Tamam, abi” dedi Mehmet. “Ne kadar istiyorsa ben ulaştırayım.”
“Öyle değil. Bu işe girmek istiyor. Kendisi satacak. Atölyeye götüreceğiz. Mekânı, üretimi kendisi görecek.”
“Mümkün değil! Bu işi ben yapıyorum. Yıllarımı verdim. Bir gün olsun güvenini boşa çıkardım mı Cemal Abi?”
“Biliyorum ama elimde değil. Ben de bu işe başkasını bulaştırmak istemiyorum. Ama bu adam çok güçlü. Ona ‘Yok’ diyemeyiz. Bizi siler atar.”
“Kimmiş bu adam?” Yeni düşmanını tanımak istedi Mehmet.
“Adını söylersem ortalık karışır. Büyük iş adamı. Sen de tanıyorsun – adını bilmesen yüzünü görmüşsündür gazetede, televizyonda. Ama bu işleri yaptığını duymamışsındır. Bundan sonra da duyma.”
Cemal Abi meçhul iş adamının kimliğini saklarken ona mı, kendine mi yoksa Mehmet’e mi iyilik yaptığını bilmiyordu. Belki hiçbiri, belki hepsi… Mehmet sessiz kalmayı seçti. Oyunun kurallarının değişeceği belliydi. Bu değişimin lehine olmayacağı da. Mehmet’in yelkenleri suya indirdiğini gören Cemal Abi konuşmaya devam etti.
“Yarın akşam gelecekler. Patronu ben karşılayacağım. Atölyeyi ben gezdireceğim. Sen dağıtıcıları ile buluşacaksın. Malı göster, tattır, bildiklerini anlat. Bu adamlara vereceğimiz her parti için payımızı alacağız. Kârımız düşecek ama kazanmaya devam edeceğiz.” Cemal Abi böyle söylese de işin kısa süre sonra elinden kayıp gideceğini biliyordu. Derin bir nefes aldı. “İşlerimiz tıkırındaydı anasını satayım. Nerden çıktı bu herif?”
Mehmet ile Ahmet, Cemal Abi’nin yazıhanesinden çıkıp arabaya bindiler. Otoparkın girişinde bulunan adamlara selam verip oradan ayrılana kadar ikisi de hiç konuşmadı. Yeteri kadar uzaklaştıklarına kanaat getirince Mehmet içindekini dışarı çıkardı.
“Cemal Abi’nin tuzu kuru. Otopark, inşaat işi, esnaftan topladığı haraç… En iyi parayı peri tozundan kazanıyordu ama bunu kaybetmek onu bitirmez. Çok çok eski haline döner. Ama bizim başka bir gelirimiz yok. Anında biteriz.”
“Cemal Abi bunu bilmiyor mu?” diye sordu Ahmet. “Bizi açıkta bırakmaz, merak etme. O kadar para kazandırdık adama.”
“Para kazandırmayı bıraktığımız an gözündeki kıymetimiz iki paralık olacak. Adam bizi gözden çıkarmış, belli.” Direksiyonu daha sıkı kavrayıp dilini dişleri üzerinde gezdirdikten sonra ekledi: “Ama ben öyle kolay harcanacak adam değilim.”
“Planın ne?”
“Ayakta kalmak. Bunun için elimizdeki işi kaybetmemek. O adamları bölgemizden uzak tutacağız.”
“Ama nasıl?”
“Atölyeyi almaya geldiklerine göre burada çalışacaklar. Burada satıp, burada kazanacaklar. Atölyedeki elemanlar beni sayar. Söyleyeceğim, yarın akşam hiçbiri orada olmasın. Bu herif bu kadar ünlü olduğuna göre kalabalık gelmeyecektir, dikkat çeker. İki, belki üç araba. Dağıtıcıları da en fazla o kadar olur. Dağıtıcılar kolay iş, bizim altgeçitte kıstırdık mı birkaç adamla hepsinin hakkından geliriz. Oradan atölye yürüyerek on dakika. Biz beş dakikaya mekânı basar, oradakileri bitiririz.”
“Cemal Abi?”
“Onu da… Sonra buranın kralı biz oluruz. İstediğimize iş yaptırır, istemediğimize yaptırmayız.”
“Bundan paçayı sıyıramayız abi. İçeri girer…” Ahmet durdu birden. Kısa süre düşündü, kararını verdi. “Sen on dokuz oldun” dedi. “İçeri girersen ömür billah çıkamazsın. Ben üstleneyim.”
“Saçmalama oğlum” dedi Mehmet gülerek. “Senin bu işi yapabileceğine kim inanır? Zaten sen erketede yatacaksın. Çatışmanın ortasına sokmam seni.”
“Kimsenin inanmasına gerek yok. ‘Ben yaptım’ diyeceğim, sen de sesini çıkarmayacaksın.”
Mehmet böyle bir fedakârlığa müsaade edecek değildi. Ailede bir kişinin fedakârlık yapması gerekirse bu kişi kendisi olurdu. Hep böyle olmuştu. Yine de tartışmayı uzatmadı. Ahmet farkında değildi ama yarın akşamı canlı olarak çıkarmaları dahi mucize olurdu.
“Sen dediğimi yap.” Konuyu kapattı Mehmet.
Mehmet sabah kahvaltısını annesinin evinde yaptı. O, annesi ve Ahmet… Uzun süredir birlikte kahvaltı etmiyorlardı ve Mehmet uzun süredir böyle lezzetli bir kızarmış ekmek yememişti. Kahvaltının ardından Mehmet ile Ahmet dışarı çıktılar.
Öğle vakti olmasına rağmen hava karanlıktı. Çok geçmeden yağacaktı, belli. Mehmet ile Ahmet sokakları kolaçan etmek ve adamlarıyla görüşmek için mahalleyi yaya olarak dolaşıyorlardı. Önce Salim’in evine gittiler.
Salim eski bir apartmanın zemin katında tek başına yaşıyordu. Kapıyı üzerinde iç çamaşırı, yırtık bir tişört ve bir hırka olduğu halde açtı. Mehmet hızlıca durumu anlattıktan sonra Salim evin rutubetten kabarmış duvarlarında bir şeyler arar gibi gezdirdi gözlerini.
“Eyvallah abi” dedi. “Dediğin saatte altgeçitte olurum ben. Ama atölyeyi boş görürse yarın Cemal Abi alayımızı keser.”
“Eğer dediğimi yaparsanız yarın Cemal diye biri olmayacak. Ben de seni yaşatırım. Hiç merak etme.”
Bu işin zor tarafı atölye ayağıydı. Hem daha sıkı koruma olacaktı, hem de Mehmet’in akılcı bir planı yoktu. Mehmet şovunu yapmak istiyordu. Çatır çatır vuruşacak, hakkını öyle alacaktı. Mehmet’e sadık olan adamların sayısı çok değildi. Üstelik Cemal Abi ve meçhul işadamının korumaları kadar tecrübeli de değillerdi. Salim’in pek aklına yatmadı bu durum. Durdu, durdu…
“Hakkımızda hayırlısı” dedi.
Salim’in yanından ayrıldıklarında ikisinin de gönlü ferahtı. Mahallenin dar sokaklarında yürürken şimdiden buraların sahibi olmuş gibi hissediyorlardı kendilerini. İki kardeş sırt sırta verdi mi aşamayacakları engel yoktu. Böyle söylüyordu Mehmet. Ellerini Ahmet’in omuzlarına koydu.
“Sen yanımda olduğun sürece bana karada ölüm yok.”
“Eyvallah abi” dedi Ahmet gururla. “Ya atölyedeki elemanlar bizi dinlemez de orada olurlarsa bu akşam?”
“Ne yapalım oğlum? Onlar da kaderlerine razı olacaklar. Ne oldu? Korktun mu yoksa?”
“Ne korkacağım oğlum? Sen kork!” Gözünün önüne düşen dalgalı saçlarını sol eliyle arkaya attı Ahmet. Küçük adımlarını önce yavaş yavaş hızlandırdı, ardından coşkusuna mani olmadan sekerek yürümeye başladı.
Abisinin bir on metre kadar önündeydi. Köşeyi döndü. Karşısında Cemal Abi’yi ve adamlarını gördü. Cemal Abi’nin takılacağı yer değildi burası. Ne işi vardı acaba? Abisinin yanına dönmek istedi. Ardından gözü köşedeki oyuncakçının vitrinindeki Süpermen figürüne takıldı.
Silahlar patladı.
Mehmet, on metre kadar gerisinde, kardeşinin kana bulanmış gömleğiyle yere düştüğünü, başının yere ilk değişini, ağzından kanın sızıldığı ilk anı gördü.
Doğup büyüdüğüm mahalleden taşındığımız sene Ahmet on iki yaşındaydı. Babasını hiç tanımadı Ahmet. Hiç okula gitmedi, hiç aşkı tatmadı, hiç kitap okumadı ve kötü biri olarak yaşadığını hiç bilmedi. Hiç çocuk olamadı ama Ahmet hep on iki yaşında kaldı.
Öykünüzü beğendim. Peri temasına bu şekilde farklı bir yaklaşım gerçekten hoşuma gitti. Gözlerimin önünde Ahmet’i canlandırabildim. Sonu hüzünlüydü, ama yine de güzeldi. Ellerinize sağlık.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.
Ahmet’in masumiyeti ve sahte kahramanlar Mehmet ile Cemal. İhanetle bu kadar erken tanışması. Ahmet vurulup yere düşünce içimdeki beyaz güvercinler beni terk etti. Ahmet’le beraber çocukluğumuzu yitirdik bir kez daha.